Ilımlı-Radikal İslamla İlgili Yahudi'nin Meşhur Bir
Sözü
Erbakan aleyhine 28 Şubatı tezgâhlayan ABD Yahudi Lobileri, şimdi Fetullah
Gülene ve CHP heyetine neden destek vermekteydi?
Cemaatin gazetesi
Zamanın yazarı Hüseyin Gülerce, Meclise giren türbanlı milletvekilleriyle
ilgili Demokratikleşme yolunda zor bir geçidi daha geride bırakmış
olduk demiş ve yazısını şöyle tamamlamıştı:
(
) Meclisin dünkü
olgunluğu şüphesiz 14 yıl önce kendisine yemin ettirilmeyen Sayın Merve
Kavakçının o yalnız, üzüntülü halini de hatırlattı. Merve Kavakçı yalnız ve
müdafaasızdı. Ama şimdi onun konumundaki milletvekilleri dört kişiydiler ve
yalnız bırakılmamışlardı[1]
Peki, o gün Merve
Kavakçının yalnız, müdafaasız, mutsuz olduğunu yazan;
Demokratikleşme yolunda zor bir geçidi daha geride bırakmış olduk diye
hatırlatan Hüseyin Gülerce, bundan 14 yıl önce, yani Merve Kavakçının Meclise
türbanlı girmesiyle birlikte yaşanan krizle ilgili neler yazmıştı?
4 Mayıs 1999 tarihli
Zaman gazetesinden Hüseyin Gülercenin köşesinden birlikte okuyalım:
Bir bayan
milletvekilinin yemin meselesi küllenmiş bir krizi, bir kutuplaşmayı yeniden
hortlattı. RP'nin (Milli Görüş, Adil Düzen N.G.) çizgisini terk edip yeni bir
çizgi, yeni bir söylem sahibi olacağı beklenen FP yeniden bir eski siyasetçinin
(Erbakan) politik hesaplarına hapsoldu. Daha açık söyleyelim. Sayın Erbakan'ın
baskılarıyla Sayın Merve Kavakçı seçilecek yerden aday gösterilmeseydi Meclis
daha ilk gününde 28 Şubat'ı çağrıştıran bir gerilimin ve krizin içine
girmeyecekti.
İşte Fetullah Gülen ve
takipçileri bu Erbakan karşıtlığı ve Amerikan yandaşlığı sebebiyle desteklenip
öne sürülmekteydi.
Dinler arası diyalog safsatasında yeni ve çok sinsi bir boyuta geçilmişti.
Piyasaya sürülen sözlükle güya Hıristiyanlık ve İslam arasındaki kavram
kargaşasına son verilecekti!?
Fetullah Gülen eliyle
yürütülen tahrif edilen dinlerden birisi gibi gösterilen İslamı ifsat çalışmaları
hız kesmeden devam ediyordu. Dinler arası diyalog safsatası ile Dinimizi
yozlaştırma çalışmaları kapsamında, yeni bir icraata daha imza atılıyordu.
İslamiyeti Hıristiyanlık ile sentezleme çabası içerisine girerek, Allah
katında tek din olan İslamı özünden uzaklaştırmaya çalışan diyalog erbabı,
sözde iki dinin kavramlarını açıklayan yeni bir sözlük hazırlıyordu. Alman
Eugen Biser Vakfının himayesinde hazırlanan sözlük, İslami kavramları eğip
bükerken, yapılan faaliyetler tehlikenin ne boyutlara vardığını gösteriyordu.
Yüce Allahın tüm
zamanlarda indirdiği tek din olan İslamiyeti batıl dinlerle sentezleme çabası
içerisine giren ifsatçı zihniyet tahrip ve tahrifatına devam ediyordu. Sözde
İslam ile Hıristiyanlık arasındaki kavram kargaşasına son vermek adı altında
birleşen Alman ve Türk din uzmanları bir sözlük hazırlayarak klişe ve
önyargıları kırma vaadinde bulunuyordu. Müslümanlar nezdinde Hıristiyanlık ve
Yahudilik gibi insanların kendi hevalarından yorumlayarak oluşturdukları ve
batıl dinleri meşrulaştırma çabasında olanların son icraatı olan sözlük
çalışmasının hangi amaca hizmet ettiğini hemen belli ediyordu.
Diyalogcu Zihniyetin
Yeni Zehiri
Sözde Hıristiyanlık ve
İslam arasındaki kavram kargaşasına son vermek özde ise İslamı ifsat için atılan
bir adım olan İslamiyet-Hıristiyanlık Kavramları adı altındaki sözlük
çalışması diyalogcu zihniyetin çıkardığı diğer kitaplarla benzer özellikler
taşıyordu. Hıristiyanlığı meşrulaştırma çabasından başka bir şeyi amaç
edinmeyen dinler arası diyalogun meyvelerinden birisi olan bu sözlük güya İslam
ve Hıristiyanlıkta yanlış anlaşılan kavramları açıklıyordu. Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde yürütülen dinler arası diyalog
sempozyumlarında dinler arasında bir kavram çatışması olduğu söylenen Alman
Eugen Biser Vakfı, kolları sıvayıp böyle bir sahtekârlık sergiliyordu. Ankara
Üniversitesi ile birlikte hareket eden vakıf, İslamiyet-Hıristiyanlık
Kavramları sözlüğünü çıkaracağını açıklıyordu.
İslamiyette çok
eşlilik, cihat, miras paylaşımı gibi kavramların yeniden yorumlanması
ihtiyacına ve Hıristiyanlıkta da kendilerince açıklama gereği duyulan konuların
varlığına dikkat çeken sözlüğün amacı itibariyle diyalog çalışmalarına hizmet
ettiği görülüyordu.
15 yaşındaki genç kıza
tecavüz eden 6 gencin suçsuz bulunup berat ettiği İsveç adaleti ve ABnin
haksız ve ahlaksız kriterleri, Fetullahçılarca ve AKP iktidarınca Türkiyenin
kurtuluş ümidi ve demokratikleşme süreci olarak takdim ve takdir ediliyordu.
Her yıl yaklaşık 20
bin kadının tecavüze uğradığı İsveçte bu suçtan bir erkeğin ceza alması
neredeyse imkânsız hale getirilmişti. Yapılan araştırmalara göre her 100
tecavüzden sadece 1i ceza ile neticelenmekteydi. Stockholmde, göçmenlerin
yoğun olarak yaşadığı bir banliyö bölgesi olan Tenstada, kız arkadaşıyla
birlikte bir ev eğlencesine katılan 15 yaşındaki genç kıza, isteği dışında
15-16 yaşları arasındaki 6 genç tarafından tecavüz edilmişti. Sarhoş olan kız
arkadaşını eğlence ortamında yalnız bırakamadığı için evden ayrılamayan genç
kız, gençler tarafından bir odaya kilitlenmiş, elbiseleri ve cep telefonu
elinden alınarak seks yapılmaya mecbur edilmişti. Öldürülme korkusuyla karşı
koyamayan ve hareketsiz kalan genç kıza sırayla tecavüz eden gençler daha sonra
kızı sokağa atıp kendi haline terk etmişti. İşte bu tecavüzcüler İsveç
mahkemelerinde berat etmişlerdi.
İşte Cemaatin her
şeyi hoşgörü ödülünü reddedenlerin başlarına bakınız neler gelmişti?
28 Şubat süreciydi.
Fetullahçıların Gazeteciler ve Yazarlar Vakfının yıldızı daha yeni parlıyordu.
Cemaatin siyasetçilere, sanatçılara, bilim adamlarına, gazetecilere bol keseden
Hoşgörü Ödülleri dağıttığı günlerdi. MGKda 28 Şubat Kararları alınmış,
Refahyol iktidarı gitmişti. İşte o günlerde Genelkurmayın kapısına bir heyet
gelmişti. Başlarında Alaattin Kaya görülmekteydi. Heyete ne istedikleri
sorulduğunda Vakıf adına bir davetiye sunacakları söylenmişti. Yılın Hoşgörü
Ödülünü Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayıya vermek istemişlerdi. Onun
davetiyesini getirmişlerdi. Ancak kapıdan geri çevrilmişlerdi. Sonuçları ise
belliydi. O süreçte Erbakana karşı darbecileri alkışlayanlar, sonra AB ile
ters düşenleri cezaevine tıkıvermişlerdi.
Hoşgörü ve muhabbet
fedaileri, Suriyede Horgörü ve nefret çeteleri mi teşkil etmişti?
Eski PKK'lılardan ve
cemaat okullarında yetişmiş Fethullah Gülen taraftarlarından oluşanKatibat-ül
Taliban adında silahlı bir birlik yapılandırıldığı ve bu birliğin
Suriye'deki çatışmalarda kullanıldığı iddia edilmişti. Global Research'in
belirttiğine göre, Fransız istihbaratına yakın Paris merkezli Intelligence
Online sitesinde, ABD tarafından kurulan birlik, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)
saflarında cihat etmekteydi. Intelligence Online sitesinde şu ifadelere yer
verilmişti:
Ankara, Türkiye-Suriye
sınırının bir kısmında Suriye Kürt grubu PYD ile savaşmak için, Katibat-ül
Taliban adlı Kürt birliğini kurdu. Çoğu yoksul genç Kürtler olan militanlar,
birliğe girdikleri zaman 1000 dolar alıyor. Bu gençler, ÖSO ve Nusra Cephesi
ile birlikte hareket ediyor. Bunların çoğu, Temmuz sonlarında Tell Helaf
kasabasına yapılan saldırıda öldürüldü.
Sitede belirtildiğine
göre, Katibat-ül Taliban'ın kimi mensupları, cezaevlerinde İslamcı olan eski
PKK'lılardan oluşuyordu. Fetullah Gülen cemaatinin Kuzey Irak'taki Barzani
bölgesinde kurduğu okullarda yetişmiş gençler de bunlara katılıyordu.
Liderliğini Abdülhakim Beşar'ın yaptığı, Mesud Barzani'ye yakın Suriye Kürt
Demokrat Partisi (SKDP) de bunlarla birlikte hareket ediyordu.
İngiliz gazeteci
Gareth Jenkins tarafından Johns Hopkins Üniversitesi İleri Uluslararası
Çalışmalar Okulu (SAIS) ile İsveç Güvenlik ve Kalkınma Politikaları Enstitüsü
için hazırlanan Ergenekon raporu çok ilginç bilgiler içeriyordu.
Türk siyasi hayatına
damgasını vuran Ergenekon Davası, ABD ve Avrupa tarafından mercek altına
alınıyor, Washingtondaki tanınmış düşünce kuruluşlarından Johns Hopkins
Üniversitesi İleri Uluslararası Çalışmalar Okulu (SAIS) ile İsveç Güvenlik ve
Kalkınma Politikaları Enstitüsü tarafından ortaklaşa hazırlattırılan Ergenekon
raporu açıklanıyordu.
Gerçek ile fantezi
arasında: Türkiyenin Ergenekon Soruşturması isimli 83
sayfalık rapor İngiliz gazeteci Gareth Jenkins tarafından kaleme alınıyordu.
Türkiyede derin devlet kavramının tarihçesiyle başlayan raporda Özel Harp
Dairesi, Susurluk ve Şemdinli soruşturmaları, AKPnin iktidara geliş sürecinde
yaşananlar anlatıldıktan sonra Ergenekon soruşturmasının evreleri hakkında
detaylı bilgi sunuluyor ve raporda şu analizler yer alıyordu. Bu dava Türk
toplumunu ikiye böldü: AKP destekçileri, bazı solcular ve Kürt milliyetçileri
olmak üzere birinci gruba göre: Ergenekon soruşturması yüzyılın
temizliği, derin devletin yok edilmesi için nihai fırsat sayılıyordu.
Davayı eleştirenler ki bunlar çoğunlukla AKP muhalifleri ise: soruşturmayı
siyasi olarak yönlendirilen, AKPye yönelik muhalefeti etkisiz kılma çabası diye
görüyordu.
Aslında iddianamede
tanımlandığı biçimde bir Ergenekon organizasyonunun mevcut olduğu ya da
geçmişte var olduğu yönünde de hiçbir kanıt yok. Sunulan dokümanlar mevcut bir
örgütü değil, hipotetik bir örgüt planını tanımlamaktadır. Ergenekonun
mevcudiyetine ilişkin kanıtların, güvenilmez olduğu açıkça belli olan fantezi
tutkunu Tuncay Güneyden gelmesi çok kaygı vericidir. O kadar çelişkiler, spekülasyonlar,
söylentiler, mantığa aykırılıklar ve anlamsız tespitler içeriyorlar ki, iki
iddianame kendi içinde dahi tutarlı değil. Ergenekon kelimesini ilk kullanan
kişi olan Erol Mütercimler de suçlananlar arasında. (Tuncay Güneyle Fetullah
Gülen ilişkisi ve işbirliği ise nedense gündeme getirilmiyor)[2]
Ümraniyede bulunan
mühimmatla başlayan bu tartışma, bağımsız bir gerçeği araştırma komisyonu
kurularak hem laikler hem de İslamcıları içerecek biçimde Türklerin yakın
tarihleri ile hesaplaşmasını sağlayabilirdi. Ama artık kısa vadede öne çıkacak
kaygı ve kaçan bu fırsat, değil Ergenekon soruşturmasının, Türkiyenin
geleceğini nasıl etkileyeceğidir. Korkumuz, bu davanın iddia edildiği gibi
Türkiyede çoğulcu demokrasinin yerleşmesi yönünde büyük bir adım teşkil etmek
yerine otoriter tek parti yönetimi doğrultusunda büyük bir adım haline
dönüşmesidir.
Cemaat istihbaratı
elinde tutmak için direniyordu.
Erdoğan ile
Fetullahçılar arasındaki kavga giderek kızışıyordu. Erdoğan'ın talimatıyla
başta emniyet olmak üzere bakanlıklarda Cemaatçi kadroları tasfiye edilirken,
Fetullahçılar da emniyet istihbaratını bırakmamak için direniyordu! Recep T.
Erdoğan'ın Cemaatle köprüleri atmasının ardından başta emniyet istihbaratı
olmak üzere birçok kurumda yapılan tasfiye konusunda savaş sürüyordu.
Erdoğan'ın dinlendiğinin ve odasına böcek yerleştirildiğinin belirlenmesinden
sonra çevresinde geniş çaplı operasyon başlatılıyordu. Önce müdürleri olmak
üzere bütün korumaları değiştiriliyor, yeni atanan koruma müdürü kontrolünde
emniyet istihbaratındaki Cemaat elemanları tamamen değiştiriliyordu. Tasfiye
Şark tayinleri ile birlikte il istihbarat şube müdürlüklerinde de gerçekleşiyordu.
İstihbarat MİT üzerinden tek merkezde toplanmaya çalışılırken, tasfiye edilen
Fetullahçı ekipler de boş durmuyordu.
Fetullahçı Bülent Keneş, Recep T. Erdoğana şöyle sataşıyordu: 'Askeri
vesayet gitti MİT vesayeti geldi'
Fetullahçıların
İngilizce yayın yapan Today's Zaman gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Bülent
Keneş, 22 Ekim günlü yazısında Tayyip Erdoğan'ı hedef alıyordu. Keneş, uzun
uzun AKP iktidara geldiğinde nasıl destek olduklarını anlattıktan sonra,
“askeri vesayet kalktı derken, MİT vesayetinin ortaya çıktığını”
savunuyordu.
'Yeni ceberut devlet
vesayeti'
“Tam
demokratikleşmenin bir süreç işi olduğunu ve Türkiye'de hala bu sürecin devam
etmekte olduğunun hep altını çizdim. (…) İşte bu inşa sürecindeki 'demokratik
Türkiye modelinin radikal bir değişimle farklı bir rotaya yöneleceğini nereden
bilebilirdim ki! Dört tarafı 'düşmanlar'la çevrili ve içerisi her cinsten
'hainler'le dolu olduğu propagandasıyla üretilen sözde 'Türkiye'nin özel
koşulları”nın gereği olarak Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) merkezinde
yer aldığı bir vesayet sisteminden kurtulup yepyeni bir vesayet sistemine
varabileceğimizi nasıl kestirebilirdim ki! (…) Eski sistemin merkezindeki
TSK'nın yerini yeni bir kurum almaya başladı o kadar. Şimdilerde bildiğiniz o
ceberut devlet sistemi harıl harıl bu yeni kurum merkezli olarak yeniden
şekillendiriliyor.”
'TSK merkezliyi tercih
ederim'
Keneş'in yazısında en
dikkat çekici vurgulardan birisi de şöyleydi:
“Haaa…'TSK
merkezli devleti mi, yoksa MİT merkezli devleti mi tercih edersin?' diye bir
soru gelse vereceğim cevap elbette 'katılımcı, çoğulcu, özgürlükçü, şeffaf ve
hesap verebilir demokratik devletin suyu mu çıktı?' olur. Ama illa ki bir
tercih yapmaya zorlansam, doğası gereği işlerini büyük bir gizlilik içinde
yürütmesi gereken istihbarat örgütü merkezli bir 'Muhaberat Devleti'nin diğer
berbat seçeneğe karşı tercihim olabileceğini de hiç sanmam.”
Ahmet Keneş,
geçtiğimiz günlerde yayımlanan Yeni Türkiye bu mu? başlıklı yazısında Hakan
Fidan ile ilgili yazının gazetelerinde yayımlanması üzerine yapılan
eleştirileri sert bir dille eleştirmişti. Sindirme operasyonu yapıldığını
söyleyen Keneş, yaşananları Hrant Dinkin hedef gösterilmesi sürecine
benzetmişti. Yazısında Sadece işini, yani gazetecilik yapmaya çalışan Todays
Zaman ve şahsım Türkiyeye, hükümete ve MİT müsteşarına karşı başlatılan bir
uluslararası komplonun parçası olmakla ve Vatana ihanetle suçlandık
ifadelerine yer veren Keneş, AKPnin kamu bütçesinden ödediği maaşlarla bir
lejyoner ordusu kurduğunu söylemişti. A. Turan Alkanın aylar önce
köşesine taşıdığı ifadeleri hatırlatan Keneş, darbe arifesi dönemin bu
dönemden daha rahat olduğunu ima etmişti.
Oysa 'ABD ve
İsrail Hakan Fidanı yıpratıyor' denilen MİT Müsteşarı'na yine İsrail
sahip çıkıyordu. İsrail, 'yakınlaşmamızı önlemeye çalışıyorlar' diyerek
Fidana arka çıkıyor, BDP de Fidan'a desteğini açıklıyordu.
MİT Müsteşarı Hakan
Fidan'la ilgili tartışmalar sürerken İsrail de Fidan'a dolaylı sahip çıkıyordu.
İsrail'den yapılan açıklamada “Hakan Fidan haberlerinin amacı
Türkiye-İsrail yakınlaşmasını önlemek” deniliyordu. Daha önce de AKP,
Abdullah Öcalan ve ABD, Fidan'a destek açıklaması yapıyordu. BDP'li vekil
Zozani de, Fidan'a arka çıkıyordu. Muhalefet partileri Türkiye'nin Libya,
Suriye, Mısır politikasında Hakan Fidan'ın rolüne dikkat çekip destek
veriyordu. İzlenen politikalar ABD ve MOSSAD politikalarına uygun olmasına
rağmen Fidan'a İsrail ve ABD karşıymış gibi bir hava yaratmaya çalışılıyordu.
Ancak İsrail'den yapılan açıklamada Fidan'a yönelik haberlerin kendileri
olmadığı, haberlerin Türkiye-İsrail ilişkilerini bozmak amacıyla çıkarıldığı
bildiriliyordu:
İsrail Dışişleri
Bakanlığı Sözcüsü Yigal Palmor: MİT Müsteşarı Hakan Fidan'la ilgili
haberlerin kaynağı İsrail değil. Söz konusu haberler kesinlikle İsrail'in
çıkarlarına hizmet etmiyor. Bu haberler İsrail medyasında, “İsrail'in
hedef alınması ve itibarsızlaştırılması”şeklinde değerlendiriliyor. Bu
haberleri, Türkiye ile İsrail arasındaki yakınlaşmayı zorlaştırmak ve bu her
iki ülkeye de yakınlaşmanın çok da gerekli olmadığı mesajını göndermek isteyen
bir takım çevrelerin sızdırmış olabileceği düşüncesi çok mantıklı. (Washington Post'a
açıklama)
Sonuç:
Cemaatin karanlık
merkezlerle irtibatlı üst kadrolarıyla, hizmet gayeli ve istikamet ehli alt
tabakaları birbirinden tamamen farklıdır. Bizim amacımız, iyi niyetli ve dini
gayretli insanlara, bu karanlık ve karmaşık ilişkileri hatırlatmak, tedbirli ve
dikkatli olmaya çağırmaktır. En sağlam ve şaşmaz ölçü olarak, Kurani hükümleri
ve Hadisi Şerifleri aldığımızda, gerçeği anlamak hiç de zor olmayacaktır.
[1] 01.11.2013, Zaman
[2] http://www.turkishnews.com/tr/content/2012/10/30/ergenekon-diye-bir-orgut-yoktur-bu-ergenekon-tertibinin-arkasinda-fethullah-gulen-vardir/
YETTİ BE ARTIK!
Rüşvet bize değil, vakfımızadır
Gübreler çiçekli, saksımızadır
Atarız, tutarsa; bahtımızadır
Sevdik kapitalizm, felsefesini!
Kahraman Hocamız, fetva buyurmuş
Vakıflar biraz da, Onu doyurmuş
Hangi hain melun, bunu duyurmuş
Söyleyin de kesem, nevalesini!
Paralel kargayı, on yıl besledik
Sanmıştık onları, tam kafesledik
Bak şapa oturduk, kötü tersledik
Dost bildik Siyonist, keferesini!
Davama hıyanet, başbakan yaptı
Siyon beni BOPa, eşbaşkan yaptı
Fazla şımarıklık, şaş bakan yaptı
Ayarlayamadım, mesafesini!
Proflar üstatlar, hep asistanım
Yan bakan yakılır, Recep Sultanım
Cübbem tacım hazır, kaldı fistanım
Katardan ısmarla, havalesini!
Zapt olmaz Zaloğlu, bağlamaz örken
Horozlanıp öttüm, birazca erken
Veliaht ve damat, olacam derken
Kapıya koydular, kavalyesini!
Erbakan Hocayı, arkadan vurduk
Orduya kumpası, birlikte kurduk
Yüzde elli oyla, coştuk kudurduk
Kaçırdık kantarın, her kefesini!
Bir zaman ağlardım, salya sümükle
Şimdi kol kolayım, papaz dümbükle
Ne farkımız kaldı, züğürt zübükle
Kutsal saydık gavrun, kaval sesini!
Ben de, gül gülen de, baltayı taşa
Vurmuşuz, hak ettik; ne gelse başa
Kuranda yanlışlık, olur mu hâşâ
Mücrim nasıl verir, son nefesini!
BDP küstahı, meydan okuyor
AKPyle ortak, tezgâh dokuyor
TSK PKK, harbe sokuyor
Arslan sanır ahmak, dağ faresini!
Elbette Kahharın intikamı var
Bir bak; ne iktidar, ne makamı var
Gayrı Adil Düzen, inkılabı var
Haydi hayra döndür, gafil nefsini!
ALİ ÇAĞIL
Lügatçe:
Bahtımız: Şansımız
Nevale: Rızık, sofralık
Zaloğlu Rüstem: Meşhur İran masal kahramanı
Kavalye: Genç kızların ve dul kadınların, balolar için
kiralık erkeği
Dümbük: Ahlakı ve ayarı düşük
Kahhar: Zalim ve hainleri ezen Yüce Allah cc
İnkılab: Büyük değişim, kutlu devrim
Zübük: Kağnı ve ağaç gölgesine sığınan sünepe