ILIMLI İSLAM DOSYASI
Ilımlı İslam
Ne Demek, Etkileri, Taraftarları, Taraftarlarının Olaylar Karşısındaki
Tavırları!
ERBAKAN Ilımlı İslamın Röntgenini Çekiyor THE CIAMAAT! Kaçacak Delik Arıyor
Samanyolu Tv'nin ERBAKAN'a en zor gününde
İFTİRASI!
*** Cebrail
Meleği KİMİN Emrinde ILIMLI UŞAK
*** Ilımlı-Radikal İslamla İlgili Yahudinin Meşhur
Bir Sözü
*** Ilımlı İslam, Protestan Müslüman ve hoşgörülü
insan kılıfı altında, her türlü zulüm ve emperyalizme karşı vicdani direncin
ve dini-insani gayretin köreltilmesi
*** Hoşgörünün Kuran ve Hadis-i Şeriflerdeki Karşılığını Görünce Hayret Edeceksiniz.
*** EYÜP Sultan Hz.Huzurunda ERBAKAN Hocamızın ILIMLI İslam Tarifi
Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN TV-5 Milli Görüş'ün 3.Şahlanışı Eyüp Sultandan 26 Kasım 2010 Cuma Programının Tamamını İzlemek İçin Aşağıdaki Lütfen Aşağıdaki LinkeTıklayınız…. Kaynak:http://www.necmettinerbakan.net/page.php?act=videoGoster&videoID=700&name=tv-5-milli-g-r-39-n-3-ahlan-ey-p-sultandan-26-kas-m-2010-cuma
*** BU ILIMLI İSLAM NE DEMEK? İŞİN PİRİNDEN DİNLEYELİM
*** Özellikle AKP'liler, FETULLAH'cılar ve ŞUURSUZ MİLLİ GÖRÜŞ KAÇKINLARININ DİKKATİNE!..
*** Tayip, Gül Ne Dedi?
*** Fetullah Gülen 28 Şubatta ne yapmıştı?
* TSKnın dönemin Erbakan Hükümetinden daha demokrat olduğunu açıklamıştı.
* Refah Partisinden farklı ve aykırı cephede olduğunu vurgulamıştı.
* Ben Erbakan gibi değilim, çok hoşgörülüyüm ve düzenle barışık birisiyim mesajı vermeye çalışmıştı.
* En kritik günlerde Erbakana istifa et çağrısı yapmış, Siyonist odakların ve cuntaların ağzıyla konuşmaktaydı.
* 28 Şubatın egemenleriyle diyalog yollarını aramış ve yalakalık yapmıştı.
* Bu arada Refah-Yol hükümeti devrilip yerine yeni hükümet kurulduğunda Zaman gazetesi 9 sütuna: Hayırlı olsun. İşte kardeş kavgasına son verecek hükümet manşetini atmıştı.
Ve şimdi, 28 Şubat üzerinden TSKyı karalama kampanyası ve darbe karşıtı kahramanlığı yapılırken, neden hiç kimse, o süreçte Fetullah Gülenin tutarsız tavrını sorgulamazdı? Ve aynı Fetullah Gülen bugün Darbe karşıtı ve 28 Şubat mağduru rolü oynamaktaydı.
Allah aşkına söyleyin bakalım; öyle zahiri etiket ve resmi hüviyet olarak değil; şahsiyet, haysiyet ve insani hassasiyet bakımından Fetulllah Gülenle Fatih Altaylının ne farkı vardı?
Ve yine Zaman yazarı Ali Bulaç, 28 Şubatı yorumladığı yazısında, Fetullah Gülenin O süreçte açıkça Erbakanın karşısında ve 28 Şubatçıların yanında yer almasına tek kelime değinmeyip, Cemaatle tersleşip restleşmeye giren Recep T. Erdoğan ekibinin, ideallerinden vazgeçip ilkesiz pragmatizme, hatta oportünizme kaydığını ima etmek üzere:
Erbakan Hoca, “Adil düzen”i, “İslam kardeşliği”ni, kendi köklerinden beslenen bir kimlik tanımını, “ahlak ve manevi değerlerin önemi”ni ve büyük bir bölgesel entegrasyon olup Abdülhamit'ten beri ölmeyen bir ideal olan “İslam Birliği”ni siyasete soktu.
“Bu iş Erbakan'ın kafasıyla olmaz” diye eleştirenler, onun “ideal politiği, reel politiğin önüne koyan” büyük siyasi ve ahlaki tutumunu anlamadılar, reel politiğe göre siyaset yapmanın ve yönetmenin insanı ilkesiz pragmatizme ve hatta oportünizme götüreceği gerçeğini göremediler. Erbakan Hoca, hiçbir zaman İslami referanslarını unutmadı. Onu rahmetle anıyoruz.”[2]
Diyerek AKPyi eleştirmeye kalkmıştı. Peki, daha önce, AKPnin bin türlü hıyanet ve melanetine mazeret fetvası, hatta keramet hırkası giydiren Ali Bulaç, yeni mi acı gerçeklerin farkına varmıştı? Yoksa Amerika ve CIA, esas Fetullahın arkasındadır. Şimdi Onlara yaranmak zamanıdır düşüncesiyle mi bu çıkışları yapmaktaydı?
Sahi karakter ve kalite olarak Ali Bulaç gibileri Erbakana mı yakındı, yoksa Fatih Altaylı ve Fetullah Gülen ayarında mıydı? Ve keşke bunlar yegane kuvvet ve kudret sahibi Amerika değil, Allah olduğunu unutmasalardı!..
[2] 01.03.2012 / Zaman
Kaynak Makale: http://www.millicozum.com/mc/nisan-2012/28-subatin-figuranlari-ve-fetullahcilarin-argumanlari
FETULLAH GÜLEN'İN 28 ŞUBATTAKİ TAVRINA DAİR
Zaman Gazetesi Yazarı Hüseyin Gülercenin Fetulah Gülen ile söyleşisindeki Keşke o insanlar da bizim iyiliğimizi isteyerek bizler için daha iyi olsalar mülahazasıyla ve insafla izanla neyimiz eksik ise onu söyleseler. Biz de kendimizi Allah karşısında hesaba çekerek kendimizle yüzleşerek neyimiz eksik bu mevzuda ne yapsak desek. Diyen Fetullah Güleni 28 Şubat sürecinde darbecilerin yanında yer alması ve Erbakan Hükümetini yalnız bırakması konusundaki yanlış tavrını fena bir dile eleştirirken, AKİT GAZETESİ Fetullah Gülenin 28 Şubatta darbecilerden yana sözlerini manşetten verdiğini unutturmaya mı çalışıyordu?
Kaynak:http://www.haber5.com/ah-fethullah-hoca-ahh–haberi-123873.aw
*** Gülennin kitabındaki 28 şubat yorumu ve 28 şubatta tavrını gösteren gazete manşetleri
*** Fetullah Gülen'in Kırık Testi Kitabından. Amerikada Bir Ay 28 Şubat ve Türkiye'nin Geleceği Başlığı Altında Aşağıdaki Şu Yorumu Yapmıştır.
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
(YENİDEN DÜZENLENMİŞTİR)
29 Haziran 1994 Dedeman Otel. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfının açılış gecesi.[1]
1. Eski CHP Genel Sekreteri ve Moon Tarikatı temsilcisi Kasım Gülek.
2.Fetullah Gülen
3.Şimdi Kanadada Haham Yardımcılığı yapan Tuncay Güney
4.Şarkıcı Cem Karaca
Giriş:
Siyonist Yahudilerin etkin kuruluşlarından ADL (Anti-Defamation League) Yahudi aleyhtarlığı ile mücadele birliği anlamı taşıyordu. 1913 yılında New Yorkta kurulan, Abraham Foxmanın başkan olduğu bu dernek, Siyonizme hizmet ediyor ve hizmetçi yetiştiriyordu. Derneğin kuruluş gayesi olarak, Yahudi toplumuna karşı yapılan karalamaları önlemek, Siyonizm aleyhindeki iddialara itiraz etmek ve gerekiyorsa karalama eylemlerini kanun önüne getirmektir.deniyordu.
(Not; Yahudiler, haklar, karalamalar derken aklımıza hep 2. Dünya savaşı ve Naziler geliyordu. Hâlbuki tarih 1913 ve böyle bir dernek Yahudilere yapılan karalamaları engellemek için kuruluyordu. Acaba Yahudiler gittikleri her yerde ne haltlar karıştırıyordu ki, devamlı karalamaya muhatap olunuyordu?)
ADL Kurumunun özelliklerinden biride İnançlar arası diyalog kampı oluşturmak olduğu belirtiliyordu. ADL, New England Bölgesi Şubesi, Hıristiyan, Musevi ve Müslüman gençleri bir haftalığına birbirlerini tanımaları ve dayanışmaları için İnançlar Arası Kamp ismi verilen bir organizasyon düzenliyordu. Bu organizasyon, İbrahimi inanca mensup genç üyeler arasında iyi ilişkileri geliştirmek fikriyle doğuyordu.” Bilindiği gibi Fetullahcılar da aynı şeyleri savunuyordu.
Oysa Cemaatin Gazetesi Zaman, 20 Kasım 1992 günü ADL için şunları yazıyordu:
İngiliz Farmasonluğunun Yahudi kolu olan Bnai Brithin etkisi altındaki ADL (Anti-Defamation League) 1913 yılında kurulduğu bilinmektedir. ADL adeta, Amerikan mafyasının halkla ilişkiler bürosu gibidir Kurdukları Denizaşırı Yatırımcılar Servisi adlı şirketle milletlerarası silah ve uyuşturucu kaçakçılığı, kirli parayı aklama gibi işleri yürütmektedir. İşgal altındaki Filistin topraklarında ve Kudüsün Hıristiyan ve Müslüman bölgesinde geniş arazilerin kanunsuz alım satımının ortaya çıkarıldığı emlak skandalı da yine işin içinde ADLnin varlığını göstermiştir. ADL, Amerika içinde FBI kanallı muhtelif operasyonlarla ilişkisini sürdürmektedir. FBI ise kongre tarafından suçlandığı zaman suçu daima ADLnin üzerine atıvermektedir
ADLnin bilinen cinayetleri şunlardır: 15 Ağustos 1985te Kafkasyalı Müslüman lider Tscherim Sobzocov, evinin önünde bombalı saldırı sonucu katledilmiştir Musevi iken Hak din olan İslama dönüş yapan Prof. İsmail Raci Faruki ve eşi 1985 in Ramazanında sabaha karşı evlerinde bıçaklanarak öldürülmüşlerdir Gandhi ve Palme suikastlarının arkasında da ADLyi görmekteyiz ADL, tam mesai ile çalışan gizli istihbarat memurlarının bir kısmını Amerikan Hükümeti Adalet Bakanlığına bağlı Özel soruşturmalar Ofisinde (OSI), bir kısmını da İsrail otoriteleriyle Tel Avivde görevlendirilmiştir İsrail Devleti kurulduğundan beri ADL, İsrail Gizli Servisi MOSSAD ile hususi ilişkilerini devam ettirmiştir, İsrail mafyasıyla da yakın bağlantılar içindedir ADL Sharon grubu ihtilaflı bölgelerde satın aldıkları evlerde militan Yahudileri yetişmektedir.
10 Mart 1998de aynı Zaman Gazetesi Fethullah Gülenin kitaplarının ADL tarafından bastırmasını ise şöyle haberleştiriyordu:
3 gündür Türkiye de bulunan Yahudi Liderler Heyeti, Başbakan Yılmaz, Orgeneral Çevik Bir, TBMM Başkanı Çetin ve Dışişleri Bakanı Cemden sonra Fethullah Gülen ile görüştü. 55 Yahudi örgütünü temsilen Türkiyede bulunan 59 kişilik (AYÖBK) Amerikan Yahudi Örgütleri Başkanları Konferansı Heyeti, Fethullah Gülenin Türkiye deki ve yurtdışındaki çabalarını önümüzdeki yüzyılın barış asrı olması açısından önemsediklerini ve söz konusu projeye büyük ilgi duyduklarını belirmişlerdir. Görüşmede; Gülen in, ABDnin en etkili Yahudi Lobisi olan ADLnin (Anti-Defamation League) teklifiyle hazırladığı hoşgörü ve diyalogla ilgili kitap da gündeme gelmiştir. Gülen, İngilizce olarak hazırlanan kitap üzerindeki çalışmalarının tamamlanmak üzere olduğunu, bittiğinde insanların hizmetine sunacağını söylemiştir. Kitabın, ADL tarafından basılarak dünyanın dört bir yanında dağıtılacağı belirtilmiştir
Şimdi iman, izan ve vidan ehlinin şu sorunun yanıtını vermeleri bekleniyordu:
20 Kasım 1992 tarihli sayısında, ADLnin çok kirli ve gizli işler çeviren ve cinayetler işleyen bir Siyonist Yahudi örgütü olduğunu yazan ZAMAN GAZETESİ, 10 Mart 1998de ise aynı ADL örgütünün, Fethullah Gülenin ziyaret edip sahip çıktıklarını ve kitaplarını İngilizce basıp dağıtacaklarını duyuruyordu!
Acaba, Yahudi ADL örgütü mü, insafa ve İslama gelip tövbe ediyordu, yoksa Fethullah Gülen mi karanlık bir mecraya sürükleniyordu?
Bizler, Milli ve Manevi sorumluluk taşıyan basın-yayın mensupları olarak: İslam ve insanlık adına büyük iddialarla ortaya çıkan, kısa zamanda önemli organizasyonlara imza atan; ama Dinimize, devletimize, milletimize, ülkemize ve İslam alemine yönelik hıyanet projeleriyle malum ve melun Siyonist-küresel odaklarla ilişkisi ve işbirliği saptanan bu tür hareket ve şahsiyetlerin gerçek mahiyetini topluma tanıtmak durumundayız. Hiç kimseyi ve hiçbir kesimi peşinen suçlamak, sorgulayıp yargılamak hakkımız değil; ancak kamuoyunun kafasını karıştıran soruları gündeme taşımak, Milli birlik ve dirliğimizi ve manevi değer ve dinamiklerimizi yozlaştırmaya yönelik tahribatlara projektör tutmak ve toplumu aydınlatmak zorundayız. Bu tavrımızın, çeşitli itham ve isnatlar altındaki Cemaatin de hayrına olacağı kanaatini taşımaktayız. Bu amaçla yapılan tespit ve tahlillerin doğru ve doyurucu yanıtlarını, küresel odaklarla-varsa-ilişkilerin hangi hikmet ve mazeretlere dayandığını ve bu girişimlerin İslami ve hukuki kaynaklarını samimiyetle anlatıp toplumu rahatlandırmak yerine; Niye din düşmanlarını bırakıp hizmet ehliyle uğraşıyorsunuz? Hoca Efendinin ve Cemaatin bu çok yararlı ve başarılı gayretlerini kıskanıyorsunuz!.. gibi hamaset, hatta hakaret içerikli yaklaşımlar ve hızını alamayıp her yazımızı ve kitabımızı- hiçbir sonuç alınamadığı haldedevamlı mahkeme kapılarına taşımalar, bunlar yetmiyormuş gibi doğrudan ve dolaylı tehditler yağdırmalar, aslında bütün bunlar bir suçluluk psikolojisini, gizli ve kirli münasebetlerinin deşifre olması endişesini yansıtmaktadır. Kimileri, iktidarlarına, imkânlarına, Amerikalarına ve küresel güç odaklarına güvenip yaslanarak, kendi akıllarınca bizleri ürkütmeye, azmimizi körletmeye ve yolumuzdan döndürmeye uğraşsalar da, sadece Allaha dayanarak ve Onun rızasını arayarak, sorumluluklarımızın gereğini yapma ve hakikatleri yazıp toplumu uyarma görevimize kimse engel olamayacaktır.
Fetullah Gülen; Risale-i Nur gibi, ilmi ve imani eserleri okuyup anlamak, çevresine ve cemaatine aktarıp açıklamak üzere giriştiği gayret ve hizmetlerle tanındı ve öne çıktı. İslami ve insani özelliklerle bezenmiş, milli ve manevi değerleri benimsemiş, hayırlı ve yararlı bir gençlik yetiştirme yolunda, yurt ve dershane faaliyetlerini, kurs-burs hizmetlerini giderek yoğunlaştırdı.
1970'lerin ortalarında, Milli Görüş istikametinde hizmet gören Ak-Evler hareketinden koparılarak “AKYAZILI” Vakfı kurdurulan Fetullah Gülen acaba, giderek Bediüzzaman'ın çizgisinden uzaklaşarak masonik merkezlere mi yaklaşmıştı? Dünya'ya hükmeden ve çok gizli ve de kirli işler çeviren Siyonist mahfillerle; Pek karmaşık ve karanlık ilişkiler ağına mı takılmıştı?
Böylece, hiçbir resmi sıfat ve statüsü bulunmayan, yüksek öğrenim, hatta orta eğitim bile almayan sade ve samimi bir hoca efendinin değil, bakanların ve başkanların bile erişemediği uluslar arası bir protokol pozisyonuyla; Papayla programlara ve politikacılarla pazarlıklara nasıl başlamıştı?
İlk bakışta: Hiçbir ilmi etiketi ve dini temsil yetkisi bulunmadan, şahsi gayret ve marifetiyle (hatta bazılarına göre özel velayet ve kerametiyle) bu denli yaygın bir organizeye ve saygın bir otoriteye eriştiği sanılsa; daha doğrusu malum merkezlerce böyle sunulsa da; yoksa O, “küresel çete”nin ve Siyonist sömürücü sermayenin kullandığı bir maşa mıydı? Fetullah Gülen, kendi inancı, izanı ve vicdanî sorumluluklarıyla hareket eden bir hizmet erbabı mıydı, yoksa küresel merkezlere bağımlı bir vitrin elemanı mıydı? Soruları hala yanıtsızdı.
Peki Amerika'daki Siyonist Yahudi stratejisti ve CIA Ortadoğu şefi ve milyonlarca masum Müslümanın gizli katili Graham E. Fuller, Fetullah Gülen'e niçin sahip çıkmış ve O'nu yere göğe sığdıramamıştı? İşte belgesi:
Graham Fuller kendi kitabında şunları yazıyordu:
Bu hareket, halen Fethullah Gülen'in liderlik ettiği en geniş ve en etkili kanadın adına izafeten çoğunlukla Gülen hareketi veya Fethullahçılar (Fethullah takipçileri) olarak bilinmektedir. Nur hareketi yetmiş yıldan fazla bir süredir sahnededir, şu anda Türkiye'deki en geniş organize dini harekettir, dünyada da en genişlerinden biridir. Gülen, özellikle hareketin enerjisinin büyük bir kısmını, niteliği itibariyle hemen hemen evrenselci ve geniş manevi öğretilere dayalı olarak, İslama modernist bir bakışla yaklaşacak okulların açılması ve çalışma gruplarının kurulması da dahil, eğitimle ilgili çabalara yöneltmektedir. Eğitim üzerindeki bu odaklanma hareketin, bilim ve teknoloji dahil bütün alanlarda eğitim ve bilginin dinle asla çelişmeyeceği, olsa olsa Allah'ın varlığı inancına ve kainatın var ediliş amacının anlaşılmasına hizmet edeceği inancını göstermektedir. Hareket toplumda daha yüksek bir manevi bilinç düzeyi oluşturmaya, böylelikle zaman içinde daha aydınlanmış bir yönetişime önayak olmaya gayret etmektedir. Klasik Şeriat (İslamın muamelat ve adalet esasları), hareketin düşüncesinde merkezi bir rol oynamaz; esasen Şeriat, geniş anlamda, Allah'ın engin muradının yerine getirilebilmesi için yürünecek “yol” (Şeriatın kelime anlamı) olarak anlaşılmaktadır. Nur üyeleri yerçekimi yasasını bile, örneğin, Şeriatın unsurlarından biri olarak tarif ederler. Hareket İslâmi metinlerde, onların literal emirleri içinde değil de orijinal uygulamaları çerçevesinde, bugünün yeni çerçeveleri ışığında yorumlanarak anlaşılmasını sağlamak üzere, ciddi oranda içtihat (yorum) yoluna başvurur. (Yani İslamı çağın şeytani şartlarına uydurur M.Ç.) Bu anlamda da hareketin görünümü son derece modernisttir. (Yani Fetullahçılar Adil Düzen, İslam Birliği gibi Siyonizm için tehlikeli düşüncelere sahip değildir.)
Fetullahçı Nur hareketi görüşlerinde rasyonalisttir ve çoğulcu bir toplum içinde Allah'ın yarattıklarının görkemli çok yüzlü düzenini ifade eden bütün öteki dini (hatta dini olmayan) görüşlere karşı hoşgörülü olmaya büyük önem verir. Fetullahçıların Türkiye'de 236 ilk ve ortaokul, özellikle eski Sovyet bloğuna dahil ülkelerde olmak üzere dışarıda 280 okul açmış olduğu, buralarda İngilizce ve Türkçe kaliteli seküler (din dışı) eğitim verildiği bildirilmektedir. 200 dolayında dini vakıf ve 211 ticari şirket bu faaliyetleri finansal olarak desteklemektedir.
Her ne kadar Fetullahçı Nurcuların bir siyasal parti kurma niyetleri yoksa da, hareketin liderleri anahtar meselelerde nasıl oy kullanmak gerektiği konusunda milyonları bulan takipçilerine bağlayıcı olmayan tavsiyeler iletmektedir. (Yani Siyonistler, milyonları, ağabeyleri vasıtasıyla gütmektedir. M.Ç.) Üyeleri birçok farklı geleneksel Türk siyasi partilerinde, İslamcı partilerde ancak çok hafif olmak üzere temsil edilmişlerdir. Nur hareketinin bütün apolitik niteliğine rağmen, Türkiye'nin radikal laikçileri, özellikle askeri liderler, bu hareketi, sahip olduğunu iddia ettikleri uzun vadede dini aktivistleri devlete yerleştirmek ve sonunda devleti ele geçirmek niyeti açısından yıkıcı ve hatta tehlikeli olarak görmektedir. Tam da Nurcuların savunduğu şeyden korkuyorlar -insanların kalplerini değiştirmek suretiyle toplumun aşağıdan yukarıya tedricen İslâmileştirilmesi! (İyi de, TSK mı ABDnin güdümünden çıkmıştı, yoksa Fetullahçılar mı Yahudi Lobilerine kiralanmıştı? Veya Siyonist zalim Graham Fuller mi Müslümanlaşmıştı da, Türkiyede İslamın gelişmesine böylesine sahip çıkmaktaydı? M.Ç.) Bunun sonucu olarak, Fetullahçı Nurcular düzenli bir şekilde ordudan ve devlet kurumlarından tasfiye edilmekte, hareket ve kurumları taciz edilmekte ve mahkemelere gönderilmektedir[2]diyerek Fetullahçıları açıkça savunuyordu.
Katıksız ve amansız şeriat düşmanı Bülent Ecevit'in bile Fetullah Gülen'e övgüler dizmesinin ve bazı Fetullahçıları partisinden aday gösterip Milletvekili seçtirmesinin arkasında, acaba ne gibi hedefler yatmaktaydı? Milli Görüşten ve Erbakan gerçeğinden uykuları kaçan Bilderberg'ci Ecevit'lerin ve Graham Fuller'lerin Fetullah Gülen'i ve O'nun siyasi temsilcisi AKP'yi böylesine sahiplenmeleri acaba hangi hikmetlere dayanmaktaydı? “Türkiye demokratikleştikçe (Fetullah Gülen'in ve AKP'nin benimsediği ve Amerika'nın desteklediği) ılımlı İslam'ın, Türklerin hayatında daha önemli bir konuma “geri dönmesi” kaçınılmazdı” diyen Graham Fuller böylece ağzındaki baklayı da, kafasındaki şeytanlığı da açığa vurmaktaydı.[3] Yani ılımlı İslam afyonuyla uyuşturulan Türk halkı Amerikanın gönüllü hizmetkârı yapılacaktı.
CIA Neden Fethullah Gülene Destek Sağlamıştı?
ABDli öğretim üyesi eski FBI danışmanı Paul L. Williams 2010 nisanında Fethullah Gülen hakkında önemli bir makale kaleme aldı. Siyonizm karşıtı olarak tanınan ve yanlış politikalar yüzünden ABDnin başına bela açtığını savunan Williamsın makalesinin ardından Fethullah Gülenin yaşadığı Pennsylvaniada yayın yapan sağcı gazete Pocono Record, Gülenin kaldığı çiftliğe giderek çiftliğin görüntülerini çekip yayınladı. Görüntüler Türk basınında da yansımıştı. Makaleyi yazan Williams 29 Nisanda makalesinin ikinci bölümünü yayınladı. Oldukça sert bir dili olan makalede Williams CIAnın uzun yıllardır Güleni desteklediğini yazmıştı.
Williamsın Evrensel Hilafet Pennsylvaniadan mı Çıktı? CIA Bir İslamcının İhtiyaçlarını Mı Karşılıyor?başlıklı yazısına göre: Dünya üzerindeki en sinsi ve etkili İslamcı olarak adlandırılan Fethullah Gülen, CIA eski ajanı Graham Fuller ve Birleşik Devletler Dışişleri mensupları sayesinde daimi oturma izni aldı ve Pennsylvaniadaki kalesinde artık ömrünün sonuna kadar rahattı.
Fetullahçılara CIAdan finans kaynağı!
Williams yazısının ilginç suçlamalarda bulunduğu için yayınlayamadığımız bölümünde, CIAnın bir dönem uyuşturucu kaçakçılığından elde ettiği paralarla Fethullah Güleni finansa ettiğini iddia edecek kadar ağır ifadeler kullanmıştı. Yazar CIAnın neden Güleni desteklediği sorusunu ise; Gülen bu parayla gelişmekte olan ülkelerin petrol ve doğal gaz rezervlerini kontrol altına alabilmek için Özbekistan, Azerbeycan, Kazakistan, Türkmenistan ve yeni kurulan Rus cumhuriyetlerinde radikal medreseler ve cemaatler kurdu. Şeklinde yanıtlamıştı.
Bu hareket Gülenin Osmanlı İmparatorluğunu yeniden kurmak ve evrensel bir hilafet oluşturmak üzere kendisini destekleyen altı milyondan fazla müslüman yandaş çekecek kadar etkinlik kazandı diyen yazar, ABDnin ve Yahudi Lobilerinin cemaati hangi siyonist amaçlarla desteklediğini de açığa vurmaktaydı.
CIA, 1999la birlikte, Gülenin Orta Asyada yeni kurulan ülkelerin kontrolünü almak için sağlam bir üs kurmak amacıyla Türkiyedeki laik yönetimi ılımlı İslama dönüştürme çabalarını desteklemeye başladı. Türk yetkililer Gülenin niyetini anlayınca halkı kışkırtma suçlamasıyla tutuklamaya çalıştı. Gülen ülkeden kaçtı ve din görevlisi olarak özel bir göçmenlik statüsü edindiği Birleşik Devletlere taşındı. Diyen Williams, yazısında; Gülenin yurtdışından siyasi (AKP) iktidarı yönlendirdiğini söyleyip Fetullah Hocanın müridi olduğunu iddia ettiği üst düzey devlet görevlilerinin ismini açıklamıştı. Williams, Fethullah Gülen Hareketine karşı dünyada artan şüpheyi ve tepkileri ise şuna bağlamıştı: Bazı ülkeler Gülen tehlikesinin farkına vardılar. Hareketi Rusya ve Özbekistanda yasaklandı. Hatta çoğulculuğu ve hoşgörüyü benimsemiş bir ülke olan Hollanda bile yakın gelecekte toplumsal düzene tehdit oluşturabileceği gerekçesiyle Gülen medreselerine yardımı kesme kararı aldı.
ABDnin Sinsi Hesapları!
Williams yazısında halen CIAnın neden Güleni desteklemeye devam ettiğini ise şöyle yorumlamıştı: Çünkü Gülenin İslamcı Yeni Dünya Düzeni rüyası Müslüman dünyanın tamamında destek ve ivme kazanmaya devam ediyor. CIA hâlâ Gülen hareketinin Orta Asya müslümanlarını birleştirme ve böylelikle bu ülkelerin doğal kaynaklarının kontrolünü Amerikanın güdümüne verme konusunda başarılı olacağı inancını besliyor. Usama Bin Ladinin evrensel bir hilafet görüşü artık sadece içi boş bir hayal değil. Bin ladinin hayali Fetullahçılık eliyle yumuşatılıp hayata geçiriliyor.!?
CIA eski ulusal istihbarat konseyi başkan yardımcısı Graham Fuller, Gülenin daimi oturma izni başvurusu için tavsiye mektubunu işte bu nedenle veriyor. Fuller şu anda düşünce kuruluşu RAND için danışmanlık yapıyor. Kuruluşun diğer danışmanları arasında dışişleri eski bakanları Henry Kissinger ve Condoleeza Rice, savunma eski bakanı Donald Rumsfield, savunma ve enerji eski bakanı James Scheslinger da bulunuyor. Savunma Bakanlığı için analizler yapan sözde düşünce kuruluşu RAND, bir CIA hareketi damgasını taşıyor. Fuller geçmişte, diğer radikal İslamcı hareketlere müsaade etmesiyle de tanınıyor. Tebliğ Cemaatini halka öğütler veren barışçı ve apolitik bir hareket olarak değerlendiriyor. Şeyh Mübarek Gilani, Tebliği Cemaati misyoneri olarak 1969 yılında Birleşik Devletlere getiriliyor. On yıl sonra Cemaat ül Fukrayı kurdu ve islamcı militer yapılanmaları ülkenin her yerine yayılıyor.
Siyonist Yahudi ve CIA şefi Abromowitzin Katkıları!
Williams yazısında Fethullah Gülene referans veren diğer ABDli isimleri de şöyle eleştiriyor: Ama Gülenin başvurusu için sadece Fuller değil dışişleri eski bakan yardımcısı Marc Grossman ve ABDnin Türkiye eski büyükelçisi Morton Abramowitz de tavsiye mektubu yazıyor. Onların tavsiye mektuplarının içeriği daha şaşırtıcı ve rahatsızlık uyandırıcı görünüyor. diyen Williams yazısının sonuna şöyle de bir not düşüyor: Yazıları takip etmeye devam edin. En kötüsü daha gelmedi. Ve tabi Cemaatin Williamsın iddialarını niçin cevapsız bıraktığı da hala anlaşılamamıştı.[4]
Fetullahçılığı şu ayetler ışığında yeniden değerlendirmemiz lazımdı:
Ey iman edenler, eğer kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir gruba boyun eğecek (ve itaat edecek) olursanız, sizi imanınızdan sonra tekrar küfre döndürürler. (Âl-i İmrân: 100)
Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dostlar (veliler ve destekçiler) edinmeyin; onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden onları kim dost edinirse, kuşkusuz (artık o da) onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez. (Mâide: 51)
Allah'ın kendilerine karşı gazaplandığı bir kavmi veli (dost ve müttefik) edinenleri görmedin mi? Onlar, ne sizdendirler, ne onlardan. Kendileri de (açıkça gerçeği) bildikleri halde, yalan üzere yemin ediyorlar.
Allah, onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. Doğrusu onların yaptıkları ne kötüdür.
Onlar, (biz İslama hizmet için Yahudi ve Hıristiyanları oyalamaktayız diyerek) yeminlerini bir siper edindiler, böylece (müminleri) Allah'ın yolundan alıkoydular. Artık onlar için alçaltıcı bir azap vardır.
Ne malları, ne çocukları onlara Allah'a karşı hiçbir şeyle yarar sağlamayacaktır. Onlar, ateşin halkıdır, içinde süresiz kalacaklardır.
Onların tümünü Allah'ın dirilteceği gün, sizlere yemin ettikleri gibi O'na da yemin edeceklerdir ve kendilerinin (haklı ve hayırlı) bir şey üzerine olduklarını sanacaklardır. Dikkat edin; gerçekten onlar, yalan söyleyenlerin ta kendileridir. (Mücadele: 14-15-16-17-18)
Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluk bulamazsın ki; Allah'a ve elçisine başkaldıran (ve Kuranın adalet nizamına engel olmaya çalışan) kimselerle bir sevgi (dostluk ve dayanışma) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, (zalimleri ve kâfirleri bırakıp sadece Allaha ve sadık Müslümanlara dayananlar) öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları Kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orda süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah'ın (partisi-hizbi) fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir. (Mücadele: 22)
Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min bir erkek ve mü'min bir kadın için, artık o işte kendi isteklerine göre seçme ve tercih hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resulüne isyan ederse (Ayet ve hadislerin açık hükümlerini çiğner ve kendi keyfince tevil edip tersine çevirirse), artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır. (Ahzâb: 36)
Not: (Bu ayeti kerimeleri, siz kafanıza göre çarpıtıp asıl anlamından ve ilahi mesajından saptırmışsınız, dememeniz için, Zaman yazarı ve Fetullahçı Ali Bulaçın mealine de bakılmalıdır.)
Şimdi artık ölçü; kendi mantığımız, saplantımız, ön yargımız, nefsanî rahatımız ve menfaatimiz değil de;
1- Kuran-ı Kerimin, yukarıda örneklerini verdiğimiz muhkem (kesin ve net) ayetleri ve Hz. Peygamberimizin Yahudi ve Hıristiyanlarla ilgili sahih hadisleri
2- Tarihi gerçekler ve günümüzdeki gelişmeler ışığında Avrupa ve Amerikanın ve bunların oluşturduğu kurumların milletimiz ve İslam ülkeleri aleyhindeki hıyanet ve cinayetleri
3- Aklıselimin ve vicdani kanaatin terazisinde; AB, ABD ve İsrailin; imani ve Kurani hizmetlere destek verip vermeyecekleri gerçekleri doğrultusunda, izan ve insaf ile düşünülüp değerlendirilirse, Fetullah Gülene ve AKPye Siyonist Yahudilerin ve Hıristiyan emperyalistlerin yardım ve kolaylık sağlamalarının, İslam Dinine hizmet ve hürmet için mi, yoksa laytlaştırıp özünü çürütmek ve Müslümanları kendilerine köleleştirmek üzere hezimet için mi olduğu kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Haçlı emperyalistlerle ve Siyonist Yahudilerle sinsi ilişki ve işbirliğini Kuran nifak alameti saymaktadır.
Bu nedenle; kendimizi, çevremizi, mensubu bulunduğumuz hareket ve şahsiyetleri bu nifak tuzağından korumak için elbette dikkatli olmamız ve birbirimizi uyarmamız şarttır. Hz. Üstat Bediüzzamanın tabiriyle; boynumuzda bir akrep olduğunu hatırlatana, kızmak değil teşekkür etmemiz lazımdır.
Yok, eğer Fetullah Gülen ve AKP hükümeti, Haçlı ve Siyonist merkezleri oyalayıp avutarak, İslama ve Müslümanlığa hizmet için, onlardan görünüyorlar diyorsanız, o takdirde, biz mükellef olduğumuz gibi zahire göre hüküm verip, bunların hıyanet girişimlerini tenkit etmemiz, onların da lehine olacaktır. Çünkü Yahudi ve Hıristiyanları daha rahat kandıracak ve inandırıcı şekilde kullanma imkanları doğacaktır!.. Öyle ise, bunca hırçınlığınızın altında ne yatmaktadır? Kaldı ki, Amaçlar meşru bile olsa, o amaçlara ulaşmak için gayri meşru araçlara ve yollara başvurulamayacağı bir (kaide-i külliye) genel İslam kuralıdır. Örneğin hayır işlemek ve Hacca gitmek için haram ve haksız kazanca tevessül edilemeyeceği gibi, dindar ve diplomalı nesil yetiştirmek ve inançlı ekipleri devlet kademesine yerleştirmek bahanesiyle ABDnin zalim ve emperyalist hedeflerine alet ve hizmetçi olmak ta Dinen, aklen, vicdanen ve tarihen yanlıştır, günahtır.
Fetullah Gülenin talebeleri ve takipçileri arasında ve çok büyük oranda, iyi niyetli, istikametli, ibadet ve hizmet ehli kardeşlerimiz bulunmaktadır. Bizim bir amacımız da propaganda rüzgârlarına kapılmış bu müminlerin gerçeği görmelerine yardımcı olmaktır.
Rusya Fetullah Gülen okullarını niçin kapatmış ve kimler açtırmıştı?
Putin yönetimi, ülke içindeki Fetullah Gülen okullarını kapatmak için harekete geçiyordu. Gülen'e bağlı çeşitli şirketleri yakın takip altına alan Rus yönetimi, okulları “Amerikan ve İngiliz casusu yetiştirme merkezi” olarak görüyordu. Rusya yerel yöneticileri arasında bu okullarda okumuş bazı görevlilerin de işine son verilmesi için hazırlıklar yapılıyordu.Rusya Federasyonu, Fetullah Gülen okullarını CIA bağlantılı olduğu gerekçesiyle kapatmaya başlıyordu. Ulaşan bilgiye göre, Rusya Federasyonu yönetimi Fetullah Gülen okullarını açan şirketleri yakın takibe alıyor ve söz konusu operasyon Fetullahçı cemaat okullarına ve şirketlerine karşı yapılan soruşturmaların en kapsamlısı oluyordu. Öte yandan, Rusya Federasyonu: yerel yöneticileri arasında, bu okullarda okumuş bazı görevlilerin de işine son veriyordu. Rus yetkililer, Fetullah Gülen okullarını açıkça “Amerikan ve İngiliz casusu yetiştirme merkezi” olarak tanımlıyordu. Öte yandan,Türkiye kamuoyuna “modern okullar” olarak sunulan bu okullardan bazılarında çok sinsi ve siyasi faaliyetler yapıldığı ve ABD'nin dünya hâkimiyeti için beyinlerin yıkandığı özellikle vurgulanıyordu. Moskova'da yayımlanan Nezavisimaya Gazetesi, Haziran 2000'de Fetullah Gülen'in Rusya'daki taraftarlarının iktidar organlarına sızdığını yazıyordu. Söz konusu okulların önce Rusya'nın Türkçe konuşan bölgelerinde kurulduğunu bildiren Nezavisimaya, Tataristan'da 8, Başkırdistan'da 4, Karaçay-Çerkez, Çuvaşya ve Yakut-Saha'da da birer okul bulunduğunu açıklıyordu. Gazetedeki yazıda, okullarda “Amerikan hayranlığı ve İsrail propagandası” yapıldığı belirtilerek, bu kuruluşların denetlenmesini istiyordu.
FSBye göre casusluk yapılmaktaydı!
Rusya iç Güvenlik Örgütü FSB Başkanı Nikolay Patruşev, 17 Aralık 2002'de Türk basınında yer an açıklamasında, gerçekleştirdikleri en başarılı etkinlikler arasında Türk casusların deşifre edilmesini de sayıyordu. FSB Başkanı 2002 yılı etkinlik raporunda Fetullah Gülen okullarında çalışan öğretenlerin casusluk faaliyetlerinin deşifre edildiğini belirtiyordu. FSB Başkanı açıklamasında: okulların sahibi konumundaki Tolerans, Serhat ve Ufuk vakıflarının isimlerini veriyordu.Bunun üzerine Rusya'nın Başkırdistan Özerk Cumhuriyeti'nde Fethullah Gülen okullarındaki 10 öğretmen Haziran 2003'te sınır dışı ediliyordu. Ayrıca Başkırdistan Milli Eğitim Bakanlığı'nın sınır dışı edilen öğretmenlerin görev yaptığı okulu kuran “Serhat” vakfı ile tüm anlaşmalarını iptal ettiği de belirtiliyordu. Bu olaydan sonra, Buryatya Cumhuriyeti'nde de, Fetullah Gülen okulu hakkında soruşturma başlatılıyordu.
Milliyet gazetesi Moskova muhabiri Cenk Başlamış, 7 Eylül 2003 tarihli haberinde, Rusya'da Fetullah Gülen okullarının temsilcisi konumundaki Tolerans Vakfı Başkanı Mustafa Kemal Şirin'in sınır dışı edildiğini duyurmuştu. Haberde: “Şirin, hafta içinde Rus havayolları Aeroflot'a ait bir uçakla geldiği Şeremetyova-2 Havaalanı'ndan giriş yapmak istedi, ancak pasaport kontrolü sırasında “Rusya'ya girişi yasak olduğu” gerekçesiyle ülkeye girişine izin verilmedi. Yasaları çiğnediği gerekçesiyle Rusya'ya girişi 5 yıl yasaklanan Şirin, geceyi havaalanında geçirip, ertesi gün Türkiye'ye gönderildi. Tolerans Vakfı Başkanı Şirin, Rusya'nın Türk okullarıyla bağlantılı olarak şimdiye kadar sınır dışı ettiği en üst düzeydeki temsilci” deniyordu. Yine aynı haberde Rusya Federal Güvenlik Servisi FSB'nin Başkanı Nikolay Patruşev'in yaptığı açıklamanın ardından, Rusya Eğitim Bakanlığı'nın Fetullah Gülen okullarına karşı kapsamlı bir soruşturma başlattığı belirtiliyordu. Bu çerçevede Rusya'nın değişik bölgelerinde 10'a yakın okul kapatılırken, 50'den fazla Türk vatandaşı sınır dışı ediliyordu. Ancak ABD, İsrail ve Türkiyeden kimler devreye giriyorsa, Rusya Cemaat okullarına yönelik operasyonlarına son veriyordu!?
Bediüzzamanın Yolundan Sapılmıştı!
Bediüzzaman'ın Kur'andan kaynaklanan Risale-i Nur denilen imani ve ahlaki eserlerini okumak, okutmak ve böylece şuurlu ve huzurlu bir neslin yetişmesine katkıda bulunmak gibi hayırlı bir amaçla girişilen hizmetler, zamanla çığırından çıkmaya başlamıştı. Bediüzzaman'ın müjdelediği ve gelişine ön hazırlık hizmetleri verdiği Hz. Mehdi” havasıyla kendisini merkez alan Fetullahçı yapılanma: “Işık evleri”nde beyinleri bu doğrultuda yıkanan talebelerden bir çekirdek kadro oluşturulmaya çalışmaktaydı ve masonik odaklar ve marazlı medya tarafından “bu gelişmelerden kaygı duyuyorlarmış” görüntüsüyle sürekli gündemde tutulup reklâmı yapılmaktaydı.
Fetullah Gülen'in:
“Bu evlerin eğitim dizgesinden geçmeyenler, insanlık özünden yoksun bulunmaktadır… Işık evleri, yüreği pek, imanı çelik insanların yetiştiği kutsal mekânlardır.”[5] Şeklinde tarif ettiği bu evleri Rotary Kulüplerin desteklemesi de anlamlıydı… Fetullah Gülen, ışık evlerinde yetişmeyenleri, “insanlık özünden yoksun saymaktaydı.” Yani kendisine tabii olmayanlar değil Müslümanlık, insanlık onuruna bile ulaşamazdı!?.. Oysa Nevval Sevindi'nin Amerika'dan yolladığı ve 22 Temmuz 1997 tarihli Yeni Yüzyıl gazetesinin 5. sayfada yayınladığı “Fetullah Gülen'le New York sohbeti” yazısına göre:
“Fetullah Gülen Hoca Efendi Cumhuriyet ideolojisinin yaratmak istediği “Müslüman Avrupalı Türk” tipinin mimarıydı… O, “Dini bütün ve Batı formasyonlu yeni bir sentez” ustasıydı?!..
Bu tespit doğruydu… Evet dış güçlerce Fetullah Gülen'e biçilen misyon: Batı ile uyumlu ve uyuşuk layt Müslüman tipi oluşturmaktı. Bu tip; Allah'ın istediği değil, Avrupa ve Amerika'nın benimsediği bir Müslümandı… Ama şu gerçeği de hatırlatalım ki: Bu türlü girişimler, haliyle bazı tahribatlar yapacaklardı… Ancak asla amaçlarına ulaşamayacaklar ve başarılı olamayacaklardı. Çünkü İslam'ı istismar girişimlerinin hepsinden sonunda İslam kârlı çıkacaktı. Fetullah Gülen'in perde arkasını sezen samimiyet ve istikamet sahibi insanların da, bu sinsi ve siyonist kuşatmayı kırmaları yakındı…
Şu sorunun mutlaka sorulması doğru ve doyurucu cevabının bulunması kaçınılmazdı:
Bir zamanlar: “Amerika ve Rusya sistem olarak materyalist felsefeyi benimsemiştir. Aslında ne Rusya'nın ne de Amerika'nın bize bakış açıları farklı değildir. Hatta hiçbir fark yoktur, denilebilir. Israrla söylüyoruz ki, ikisi de bizim aman vermez düşmanımızdır”[6] diyen Fetullah Gülen'e ne oldu ki şimdi:
“Amerika, hala bu dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır… Amerika şu anda: Bütün konum ve gücüyle, bütün dünyaya kumanda edebilir ve buna layıktır”[7] demeye ve Amerika'yı övmeye başlamıştır? Fetullah Gülen'in asıl amacı; İslam'ı yaymak mı, yoksa siyonist Gizli Dünya Devleti'nin kovboyu olan Amerika'ya uyumlu ve ılımlı vatandaş hazırlamak mıdır?
Milli duyarlı bir Üniversite Hocasının tespitiyle, “yurt dışındaki okullarıyla, Türkiye deki vakıf, dershane, üniversite çalışmalarıyla siyonist emperyalizmin dünya hâkimiyetine ve küresel bir totalitarizmin kurulma hedefine hizmet mi yapılmaktadır?[8]
Daha önceleri: “sebeplere riayet, bir sorumluluk olsa da; onlara tesiri hakiki vermek apaçık bir dalalet ve inhiraf (sapıklık)tır.”
“Köpek, kendisini besleyeni sahibi olduğunu sanır ve bu yüzden sahibine gösterdiği sadakat görünüşe, yani nedenselliği dayanır”[9] diyen Fetullah Gülen, şimdi nasıl oluyor da:
“Amerika ile dostça geçinmeden ve Amerika istemeden, dünyanın hiçbir yerinde, hiç kimseye ve hiçbir şey yaptırmazlar…
Şimdi (bana bağlı) bazı gönüllü kuruluşlar dünya ile entegrasyon adına (yani siyonizmle uyuşarak) gidip dünyanın değişik yerlerinde okullar açıyorlarsa, bu itibarla, mesela Amerika ile çatıştığımız sürece bu projelerin gerçekleştirilmesi mümkün olmaz…”[10] diyerek, herkesi Amerika'ya kayıtsız şartsız teslimiyete çağırmaktadır?
Fetullah Hoca'ya göre: Kuvvet ve Kudret sahibi, Allah mıdır, yoksa Amerika mıdır?
“Amerika daha uzun zaman dünyanın kaderinde çok önemli bir rol oynayacaktır. Bu realite kabul edilmeli, Amerika göz ardı edilerek, şurada veya burada kendi başına bir iş yapılmaya kalkışılmamalıdır…
Rusya bile sizi desteklese, eğer Amerika istemezse, işinizi bozacaktır… Çünkü Amerika kendi işlerinin bozulmamasından yanadır. Bu da yadırganmamalıdır”[11] diyecek kadar Amerika'ya tapınan ve siyonizmin yenilmez gücüne(!) sığınan bir Fetullah Gülen, acaba Kur'an kahramanı mı, yoksa Amerika'nın kuklası mıdır?
Beklenen Mesih mi, yoksa Papalık misyoneri mi olmaktadır?
Vaazlarında ve kitaplarında:
“Hazreti Mesih (İsa A.S) Ahir zamanda o önemli misyonu eda etmek üzere mutlaka nüzul edecektir. Nüzul edecektir ama içinizden şahs-ı manevinin muhtevi bulunduğu mana ve ruha nüzul edecektir (Yani Hz. İsa şu anda içinizde bulunan; lideriniz ve temsilciniz olan şahsiyete yani kendisine inecektir) diyerek, dolaylı biçimde Mesihliğini ve Mehdiliğini ilan eden ve nicelerini buna inandıran Fetullah Gülen; “Sizinle müşerref olmayı bahşettiğiniz için zatı âlilerinize en derin kalbi teşekkürlerimizi sunarız.” Diye başladığı papa'ya mektubunda:
“Papa 6. Paul cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Papalık Konseyi Misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz.” Diyordu!
Şimdi aklımıza ve vicdanımıza güvenerek soralım:
Fetullah Gülen beklenen Mesih veya Mehdi Aleyhisselam mıdır? Yoksa kendi itiraf ve ifadesiyle Papalık Konseyi Misyonunun basit bir parçası mıdır? Takiyye yaptığı ve ikili oynadığı açıktır. Ancak, acaba asıl aldatmak ve kullanmak istediği Hıristiyanlar ve Museviler midir, yoksa Müslümanlar mıdır? Acaba Siyonist Yahudiler ve Haçlı emperyalistler mi Fetullah Gülen'i… Fetullah Gülen ise Müslümanları mı kullanmaktadır?
Sn. Gülen Çağ ve Nesil dizisinin 4. kitabının son yazısında ve lider başlığı altında:
“Ve eskilerin “Kaht-ı rical” dedikleri seviyeli insan, idareci ve kadro ile lider kıtlığı (yaşanıyor). Yakın geçmişi ve hâlihazırdaki vaziyeti itibarıyla: Şu karmaşık dünyanın gerçek manada bir lider tanıyıp tanımadığını bilemeyeceğim; bildiğim tek şey varsa o da, bizim dünyamızda böyle bir liderin olmadığıdır… O Polat sinelerin ve çelikten sedaların yerinde, şimdi sinekler uçuşuyor… Evet, ateşböceklerinin yıldızlaştığı, sineklerin kartallaştığı bu talihsizler diyarında, şimdi aslan inleri, tilki çalımlarıyla inliyor… Bülbülyuvaları saksağanların elinde perişan ve her tarafta yarasalar şehrayinler tertip ediyor… Hakim güçler, insafsız ve temettü (sömürme) avında… Hasıla koskoca dünya başı boşların elinde ve bir baştan bir başa lidersizlikle kıvrım kıvrım (kıvranıyor)…” diyor ve ardından “nasıl bir lider?” diye kendisini anlatmaya başlıyordu.
Yakın geçmişteki ve günümüzdeki bütün dini ve siyasi liderleri böylesine küçümseyen ve kötüleyen Fetullah Gülen'in, şimdi Amerika'ya ve Papalığa karşı perestlik derecesindeki hürmet ve teslimiyeti nasıl bağdaştırılacaktır?
İşte Hoca Efendinin Papa'ya mektubu:
Pek Muhterem Papa Cenapları,
Üç büyük dinin doğum yeri olarak bilinen toprakların, dünyayı daha iyi yaşanabilir bir mekân kılma yolundaki kutsal misyonumuzu, tam manasıyla bilen halkımdan size en içten selamları getirdik. Yoğun gündeminizden bize zaman ayırarak sizinle müşerref olmayı bahşettiğiniz için zatıâlilerinize en derin kalbi teşekkürlerimizi sunarız.
Papa 6. Paul Cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog için Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüretle, bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazı yardımlarımızı sunmak için size geldik. İslâm yanlış anlaşılan bir din olmuştur ve bunda en çok suçlanacak olan Müslümanlardır. Uygun bir yerdeki vakitli bir gayret bu yanlış anlamanın büyük oranda azalmasına katkı sağlayabilir. Müslüman dünyası, İslâm'ın asırlarla ölçülen yanlış algılanmasını silip atacak bir diyalog imkânını bağrına basacaktır. Beşeriyet, çelişen görüşler ortaya koydukları gerekçesiyle, zaman zaman bilim adına dini, din adına da bilimi inkâr etmiştir. Bilginin tamamı Allah'a aittir ve din Allah'tandır. O halde bu ikisi nasıl çelişebilir? İnsanlar arasında anlayışı ve hoşgörüyü artırmaya yönelik dinlerarası diyaloğa yönelik ortak gayretlerimiz çok iş görebilir.
Kendi memleketimizde şimdiye kadar, çeşitli Hıristiyan mezheplerinin liderleriyle diyalog içinde olduk. Bu naçiz gayretlerin boşa çıkmadığını âcizane ifade etmek isteriz. Amacımız bu üç büyük dinin inananları arasında hoşgörü ve anlayış yoluyla bir kardeşlik tesis etmektir. Bizler bir araya gelmek suretiyle sözde medeniyetler çatışmasının gerçekleşmesini görmek isteyen yolunu şaşırmış ve şüpheci kimselere karşı dalgakıranlar gibi, isterseniz bariyerler gibi deyin, karşı durabiliriz. Geçen yıl bazı ünlü uluslararası bilim adamlarının katıldığı medeniyetler arası barış ve diyalog konulu bir sempozyum düzenledik. Bu gayretin başarısından aldığımız teşvikle bu tür etkinlikleri tekrarlamak istiyoruz. Hali hazırda üç büyük dinin bağlıları arasındaki bağları güçlendirmeye yönelik olarak dinlerarası diyalog konusunda Vatikan'ın da temsil edileceğini ümit ettiğimiz bir konferans düzenleme sürecinde bulunuyoruz. Yeni fikirlerimiz varmış iddiasında bulunmuyoruz. Yine müsamahanıza sığınarak, bu misyonun hedeflerine yakından hizmet etmek için üstlenmek istediğimiz birkaç teklifte bulunmayı arzu ediyoruz. Hıristiyanlığın üçüncü bin yılına girişi münasebetiyle yapılacak kutlamalar vesilesiyle Ortadoğu'daki Antakya, Tarsus, Efes ve Kudüs gibi bazı kutsal yerlere müşterek ziyaretleri içeren birçok etkinlik önermek istiyoruz. Bunu Sayın Cumhurbaşkanımız Demirel'in, cenaplarının ülkemizi ziyaretine ve mezkûr kutsal mekânları göstermeye davetini tekrarlamak için bir fırsat addediyoruz. Anadolu halkı size misafirperverliğini göstermeyi ve zevkle selamlamayı hararetle beklemektedir. Filistinli liderlerle diyalog kurmak suretiyle Kudüs'ü birlikte ziyaret etmemize davetiye çıkarabiliriz. Bu ziyaret bu mübarek şehri Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanların, hiçbir kısıtlama, hatta vize dahi olmaksızın serbestçe ziyaret edebileceği uluslararası bir bölge olarak ilan etme gayretlerine yönelik dev bir adım teşkil edebilir.
Üç büyük dinden liderlerin işbirliği ile ilki Washington DC'de olmak üzere muhtelif dünya başkentlerinde bir konferanslar serisinin gerçekleştirilmesini teklif ediyoruz… İkinci serinin zamanı için Hz. İsa'nın doğumunun 2000. yıldönümü ideal olabilir. Bir öğrenci değişim programı da çok faydalı olacaktır. İnançlı genç insanların birlikte eğitim görmesi birbirlerine yakınlıklarını artıracaktır. Öğrenci değişim programı çerçevesinde üç büyük dinin babası olduğu ikrar edilen Hazreti İbrahim'in doğum yeri olarak bilinen, Urfa şehrindeki Harran'da bir ilahiyat okulu kurulabilir. Bu ya Harran Üniversitesi'ndeki programların genişletilmesi suretiyle, ya da üç dinin ihtiyaçlarını da temin edecek şümullü bir müfredata sahip bağımsız bir üniversite şeklinde gerçekleştirilebilir.Önerilen programlar aşırı büyük işler gibi algılanabilir; ama bunlar erişilmez değildir. Dünyada iki tip insan vardır. Bazıları kendilerini topluma adapte etmeye çalışır. Diğer bazıları ise topluma uymaktansa toplumu kendi değerlerine adapte etmek ister. Toplum bütün ilerlemeleri bu ikinci tip insanlara borçludur. Onları yarattığı için Rabb'e şükürler olsun.[12]
Şimdi lütfen merakımızı bağışlayın!
1- Fetullah Gülen'e, Papayla görüşmek ve işbirliğine girişmek üzere; Türkiye ve dünya Müslümanları böyle bir yetki vermiş midir? Yoksa malum ve melun merkezler mi o'na böyle bir kılıf geçirmiştir?
2- Bu tavrı ve telaffuzlarıyla, İslam'ın tebliğcisi ve temsilcisi mi, yoksa Vatikan'ı da kontrolüne alan siyonizmin hizmetçisi midir?
3- Hz. Peygamber Efendimizin devrinin önemli devlet liderlerine gönderdikleri ve “Ya, bozuk ve batıl inançlarınızı bırakıp İslamiyet'e ve benim risaletime iman edersiniz. Ya da tüm tebaanızın da günahını yüklenerek cehenneme girersiniz.” İçerikli mektuplarıyla, Fetullah Gülen'in Papaya yazdığı mektubunda söyledikleri aynı şeyler midir? Hâlbuki Peygamber Efendimizin tavrı, izzet ve davet, bununki ise, zillet ve teslimiyettir.
4- F. Gülen, haddini aşarak, bugüne kadar İslamiyet'in hep yanlış anlaşıldığını ve bunun Müslümanların suçu olduğunu söylüyor ve doğrusunun kendisi tarafından ortaya koyulacağını ima ediyor!.. Peki, bugüne kadar sahip çıktığını iddia ettiği Bediüzzaman ve Onun izlerini takip ettiği tüm Ehlisünnet uleması; İslam'ın neresini yanlış anlamışlardı ve hangi yanlışları Müslümanlara öğütlemişlerdi?
5- Papayı Türkiye'ye davet ve kutsal yerleri ziyaret teklifini, Süleyman Demirel adına tekrarlama yetkisini ve cesaretini kendisine kim vermişti? Yoksa mason Demirel'le, özel bir ilişki içindemiydi? Hani bu Hoca ve ekibi siyasetten uzak kimselerdi?
6- Urfa'da 3 dinin ortak eğitimini verecek ilahiyat okulunu açma kararı, İsrail'le birlikte mi verilmişti? Çünkü AKP'li belediye Başkanı döneminde bu proje, İsrail yardımıyla Urfa'da gerçekleştirilmişti.
7- Fetullah Gülen, acaba insanlığı, en azından kendi taraftarlarını; İslami değerlere göre yeniden düzeltmek ve yeryüzünde adil bir düzen yerleştirmek isteyen ender ve önder bir şahsiyet miydi? Yoksa Papalık Konseyinin basit bir parçası, Papa hazretlerinin ve GAP'ta yatırım yapan İsrail'in bir hizmetçisi miydi?
Şu ABDli Prof niye ısrarla uyarmaktaydı?
Chalmers Johnson (University of California'da emeritus Profesör): The sorrows of empire, New York, 2004 kitabında, ABD'nin dış politikasının tümüyle Wolfowitz gibi neo-conların söz sahibi olduğu pentagon'un elinde olduğunu, Beyaz Saray'ın by-pass edildiğini belirtiyordu. “ABD, ona buna demokrasi satmak istiyor, Ortadoğu'ya da “demokrasi yok” gerekçesiyle müdahale ediyor, ama kendisi demokrasinin ilkelerinden uzaklaşıyor. ABD adeta bir imparatorluk oldu ve militarist bir düzen içinde yönetiliyor. Ancak, ABD imparatorluğun diğer imparatorluklardan ayıran önemli bir özellik var: ABD imparatorluğu bir “üsler imparatorluğu”dur. İngiliz ya da Fransızlar gibi gittiği yerlerde toprak İşgali amacı taşımıyor, dünyanın değişik bölgelerini “Üs”leri aracılığıyla kontrol altında tutup, ele geçirmeyi hedefleyen bir imparatorluktur Amerika…” diye uyarıyor ve ekliyordu:
ABD, askeri malzemelerini Türkiye üzerinden nakletmek için 7 liman ve 6 havaalanını kullanma izni aldı. ABD'nin kullanımına verilen liman ve alanlara ilişkin karar yürürlüğe girdi. Bush'un geçtiğimiz aylarda açıkladığı “Türkiye cephe ülkesidir;” sözleri ABD'ye verilen liman ve üslerle daha bir anlam kazandı.
Haber turuma devam ediyorum sevgili okur, nasıl hoşunuza gidiyor mu? Bambaşka bir dala konuyoruz, ne âlâkası var demeyin, anlayana; 'En büyük Yahudi nişanı Nazarbayev'e verildi. Dünya Yahudileri Konseyi, Kafkasya'nın enerji merkezlerinden Kazakistan'ın Devlet Başkanı Nursultan Nazarbavev'e, medeniyetlerarası diyaloğa katkılarından dolayı, “Uluslararası Maimonides Nişanı-en büyük Yahudi nişanı” verdi. Avrasya Kuruluşları Birlikleri temsilcileri ve Nazarbayev ödül töreninin ardından, Kazakistan-Astana'da yeni yapılan Orta Asya'nın en büyük sinagogu Rachel-Habad Lyubavivch'i törenle açtılar.[13]
Bu en büyük Yahudi nişanının Nazarbayav'e verilmesinin diğer önemli sebebi ise; Fetullah Gülen'in okullarına yaptığı destek olduğu konuşulmaktadır.
Fetullah Gülen'le MOON ve MASON İlişkileri kafa karıştırmaktaydı!
Moon tarikatı ile Fetullah teşkilatı arasındaki örgütlenme modellerindeki Siyonist ilişkileri yanında en önemli benzerlikse birinin Mesihliğe, diğerinin ise İslam temsilciliğine ve Mehdiliğe soyunmalarıdır. Her ikisini de organize eden, Amerika'daki siyonist kuruluş; CSIS'tır. CSIS 1962'de Georgetown Üniversitesi'nde kurulmuştu. Amerikan devletine ve özellikle petrol ve silah şirketlerine hizmet veriyordu. Dış ülke yöneticileriyle, bürokratlarıyla, Amerikan çıkarlarına dolaylı ya da dolaysız hizmet verecek akademisyenlerle bağlar kuran CSIS, bir devlet kurumuyken, yenidünya düzenine uyum sağlamak üzere şirkete dönüştürülüyordu. CSIS, Ortadoğu petropolitik araştırmalarıyla da dikkat çekiyordu. Ortadoğu bölümünün içinde Türkiye'ye de ayrı bir bölüm açılıyor, CSIS birimlerinin yönetimlerinde istihbarat örgütlerinde ve yabancı ülkelerdeki diplomatik misyonlarda dünya deneyimi kazanmış eski devlet memurları bulunuyordu. Üçüncü ülke adamları da bu şeflere raporlar hazırlıyordu. CSIS yabancı devletlerin görevlilerini de gerektiğinde ABD'de konuk edip, ilgili konularda konferans vermelerini sağlıyordu. Bunların arasında Türkiye başbakanları da bulunuyordu. Hatta CSIS, Kafkasya petrol boru hatları ile ilgili toplantılarını Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığında gerçekleştiriyordu. Sonraları Başbakanlık danışmanlığına getirilen, DSP milletvekili ve Ecevit'in ABD gezilerinde en büyük yardımcısı, 2002 yılında Kıbrıs'dan sorumlu Devlet Bakanı, Harvard mezunu Tayyibe Gülek komitenin sekreterliğini yürütüyordu. CIA'nın bile bir üst kurumu gibi çalışan CSIS Fetullah Gülen'inde en büyük destekçisi oluyordu.
Çok sayıda ülkenin yanı sıra ABD'de de “lobby” oluşturmak gerekçesiyle cemaat okulları kurulması bir gazetede şu ilginç açıklamayla yer almıştı:
“Gülen'in şimdiki planı, ABD'de Türklere de, Amerikalılara da eğitim verecek bir üniversite açmaktır. Virginia eyaletine bağlı küçük bir yerleşim birimi olan Staunton'da, boşaltılmış bir hastane binasını devralan “Fethullahçı” grup, burada binden fazla öğrenci kapasiteli bir üniversitenin kurulması çalışmalarına başlamıştır. Gülen Londra'da kolej açmış, matematik doktoru bir Fetullahçı: Staunton Belediyesi ile anlaşması halinde, üniversitenin dünyanın her yanından gelecek öğrencilere “evet” diyeceğini açıklamıştır.[14]
“Fethullah Gülen'in” adamları tüm dünyada, Tanzanya'dan Çin'e çoğunluğu eski Sovyetler Birliği Türki cumhuriyetlerinde yer alan 200'den fazla okul kurmuşlardır. Bu okullar İslam'dan çok güya Türk milliyetçiliğini esas alan ılımlı İslam felsefesini yaymaktadır. Balkanlar'dan Çin'e, Türkiye'yi model alan bir seçkinler kadrosu yetiştirmeyi amaçlamıştır. Bu kuruluşlar Müslüman olmayan öğrencileri alarak belki de İngilizceyi temel eğitim dili olarak kullanmaları nedeniyle, sadece seçkinlerin çocuklarını okutmaktadır.
Şimdi: İngilizce dilinde eğitim yapmayı esas alan bu kurumların hangi “Türk milliyetçiliğini” esas aldığı, ya da nasıl olup Tanzanya veya Çin yönetimleri, seçkin aile çocuklarının “Türk Milliyetçiliğini esas alan” bir eğitimden geçirilmesine göz yumdukları, niçin sorulmamaktadır?
Siyonist Yahudi Graham Fuller: “The man and his movement” (Bir Adam ve Hareketi) diye alkışlamıştı!?
26-27 Nişan 2001 tarihlerinde, Georgetown Üniversitesi'nde CMCU'nun son konferansının konusu “F. Gülen: The man and his movement (Bir adam ve onun hareketi) idi. Bu konferansta F. Gülen'in son elli yılda gelişen İslami hareketler içinde kurumlaşan tek hareket olduğuna dikkat çekildiğine ve eski CIA şefi Graham Fuller'in RAND şirketi adına Türkiye Nurculuğunu araştırmaya başlamış olduğuna dikkat edilirse ABD ile “entegrasyon”un liberal olarak tamamlanmak üzere olduğu söylenebilirdi. CMCU konferansına katılanların kimlikleri ve deneyleri, Georgetovvn Devlet Üniversitesi'nin yanı sıra ABD yönetiminin ve Yahudi örgütleri ile Alman Stiftung'larının Türkiye'deki din ve ifade hürriyetine verdikleri değerin açık bir göstergesiydi(!): Toplantıya katılanların özellikleri işin ne denli ciddiye alındığını göstermekteydi:
Alan Makowsky: ABD Dışişleri istihbarat Bürosu eski şefi, Körfez savaşında ordu danışmanı, İsrail destekçisi WINEP (Washington Institute for Near East Policy) eleman.
George Harris: ABD eski dışişleri görevlisi, eski Ankara B.elçisi, istihbarat uzmanı, Asya, Ortadoğu, Güneydoğu Asya uzmanı.
Roscoe Suddarth: Mali 1961, Lübnan 1963-65, Yemen 1967, Ürdün 1974-1990 istihbarat görevlisi, Middle East Institute başkanı.
Graham Edmund Fuller: Yemen, Cidde, Uzakdoğu CIA görevlisi, ABD Hava Kuvvetlerine bağlı RAND şirketi yöneticisi. Şimdilerde Türkiye'deki Nurcu hareketini ve “Irak, Bahreyn, Suudi Arabistan, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri'ndeki çeşitli “Şii Müslüman Cemaatlerin gelecekteki politik rolleri'ni Rend Francke ile birlikte araştırıyor. Şii araştırması projesinin amacı, “Şiilerin özgürlüğü, siyasete ve yönetime katılımlarının geliştirilmesinin yollarını bulmak” olarak belirtilmektedir.
Bekim Akal: Wolkswagen Stiftung, Almanya (Yahudi)
Osman Bakkar: Georgetovvn CMCU Malezya Seksiyonu İslâm Kürsüsü başkanı.
Thomas Mitchel: Vatikan Cizvit seksiyonu sorumlusu, İstanbul Bediüzzaman ve “medeniyetler arası diyalog” konferansları katılımcısı.
Mücahit Bilici: Sosyolog, Boğaziçi Üniversitesi.
Yasin Aktay: Prof. ODTÜ.
Fahri Çakı: Sosyolog; İstanbul Üniversitesi'nden sonra Temple'da Nurcu Hareketin Sosyo-Ekonomik gelişmesi tezini hazırlıyor.
Ahmet Kuru: Bilkent Üniversitesi, Fatih Üniversitesi. Utah Üniversitesi doktora öğrencisi.
Zeki Santoprak: ABD Rumi Forum Başkanı, Marmara İlahiyat Fakültesi, El-Ezher, Harran Üniversitesi. Şimdi Washington Katolik Üniversitesi'nde.
Hakan Yavuz: Utah Üniversitesi.
Elizabeth Özdalga: Prof. ODTÜ, CHP araştırmacısı, İsveç Enstitüsü müdürü, İslâm Konferansı örgütleyicisi, “Adsız Kahraman: Fetullah Gülen Cemaatinin kadınları arsında Bireysellik ve İçselleşmiş Yansıma” tebliği sahibi.
Bayram Balcı: Fransa Milli İltica Bürosu, Paris Arap Dünyası görevlisi, Fransa Dışişleri Orta Asya Araştırmaları Enstitüsü'nde kadrolu eleman.
Berna Turam: McGill Üniversitesi/Kanada
ABD Dışişleri Bakanlığı Uluslararası Din Hürriyeti Bürosunca hazırlanan “Din Hürriyeti-Türkiye Raporu”nda “İslamic Leader” ve “Moderate İslamic Leader” olarak kayıtlara geçirilen F. Gülen'in hakları Amerikan devletince resmen savunulduktan sonra, ilginin boyutu genişletilmekte ve Amerikan devletinin ünlü üniversitesinde akademik bir düzeye yükselmekte olduğu görülüyordu. Bu “bilimsel” toplantıyı CMCU ve “The Rumi Forum” düzenlemişti. Bu tür “bilimsel” toplantıların sonuçlarının resmi raporlara etkisi elbette olumlu olacaktı. ABD Dışişleri Bakanlığının raporlarında “Ilımlı İslami Lider” olarak sıfat kazanan F. Gülen, 2002 yılı Din Hürriyeti Raporu'nda “İslamic philosopher and leader/İslam Filozofu ve Lideri” olarak nitelenmeye başlanmıştır. Aynı raporun 44. paragrafında “Din Hürriyeti Tacizleri” başlığı altında “Ahmadi Muslims” cemaati diye Cüppeli Ahmet Hoca'ya da sahip çıkılmıştır.[15]
ABD'de son toplantıysa 19-20 Nisan 2004'de Washington'daki John Hopkins Üniversitesi'nde “Abant in Washington-İslam Laiklik ve Demokrasi: Türk Deneyimi” adı altında yapılmıştı.
Toplantının programına göre, “hoş geldiniz” konuşmalarını Francis Fukuyama ve “Abant Platformu” başlığıyla Bilgi Üniversitesi'nden Mete Tuncay yaptı. Açılış konuşmalarını ise diyanetten sorumlu Devlet Bakanı Prof. Mehmet Aydın ile ABD Dışişleri Müsteşarı eski Ankara Büyükelçisi Marc Grossman yaptı. Türkiye Gazeteciler ve yazarlar Vakfınca çağrısı yapılan ve ATFA (American Turkish Friends Association- Fairfax) örgütlenen bu ilginç konferansın panellerine içinde CIA şefleri yanında Cengiz Çandar'da vardı.
Türkiye'nin İslam, Laiklik ve Demokrasi Deneyimi ve Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya İlişkisi Yuvarlak Masa Toplantısı:
Kemal Derviş (CHP Genel Başkan Yardımcısı-Açılış konuşması), Elisabeth Özdalga (CHP eski danışmanı, TESEV danışmanı, İsveç Araştırma Enstitüsü), Cüneyt Ülsever (Liberal Düşünce Topluluğu Derneği, Hürriyet Gazetesi), Sabri Sayarı (Eski RAND danışmanı, Georgetown Ünv.), Emal Uşşaklı (TGYV), Hüseyin Gülerce (TGYV), Kenan Gürsoy (Galatasaray Ünv.), Fehmi Koru (Yeni Şafak Gazt.), Kemal Karpat (Wisconsin Ünv.), Ruşen Çakır (TESEV), Mithat Melen (İstanbul Ünv.) Şahin Alpay (Bahçeşehir Ünv.), Zeki Sarıtoprak (John Caroll Ünv.), Adnan Aslan (ISAM-İslami Araştırmalar Merkezi), Ömer Taşpınar (John Hopkins Ünv. Brookings Inst), Zeyno Baran (Nixon Center, Eski CSIS elemanı), Cengiz Çandar (Sabah Gazetesi), Seda Çiftçi (CSIS elemanı), Hakan Yavuz, Henry Barkey, John Lee Esposito David Calleo, Steven A. Cook, Svante Cornell, James Miller, Charles Fairbanks, Carter Findley, Hussain Haqqani (Carnegie Endowment), Barry Jacobs ve Anatol Lieven (American Jewish Committee), Heath Lowry, Zack Messitte (Saint Mary's College), Eric Hooglund (Filistin Araştırmaları) ve John Hulsman (Heritage Fdn.) Çoğu Yahudi ve Mason olan bu kişilerle birlikte, toplantıya ABD eski Ankara Büyükelçisi ve Dışişleri Siyaset Planlama Müsteşarı Marc Grossman'ın yanı sıra Savunma Bakanlığı Müsteşarı Paul Wolfowitz'in de açılış konuşması yapacağı, eski Büyükelçisi ve NED yönetim kurulu eski üyesi Abramowitz, WINEP eski direktörü, 1990'da Ortadoğu'ya ABD askeri saldırısı sırasında danışmanlık yapmış olan, ABD Temsilciler Meclisi Personel Direktörü Alan Makowski, Temsilcilerden Rober Wexler, John Hopkins, Arap İşleri uzmanı Fuad Ajami'nin ve Frederick Star'ın da katılacağı açıklanmıştı.
O sırada, Türkiye'de DGM'nin aradığı kişi, ABD'deki devlet üniversitesinde adına düzenlenen bilimsel toplantılarla onurlandırılıyor, ABD üst düzey Dışişleri'nin katıldığı toplantılar düzenleniyordu! Bir kişinin bir mahkeme tarafından aranıp aranmaması, haklılığı ya da haksızlığı önemli görülmeyebilirdi. Ancak uzun yıllar devlet yöneticilerince “stratejik ortak” olarak tanıtılan ABD'nin tutumuna kısa bir soruyla değinmek gerekirdi: ABD'nin ulusal güvenlik gerekçesiyle aradığı herhangi bir kişi için, örneğin Ankara Üniversitesi'nde onurlandırıcı bir konferans düzenlenebilir miydi?[16]
Kim ne derse desin, işin özü, toplulukların dinsel inançları kullanılarak oynanan oyun değişmiyor; Moon hareketi Mesih'e; Fetullahcılık hareketi de Mehdi'ye özeniyordu. Her ikisinin yolu da “Amerika ile entegrasyon” projesine çıkıyordu.
Moon misyonerleri örgüte bilimsel bir saygınlık görüntüsü vermek için üniversitelerden adam seçiyordu. Bu katılımcıların Moon'un kilisesine bağlı olmadığını, salt ayrı dinlerin ya da üniversitelerin temsilcileri olduğu izlenimini vermeye çalışıyordu. Örneğin, turcular arasında Moon tarafından kutsal nikâhla evlendirilmiş en az on yıllık kilise üyelerinin örgüt bağlarından söz edilmiyordu.
Türkiye'yi temsil edenler arasında, Dünya dinleri Gençlik Semineri' ne katılan şimdi AKP Dış Bakanı olan Ahmet Davutoğlu bulunuyordu. Boğaziçi Üniversitesi'nin öğretim görevlisi Davutoğlu, masumane çalışmaların amacını şu ilginç sözlerle açıklıyordu:
“Amerika'da kendi sahasında söz sahibi değişik dinlere mensup bir grup profesörün önderliğini yaptığı bu gezide, amaç bilfiil yaşayarak daha açık bir ifade ile “gezici bir üniversite” şeklinde, dinler arasında diyalog ve fikir alışverişi temin etmektir. İlki geçen sene yapılan bu geziye Türk temsilciler bu sene katıldı. Gerek ABD'de gerekse Kudüs'te gerçekten çok değerli gözlemler yapma imkânı bulduk[17] diyen Bay Ahmet Davutoğlu, işte bu marifet ve meziyetleri nedeniyle AKP iktidarı Dış İşleri Bakanlığına atanıyordu.
Mooncular “Kitlelerin yoğun ilgisini çeken Futbola da el atmıştı. Seul'de, her girişimin adında yer aldığı gibi, amaç “barış” olarak açıklamıştı. 10 Temmuz 2003 futbol turnuvasına Fransa'dan Olympique Lyonnais, Güney Afrika'dan Kaizer Chiefs, Almanya'dan TSV 1860 München, ABD'den Los Angeles Galaxy, Hollanda'dan PSV Eindhoven, Uruguay'dan Club Nacional de Football ve Güney Kore'den de Seongnam Ilhwa takımları katılmıştı. Türkiye'den de Beşiktaş Spor Kulübü Futbol Takımı turnuvada yerini almıştı. Birinciye 2 milyon dolar ve ikincinin de 500.000 dolar ödül aktarıldı. Bu haber Türkiye'deki bazı gazetelerde kısaca yer aldı. Ama “Moon tarikatının düzenlediği turnuva” sözleri ve Moon örgütlenmesiyle ilgili kısa bilgiler aktarıldı. Bu durumda Din-Kilise-Futbol ilişkisi üzerine akla gelebilecek sorulara yanıt da Zaman gazetesinde çıkmıştı. Fatih Üniversitesi öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Ali Murat Yel, kutsallık ile futbol ve din arasındaki ilişkinin teorik temellerini ortaya koyan ilmi(!) bir yazı yayınlamıştı. Öğretim üyesinin yazısındaki satırlar yeterince aydınlatıcı ve tarikat-futbol ilişkisini eleştirenlere de ilginç bir yanıttı: İşte Fetullahçı yazarın saptama ve sapıtmaları:
“(..) Futbol da, birçok özelliğinden dolayı yeni bir dini hareket olarak görülebilir. “Para-religious-Din gibi” olarak da adlandırılan bu hareketlerde dini herhangi bir unsur olmamasına rağmen pek çok hususta dine benzer özelliklere rastlanılmaktadır.[18]
İşte Fetullahçıların din anlayışı ve İslamı yozlaştırma çabaları!?
1990'lı yıllarda Moon Hazretleri'nin PWPA örgütünün Türkiye etkinlikleri iyice yaygınlaşıyordu. Medeniyetler arası Diyalog, Bediüzzaman Said-i Nursi Konferansları adı altında yapılan toplantılara Amerika'dan gelip konuk olanlar çoğalıyordu. Bu adamlarla ilgili övgülere Aksiyon dergisinde, Zaman gazetesinde bolca rastlanıyordu.
AKP'li ve Fetullah Gülen'ci Belediye Başkanları eliyle, tarihi camiler yıkılarak, kiliseler açılmaya başlanmıştı:
755 yıllık camiyi yıkıp Moon-Presbiteryen müritlerini karşılamaktan utanılmamıştır. Özellikle 2000-2002 yılları arasında dünya mirası, dinlerarası diyalog, din-inanç turizmi denilerek bizzat hükümet tarafından uygulanan projeyle cemaatsiz kiliseler kurulurken, antik kiliseler de yenilenmiştir. Aynı dönem içinde sayısız tarihi cami ise ya yıkıma terkedilmiş ya da bilerek ve istenerek yıkılmıştır. Bunun son örneği Türklerin 1211 yılında kurdukları Denizli kentinde yaşanmıştır. “Denizli'de Türklerin ilk yerleşimde kurdukları ve sayısız depremden sonra onarıp açık tuttukları, 755 yıllık Ulu Cami ve tarihsel Selçuklu minaresi birbirini izleyen 2 gecede belediye” ekiplerince yıkıldı. Bu yıkımın ardından yedi gün geçmeden yörede devlet eliyle yenilenen 11 kiliseden biri olan ve yüzlerce yıldır kullanılmayan antik Pamukkale Kilisesi'nin yıkıntıları arasında ayin düzenlenmiştir. Ayini düzenleyen birinci grup Amerikan Presbiterian kilisesi mensuplarıdır. Bu grubun başında Amerikalı papaz Bruce McDovvell ve Papaz İlhan Kekinöz bulunmuştur, ikinci 25 kişilik grup ise Unification Church bağlılarıdır.[19]
“Ayinciler devlet yöneticilerinden vali yardımcısı Musa Uçar'ı ziyaret etmişler ve ondan hediyeler almışlardır. “Bizans dönemi kalıntılarıyla Amerikalı papazın ya da Korelilerin ne tür bir dinsel ilişkisi olabilir? Onlar kendi inançlarına uygun ayin yapacak bir yer bulamamışlar mıdır?” gibi ilginç soruların yanıtını verecek bir laik rejime sahip çıkacak bir görevli herhalde vardır. Koreli misyonerler de deprem yıkımından yararlanarak sözde yardım diye yerleştikten sonra, dışı ev, içi kilise inanç merkezleri kurmayı başardılar. Örneğin Yalova yakınlarında, deniz kıyısında ev-kilise kuran misyonerler, üşenmeyip deprem bölgesini gezip topladıkları çocukları kiliselere ziyarete götürerek beyinlerini yıkamaktadır.
Uluslar arası örgütlenmeyi gerçekleştiren Moon Mason Tarikatı Amerika'nın desteği iledünya egemenliği ardında koşan devletlerin örtülü operasyon ilkelerini çağrıştıran önemli bir açıklama yayınlamıştı:
“Zamanı geldiğinde, dünyayı yönetmek için otomatik (olarak işleyen) bir teokratik düzene sahip olmalıyız. Siyaseti dinden ayıramayız. Hülyamda, bir evrensel siyasi parti var; bu parti tüm ülkeleri de içine almalıdır. Bir kolumuzla dini dünyayı, öteki kolumuzla da siyasi dünyayı kucaklayabiliriz. Evet, bu sözler Siyonist sermayenin küresel hâkimiyet hedefini yansıtıyordu. Bunları söyleyen kişinin liderliğini yaptığı cemaat, yüzlerce şirkete, vakıflara. okullara, üniversiteye, yayın evlerine, gazetelere, dini İlmi örgütlere, hoşgörü kuruluşlarına, vb. sahipti ve gençliğe büyük önem veriyordu. Onları örgütlüyor beyinlerindeki tüm inançları silip kendi safsatalarını yerleştiriyor ve yalnız cemaat içinde ve lideri için kapalı devre yaşamayı öğretiyordu. Politikacılar, yazarlar, sanatçılar, bilim adamları, cemaatin çevresinde toplanıyordu. Dünyanın bir çok ülkesinde kuruluşları olan bu cemaatin, kaynağı merak edilen parasının büyüklüğü hesap edilemiyordu. Söz konusu cemaatin lideri Amerika'da bulunuyordu. Cemaatin liderine “hazret-üstad” deniyor, ama o bir “Hoca Efendi” değildi. O Reverand (Hazret) Sung Myung (Moon) ve cemaatinin adı ise; Dünya Hıristiyanlığını Birleştirmek İçin Kutsal Ruh Cemiyeti, kısaca Unification Church (UC, Birleştirme Kilisesi) oluyordu.Moon'un, Kore istihbarat servisi K-CIA ile başladığı ve Amerika'daki siyonist yahudi stratejistlerin desteği ile parlayıp şöhret kazandığı bu şeytan tarikatında, Japonya'nın ilginç iş adamları, ABD politikacıları, ABD başkanları, Yahudiler Güney Amerikalılar, Katolikler, Protestanlar, Müslümanlar bulunuyordu. Moon'a göre dünyadaki kötülüklerin kökeninde “Adem” baba ile “Havva” ananın işledikleri günah yatıyordu. Bu yasak ilişkiden doğan çocuğun kanı da işte bu yüzden kirleniyordu. O nedenle insanlığın kurtuluşu ancak ve ancak, kanının temizlenmesine bağlı bulunuyordu. Temizleyici kan ise; dönemim gerçek ana-babası yani Moon ve Moon'un karısının damarlarında akıyordu. Artık asıl olan Adem ile Havva değil, kendilerini “true-parents” yani “gerçek ana-baba” olarak ilan eden Moon ve eşi sayılıyordu. Yeni ve temiz ana-babaların yetiştirilmesi, kurtuluşun en temel koşuluydu. Temiz ana-babalar ise ancak kutsal nikâh törenlerle birleşebiliyordu. “True-Parents days (günlerinde) Sung Myung Moon 'Hazretleri' binlerce yeni çifti kutsuyor ya da evli olanları yeniden nikâhlayarak toplu düğün düzenliyordu. Nikâhları kutsanan çiftler, Moon'un kanını temsilen birer kadeh şarap içiyordu. Böylece Adem ve Havva'nın şeytanla işbirliği yaparak kirlettikleri insan kanı da temizlenmiş oluyordu.
Moon'un gençlik örgütünün eski yöneticisinin gönderdiği mektuptaki şu bilgi bu işlerin, yalnızca kilise çevresini geliştirmek üzere, siyasal-bilimsel toplantılar düzenlenmesini aştığını gösteriyordu. Mektuptan okuyalım:
“… Dünkü New York Post (16 Aralık 1999) Moon'un 13 Şubat kitlesel düğün törenlerine (giriş) ücretinin 100 dolar olduğunu yazıyordu ama haberde bir eksilik vardı. Gerçekte evlenen çiftlerin binlerle ifade edilen dolarlar ödeme zorunluluğundan söz edilmiyordu.”
Moon'un Mesihliğinin nedeni ise şöyle belirtiliyordu: Moon'a göre Hz. İsa politik becerisi bulunmadığından, Hıristiyanlığı ve insanlığı kurtarmayı başaramıyordu. Bu nedenle Moon kendini Mesih olarak ilan ediyordu. Sorgusuz bağlanılacak her şeyh-dede-şef örgütünde olduğu gibi, eleman devşirilme işi, hem Moonculukta, hem Fetullaçılıkta beyin yıkama esasına dayanıyordu.
İnsanlığı kurtaracak bir 'Mesih' olarak, ortaya çıkan Moon'a kimse sahte peygamber diyemiyordu. Bu örgütle Fetullah Gülen'nin yapılanma modeli oldukça benzeşiyordu. Her ne kadar iki örgütün yükselmeye başlamaları Amerika'nın başlattığı, 1950'lerin komünizmle mücadele örgütlenmesine dayanıyorsa da, Moon Hazretleri, Amerika'ya uzaktan yaslanacağına, kendisini ABD'ye atmış ve kırk yıldan bu yana işin ana müteahhitliğine soyunmuş bulunuyordu. Fetullah Gülen ise: kırk yılın ardından farkına varmış ki; “Güç neredeyse orada olunmalıdır” der gibi, o da Amerika'ya taşınıyordu. ABD federal devlet yönetimiyle içli dışlı olmayı başaran Moon, her geçen yılın ardından kutsallığının en üst noktasına ulaşıyordu. Her yıl 10-15 Şubat arasında “Gerçek Ana-Baba”nın doğum günleri büyük gösterilerle ve ayinlerle kutlanıyordu. Tıpkı Peygamberlerin doğum günlerinin kutlandığı gibi. Bu arada, onun otellerinde intihar ölümleri de sıklaşıyordu. İki yıl önce kendi oğlu da aynı otelde intihar ediyordu.
Moon'un, Amerika'da merkezleşmeyi seçmesinin nedenini anlamak, şimdi daha iyi anlaşılıyordu. Moon Hazretleri, Yahudi Hahamlarından aldığı talimatları cin gibi anlayıp uyguluyordu, dünyanın değişik ülkelerine Hristiyanlık Kilisesi olarak gitmenin olanaksızlığını görmüş ve her dinden, her milliyetten insanlarla ilişki kurmak üzere entel örgütleri oluşturmuştu. Bilim adamları, barış kadınları, dinler arası federasyon, dünya üniversiteleri federasyonları gibi sayısız teşkilat kurmuştu. İşte bunlardan, PWPA (Proffesors World Peace Academy /Profesörler Dünya Barış Akademisi) ile dünyanın dön bucağında toplantılar düzenliyordu. PWPA' nın el atmadığı konu yoktu. “Sovyetler yıkıldıktan sonra ne olacak?”tan “Afrika'nın geleceği” ne, “Latin Amerika'nın borç sorunları”ndan “Ortadoğu'da ticaret ve barış süreci”ne, “İslamın sorunlarından” Ermenistan'ın kalkınma yollarına dek, akla gelebilecek ne denli konu ya da bölgesel sorun varsa, hemen hemen tümü için “konferans” ve “sempozyum” adı altında, 1973'den bu yana 400'ü aşkın toplantı düzenleniyordu.
Birleştirme Kilisesi Türkiye'ye nasıl sızmıştı?
PWPA'nın Türkiye'deki ilk başkanı ünlü siyasetçi Kasım Gülek oluyordu. Onun Koreli Moon'un kilisesince kurulmuş olan bir tarikatı Türkiye'de başkan olarak temsil etmesinin gerekçelerini anlamak zordu, ama onun yaşamına kısaca göz atmak bize bazı ipuçları veriyordu.
Kasım Gülek (Adana 1910- Washington 1996) İttihat ve Terakki üyesi Mustafa Rıfat Bey'in ve Tayyibe Gülek'in oğluydu. GS Lisesi ve Robert Kolej'de, Paris Ecole Science Politiques (1924-28), Columbia University (Dr.l928)'de eğitim görüyordu. ABD'de öğrenciyken Chase Manhattan Bank'da çalışıyor. Harvard Üniversitesinde işletmede “master” yapıyordu. Rockfeller bursuyla Berlin Üniversitesi'nde, Cambridge Üniversitesi'nde çalışmalar yürütüyordu. Cambridge rektörünün tavsiyesiyle CHP'ne giriyor, Bilecik Milletvekilliği, Bayındırlık Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı, CHP Genel Sekreterliği görevlerinde bulunuyordu. 1958 yılında Kuzey Atlantik Asamblesi Başkanı (1957-1959) Albay J. J. Fens, Menderes hükümetinden Türk heyetinin bildirilmesini istiyordu. CHP'den Nüvit Yetkin seçiliyor, ama harekete geçen CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek, Colonel (Albay) Fens'e mektup yazarak Nüvit Yetkin yerine kendisinin çağrılmasını öneriyordu. Konu Zafer Gazetesi'nde manşet oluyordu. Kasım Gülek, İnönü'ye böyle bir mektup yazmadığını söylüyor, ama bir gün sonra, gazete mektubun kopyasını yayınlayınca, İsmet İnönü, Kasım Gülek'e güvenemeyeceğini bildirerek, görevden ayrılmasını rica ediyordu. İnönü'nün 1950'den 1957'ye, dek görevde tuttuğu Kasım Gülek ile çalışma arzusu O'nun yabancılarla kurduğu sıkı dostluklarından ileri geliyordu.
Kasım Gülek, Kore Birleşmiş Milletler Komisyonu Başkanlığı (1950-1953) Kuzey Atlantik Asamblesi Başkanlığı (1968-1969), NATO Parlamenterler Konferansı Başkan Yardımcılığı ve Kontenjan Senatörlüğü de yapıyordu. Kasım Gülek'in yaşamında en ilginç teklif General McArthur'dan geliyor. Gülek'ten ABD'de kalarak senatör olmasını istiyordu!? 1980'li yıllarda Sung Myung Moon'un Türkiye ilişkilerini yürüten Kasım Gülek, Unification Church'ü güçlendirmek için büyük çaba gösteriyordu. Örgütü, ABD Büyükelçisi Şükrü Elekdağ'a “empoze” etmeye çalışıyordu. Kasım Gülek bu arada Fetullah Gülen'le dostluğu ilerletiyor ve onu ABD Büyükelçisi Morton Abramowitz ile tanıştırıyordu. Kasım Gülek, yaşlılık yıllarında yeniden CHP ile ilişki kuruyordu.
Kasım Gülek'in baldızı Aylin Radomisli, uzun yıllar ABD'de yaşıyor; Amerikan ordusuna katılıyor. Asya'da elçilik görevine atanacağı söylenirken, 19 Ocak 1995'de evinin bahçesinde ölü bulunuyordu. Ölümün nedeni araba kazası olarak kayıtlara geçiriliyordu. Aylin Radomisli'nin Türkiye'den ilginç konuklan oluyordu. Yakın arkadaşı Aylin Gönensay (Eski dışişleri ve devlet bakanlarından Emre Gönensay'ın eşi) bunlardan biriyle tanışmıştı. Bu adam Zaman gazetesinin ihtiyaçları için Amerika'daydı Kasım Gülek'in kızı Tayyibe Gülek, Teyzesi Aylin Rodomisli ile ABD'de yaşadı. Harvard'ı bitirdikten sonra, Türkiye iktisadını pek ama pekiyi yönetenlerin yuvası London School of Economics' te yüksek lisans yaptı. Türkiye'ye dönünce engin deneyimlerine güven duyularak Ecevit tarafından Başbakanlık Danışmanlığına atandı. Türkiye'nin Bakû-Ceyhan Boru Hattı Sekreterliğini yürütürken, Ecevit'lerin kontenjanından Adana Milletvekili (1999) olarak TBMM'ye taşındı. Ecevit onu ABD gezilerinde hep yanında bulundurmaktaydı. Tayyibe Gülek Temmuz 2002'de Kıbrıs'tan sorumlu devlet bakanlığı görevine atanmıştı.
ABD'lilerle 1920'li yıllardan beri içli dışlı olan Kasım Gülek, moon tarikatı elemanlarının da katıldığı ilk toplantıyı, 1982'de İstanbul'da yapmıştı. Bu toplantılarda Moon'un Ortadoğu Temsilcisi, Thomas Cromwell başta olmak üzere Moon'un örgütlerinden ve yerlilerden birçok yönetici katılmıştı. Toplantıların konuları da kafa karıştırıcıydı: 21 Yüzyıl Eğitimi ve Türk Yunan İlişkileri! Bu toplantılara katılan Türk büyükleri de ilginç insanlardı: Emre Gönensay, Sabahattin Zaim, Erkek Akurgal, İlahiyat Fakültelerinin dekanları, sanatçılar, ünlü Belediye Başkanlarından Gülay Atığ, Semra Özal, Diğer uluslar arası toplantılara katılanlar arasında, Deniz Baykal, Hayri Erdoğan Alkin, Handan Kepir gibi tanınmışlar da vardı.
Moon'un PWPA toplantılarında en sık görülen İlahiyatçıların başında Salih Tuğ gibi İlahiyat Fakültesi dekanları geliyordu. İlim Yayma Cemiyeti üyelerinden ve Aydınlar Ocağı eski başkanlarından Salih Tuğ 1997'de Kanal 7 televizyonunda Fehmi Koru ile programa çıkıyor ve Moon'un Church hareketini öve öve bitiremiyordu. Bu toplantılara katılmış olan Yaşar Nuri Öztürk, Moon'un İlahiyatçılara 45 gün süren Amerika gezisi ayarladığını söylüyordu. Anlaşılıyor ki, (Birleştirme Kilisesi), Hıristiyan ya da Müslüman ayırt etmiyor, önüne geleni birleştiriyordu. Fetullah Gülenden, Dolandırıcı Bayan Belediye Başkanını, Cumhurbaşkanı'nın hanımından Devlet Bakanlarını ve daha nice etkili ve etiketli adamı yan yana getirebiliyordu. Bu ayrı bir kitap dolduracak kadar geniş bir konuydu. Moon'un Türkiyeli Masonlar ve tarikatlarla ilişkileri hep gizli tutuluyordu ve Fetullah Gülenin Kasım Gülekin cenazesindeki üzüntüsü şimdi daha iyi anlaşılıyordu. Şimdilik, Unification Church'ün yayınlarına göre toplantıları kısa bir listede toparlamak yararlı olabilirdi:
1982 Roma: Kasım Gülek,
1982 İstanbul Hazırlık Toplantısı: Bu toplantıyı Moon'un sağ kolu Chung Hwan Kwak vönetivor ve Kasım-Nilüfer Gülek Türkiye düzenlemesini yapıyorlar.
1984 Roma: Hayri Erdoğan ilkin (Konferans Başkanı olarak),Prof. Sabahattin Zaim
1986 İstanbul Hilton “21. Yüzyılda Eğitim” Kasım Gülek, Sabahattin Zaim. PWPA' nın ABD başkanı Nicholas Kitrie ve Yunanistan'dan Evanghelos Moutsopoulos da katılıyor.
1986 İstanbul Hilton: “Türk-Yunan İlişkileri” Sabahattin Zaim, Ekrem Akurgal, Emre Gönensay (Sonra başbakan Danışmanı, T.C Dışişleri Bakanı, Nilüfer Gülek'in kardeşi Aylin Radomisli'nin Amerika'dan yakın dostu), Kasım Gülek.
1987 Chicago: Kasım Gülek
1988 Londra: Prof. Handan Kepir Sinangil (Robert kolej /Bosphorus. Un)
1991 İstanbul President Oteli.
1994 İstanbul the Marmara Oteli.
1996 İstanbul (1-14 Haziran).
Öteki katılımcılar: Deniz Baykal, Işılay Saygın, Mehmet Aydın (9 Eylül Üniv. İlahiyat Fak. Dekanı, Abant toplantıları yöneticisi, (18 Kasım 2002 AKP) Abdullah Gül ve Recep Erdoğan Hükümeti Devlet Bakanı), Sabri Orman, Ali Şafak E. Ruhi Fığlalı, Gülay Atığ (Aslıtürk), Semra Özal, Nilüfer Narlı, Nevzat Yalçıntaş, Lütfü Doğan, Osman Zümrüt, Şerafettin Gölcük, Salih Tuğ, Fehmi Koru, Barış Manço, Ayseli Gürsoy.
ABD'den İstanbul toplantılarına katılanlar arasında Moon'un has adamları Richard Rubinstein, Nicholas Kittrie'nin yanı sıra Yunanistan'dan, Ürdün'den, Mısır'dan, Kore'den gelenler vardı. Kasım Gülek'in, ölümü üzerine, PWPA'nın Türkiye başkanlığını Dr. Hayri Erdoğan Alkin üstlendi. Hayri Erdoğan Alkin, eski adıyla Robert Kolej devamıyla Bosphorus University'de profesörlüğünün yanı sıra Türk Ekonomi Bankası (TEB) yönetim kurulu üyeliği yapmaktaydı. İlkin, aynı zamanda NED'den büyük parasal destek alan ve Türk Dışişleri politikasını yönlendirmeye çalışan TESEV'in de danışmanıydı. Hayri Erdoğan Alkin, Moon'un kurduğu PWPA'nın yayınlarına yansıyan bilgiye göre, PWPA'nın Avrupa toplantılarına katılmıştır. Yine Boğaziçi Üniversitesi'nden Handan Kepir Sinangil de, Avrupa toplantılarına katılmıştır. Anımsanacağı gibi, Hayri Erdoğan Alkin'in oğlu ARI Derneği kurucuları arasında yer almıştır.
Moon'un 1000'i aşkın kuruluşlarından en ilginci olan Global image Association bir zamanlar Türkiye'nin “lobi” işlerini yapmıştır. Ve milyonlarca dolar karşılığı ülkemizi dünya'ya tanıtmıştır.
“Moon”culuk ve “Mason”lukla Atatürkçülük uyuşmazdı!
1919 Haziran'ın da Anadolu'nun doğusunda bir Ermeni devleti kurulmasını sağlayamayan ABD, Gümrü Anlaşmasıyla Türkiye'nin doğu sınırlarının da güvence altına alınması ve Sakarya boyunca Yunan saldırısının da püskürtülmesi üzerine, İstiklal Savaşı'nın Ankara'daki Milli Yönetim'in lehinde sonuçlanacağını hesap etmiş olmalı ki, İngilizlerin silahlı istilâ planlarına karşılık kaleyi içerden fethetmek için sinsice isteklerde bulunmaya başlamıştı. ABD, elbette bu mandacılığın peşini bırakmayacaktı. Nitekim, savaş ortamında yurdumuzun düştüğü zayıflıktan yararlanmak için Öksüzler Yurdu ve örnek çiftlikler kurarak, ABD Anadolu'da yerleşmek istemiş ve bu isteği Ankara'ya iletmişti. Meclis Başkanı Mustafa Kemal, hemen İçişleri Bakanlığı'na bir muhtıra yollayarak uyarıda bulunmuştu. Bu muhtırayı dikkatle okuyalım:
İşte Atatürkün uyarıları:
Ankara Büyük Millet Meclisi Hükümeti, ülkenin bayındırlaşmasına, öksüzlerin rahatlamasına, genel sağlık ve ekonomimizin düzeltilmesine yönelik girişim ve çalışmaları teşekkürle kabul eder.
Ancak, bu konuda gerek uzak, gerek pek yakın geçmişte, bize oldukça pahalıya patlayan deneyimlere dayanarak bir takım kaygılarımızı açıklama gereği vardır.
Şimdiye kadar ülkemizde ekonomik amaçlarla, politik ve bilimsel çalışma (yapan) kurumlar ve yabancılar özellikle aşağıdaki amaçları izlemişlerdir:
1- Ülkemizdeki çalışmalarından korkunç bir ekonomik ve politik kazanç sağlamak. Bizim için en zararlı olanı bunlardır.
2- Bir bölgede elde edecekleri ekonomik yetkiye (imtiyaza) dayanarak o bölgenin sahibi olmaya çalışmak.
Bu gibilerin ülkemizde bir daha çalışmalarına kesinlikle izin verilmemesi kararlaştırılmıştır. Böyle yapmakla yalnız kendimize değil, bütün insanlığa olabildiğince büyük hizmet ettiğimize inanıyoruz. Dolayısıyla Genel Savaşı (Birinci Dünya Savaşı)'nı çıkaranlar, bu gibi amaçları izleyen paralı gruplar ve onlara alet olan politikacılardır:
3- Ekonomik amaçla, bilim ve insanlık (yararı) görüntüsü ile yurdumuza gelip, ilerde istila (işgal) hazırlamak için, etnik toplulukları gerek hükümete, gerek birbirlerine karşı kışkırtmak. Bu gibiler hem 1. dünya savaşının hem ülkemizdeki korkunç katliamların düzenleyicileridir.
4- Yurdumuzda, yalnız bilim ve insanlık amaçları ile çalışmakla birlikte, ruhlarında bulunan Hıristiyanlık duygusu nedeniyle, hemen Hıristiyan azınlıklarla ilişki kurmak ve ister kasıtlı, ister kasıtsız olarak, aralarında azınlıkların da yaşamakta olduğu Müslüman topluluklardan ayrılma isteğini propaganda etmek ve kışkırtmak.
Bu gibilerin gerek Müslümanlara, gerek iyiliğine çalıştıkları(nı ileri sürdükleri) Hıristiyan azınlıklara, aralarında yaşamakta oldukları İslâm çoğunluğuna (karşı) baskı yapılmasını aşılamakla, ne denli insanlık dışı bir biçimde çalıştıkları ve bu yüzden meydana gelen cinayetlerden sorumlu oldukları ortadadır.
Hükümetlerimiz bu gibilerin de özgürce çalışmalarına izin verdiğinde Müslüman ve Müslüman olmayan bütün uyruklarına karşı pek ağır bir sorumluluk yükü altına girmiş bulunacaktır.
Buna izin vermek, çocukları yaşayacakları çevreye düşman ya da hiç olmazsa yabancı olarak yetiştirmek ve (çocukları) yaşayacakları çevre ile çatışmak zorunda bırakmaktır. Bu ise, gerek o çocukların, gerek içerisinde yaşayacakları halkın yıkımını hazırlamaktır.
Bunu yasaklamak hükümetin görevidir. Bundan dolayıdır ki, Amerikalılarca örnek çiftlik vb kurumlar kurup, buralarda kendi uyruğumuzdan olan binlerce çocuğun Türk hükümetine ve ulusuna karşı sevgisiz ve uyumsuz duygularla yetişmelerine izin veremeyiz.[20]
Mustafa Kemal, muhtırasını, diplomatik bir dille yapmıştır. Amerikalıların kurmak istedikleri sözde örnek çiftliklerin yönetiminin ve çalışan çocukların eğitiminin Türk hükümetinin atayacağı görevlilerce yürütülmesini, bu gibi yerlerde çalışacak, öksüzler arasında ırk ve mezhep ayrımı gözetilemeyeceğini belirterek, bu şeytanlığa fırsat tanımamıştır. Onun duyarlılıkla ve devlet adamı sorumluluğuyla ayrımcılığa ve karıştırıcılığa gösterdiği bu tepkisinde söz ettiği acı deneyler arasında Osmanlı yönetiminin ve İttihatçı mason hükümetlerin vurdumduymazlıkla izin verdiği Anadolu illerindeki Amerikan konsolosluklarının: Hıristiyan azınlıkları ve özellikle Ermenileri eğiten misyoner okulları kurmaları, azınlıklara birer ABD pasaportu vererek onları Amerikanlaştırmaları ve misyoner okullarını, manastırları silah deposu haline getirmeleri ve sonunda terör eylemleri ve devlete isyan girişimleri bulunmaktadır.
Osmanlı'nın son döneminde İttihat Terakkicilerinde desteği ile yabancıların işlettiği okul sayısı, 98'dir. Bu işi yalnızca savaş öncesi durumun bir özelliği olarak göstermek de yanıltmanın bir parçasıdır. Mustafa Kemal'in Amerikan okullarının yıkıcı etkisini bilmemesi düşünülemez. Amerikalıların Talaş Koleji'nde 1880 yılı ders programında, Ermenice ve Rumca Gramer, Osmanlıca İncil, Hıristiyanlara göre tarih derslerinin yanı sıra Amerikalıların 3 ayrı yerdeki matbaada, Ermenice, Rumca, Bulgarca, İtalyanca, Ladion (İspanyol Yahudi dili) dillerinde, kitap yayınladıkları bilinmektedir. Mustafa Kemal, kültürel işgalin sonuçlarını iyi değerlendirmektedir. Sözde öksüzler yurdu kurma gibi insancıl girişimin altındaki azınlık örgütleme plânının yattığını elbette biliyordu. 1922 yılı başında, ülke işgal altındayken ve en zor koşullarda yaşanırken yazılmış olan bu muhtıradaki değerlendirmeye “komplo teorisi” diyebilecek bir kişi olabilir mi? Buna “komplo uydurması” diyenler, Reagan'ın 1982'de koyduğu adla “demokrasi projesi” nin Yugoslavya'da, Çekoslovakya'da, Balkanlarda, Asya'da, Afrika'da, Orta ve Güney Amerika'da, Irak'ta, Venezuela'da yol açtığı sonuçlarını unutsa da, bunların Türkiye'deki etnik ve dinsel kışkırtmalarını Lozan'ın yeniden gözden geçirilmesi dayatmalarını yok sayması mümkün değildir.
Mustafa Kemal'in, 27 Aralık 1919'da yabancılarla yatıp kalkanlara verdiği şu yanıtı okuyunca; Bugün Atatürkçü geçinen ABD uşaklarına ve AB aşıklarına şaşmamak imkansızdır!
Şimdi bir kez daha Mustafa Kemal'i dinleyelim:
Tekrar ediyorum, aleyhimizde ileri sürülen değerlendirmeler yanlıştır. Bu gerçek, (hem) tarih, (hem de) mantık açısından sabittir. Bu hususu, yalnız Batı'ya değil, hatta vatandaşlarımıza da, ehemmiyetli bir surette ihtar etmek gereğini duyuyorum. Çünkü ender de olsa, üzülerek işitiyoruz ki, milletin tarihini okumamış veya milli duygudan yoksun kalmış olan bazı kişiler, yabancıların, aleyhimizde ileri sürdükleri suçlamaları reddetmedikleri gibi, vatanını ve milletini kusurlu göstermekten de çekinmiyorlar. Bugün bile, sultani mektebinin salonlarını aleyhimizde konferans verdirmek için yabancılara açanlar var. Bu gibilere lanet olsun!”
Şimdi bize şöyle sorulup sataşılmaktadır:
O kadar din düşmanı varken, niçin dindar kişilerle uğraşıyorsunuz?
Çünkü din tahribatı iki türlü yapılamaktadır:
1- Açıkça saldırmak, taarruza kalkışmak ve yasaklamak,
2- İslamın özünü boşaltmak, ılımlaştırıp zalim ve kâfir dünya düzenine uyumlaştırmaktır.
Birincisi inkârcıların, zorbaların ve barbar batılıların âdetidir. İşte Çanakkale, Irak ve Filistin bunun örnekleridir. İkincisi dindar ve İslama hizmetkâr kılıklı münafıkların, makam ve menfaat karşılığı dış güçlere kiralık marazlıların yöntemidir. Ve maalesef münafıkların tahribatı kâfirlerinkinden daha etkili ve tehlikelidir. Bizim derdimiz, eğer birileri, bilmeden dinimize ve devletimize karşı hazırlanmış tuzaklara takılmışsa veya bilerek şöhret, servet ve etiket karşılığı dış güçlere satılmışsa, bunların tahribatlarına dikkat çekmek, milli birlik ve dirliğimize yönelik hain girişimlere fırsat vermemektir. Yoksa belgesiz ve bilgisizce kimseyi suçlamak değildir.
Kurana göre münafıklar:
Onlar müminleri bırakıp kâfirleri (ve İslam düşmanı kitap ehlini) veliler (dost ve müttefikler) edinirler. Bu (ahmak ve kaypaklar) izzeti (şeref ve desteği) onların yanında aramaya yeltenirler (Nisa: 139)
Münafıklar Hz. Muhammete (A.S.) ve ondan önce indirilenlere gerçekten inandıklarını öne sürdükleri halde, (İslamın adalet hükümlerinin hâkimiyetini değil) TAĞUTİ GÜÇLERİN (zalim ve hain merkezlerin) hükmü altına girmeyi istemektedirler (Bak. Nisa: 60-61)
Ve Kuranı Kerim bizlere sadece saldırgan kâfirlerle değil, aynı zamanda sinsi ve tahripçi münafıklarla da mücahade ve mücadele etmemizi emretmektedir:
Ey Nebiy! Kafirlerle ve münafıklarla cihat et ve onlara karşı sert ve caydırıcı davran.. (Tevbe 73)
Bu nedenle sen ((tebliğle) emrolunduğun şeyi (onları çatlatırcasına) açığa vur ve müşriklere aldırış etme Hicr: 94)
Ki:
Böylece helak olacak kişi (uyarılmadım, anlamadım gibi bir mazerete sığınmasın diye) apaçık bir bilgi ve delilden sonra helake uğrasın; (manen ve imanen) diri kalacak kişi de apaçık bir delil ve bilgiyle hayatta kalsın (dünyada izzete, ahirette cennete ulaşsın) (Enfal: 42)
ABD ve AB Normlarına Göre Ayet ve Hadis Ayıklama Sapkınlığı!
Şu iki şey on dört asırlık İslam tarihinde benzeri görülmemiş bir hıyanet ve bidattir: Birincisi Kuranı AB standartlarına ve küfür ideolojilerine uydurmak için bile bile yanlış yorumlayıp anlamını saptırmak. İkincisi Resulullah Efendimizin (Salat ve selam olsun ona) sahih hadislerini AB normlarına, Feminizm ideolojisine ve Darwinist laikçilik ilkelerine göre ayıklamak.
Kuranı AB normlarına göre yorumlamak, cihat ve şeriat ayetlerini çıkarmak ve sahih hadisleri yine bu normlara göre ayıklamak, küfre kadar varabilecek bir sapkınlıktır.
Her uyanık Müslüman bilir ki:
1- Allah katında hak, geçerli, makbul din İslamdır. Başka hak ve hanif din yoktur.
2- Kuranda Kısasta sizin için hayat vardır buyrulmaktadır.
3- Zina haramdır, büyük günahtır ve muhsan olanlar için cezası ağırdır.
4- Faiz ve riba haramdır. Kuran faizciler için onlar Allaha ve Resulüne savaş açmışlardır buyurmaktadır.
5- İslamda ailenin reisi erkek, sorumluluk makamında kavvamdır.
6- İslamda dini ve dünyevi, maddi ve manevi ayrımı yapmak, Kuranın bazı hükümlerini alıp, bir kısmını gereksiz görüp bırakmak şirk sayılmıştır. Din hükümleri bir bütündür ve dinî olsun, dünyevi olsun bütün konuları ve meseleleri kapsamaktadır.
7- İslam dini hiçbir ideolojiye göre yorumlanamaz, kısıtlanamaz, çarpıtılamaz, tahrife kalkışanlar münafıktır.
8- Feminizm, birtakım hüküm ve prensipleri İslama uymayan sapık bir ideolojidir, İslamla bağdaşması imkansızdır.
Hiç şüphe ve tereddüt yoktur ki, AB normlarının, M. Kemal'in ölümünden sonra çıkartılmış Kemalizmin ve Feminizmin İslama aykırı olan, İslama ters düşen bütün hükümleri ve ilkeleri bâtıldır, yanlıştır.
Resul-i Ekrem Efendimizin (Salat ve selam olsun ona) hadîslerini AB normlarına, Feminizme, Kemalizme, din düşmanlığı şeklinde uygulanan laikliğe ve BOP'a göre ayıklamak ve yorumlamak küfürdür, zındıklıktır.
Tekrar ediyorum: Böyle korkunç bir bid'at on dört yüz yıllık İslam tarihinde yapılmamıştır. Birtakım bozuk ilahiyatçılar Ehl-i Sünnet Müslümanlığına cephe almışlardır. Onlar mezhepleri ve fıkhı inkar edip reformculuğu savunmaktadır. Elbette hadîs tasnifi yapılabilir ama bu hizmete ancak ehil ve emin muhaddisler, ulema ve fukaha layıktır.
Birtakım derin güçler ülkemizde Ehl-i Sünnet dışı Ilımlı İslam yeni bir din türetmeye çalışmaktalar. Kur'anı kendi hevalarıyla yorumlayarak, hadîsleri ayıklayarak, fıkhı ve Ehl-i Sünneti horlayarak Siyonistlerin, Haçlı emperyalistlerin, Masonik kesimlerin, Kemalistlerin, AB'nin, Feministlerin, istediği gibi Şeriatsiz laik bir İslam uydurulmaya; Müslümanları müsalli Müslüman olmaktan çıkartıp musallâ Müslümanı haline sokmaya uğraşmaktadır[21]
İslamın bütün doğal kurumları, sosyal ve orijinal kurallarıyla uygulanmasına: siyasal İslamcılık, Kökten Dinci aşırılık gibi uyduruk kavramlarla karşı çıkan Batılıların ve yerli masonların, ILIMLI İSLAM SAFSATASINA ve emperyalizmin hizmetçisi din istismarcılarına açıkça sahip çıkmaları, aslında her şeyi ortaya koymaktaydı ve artık Müslümanların uyanmaları ve bu oyunları bozmaları lazımdı
Asla unutmayalım ki:
Onların ağızlarıyla (üfürük cinsinden lafları ve yazılarıyla) Allahın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa Allah Kafirler kıcık alsa da kendi nurunu tamamlayacaktır. Elçilerini hidayet (rehberi Mehdiyet görevi) ile gönderen odur. Öyle ki, müşrikler kerih görse (ve asla arzu etmese)de Allah dinini bütün (Batıl) dinler üzerine üstün ve hakim kılacaktır (Saff: 8-9)
ŞİİR
İbni Selül biter mi, İbni Sebe yaşıyor
Münafık tanımaya, ilmü hidayet gerek!
Ilımlı İslam diye, sinsi virüs taşıyor
Gerçeği konuşmaya, dinü dirayet gerek!
Siyonizmin zulmüne, fetva veren pirini
Yahudi Hıristiyan, desteklerse birini
Fırat yüz sene aksa, temizlemez kirini
Deccalizmi yıkmaya, avnü inayet gerek!
Doğruyu arayana, Mevla medet buyurur
Hâşâ mahrum bırakmaz, Hak nidasın duyurur
Derdi dünya olanı, din satarak doyurur
Gerçeği gizleyene, ilahi lanet gerek! (Bak. Bakara: 159)
[1] 06 / 12 / 2012 http://haber.gazetevatan.com/ilginc-bir-kare/497578/1/Manset
[2] Graham Fuller / Siyasal İslam'ın geleceği / Sh:220-223 / Timaş Yayınları
[3] Graham Fuller / Siyasal İslam'ın geleceği / Sh:214 / Timaş Yayınları
[4] (03.05.2010 / Tansu Akgün / Odatv)
[5] Prizma.2 / Sh:12-13
[6] Asrın Getirdiği Tereddütler / T.O.V yayınları / Sh. 200 ve 4. Sayfa
[7] Nevval Sevindi / A.g.y – Sh:39
[8] Prof. Alpaslan Işıklı / Sh:85
[9] Fetullah Gülen / F.F / C:2 / Sh:212
[10] Nevval Sevindi / A.g.y. Sh.39
[11] M. Emin Değer / Bir Cumhuriyet Düşmanı / Sh:283
[12] Fetullah gülen / Papa'ya Mektup / 09 Şubat 1998
[13] Akşam / Güler Kömürcü / 24 Eylül 2004
[14] Milliyet / 02 Eylül 1997
[15] Sivil Örümceğin Ağında / Mustafa yıldırım / 3. Baskı / Sh: 520
[16] Sivil Örümceğin Ağında / Mustafa yıldırım / 3. Baskı / Sh: 512-523
[17] Yankı / Ağustos Sh:30
[18] Zaman / 09 07 2003
[19] “Pamukkale'de sabah ayini” / Gündem (Denizli) / 24 Haziran 2002
[20] Mustafa Kemal'in el yazması ile Muhtıra/Belge no: 1125 / ADP: Cilt 1, Sh:384; Mustafa Onar, Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları II, T.C. Kültür Bakanlığı Atatürk Dizisi, Ankara 1995
– Bak: Sivil Örümceğin Ağında / Mustafa Yıldırım / Sh:564-568 / 3. Basım
[21] Milli Gazete / M. Şevket Eygi / 05 12 2012