Anasayfa » Ilımlı-Radikal İslaml’a İlgili; Yahudi’nin Meşhur Bir Sözü

Ilımlı-Radikal İslaml’a İlgili; Yahudi’nin Meşhur Bir Sözü

Yazar: yonetici
0 Yorum 121 Görüntüleyen

Ilımlı-Radikal İslamla İlgili Yahudi'nin Meşhur Bir
Sözü

Erbakan aleyhine 28 Şubat’ı tezgâhlayan ABD Yahudi Lobileri, şimdi Fetullah
Gülen’e ve CHP heyetine neden destek vermekteydi?

Cemaat’in gazetesi
Zaman’ın yazarı Hüseyin Gülerce, Meclis’e giren türbanlı milletvekilleriyle
ilgili “Demokratikleşme yolunda zor bir geçidi daha geride bırakmış
olduk”
 demiş ve yazısını şöyle tamamlamıştı:

“(…) Meclis’in dünkü
olgunluğu şüphesiz 14 yıl önce kendisine yemin ettirilmeyen Sayın Merve
Kavakçı’nın o yalnız, üzüntülü halini de hatırlattı. Merve Kavakçı yalnız ve
müdafaasızdı. Ama şimdi onun konumundaki milletvekilleri dört kişiydiler ve
yalnız bırakılmamışlardı”[1]

Peki, o gün Merve
Kavakçı’nın “yalnız, müdafaasız, mutsuz” olduğunu yazan;
“Demokratikleşme yolunda zor bir geçidi daha geride bırakmış olduk” diye
hatırlatan Hüseyin Gülerce, bundan 14 yıl önce, yani Merve Kavakçı’nın Meclis’e
türbanlı girmesiyle birlikte yaşanan krizle ilgili neler yazmıştı?

4 Mayıs 1999 tarihli
Zaman gazetesinden Hüseyin Gülerce’nin köşesinden birlikte okuyalım:

“Bir bayan
milletvekilinin yemin meselesi küllenmiş bir krizi, bir kutuplaşmayı yeniden
hortlattı. RP'nin (Milli Görüş, Adil Düzen N.G.) çizgisini terk edip yeni bir
çizgi, yeni bir söylem sahibi olacağı beklenen FP yeniden bir eski siyasetçinin
(Erbakan) politik hesaplarına hapsoldu. Daha açık söyleyelim. Sayın Erbakan'ın
baskılarıyla Sayın Merve Kavakçı seçilecek yerden aday gösterilmeseydi Meclis
daha ilk gününde 28 Şubat'ı çağrıştıran bir gerilimin ve krizin içine
girmeyecekti.”

İşte Fetullah Gülen ve
takipçileri bu Erbakan karşıtlığı ve Amerikan yandaşlığı sebebiyle desteklenip
öne sürülmekteydi.

Dinler arası diyalog safsatasında yeni ve çok sinsi bir boyuta geçilmişti.
Piyasaya sürülen sözlükle güya Hıristiyanlık ve İslam arasındaki kavram
kargaşasına son verilecekti!?

Fetullah Gülen eliyle
yürütülen tahrif edilen dinlerden birisi gibi gösterilen İslam’ı ifsat çalışmaları
hız kesmeden devam ediyordu. Dinler arası diyalog safsatası ile Dinimizi
yozlaştırma çalışmaları kapsamında, yeni bir icraata daha imza atılıyordu.
İslamiyet’i Hıristiyanlık ile sentezleme çabası içerisine girerek, Allah
katında tek din olan İslam’ı özünden uzaklaştırmaya çalışan diyalog erbabı,
sözde iki dinin kavramlarını açıklayan yeni bir sözlük hazırlıyordu. Alman
Eugen Biser Vakfı’nın himayesinde hazırlanan sözlük, İslami kavramları eğip
bükerken, yapılan faaliyetler tehlikenin ne boyutlara vardığını gösteriyordu.

Yüce Allah’ın tüm
zamanlarda indirdiği tek din olan İslamiyet’i batıl dinlerle sentezleme çabası
içerisine giren ifsatçı zihniyet tahrip ve tahrifatına devam ediyordu. Sözde
İslam ile Hıristiyanlık arasındaki kavram kargaşasına son vermek adı altında
birleşen Alman ve Türk “din uzmanları” bir sözlük hazırlayarak klişe ve
önyargıları kırma vaadinde bulunuyordu. Müslümanlar nezdinde Hıristiyanlık ve
Yahudilik gibi insanların kendi hevalarından yorumlayarak oluşturdukları ve
batıl dinleri meşrulaştırma çabasında olanların son icraatı olan sözlük
çalışmasının hangi amaca hizmet ettiğini hemen belli ediyordu.

Diyalogcu Zihniyetin
Yeni Zehiri

Sözde Hıristiyanlık ve
İslam arasındaki kavram kargaşasına son vermek özde ise İslam’ı ifsat için atılan
bir adım olan “İslamiyet-Hıristiyanlık Kavramları” adı altındaki sözlük
çalışması diyalogcu zihniyetin çıkardığı diğer kitaplarla benzer özellikler
taşıyordu. Hıristiyanlığı meşrulaştırma çabasından başka bir şeyi amaç
edinmeyen dinler arası diyalogun meyvelerinden birisi olan bu sözlük güya İslam
ve Hıristiyanlıkta “yanlış” anlaşılan kavramları açıklıyordu. Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde yürütülen dinler arası diyalog
sempozyumlarında dinler arasında bir kavram çatışması olduğu söylenen Alman
Eugen Biser Vakfı, kolları sıvayıp böyle bir sahtekârlık sergiliyordu. Ankara
Üniversitesi ile birlikte hareket eden vakıf, “İslamiyet-Hıristiyanlık
Kavramları” sözlüğünü çıkaracağını açıklıyordu.

İslamiyet’te çok
eşlilik, cihat, miras paylaşımı gibi kavramların yeniden yorumlanması
ihtiyacına ve Hıristiyanlıkta da kendilerince açıklama gereği duyulan konuların
varlığına dikkat çeken sözlüğün amacı itibariyle diyalog çalışmalarına hizmet
ettiği görülüyordu. 

15 yaşındaki genç kıza
tecavüz eden 6 gencin suçsuz bulunup berat ettiği İsveç adaleti ve AB’nin
haksız ve ahlaksız kriterleri, Fetullahçılarca ve AKP iktidarınca “Türkiye’nin
kurtuluş ümidi ve demokratikleşme süreci” olarak takdim ve takdir ediliyordu.

Her yıl yaklaşık 20
bin kadının tecavüze uğradığı İsveç’te bu suçtan bir erkeğin ceza alması
neredeyse imkânsız hale getirilmişti. Yapılan araştırmalara göre her 100
tecavüzden sadece 1’i ceza ile neticelenmekteydi. Stockholm’de, göçmenlerin
yoğun olarak yaşadığı bir banliyö bölgesi olan Tensta’da, kız arkadaşıyla
birlikte bir ev eğlencesine katılan 15 yaşındaki genç kıza, isteği dışında
15-16 yaşları arasındaki 6 genç tarafından tecavüz edilmişti. Sarhoş olan kız
arkadaşını eğlence ortamında yalnız bırakamadığı için evden ayrılamayan genç
kız, gençler tarafından bir odaya kilitlenmiş, elbiseleri ve cep telefonu
elinden alınarak seks yapılmaya mecbur edilmişti. Öldürülme korkusuyla karşı
koyamayan ve hareketsiz kalan genç kıza sırayla tecavüz eden gençler daha sonra
kızı sokağa atıp kendi haline terk etmişti. İşte bu tecavüzcüler İsveç
mahkemelerinde berat etmişlerdi.

İşte Cemaatin “her
şeyi hoşgörü” ödülünü reddedenlerin başlarına bakınız neler gelmişti?

28 Şubat süreciydi.
Fetullahçıların Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın yıldızı daha yeni parlıyordu.
Cemaatin siyasetçilere, sanatçılara, bilim adamlarına, gazetecilere bol keseden
“Hoşgörü Ödülleri” dağıttığı günlerdi. MGK’da 28 Şubat Kararları alınmış,
Refahyol iktidarı gitmişti. İşte o günlerde Genelkurmay’ın kapısına bir heyet
gelmişti. Başlarında Alaattin Kaya görülmekteydi. Heyete ne istedikleri
sorulduğunda Vakıf adına bir davetiye sunacakları söylenmişti. Yılın “Hoşgörü
Ödülü”nü Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’ya vermek istemişlerdi. Onun
davetiyesini getirmişlerdi. Ancak kapıdan geri çevrilmişlerdi. Sonuçları ise
belliydi. O süreçte Erbakan’a karşı darbecileri alkışlayanlar, sonra AB ile
ters düşenleri cezaevine tıkıvermişlerdi.

Hoşgörü ve muhabbet
fedaileri, Suriye’de “Horgörü ve nefret” çeteleri mi teşkil etmişti?

Eski PKK'lılardan ve
cemaat okullarında yetişmiş Fethullah Gülen taraftarlarından oluşanKatibat-ül
Taliban
 adında silahlı bir birlik yapılandırıldığı ve bu birliğin
Suriye'deki çatışmalarda kullanıldığı iddia edilmişti. Global Research'in
belirttiğine göre, Fransız istihbaratına yakın Paris merkezli Intelligence
Online sitesinde, ABD tarafından kurulan birlik, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)
saflarında cihat etmekteydi. Intelligence Online sitesinde şu ifadelere yer
verilmişti:

“Ankara, Türkiye-Suriye
sınırının bir kısmında Suriye Kürt grubu PYD ile savaşmak için, Katibat-ül
Taliban adlı Kürt birliğini kurdu. Çoğu yoksul genç Kürtler olan militanlar,
birliğe girdikleri zaman 1000 dolar alıyor. Bu gençler, ÖSO ve Nusra Cephesi
ile birlikte hareket ediyor. Bunların çoğu, Temmuz sonlarında Tell Helaf
kasabasına yapılan saldırıda öldürüldü.”

Sitede belirtildiğine
göre, Katibat-ül Taliban'ın kimi mensupları, cezaevlerinde İslamcı olan eski
PKK'lılardan oluşuyordu. Fetullah Gülen cemaatinin Kuzey Irak'taki Barzani
bölgesinde kurduğu okullarda yetişmiş gençler de bunlara katılıyordu.
Liderliğini Abdülhakim Beşar'ın yaptığı, Mesud Barzani'ye yakın Suriye Kürt
Demokrat Partisi (SKDP) de bunlarla birlikte hareket ediyordu.

İngiliz gazeteci
Gareth Jenkins tarafından Johns Hopkins Üniversitesi İleri Uluslararası
Çalışmalar Okulu (SAIS) ile İsveç Güvenlik ve Kalkınma Politikaları Enstitüsü
için hazırlanan Ergenekon raporu çok ilginç bilgiler içeriyordu.

Türk siyasi hayatına
damgasını vuran Ergenekon Davası, ABD ve Avrupa tarafından mercek altına
alınıyor, Washington’daki tanınmış düşünce kuruluşlarından Johns Hopkins
Üniversitesi İleri Uluslararası Çalışmalar Okulu (SAIS) ile İsveç Güvenlik ve
Kalkınma Politikaları Enstitüsü tarafından ortaklaşa hazırlattırılan Ergenekon
raporu açıklanıyordu.

‘Gerçek ile fantezi
arasında: Türkiye’nin Ergenekon Soruşturması’
 isimli 83
sayfalık rapor İngiliz gazeteci Gareth Jenkins tarafından kaleme alınıyordu.
Türkiye’de ‘derin devlet’ kavramının tarihçesiyle başlayan raporda Özel Harp
Dairesi, Susurluk ve Şemdinli soruşturmaları, AKP’nin iktidara geliş sürecinde
yaşananlar anlatıldıktan sonra Ergenekon soruşturmasının evreleri hakkında
detaylı bilgi sunuluyor ve raporda şu analizler yer alıyordu. Bu dava Türk
toplumunu ikiye böldü: AKP destekçileri, bazı solcular ve Kürt milliyetçileri
olmak üzere birinci gruba göre: “Ergenekon soruşturması ‘yüzyılın
temizliği’
,
 derin devletin yok edilmesi için nihai fırsat” sayılıyordu.
Davayı eleştirenler ki bunlar çoğunlukla AKP muhalifleri ise: “soruşturmayı
siyasi olarak yönlendirilen, AKP’ye yönelik muhalefeti etkisiz kılma çabası” 
diye
görüyordu.

Aslında iddianamede
tanımlandığı biçimde bir Ergenekon organizasyonunun mevcut olduğu ya da
geçmişte var olduğu yönünde de hiçbir kanıt yok. Sunulan dokümanlar mevcut bir
örgütü değil, hipotetik bir örgüt planını tanımlamaktadır. Ergenekon’un
mevcudiyetine ilişkin ‘kanıt’ların, güvenilmez olduğu açıkça belli olan fantezi
tutkunu Tuncay Güney’den gelmesi çok kaygı vericidir. O kadar çelişkiler, spekülasyonlar,
söylentiler, mantığa aykırılıklar ve anlamsız tespitler içeriyorlar ki, iki
iddianame kendi içinde dahi tutarlı değil. ‘Ergenekon’ kelimesini ilk kullanan
kişi olan Erol Mütercimler de suçlananlar arasında. (Tuncay Güney’le Fetullah
Gülen ilişkisi ve işbirliği ise nedense gündeme getirilmiyor)[2]

Ümraniye’de bulunan
mühimmatla başlayan bu tartışma, bağımsız bir ‘gerçeği araştırma komisyonu’
kurularak hem laikler hem de İslamcıları içerecek biçimde Türklerin yakın
tarihleri ile hesaplaşmasını sağlayabilirdi. Ama artık kısa vadede öne çıkacak
kaygı ve kaçan bu fırsat, değil Ergenekon soruşturmasının, Türkiye’nin
geleceğini nasıl etkileyeceğidir. Korkumuz, bu davanın iddia edildiği gibi
Türkiye’de çoğulcu demokrasinin yerleşmesi yönünde büyük bir adım teşkil etmek
yerine otoriter tek parti yönetimi doğrultusunda büyük bir adım haline
dönüşmesidir.”

Cemaat istihbaratı
elinde tutmak için direniyordu.

Erdoğan ile
Fetullahçılar arasındaki kavga giderek kızışıyordu. Erdoğan'ın talimatıyla
başta emniyet olmak üzere bakanlıklarda Cemaatçi kadroları tasfiye edilirken,
Fetullahçılar da emniyet istihbaratını bırakmamak için direniyordu! Recep T.
Erdoğan'ın Cemaatle köprüleri atmasının ardından başta emniyet istihbaratı
olmak üzere birçok kurumda yapılan tasfiye konusunda savaş sürüyordu.
Erdoğan'ın dinlendiğinin ve odasına böcek yerleştirildiğinin belirlenmesinden
sonra çevresinde geniş çaplı operasyon başlatılıyordu. Önce müdürleri olmak
üzere bütün korumaları değiştiriliyor, yeni atanan koruma müdürü kontrolünde
emniyet istihbaratındaki Cemaat elemanları tamamen değiştiriliyordu. Tasfiye
Şark tayinleri ile birlikte il istihbarat şube müdürlüklerinde de gerçekleşiyordu.
İstihbarat MİT üzerinden tek merkezde toplanmaya çalışılırken, tasfiye edilen
Fetullahçı ekipler de boş durmuyordu.

Fetullahçı Bülent Keneş, Recep T. Erdoğan’a şöyle sataşıyordu: 'Askeri
vesayet gitti MİT vesayeti geldi'

Fetullahçıların
İngilizce yayın yapan Today's Zaman gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Bülent
Keneş, 22 Ekim günlü yazısında Tayyip Erdoğan'ı hedef alıyordu. Keneş, uzun
uzun AKP iktidara geldiğinde nasıl destek olduklarını anlattıktan sonra,
“askeri vesayet kalktı derken, MİT vesayetinin ortaya çıktığını”
savunuyordu.

'Yeni ceberut devlet
vesayeti'

“Tam
demokratikleşmenin bir süreç işi olduğunu ve Türkiye'de hala bu sürecin devam
etmekte olduğunun hep altını çizdim. (…) İşte bu inşa sürecindeki 'demokratik
Türkiye modelinin radikal bir değişimle farklı bir rotaya yöneleceğini nereden
bilebilirdim ki! Dört tarafı 'düşmanlar'la çevrili ve içerisi her cinsten
'hainler'le dolu olduğu propagandasıyla üretilen sözde 'Türkiye'nin özel
koşulları”nın gereği olarak Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) merkezinde
yer aldığı bir vesayet sisteminden kurtulup yepyeni bir vesayet sistemine
varabileceğimizi nasıl kestirebilirdim ki! (…) Eski sistemin merkezindeki
TSK'nın yerini yeni bir kurum almaya başladı o kadar. Şimdilerde bildiğiniz o
ceberut devlet sistemi harıl harıl bu yeni kurum merkezli olarak yeniden
şekillendiriliyor.”

'TSK merkezliyi tercih
ederim'

Keneş'in yazısında en
dikkat çekici vurgulardan birisi de şöyleydi:

“Haaa…'TSK
merkezli devleti mi, yoksa MİT merkezli devleti mi tercih edersin?' diye bir
soru gelse vereceğim cevap elbette 'katılımcı, çoğulcu, özgürlükçü, şeffaf ve
hesap verebilir demokratik devletin suyu mu çıktı?' olur. Ama illa ki bir
tercih yapmaya zorlansam, doğası gereği işlerini büyük bir gizlilik içinde
yürütmesi gereken istihbarat örgütü merkezli bir 'Muhaberat Devleti'nin diğer
berbat seçeneğe karşı tercihim olabileceğini de hiç sanmam.”

Ahmet Keneş,
geçtiğimiz günlerde yayımlanan “Yeni Türkiye bu mu?” başlıklı yazısında Hakan
Fidan ile ilgili yazının gazetelerinde yayımlanması üzerine yapılan
eleştirileri sert bir dille eleştirmişti. Sindirme operasyonu yapıldığını
söyleyen Keneş, yaşananları Hrant Dink’in hedef gösterilmesi sürecine
benzetmişti. Yazısında “Sadece işini, yani gazetecilik yapmaya çalışan Today’s
Zaman ve şahsım Türkiye’ye, hükümete ve MİT müsteşarına karşı başlatılan bir
uluslararası komplonun ‘parçası’ olmakla ve Vatana ihanet’le suçlandık”
ifadelerine yer veren Keneş, AKP’nin kamu bütçesinden ödediği maaşlarla bir
lejyoner ordusu kurduğunu söylemişti.  A. Turan Alkan’ın aylar önce
köşesine taşıdığı ifadeleri hatırlatan Keneş, “darbe arifesi” dönemin bu
dönemden daha rahat olduğunu ima etmişti.

Oysa 'ABD ve
İsrail Hakan Fidan’ı yıpratıyor'
 denilen MİT Müsteşarı'na yine İsrail
sahip çıkıyordu. İsrail, 'yakınlaşmamızı önlemeye çalışıyorlar' diyerek
Fidan’a arka çıkıyor, BDP de Fidan'a desteğini açıklıyordu.

MİT Müsteşarı Hakan
Fidan'la ilgili tartışmalar sürerken İsrail de Fidan'a dolaylı sahip çıkıyordu.
İsrail'den yapılan açıklamada “Hakan Fidan haberlerinin amacı
Türkiye-İsrail yakınlaşmasını önlemek” deniliyordu. Daha önce de AKP,
Abdullah Öcalan ve ABD, Fidan'a destek açıklaması yapıyordu. BDP'li vekil
Zozani de, Fidan'a arka çıkıyordu. Muhalefet partileri Türkiye'nin Libya,
Suriye, Mısır politikasında Hakan Fidan'ın rolüne dikkat çekip destek
veriyordu. İzlenen politikalar ABD ve MOSSAD politikalarına uygun olmasına
rağmen Fidan'a İsrail ve ABD karşıymış gibi bir hava yaratmaya çalışılıyordu.
Ancak İsrail'den yapılan açıklamada Fidan'a yönelik haberlerin kendileri
olmadığı, haberlerin Türkiye-İsrail ilişkilerini bozmak amacıyla çıkarıldığı
bildiriliyordu:

İsrail Dışişleri
Bakanlığı Sözcüsü Yigal Palmor: “MİT Müsteşarı Hakan Fidan'la ilgili
haberlerin kaynağı İsrail değil. Söz konusu haberler kesinlikle İsrail'in
çıkarlarına hizmet etmiyor. Bu haberler İsrail medyasında, “İsrail'in
hedef alınması ve itibarsızlaştırılması”şeklinde değerlendiriliyor. Bu
haberleri, Türkiye ile İsrail arasındaki yakınlaşmayı zorlaştırmak ve bu her
iki ülkeye de yakınlaşmanın çok da gerekli olmadığı mesajını göndermek isteyen
bir takım çevrelerin sızdırmış olabileceği düşüncesi çok mantıklı.
 (Washington Post'a
açıklama)

Sonuç:

Cemaatin karanlık
merkezlerle irtibatlı üst kadrolarıyla, hizmet gayeli ve istikamet ehli alt
tabakaları birbirinden tamamen farklıdır. Bizim amacımız, iyi niyetli ve dini
gayretli insanlara, bu karanlık ve karmaşık ilişkileri hatırlatmak, tedbirli ve
dikkatli olmaya çağırmaktır. En sağlam ve şaşmaz ölçü olarak, Kur’ani hükümleri
ve Hadisi Şerifleri aldığımızda, gerçeği anlamak hiç de zor olmayacaktır.



[1] 01.11.2013, Zaman

[2] http://www.turkishnews.com/tr/content/2012/10/30/ergenekon-diye-bir-orgut-yoktur-bu-ergenekon-tertibinin-arkasinda-fethullah-gulen-vardir/ 

  

YETTİ BE ARTIK!

 

Rüşvet bize değil, vakfımızadır

Gübreler çiçekli, saksımızadır

Atarız, tutarsa; bahtımızadır

Sevdik kapitalizm, felsefesini!

 

Kahraman Hocamız, fetva buyurmuş

Vakıflar biraz da, Onu doyurmuş

Hangi hain mel’un, bunu duyurmuş

Söyleyin de kesem, nevalesini!

 

Paralel kargayı, on yıl besledik

Sanmıştık onları, tam kafesledik

Bak şapa oturduk, kötü tersledik

Dost bildik Siyonist, keferesini!

 

Davama hıyanet, başbakan yaptı

Siyon beni BOP’a, eşbaşkan yaptı

Fazla şımarıklık, şaş bakan yaptı

Ayarlayamadım, mesafesini!

 

Proflar üstatlar, hep asistanım

Yan bakan yakılır,  Recep Sultanım

Cübbem tacım hazır, kaldı fistanım

Katar’dan ısmarla, havalesini!

 

Zapt olmaz Zaloğlu, bağlamaz örken…

Horozlanıp öttüm, birazca erken

Veliaht ve damat, olacam derken

Kapıya koydular, kavalyesini!

 

Erbakan Hoca’yı, arkadan vurduk

Orduya kumpası, birlikte kurduk

Yüzde elli oyla, coştuk kudurduk

Kaçırdık kantarın, her kefesini!

 

Bir zaman ağlardım, salya sümükle

Şimdi kol kolayım, papaz dümbükle

Ne farkımız kaldı, züğürt zübükle

Kutsal saydık gavrun, kaval sesini!

 

Ben de, gül gülen de, baltayı taşa

Vurmuşuz, hak ettik; ne gelse başa

Kur’an’da yanlışlık, olur mu hâşâ

Mücrim nasıl verir, son nefesini!

 

BDP küstahı, meydan okuyor

AKP’yle ortak, tezgâh dokuyor

TSK PKK, harbe sokuyor

Arslan sanır ahmak, dağ faresini!

 

Elbette Kahhar’ın intikamı var

Bir bak; ne iktidar, ne makamı var…

Gayrı Adil Düzen, inkılabı var

Haydi hayra döndür, gafil nefsini!

 

ALİ ÇAĞIL

 

 

Lügatçe: 

• Bahtımız: Şansımız 

• Nevale: Rızık, sofralık 

• Zaloğlu Rüstem: Meşhur İran masal kahramanı 

• Kavalye: Genç kızların ve dul kadınların, balolar için
kiralık erkeği
 

• Dümbük: Ahlakı ve ayarı düşük 

• Kahhar: Zalim ve hainleri ezen Yüce Allah cc 

• İnkılab: Büyük değişim, kutlu devrim

• Zübük: Kağnı ve ağaç gölgesine sığınan sünepe

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi