GAZANIZ MÜBAREK; ZAFERİNİZ MUHTEŞEM OLSUN!
Barış Pınarı Harekâtına katılmak üzere yola çıkan Mehmetçiklerin “Düğüne gidiyoruz!” sözleri, sosyal medyada paylaşım rekoru kırmıştı!
9 Ekim 2019 tarihinde; Türkiye'nin Güvenli Bölge oluşturmak amacıyla, Fırat'ın doğusuna yönelik haklı ve kararlı harekâtı Resulayn'daki YPG hedeflerinin vurulmasıyla başlamıştı. Türk askeri ve Suriye Milli Ordusu Fırat'ın doğusuna kara harekâtı başlatmıştı. Askeri kaynaklar Resulayn ve Tel Abyad'da 4 koldan giriş yapıldığını açıklamıştı. Millî Savunma Bakanlığı 181 hedefin ateş altına alındığını bildirmiş, F-16'lar 30 kilometre derindeki terör hedeflerini vurup dağıtmıştı. Barış Pınarı adı verilen harekâtın başladığını Cumhurbaşkanı Erdoğan Twitter'dan duyurmuşlardı.
“Düğüne gidiyoruz!” rahatlığı!
Fırat'ın doğusunda başlayan “Barış Pınarı Harekâtı”na, Kurandan Fetih Suresi okuyarak giden askerler dikkat çeken bir açıklama yapmışlardı. İmanlı ve kahraman askerlerimizin, “Düğüne gidiyoruz. Allah'ın izniyle düşmanların hepsini yok edeceğiz. Halkımızın duası olsun yeter!” ifadeleri, ahirete inanan ve şahadete koşan kahramanlarımızın ruh mayasını yansıtmaktaydı.
ABD ve İsrail'i yöneten Siyonist merkezlerin:
CIA ve MOSSAD ajanlarının güdümündeki IŞİD-DEAŞ militanlarını ve Suriye Irak sınırına yakın bölgelerde kamplarda ve cezaevi ortamında tuttukları, toplam sayıları aileleri ile birlikte 100 bine ulaşan sözde şeriatçı takımını askerimize karşı kışkırtmaları ve bütün suçu ve sorumluluğu da Türkiye'nin sırtına yıkmaları
Suriye'nin Rakka ve Deyrizor gibi petrol yatakları bölgelerine yığılan ve tırlar dolusu son sistem silahlarla donatılan, ayrıca pilotluk ve teknoloji kullanımı dahil her türlü eğitim imkânı sunulan, PYD-PKK eşkıyalarına hazırlanan özerk bölgelere fiili ve resmi bir statü kazandırmaları ve Suriye'yi parçalama planlarına bu harekâtla meşruiyet sağlamaları
Böylesine, tamamen haksız ve dayanaksız ithamlarla Türkiye'yi işgalci gösterme ve aleyhinde propaganda yürütme çabalarının hızlandırılması
IŞİD militanlarını ve PYD eşkıyalarını sivil halkın arasına katıp askerimize saldırtarak, mecburi nefsi müdafaa kapsamındaki eylemleri bahane ederek Türkiye, Suriye'de sivilleri katlediyor! yalanıyla aleyhimize dünya kamuoyunda kampanyalar başlatmaları ve Haçlı Batı güdümünde ortak cephe açmaları gibi kuşkularımızla beraber, Kahraman TSKmızın başlattığı Barış Pınarı Harekâtını haklı buluyoruz, canı gönülden destekliyoruz ve dualar ediyoruz. Bu şuurlu ve onurlu manzarayı görünce; Genelkurmay Başkanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığını hem de aynı günde ve aynı kanun maddesiyle oluşturan Aziz Atatürk'ün milli hedeflerini daha iyi anlıyoruz. Ancak Trumpın Cumhurbaşkanı Erdoğana yönelik hakaretlerin sineye çekilmesini hâlâ hazmedemiyoruz.
ABD Başkanı manyak ve mostra Donald Trumpın 9 Ekimde Türkiyenin Suriyede Barış Pınarı Harekâtına başladığı gün Sn. Erdoğana yazdığı bir mektubu Amerikan basını 16 Ekim akşamı yayınlamıştı.
Trump'ın Erdoğana 'Suriyede PKKlılarla anlaşmayı' tavsiye ettiği mektubu, şantajın, skandalın ve küstahlığın çok ötesinde bir utanç vesikasıydı. Çünkü Trump'ın mektubu Erdoğanın şahsında Türkiye Cumhuriyeti'ne ve Aziz Milletimize yönelik bir hakaret hezeyanıydı. Söz konusu mektupta Trump, Cumhurbaşkanı Erdoğana hitaben “Sen binlerce kişinin katledilmesinden, ben de Türk ekonomisinin yok edilmesinden sorumlu olmak istemem. Sert bir adam olma! Aptal olma! Seni daha sonra arayacağım.” ifadelerini kullanacak kadar zıvanadan çıkmıştı. Dünya tarihinde; İlk defa Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve Cumhurbaşkanlığının şahsi manevisine, her türlü diplomatik ve kişisel nezaket sınırlarını hiçe sayan böyle bir hakaret yapılmıştı” saptamaları haklıydı. Ama Sn. Erdoğanın neden anında tepki koymadığını ve devlet yönetiminin bu durumu örtmeye çalıştığını anlamak imkânsızdı. Bu saygısızlığın, bu küstahlığın resmi düzeyde de asla karşılıksız kalmaması lazımdı. Amerikan basını 16 Ekim akşamı ABD Başkanı Donald Trumpın 9 Ekimde, yani Türkiyenin Suriyede Barış Pınarı Harekâtına başladığı gün yazdığı bir mektubu yayınlar yayınlamaz, Türkiyede yer yerinden oynaması lazımdı. Trump, Erdoğana Suriyede PKKlılarla anlaşmayı tavsiye ettiği mektubunu, Sert adam olma! Aptal olma! cümleleriyle tamamlamıştı. Henüz kimse tarafından yalanlanmayan bu mektup utanç verici bir skandal ve küstahlıktı. Ne diplomatik ne kişisel nezaket kurallarına uyan bu haddini aşan mektup, Türkiye Cumhuriyetinin şimdiye dek karşı karşıya kaldığı en kötü hakaret sayılmalı ve en net ve sert biçimde yanıtlanmalıydı.
Bu skandal mektuba, Erdoğandan 17 Ekim sabah saatleri itibarıyla henüz resmi yanıt çıkmamıştı, ama CNN Türke konuşan Cumhurbaşkanlığı kaynakları, mektubun çöpe atıldığını en iyi yanıtın ise aynı gün saat 16.00da başlatılan askeri harekât olduğunu söylemekle halkımızı avutmaya çalışmışlardı. Aynı gün Ankaradaki ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence ve ekibiyle yapılacak görüşmelerde onlara bazı uyarıların yapılması da asla yeterli olmayacaktı. Mektuptaki skandal sadece Türkiye Cumhurbaşkanına karşı kullanılan saygısız üslupla sınırlı sanılmasındı. Mektuptan, Trumpın 9 Ekim günü YPG şefi General Mazlum ile görüştüğü, ondan aldığı bir mektubu da Erdoğana gönderdiği de anlaşılmıştı. General Mazlum, ya da Mazlum Kobani, Türkiyenin terör eylemleri nedeniyle en çok arananlar listesinde yer alan PKKlılardan Ferhad Abdi Şahinin takma örgüt isimlerinden sadece birisiydi, bir diğeri de Şahin Cilo olmaktaydı. PKK sıralamasında en üstlerde dahi yer almayan YPG şefi, 2015te ABD Özel Kuvvetler Komutanı Raymond Thomasın YPGnin PKK ilişkisi biliniyor, daha dostça bir isim bulun demesi üzerine Suriye Demokratik Güçleri SDG ismini uyduran eşkıyaydı, bunu da Thomas 2017de açıklamıştı.
ABD Başkanı Trump'ın 9 Ekim'de Cumhurbaşkanı Erdoğan'a gönderdiği çok tepki alan mektup, Kremlin Sözcüsü Peskov tarafından bile hayretle karşılanmıştı.
Barış Pınarı Harekatı'nın başladığı gün ABD Başkanı Donald Trump'ın Türkiye Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan'a gönderdiği ortaya çıkan mektup için Kremlin'den yapılan yorumlar enteresandı: Dili bakımından Trump için dahi yeni ve düşük bir seviye sayılan mektup Erdoğan'a hitaben, “Sert adamı oynama! Aptallık etme! Seni sonra arayacağım.” gibi ifadeler içermesi şaşkınlıkla karşılanmıştı. Kremlin Sözcüsü Peskov konunun kendisine sorulması üzerine sızdırılan mektup hakkında; Böyle bir dil kullanımına devlet liderlerinin yazışmalarında nadiren rastlanacağı, bunun son derece olağandışı ve aşağılayıcı bir tavrı yansıttığını vurgulamıştı. Şimdi Sn. Cumhurbaşkanımızdan, kurmaylarından ve yandaş yazar ve yorumculardan, en azından Rus Peskov kadar ciddi ve cesaretli bir yanıt beklemek herhalde hakkımızdı.
Türkiye'nin “Barış Pınarı Harekâtı” sonrasında, ABD Başkanı Donald Trump'tan gelen çelişkili açıklamalar kafa karıştırmaktaydı. Trump; Suriye'de PKK ile birlikte çalıştıklarını açık bir şekilde itiraftan sakınmamıştı.
ABD Başkanı Donald Trump, Beyaz Saray'da yaptığı açıklamalarda, ilk kez YPG için doğrudan PKK ifadesini kullanarak, “Barack Obama döneminde olduğu gibi Türkiye'nin ölümcül düşmanı olan PKK ile ortaklık yaptığınız zaman, bu son derece zor bir durum olur. Onlar uzun yıllardır birbirinden nefret ediyorlar.” itirafında bulunmuşlardı. Suriye ile ilgili kararının doğru olduğunu savunan Trump, Artık bu sonu gelmez savaşı bitirmenin zamanı gelmişti diyerek, ABDnin Ortadoğudaki varlığını da en kötü hata olarak vasıflandırmıştı.
Türkiye ve PKK savaşının ortasından çıkmalıyız!
Türkiye bunu (ABDnin bölgeden askerini çekmesini) bildiğiniz gibi uzun yıllardır istiyor. Onlar birbiriyle (Türkiye ve PKK) yıllardır savaşıyor. Biz bu savaşın ortasına bırakıldık. Bunun sadece 30 gün sürmesi gerekiyordu ama yıllardır oradayız. Şimdi taraflarla konuşarak oradan çıkma zamanı. Erdoğana ne hissettiğimizi söyledik ama her iki tarafla da konuşuyoruz. diyen Trump, bu sözleriyle Türkiye ile PKK-PYD ve IŞİD üzerinden savaşacaklarını mı vurgulamıştı? Trump Türkiyenin ekonomisine yönelik daha önceki tehditlerine ilişkin de Bunu daha önce Rahip Brunson olayında yaptım. Erdoğanın orada (Suriyenin kuzeydoğusunda) akıllıca davranacağına eminim, öyle umuyorum çıkışları da tam bir küstahlıktı ve Erdoğana Rahip Brunsonın bırakılmasıyla ilgili talimat verdiğini hatırlatmışlardı.
Türkiye IŞİDe göz kulak olacak! iddiası
ABDnin birçok IŞİD mensubunu da yakaladığına vurgu yapan Trump, Kürtler bu IŞİD mensuplarına göz kulak oluyor, onlar olmazsa bundan sonra Türkiye göz kulak olacak. Türkiye de en az bizim kadar bunların dışarıda gezmesini istemiyor ifadelerini kullanmış; ABDnin elindeki IŞİDlilerin birçoğunun Almanya, Fransa gibi Avrupa ülkelerinin vatandaşı olduğunu, ancak bu ülkelerin bu kişileri geri almak istemediğini belirterek, Bu kişiler benim ülkemden oraya gitmedi. Onlara (Avrupa ülkelerine) büyük bir iyilik yaptım görüşünü paylaşmıştı. Trump, ABDnin bölgedeki varlığını da bataklık olarak yorumlayarak, Şu anda orada başka ülkelerin yapmaları gereken işleri yaparak polislik faaliyeti gösteriyoruz. Rusyanın, İranın, Irakın, Türkiyenin, Suriyenin yapması gerekenleri biz yapıyoruz. Bunu onlar yapmalı. Biz niye bunu 7 bin mil uzaktan yapalım ki? ifadesini kullanarak, Türkiyeyi bir bataklığa soktuklarını anlatmaya çalışmıştı. Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Grahamin Türkiyeye karşı yaptırım tehditlerine ilişkin de açıklamalarda bulunan Trump, şunları hatırlatmıştı: Ben zaten Erdoğana gerekirse yaptırımlardan daha da öteye geçebileceğimi söyledim. Sanırım Lindsey burada (Suriye) 200 yıl daha durmak istiyor. Ama ben bu konuda hemfikir değilim. Erdoğan, Suriyelilerin geldikleri yere geri dönmelerini istiyor. Bunu nasıl yapacağına bakacağız. Bunu yumuşak bir şekilde yapabilir, daha sert bir şekilde yapabilir. Ama eğer adaletsizlik yaparsa büyük bir ekonomik bedel öder. Oysa bu Evangelist Senatör Lindsey Graham, Sn. Erdoğanın BM için gittiği ABD dönüşü özel görüştüğü insandı!?
Kürtlere destek itirafı
Trump, Kürtlerin kendi toprakları için savaştığını belirterek, Kürtler 2. Dünya Savaşında bize yardım etmediler, Normandiya'da bize yardım etmediler. Kendi toprakları konusunda yardımcı oldular. Bu farklı bir şey. Kaldı ki Kürtlere inanılmaz derecede büyük miktarda silah ve mühimmat anlamında para harcadık. itirafında bulunmuşlardı. Trump tüm bunlarla birlikte Kürtleri sevdiğini vurgulayarak, Ancak orada farklı fraksiyonlar var. Mesela PKK var, farklı bir oluşum. Onlar bizimle çalıştılar. Zor bir grup ama bizimle çalıştılar. Onlar kendi toprakları için savaşıyorlar diyerek, kirli niyetlerini ve gizli mahiyetlerini açığa vurmuşlardı.
ABD'nin teröristlere yardımı hızlanmıştı. YPG zorla militan toplamaya başlamıştı!
Terör örgütü YPG/PKK, işgalindeki bölgelerde üç günlük “seferberlik” çağrısı yapmıştı. Örgüt, zorla silâhaltına alma uygulamasını da hızlandırmıştı. YPG, Türkiye'nin Fırat Nehri'nin doğusuna başlattığı askeri harekât karşısında da sivil alanları kalkan olarak kullanmaktaydı. PYD sözcüsü olan ve bir zamanlar AKP iktidarınca devlet başkanı gibi Türkiye'de ağırlanan Salih Müslim ise sözlerini tutmayan ABD yönetimini eleştirmiş, fakat ABD ile iş birliğinin sürdüğünü vurgulamıştı! Suriye'nin kuzeyinde işgal ettiği bölgelerde üç günlük “seferberlik” ilan eden terör örgütü YPG/PKK, günde ortalama 20 genci zorla silahaltına almaktaydı. İşgalindeki bölgelerde üç gün boyunca “seferberlik” ilan ettiğini duyuran YPG/PKK, zorla silahaltına alma uygulamasını da hızlandırmıştı. Örgüt, Tel Abyad'ın yanı sıra Rakka, Resulayn ve Münbiç ilçeleriyle çevrelerinde ilk gün 130 genci zorla silahaltına almıştı.
Sivil yerleşimleri kalkan yapıyorlardı!
Terör örgütü YPG/PKK, Türkiye'nin Fırat nehrinin doğusuna başlatacağı askerî harekât karşısında sivil alanları kalkan yapmaya çalışıyorlardı. Şanlıurfa'nın Akçakale ilçesinin karşısındaki Suriye topraklarında yer alan Tel Abyad ilçesinde, merkez ve çevre köylerdeki silahlı noktalarda bulunan teröristler, yer değiştirerek ve siviller gibi giyinerek evlere yerleşmeye başlamıştı.
ABD, PYDye çok yönlü destek çıkmaktaydı!
Terör örgütü PYD sözcüsü Salih Müslim, işgalci ABD yönetimini sözlerini tutmadığı gerekçesiyle eleştirdi, fakat sınır hattı dışındaki alanlarda ABD ile iş birliğinin sürdüğünü vurgulamıştı. “Suriye'de ABD güçleri hâlâ var. DEAŞ hücrelerine karşı savaş sürüyor” diyen Müslim, “Deyrizor'da, Rakka'da vs. SDG (Suriye Demokratik Güçleri) ile beraber çalışıyorlar. Ama sınırdaki güçlerini çektiler. Amerikan askerlerinin diğer yerlerden çekilmesi gibi bir şey yok.” açıklamasını yapmıştı.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, “ABD'nin Suriye'deki politikası tüm bölgeyi yakabilir uyarısında bulunmuşlardı.
Lavrov, Kazakistan Dışişleri Bakanı Muhtar Tleuberdi ile görüşmesinin ardından düzenlediği basın toplantısında, Suriye meselesiyle ilgili açıklamalar yapmıştı. Irak'taki Kürtlerin, ABD'nin Suriye'deki eylemlerinden endişeli olduğuna dikkati çeken Lavrov, “ABD'nin Suriye'deki politikası tüm bölgeyi yakabilir. Bundan ne pahasına olursa olsun kaçınılmalıdır” diyerek, ABDnin Türkiyeye alan açmasına da dolaylı olarak karşı çıkmıştı. Lavrov, “ABD'nin Suriye'deki faaliyetlerinin çelişkili olduğunu ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin (BMGK), Suriye'nin toprak bütünlüğü ve egemenliği konusunda kararlarını ihlal ettiğini” vurgulamıştı.
Ruhani: Türkiye'nin güney sınırlarıyla ilgili endişeleri haklı
Öte yandan İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani Türkiyenin olası harekâtına ilişkin, “Türkiye hükümetinin güney sınırlarıyla ilgili endişeleri var ve endişelenmekte haklıdır. Türkiye'nin güvenlik endişeleri giderilmelidir. Bunun için doğru yol seçilmelidir.” değerlendirmesini yapmıştı. Ankara'daki Türkiye-Rusya-İran Üçlü Zirvesi'nde Türkiye'nin güneyi ve Suriye'nin kuzeyindeki sınırlarda güvenliğin Suriye ordusunun varlığıyla mümkün olduğunu söylediğini hatırlatan Ruhani, Amerikalıların bölgeden çekilmesi ve Esed rejiminin gelmesi için herkesin yardımcı olması gerektiğini hatırlatmıştı.
Trumpın “Türkiye ekonomisini yok edeceğim!” küstahlığı!
Trump açıklamasında “Daha önce önemle belirttiğim gibi yine tekrar ediyorum: Eğer Türkiye eşsiz bilgeliğim içinde sınırları aşma olarak değerlendireceğim bir şey yaparsa, daha önce yaptığım gibi Türkiye ekonomisi mahvedip yok edeceğim. Türkiyenin Avrupa ve diğer ortaklarımızla beraber olmasını bekliyorum.” ifadelerini kullanmıştı.
ABD'de Cumhuriyetçi Parti'nin önde gelen Senatörü Lindsey Graham, Türkiyenin Suriyeye girmesi durumunda Kongreden Türkiyeye yönelik yaptırım kararı alacaklarını ve NATO üyeliğinin askıya alınması çağrısı yapacaklarını açıklamıştı!
ABD Başkanı Donald Trumpın partisinden Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham, Türkiyenin Suriyenin kuzeydoğusuna girmesi durumunda, Demokratlarla ortak bir yaptırım tasarısını hazırlayacaklarını ve Türkiyenin NATO üyeliğinin askıya alınmasını sağlayacaklarını duyurmuşlardı. Senatör Graham, Twitter hesabından şu açıklamayı yapmıştı: “Demokrat Senatör Chris Van Hollen ile şimdi Suriyedeki durum hakkında konuştum. Suriyeye girmesi halinde Türkiyeye iki parti olarak yaptırımları getireceğiz ve DEAŞ'ın yıkılmasında ABDye yardım eden Kürt güçlerine (PKK/YPG) saldırmaları durumunda da Türkiye'nin NATO üyeliğinin askıya alınması çağrısı yapacağız.”
ABD'li senatörlerden Kongre'ye “gizli toplantı” çağrısı
ABD'li Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham ve Demokrat Senatör Chris Coons, Kongre'ye bir mektup göndererek, Başkan Donald Trump'ın, Suriye'nin kuzeyinden çekilme kararına ilişkin gizli toplantı yapılmasını talep etmişti. ABD'de, Trump'ın Suriye kararının yankıları devam ederken, senatörler Graham ve Coons, Senato Çoğunluk Lideri Mitch McConnel ve Demokratların Senato Azınlık Lideri Chuck Schumer'a bir mektup göndermişlerdi. ABD ordusu öncülüğündeki Birleşik Görev Gücü Doğal Kararlılık Operasyonu (SOJTFOIR), resmi Twitter hesabından “SDG” etiketi vermişti. SOJTFOIR, resmi Twitter hesabından “SDG” etiketi açarak, Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyindeki YPG/PKK hedeflerine yönelik olası askerî harekâtına karşı, YPG/PKK'ya destek mesajı vermişti. PKK'yı terör örgütü olarak kabul eden ABD, örgüte, iş birliğine kılıf bulma amacıyla SDG ismini vermişti.
İşte girmek için can attığımız Haçlı ABnin tavrı: Fırat'ın doğusuna harekâtın başlaması sonrası Finlandiya Başbakanı Antti Rinne, Türkiye'ye silah ihracatını askıya aldıklarını açıklamıştı.
Finlandiya Başbakanı Rinne, Türkiye'nin Suriye'nin kuzeydoğusuna yönelik operasyonunu kınayarak, Finlandiya hükümetinin Türkiye'ye veya savaşa katılan diğer ülkelere silah ihracat lisansı verilmeyeceğini açıklamıştı. Rinne, “Türkiye'nin eylemleri Suriye'deki hâlihazırdaki karmaşık krizi derinleştirmektedir. Tedbirlerin Suriye'deki insani durum üzerindeki etkileri konusunda çok endişeliyiz” ifadelerini kullanmıştı. Finlandiya'nın bu açıklaması, geçmiş dönemlerde Türkiye'ye uygulanan politikaları hatırlatmıştı. Bilindiği üzere bir dönem, İsrail Türkiye'ye Heron satmıyordu. İsrail'in bu konudaki tavrından vazgeçmemesi üzerine Türkiye, Erbakan Hocanın projeleri doğrultusunda yerli ve Milli İHA ve SİHA üretmeye başlamıştı.
HDP, Haçlı gâvurlarla aynı saftaydı!
Türkiye, Barış Pınarı Harekâtına girişince HDP İzmir Milletvekili Murat Çepni, hem de Meclis kürsüsünde İşgal başladı! diye bağırmıştı!
Türk ordusunun Suriye'nin kuzeyinde Fırat'ın doğusuna Barış Pınarı Harekâtını başlatması, Haçlı Batılılar kadar HDP'de de rahatsızlığa yol açmıştı. Oysa bu harekât ile Türkiye bölgedeki YPG ve DEAŞ'lı teröristleri etkisiz kılmayı ve Suriyelilere güvenli bölge oluşturmayı planlamıştı. Harekât başladığı esnada toplantıda olan TBMM Genel Kurulu'nda da Barış Pınarı Harekâtı gündeme taşınmıştı. Söz alan HDP İzmir Milletvekili Murat Çepni; “Savaş ve işgal başladı ve Meclis'te bu alkışlanıyor. Bunun hiçbir hukuki gerekçesi yoktur. Biz emirlerimizi halklarımızdan alıyoruz. Kuzey Suriye barış iklimidir. Orada Kürtler, Ezidiler, Türkmenler hep birlikte IŞİD'i yendiler. Bu operasyon IŞİD'i kurtarma operasyonudur. Bu operasyon Kürt halkına statü vermemek, IŞİD'i komşu yapma operasyonudur. Biz bu operasyona karşı çıkıyoruz.” diyecek kadar küstahlaşmıştı.
Meclis'te tezkereye 'evet' denilmesine ağır tepki veren HDP'liler, Kılıçdaroğlunun ilgili twitini görünce hırçınlaşmışlardı. HDP'nin eski Diyarbakır Milletvekili Sibel Yiğitalp, sosyal medya hesabından doğrudan Kemal Kılıçdaroğlu'na 'Ataların mezarında ters dönüyordur' diye mesaj atmıştı. Bu kararla (Barış Pınarı Harekâtıyla), Rojava ve Türkiye halkı çok büyük acı çekecek. Ve siz bu acılara sebep olan ve bununla birlikte siyasi hayatının da jübilesini yapan bir aktör olarak tarihe geçeceksiniz!!! diyen bir parti hâlâ niye kapatılmazdı. Çünkü Hükümet de, muhalefet de AB gâvuruna ve Mason localarına bağlıydı!
7 Haziran 2015 seçimlerinde, medya ve bazı partilerimizin sözcüleri, STK'lar, bilim adamları ile malum dış kaynaklar anlaşmış gibi seferber olmuşlardı. Niçin mi? Lütfen adını anlayarak okuyalım, “(HDP) Halkların Demokratik Partisi'ne PKK ile arasına mesafe koyması için yardım edelim, Türkiye Partisi olsun!” sloganıyla kampanya açılmıştı. Yardım nasıl mı yapılacaktı? Çok kolay; kampanyayı hazırlayanlar bunu da ayarlamıştı; Türkiye'nin her yerinden HDP'ye oy verilmesi yeterli olacaktı. Doğrusu “masum!” (münafıklık) kampanyası başarılı olmuştu ve HDP tarihinin en çok oyunu almıştı.
Selahattin Demirtaş, 7 Haziran 2015 seçim kampanyasında: “Türkiye'nin en hakiki gerçeği halklar ne kadar gerçek ise; sokakta temas ettiğiniz, fabrikada tarlada yan yana çalıştığınız arkadaşlarınız, ne kadar gerçek ve hakiki ise, işte HDP o kadar gerçek bir Türkiye partisidir.” diyerek hava atmıştı. (Gafillerin ve hainlerin sayesinde) HDP seçimlerde zafer kazanmıştı! Sonuçlarını çok sayıda sanatçı, yazar, gazeteci ve Avrupa Ermeni Federasyonu'ndan uluslararası gözlemcilerin katıldığı basın toplantısında değerlendiren Demirtaş; “Artık HDP gerçek bir Türkiye partisidir” vurgusunu bir defa daha tekrarlamıştı. Ayrıca, “Biz kimseyi mahcup etmeyen bir duruş ortaya koyacağız. Emaneten bizim yanımızda duranları gönülden HDP'li yapmak için daha çok çalışacağız” şeklinde konuşmuşlardı. (8 Haziran 2015)
(Sonunda bu karanlık kampanyanın taraftarları) Herkes muradına kavuşmuşlardı! Yine aldanan, aldatılan ve kaybeden Türkiye, Türk siyaseti ve Türk vatandaşıydı. Kazanan, asırlar ötesinden gelen Türk egemenliğini tanımayan, vatanı ve milleti parçalamak isteyen inkârcı bölücü terör örgütü PKK, siyasi partisi ve Ermeniciler ile sömürgeciler olmuşlardı.
Hendek operasyonları ve HDPnin arsızlığı!
7 Haziran seçimlerinden hemen sonra HDP'nin “özerklik” ilanlarıyla destek verdiği PKK, teröründe, Doğu ve Güneydoğu'daki birçok il ve ilçe harabeye çevrilmiş durumdaydı. Terör saldırılarında 793 güvenlik görevlisi şehit edilmiş, 314 sivil vatandaş hayatını kaybetmişti. 4 binin üzerinde güvenlik görevlisi ve 2 binden fazla vatandaş yaralanmıştı. HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, düzenlediği basın toplantısında operasyona bakışını şöyle açıklamıştı: “Hükümet güçleri derin bir cehalet örneği sergiliyor. Türkiye'de hendek ve barikat sorunu varmış gibi adını koyarak, 'yakacağız, yıkacağız' edebiyatıyla 100 yıllık siyasi sorun olan Kürt sorununu görmezden geliyorlar. Bu kadar süreç ve diyalogdan sonra bu konuma şaşırıyoruz. PKK dağa çıktığında yine 3-5 çapulcu dediniz. Bunun kriminal vaka olduğunu söylediniz. 1980'lerden bugüne geldik Şimdi aynısını Başbakan ve Cumhurbaşkanı söylüyor. İktidar yanlısı medya, aynı 'temizleyeceğiz' manşetlerini atıyor. Tanklarla, 10 bine varan kara gücüyle operasyonlar yapılıyor. 120 bin nüfuslu ilçeler, aylardır askeri abluka altında, bunu başarı öyküsü olarak anlatmaya çalışıyorlar. Ortada büyük bir fiyasko vardır. (Akşam, 6 Haziran 2018)
Bilindiği gibi HDP, bölücü terör örgütü PKK'nın TBMM'deki siyasi partisidir. PKK ve HDP, aynen Irak'ta olduğu gibi Güneydoğu ve kısmen Doğu Anadolu'muzda “özyönetim”, Türkiye'nin diğer kısmında “ortak vatan” dediği federal bir rejim kurma peşindedir. Aynen ABD-İngiltere ikilisi 2003'te işgal ettiği Irak Arap Cumhuriyetini (milli/üniter devleti) Irak Federal Cumhuriyetine dönüştürdüğü gibi. Buna göre ülkenin kuzeyi Erbil'de Kürtlere (Barzani-Talabani aşiretine) ait Irak Kürt Bölgesel Yönetimi-IKBY (Özyönetim), geri kalan kısmında Bağdat'ta Arap ve Kürtlere ait Federal Cumhuriyet kurdurmuşlardı. Böylece Irak ikiye bölünmüş, nüfusun yüzde 15'ini teşkil eden Kürtler, tek başına hem IKBY'nin egemeni, hem de Federal Cumhuriyetin ortağı olmuşlardı. ABD aynı işi şimdi, Suriye'de gerçekleştirmeye çalışmaktadır.
(Oysa AKP iktidara gelmeden önce) 2002'de bölücü terör sıfırlanmıştı. Bunun üzerine Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) çerçevesinde işgal edilen Irak'la eşzamanlı olarak, federal rejime dönüştürme çalışmaları, bir anlamda ülkemizde de başlatılmıştı. PKK ile görüşmeler; “Habur”, “Demokratik açılım”, beş defa “Oslo” ve İmralı hapishanesinde teröristbaşıyla varılan ve adına “çözüm süreci” denilen bu mutabakatlar döneminde terör örgütü dirilerek azgınlaşmıştı. 28 Şubat 2015 “Dolmabahçe Mutabakatı” üzerine sonuç alınamayacağı anlaşılınca, 13 sene sonra izlenen politikadan vazgeçilmiş ve teröristle mücadele başlatılmıştı. Ancak mücadele, PKK'nın amacı, ideolojisi ve dış desteği gibi önemli tarafları bir kenara bırakılıp, sadece “şiddet” ayağıyla sınırlı kalınca, terör bir türlü kazınamamıştı. Aksine, NATO müttefikimiz ABD'nin açık desteğiyle Irak ve Suriye'den ülkemizi kuşatmaya başlamışlardı. Bilinen bu gerçeklere rağmen günümüzde de medyada konuşanların, bazı parti yöneticileri, STK'lar ve aydınlarımızın, HDP'ye bir şans verelim, Türkiye Partisi olsun, PKK ile arasına mesafe koysun” gibi yaygın beyanları hâlâ duyulmaktadır. “HDP'yi kapatmayalım, yenisi kurulur” fetvaları da aynı marazlı mantığı yansıtmaktadır. Türkiye hukuk devleti ise, kanunlarımız ne diyorsa onun gereğini yapmamız lazımdır. Siyasi hesaplarımıza göre değil, hukuka göre hareket edilmezse, daha başımıza ne belalar geleceği unutulmamalıdır.[1] diyen değerli ve Milli duyarlı Sn. Sadi Somuncuoğlu elbette haklıydı. Ama kafalarımızı karıştıran bir durum vardı. AKP ile CHP, yani hükümet ile muhalefet, malum odakların ve AB kurumlarının şart koşmasıyla, kapatılmayı bin kere hak etmiş olan HDP'ye dokunmuyorlar ve tahterevalli oynuyorlardı. Peki, milliyetçi duyarlılıkları yüksek bilinen İYİ Parti'nin ve MHP'nin teşkilat ve tabanları niye, HDPnin kapatılması için bir önerge hazırlamazlardı? Yoksa bu partilerin kurmay kadroları da mı aynı küresel tezgâhın alt figüranlarıydı? Sn. Sadi Somuncuoğlu gibi aydınlarımızın, sürekli bu konuları konuşup yazmak yerine, etkili oldukları partileri bu yönde çaba harcamaya girişmeleri daha tutarlı bir tavır olmaz mıydı?
Teröristler Akçakaleye saldırmıştı!
Şanlıurfa'nın Akçakale ilçesine, Suriye'nin Tel Abyad ilçesinden roket ve havanlı saldırı yapılmıştı. İlçe merkezine peş peşe düşerek patlayan roket ve havanların şarapnel parçaları vatandaşların yaralanmasına yol açmıştı. Şanlıurfa Valiliği yaptığı açıklamada; 1'i bebek 2 kişinin şehit olduğunu, 46 kişinin de yaralandığını açıklamıştı. Bazı havan mermilerinin Kaymakamlık ve Milli Eğitim binalarına düştüğü de aktarılmıştı. Millî Savunma Bakanlığı, YPG/PKK'lı teröristlerin havan ve roketli saldırısına ilişkin şu açıklamayı yapmıştı:
“Fıratın doğusunu terör koridoru haline getirmeye çalışan PKK/PYD-YPGli teröristler halkın kullandığı bina, okul ve hastanelere gizlenerek, ülkemizdeki sivil yerleşim yerlerine havan ve roketlerle saldırı yapmıştır. Hiçbir insani değere sahip olmayan eli kanlı PKK/PYD-YPGli teröristlerin, ülkemizdeki sivil yerleşim yerlerine yaptığı havan/roket saldırılarında masum sivil vatandaşlarımız yaralanmıştır.”
Barış Pınarı, 2016 Cerablus (Fırat kalkanı) ve 2018 Afrin (Zeytin Dalı) operasyonlarının ardından, son üç yılda Suriye topraklarındaki üçüncü büyük askeri operasyon olmaktaydı. Önce Diyarbakırdan kalkan F-16 uçaklarının Akçakalenin karşısındaki Tel Abyad ve Ceylanpınarın karşısındaki Resulayn civarındaki hedefleri vurmasıyla başladığı açıklanmıştı. Aynı sıralarda 45 km menzilli Fırtına obüsleri de aynı hedefleri top atışıyla vurmuşlardı. Kara birliklerinin Suriye topraklarına 22.30da girmeye başladığı da Millî Savunma Bakanlığı tarafından açıklanmıştı. Bakanlık; operasyonda sivillerin ve sivil hedeflerin değil, terörist ve teröristlere ait mevzi, sığınak, depo, siper ve araçların vurulmakta olduğunu vurgulamıştı. Harekâtın amacı, Fırat ve Dicle nehirleri arasında kalan (toplam 910 kilometrelik Suriye sınırının) 480 kilometre kadarlık bölümünde ve 30 km derinlikte bir alandan, PKKnın Suriye kolu sayılan PYD ve onun milis gücü olan YPGyi çıkarmaktı. Ve burada oluşturulacak Güvenli Bölgeye, Türkiyedeki 3,5 milyon Suriyeli mülteciden 2 milyonunun geri dönmesini sağlamaktı. Akçakale/Tel Abyad ve Ceylanpınar/Resulayn arasında kalan 120 kmlik şeridin Barış Pınarı Harekâtı'nın köprübaşı olarak planlandığı anlaşılmaktaydı. Bu bölgede daha çok Arap nüfusun bulunması, karşılaşılacak YPG direnişinin nispeten daha az olmasını sağlayacağı düşünülmüş olmalıydı. Bu bölge Türk Ordusu ve ÖSOnun yeniden örgütlenmiş şekli olan Suriye Milli Ordusuyla (SMO) kontrol altına almaya başlanırsa, batıya doğru Kobani (Ayn el-Arab) ve güneye, M4 karayolunun kilit noktalarını kontrol altına almaya doğru açılım sağlanacaktı. M4 karayolunun kontrolü ile Suriyedeki PKK varlığıyla Irak, yani Sincar üzerinden Kandil ile ikmal bağlantısının kesilmesi amaçlanmıştı. Türk Hava Kuvvetleri aylardır süren Pençe Harekâtı'yla Irakın Türkiye ve Suriye sınır bölgelerindeki PKK mevzilerini bombalamıştı. Pençe Harekâtı'nın, 9 Ekimde başlayan Barış Pınarı Harekâtı'na hazırlık niteliği de ortaya çıkmıştı.
ABD Başkanı Donald Trumpın çıkışlarından sonra Türk Silahlı Kuvvetlerinin, PKK tarafından serbest bırakılmaya başladığı haberleri alınan, IŞİD tutuklularına yönelik operasyonlar yürütmesi de söz konusu olacaktı. Bu harekâtın, Fıratın batısındaki PKK kontrolünde olan Tel Rıfat ve Münbiçe yönelebileceği de konuşulmaktaydı. Ancak harekâtın süresi hâlâ açıklanmamıştı. Ancak Trumpın Erdoğana, Washingtonda buluşma tarihi olarak verdiği 13 Kasımın özel bir anlamı olmalıydı. On binlerce PKK/YPG militanının son beş yıldır kara gücü olarak iş birliği yaptığı, ABDden aldığı eğitim ve silah yardımı göz önüne alındığında, mücadelenin zorlu geçeceğini de hesaba katmak lazımdı. Suriyeden Almanyaya, Suudi Arabistandan İsveçe dek bazı ülkeler harekâtı kınamıştı. BM Güvenlik Konseyi ve Arap Birliği 10 Ekimde acil toplantıya çağrılmıştı. AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker, harekâtın derhal durdurulmasını hatırlatmıştı. Barış Pınarının başladığının duyurulması ardından Trump, ABDnin desteği bulunmadığını bir kez daha vurgulamış, 6 Ekimdeki telefon görüşmelerinde bunun iyi bir fikir olmadığını Cumhurbaşkanı Erdoğana da söylemiş olduğunu aktarmıştı. Kongrede Türkiyeye yönelik yaptırımlar konusunda somut adımlar atılmıştı. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Ankaranın adımını yanlış bulduğunu söylemiş, ama Moskova Türkiyenin güvenlik endişelerini anladığını belirtip, Suriyenin toprak bütünlüğü ve egemenlik haklarına saygı sınırları içinde davranılmasını hatırlatmıştı. Benzeri tavrı NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg takınmıştı.[2]
Velhasıl, Erdoğan iktidarı, Trumptan aldığı bazı siyasi vaatler ve ümitlerle Barış Pınarı Harekâtına girişmiş ve muhtemel tepkileri ve tehlikeleri pek hesap etmemiş olsa da; devletin öyle hazırlıksız ve programsız bu operasyona kalkıştığını düşünmek yanlıştı ve yanıltıcıydı. Herkesin bir hesabı varsa Allahın da bir hesabı vardı ve büyük kapışma kaçınılmazdı.
Suriyede geçici değil, kalıcı çözümlere ihtiyaç vardı!
“Bu iktidarın, açıkça ve alçakça Türkiye düşmanlığı belli olan ABD ile iş birliği yapıp, Suriye yönetimiyle irtibat kurmak hususundaki inadını anlamak imkânsızdı. Oysa Türkiye-Suriye iş birliği, PKKnın ve uzantılarının belini kıracaktır. Bu yaklaşım Rusya, İran ve Irak ile iş birliğini de sağlamlaştıracaktır. 2017 yılı Eylül ayında ABD ve İsrailin, Barzani marifetiyle tezgâhladıkları sözde Kürdistan referandumunu bozguna uğratan bölge dayanışması koşulları bugün de vardır. O durumda, Kandildeki PKK eşkıyaları ve Suriyedeki uzantıları için beyaz bayrak çekmek dışında bir çare kalmayacaktır. Dolayısıyla Suriye ile iş birliği, PKK terör örgütüne karşı mücadeleyi kesin zafere ulaştırmak ve Suriyenin bütünlüğünü sağlamak için şarttır. Bunun dışındaki askerî harekâtlar, PKKyı bitirmeye yeterli olmayacaktır. Bu nedenle Güvenli Bölge hedefi, PKKnın kökünü kazıma fırsatının boşa harcanması anlamını taşımaktadır.” saptamaları haklıydı ve şu soruların yanıtları bulunmalıydı:
Güvenli Bölgede hangi devletin egemenliği olacaktı?
Güvenli Bölgede hangi devletin silahlı gücü yaptırım sağlayacaktı?
Güvenli Bölgede hangi devletin hukuku geçerli sayılacaktı?
Ekonomik faaliyet, alışveriş, ticaret, hangi devletin Ticaret ve Borçlar Hukukuna göre yapılacaktı?
Suç işleyenler, hangi devletin Ceza Hukukuna göre yargılanacaktı ve güvenli bölgede hangi devletin mahkemeleri yargılama yapacaktı?
Sayın Cumhurbaşkanı, Güvenli Bölgede milyonlarca insana konut yapılacağını açıklamıştı. Peki hangi devletin mülkiyet hukukuna göre tapular dağıtılacaktı?
Güvenli Bölgede sağlık ve eğitim hizmetlerini hangi devlet, hangi dilde ve hangi statüyle yapacaktı?
Türkiye, Güvenli Bölgeye; asker götürmenin ötesinde, hukuk, mahkeme, karakol, tapu dairesi, postane, hastane, okul, üniversite, müze, tiyatro, spor salonu, stadyum, belediye, karayolu, demiryolu, havaalanı Topluca ifade edecek olursak devlet örgütü de taşıyacak mıydı? Cumhurbaşkanlığı danışmanları, Dışişleri Bakanlığı kadroları ve askerî kurmayları; Sayın Cumhurbaşkanımıza devlet egemenliği nedir, toprak bütünlüğü nedir, devletin yaptırım gücü nedir, hukuk nedir ve bu temel kavramlar arasındaki bağlantılar nelerdir? gibi konularda bilgi sunmuyorlar mıydı? Oysa Astana süreci belgelerinde Suriye devletinin egemenliği güvence altına alınmıştı. Bunun tek bir anlamı vardır: Suriye topraklarında üstün otorite, Suriye devletinin rakip kabul etmeyen otoritesi olmalıdır. Yasama da, yürütme de, yargı da Suriye devletinin tekelinde olacaktır.[3] tespit ve teklifleri haklıydı ve mutlaka dikkate alınmalıydı. Çünkü ABDnin, Türkiyeye operasyon kolaylığı sağlamasının ve Rusyanın buna karşı çıkmamasının altında bir şeytanlık tuzağı aramamak, akla ve mantığa aykırıydı.
ABD gerçekten Suriyeden çekilmiş mi olacaktı?
ABD Başkanı Trumpın Suriyeden çekilme kararını açıklarken söyledikleri eğer bir akıl tutulmasının sonucu değilse, bilinmelidir ki, bölgemiz daha uzun yıllar huzur bulmayacak, iç çatışmalar devam edecek demekti. Çünkü yapılan açıklamada öylesine iğrenç itiraflar ve çelişkiler var ki, normal bir insanın hiç olmazsa müttefiklerini kırmamak için edeben daha dikkatli konuşması gerekirdi. Ancak, Trump için belli ki bu tür insani yaklaşımlar pek önemli değildi. Trump öncelikli olarak çekilme kararını açıklarken, Sonu olmayan savaştan çıkma zamanı geldi demişti. Bu sözler bölgemizin ABD eliyle bir bataklığa çevrildiğinin itirafı gibiydi. Trump bir başka yerde de Kürtlerle değil, PKK ile iş tuttuk diyerek daha düne kadar terör örgütü olarak ilan ettikleri bir grup ile birlikte hareket ettiklerini itiraf etmişti. Trump, cümlesinin devamında, YPG/PKK bizimle birlikte savaştı, onlara çok para ödendi ve teçhizat verildi. Yıllardır Türkiyeye karşı savaşıyorlar cümleleri bir itirafın da ötesinde; geleceğe dönük bir projede nelerin olduğunun düşünülmesi gerekirdi. Özellikle DEAŞ ile ilgili sorumluluğun Türkiyeye yıkılmak istenmesi bile şeytanca bir planı göstermeye yeterliydi. Çünkü DEAŞ terör örgütünün ortaya çıkışının, bölgeye sürülmesinin sorumlusu Türkiye ya da bir başka bölge ülkesi değildi. Tüm bunlar ABDnin, bundan sonra da bölge ülkelerinden çok terör grupları ile birlikte hareket edeceğinin göstergesiydi.
Bu noktada terör örgütlerine yıllardan beri akıtılan bunca para, silah ve mühimmatı geri toplamadığı da düşünüldüğünde; ABD çatışmalarda yer almasa bile her türlü desteği verdiği teröristler, yani ABDnin paralı askerleri bölgeyi karıştırmayı sürdürecekler ve bölge ülkeleri de bu terör örgütlerinden kurtulmak adına, ABDnin paralı askerleri ile mücadele edeceklerdi. Böyle olunca ABD tamamen çekilse bile Türkiye ve diğer bölge ülkelerinin ABD ile çekişmeleri bitmeyecekti.
Yine Trumpın açıklamaları içinde yer alan DEAŞ ile ilgili bölüm de çok dikkat çekiciydi. Beyaz Saray açıklamasında, ABDnin, Türkiyenin Suriyede düzenleyeceği operasyona dâhil olmayacağı belirtilirken, DEAŞ üyelerinin artık Türkiyenin sorumluluğunda olduğu belirtilmişti. Açıklamaya dikkatli bakıldığında, Iraktan sonra Suriyede de Kürtlere özerk bir bölge oluşturmak için çalışıldığı, bu hedeften vazgeçilmediği görülecekti. Yani, İsrailin güvenliğini sağlayacak ve önünü açacak olan Büyük Ortadoğu Projesinin uygulamasında ABD devreye Avrupa ve Rusyayı da sokmak istemekteydi. Irakı kimlerin işgal ettiği ve o günden bu yana bu ülkeye barış ve huzurun gelmediği, ardından Suriyeyi kimlerin karıştırdığı ve yıllardan beri sadece Suriyeye değil, bölgeye huzur ve barışın gelmediği düşünüldüğünde hâlâ ABDden dost ve müttefik olarak bahsedilecekse, bu işin ardında başka şeylerin olduğu da düşünülmeliydi. Asıl çözüm ise bölge ülkelerinin ABD ve diğer emperyalistlerin oyunlarına alet olmayı bırakarak aralarında birlik oluşturmanın yollarını aramaları gerekirdi. Aksi halde bu tür oyunlar ad ve biçim değiştirerek karşımıza çıkmaya devam edecekti.[4]
Trump'ın rahatlığı ve Erdoğan'ın fırsatçılığı kafa karıştırıcıydı!
TBMMdeki tartışmalar sırasında muhalefet sözcüleri eleştiriyi de ihmal etmemeleri gerektiğini hatırlayıp Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğanın telefonu üzerine, Türkiyenin önünü açmak amacıyla askerlerini bölgeden çekmeye karar veren ABD Başkanı Donald Trumpın küstah ifadelerine neden hiç cevap verilmediğini gündeme taşıyordu. Oysa, Donald Trump normal bir devlet adamı, hatta normal bir insan gibi davranmıyordu. Herhangi bir konuda en basit bilgilere sahip olmadığı gibi, ağzının ölçüsü de bulunmuyordu. Gazetecilerin asker çekme kararını sorgulayan bir soruya Türkler ile Kürtler yüzlerce yıldır savaş halindeler cevabını vermesi de bunu gösteriyordu. Üstelik böyle bir cümleyi, PYD/YPG militanlarını yere göğe sığdıramayacak denli övdüğü cümlelerden sonra kullanıyordu. Çünkü ABDyi yöneten derin mahfillere (Siyonist Lobilere) zaten bu tür insanlar gerekiyordu. Amerikalılar da üç yıl önce seçtikleri Başkanın Başkanlık yapamayacak biri olduğunu anlamaya başlıyordu. Güvenilir bir kamuoyu şirketinin yaptığı açıklamanın sonuçlarına göre, halkın yüzde 58i Trump hakkında açılmak istenen azil soruşturmasına artık destek çıkıyordu. Şimdi soralım; 2003'te ABD lehine 1 Mart Tezkeresini Meclisten geçirmeye çalışan AKP ile bugünkü Erdoğan yönetimi arasında ne fark bulunuyordu?
AKPnin önemli isimlerinden -Genel Başkan Vekili- Numan Kurtulmuşun, Nihayetinde bir savaşa giriyoruz dediğini işittiğimde aklımdan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan nerede? sorusu geçiyordu. Sırbistanda bulunuyordu… Bütün dünya bugün Türkiyenin Suriyeye operasyon hazırlığını Donald Trumpın kimi şaşırtıcı kimi küstah twitter mesajlarının eşliğinde tartışırken, Cumhurbaşkanı Erdoğanın ülke dışında bulunması ne anlam taşıyordu? Trumpla telefon görüşmesi yapan Cumhurbaşkanı; ne konuştularsa, ABD Başkanı askerlerini Suriyenin kuzeyinden çekmeye ve Türkiyeye yol açmaya karar verdiğini ve bu kararını ilgililere de tebliğ ettiğini bildiriyordu. Sormak gerekiyordu: Bu müdahale kararını Meclis adına Erdoğan iktidarı mı, yoksa Trump mı veriyordu? İyi de, ajansların fotoğraflı olarak duyurdukları, Suriyenin Simelka sınır kapısından PYD/YPG militanlarına ulaştırılmak üzere silah yüklü 80 TIRın geçmesi haberini nasıl yorumlamak gerekiyordu? Amerikan askerleri Suriyenin kuzeyinden çekilmeye başladığına göre, PYD/YPG militanları, daha önceden gelmiş yüzlerce TIRdan teslim aldıklarıyla birlikte bu yeni 80 TIRlık konvoydaki silahları kime karşı kullanmak üzere teslim alıyordu? Bütün bunlara bakıp; Washingtonun galiba önceden yazılmış bir dizi senaryosu bulunuyordu! diyenlere niye kızıyorlardı.
Trumpın, kendisini eleştirenleri yatıştırmak amacıyla yayımladığı ve kendisini Eşsiz bir bilge insan diye vasıflandırıp gururlandığı Twitter mesajında yer alan Çizgimin dışına çıkarsa Türkiye, Türk ekonomisini mahvederim tehdidi nasıl okunmalıydı? Peki, Trumpın bu çizgisinin ne olduğunu bilen var mıydı?
Güvenlik Politikaları Uzmanı Mete Yarar, ABD'nin Türkiye'yi Hava Görev Emri'nden çıkarmasını yorumlayarak, Türkiye'nin başarısız olması için, ABDnin şartları zorladığını vurgulamıştı.
Türkiye, Birleşik Hava Operasyonu Merkezi tarafından Hava Görev Emri'nden çıkarılmış, Türkiye'ye keşif ve gözlem verilerinin sağlanmasını da durdurmuşlardı. ABD'nin bu kararını yorumlayan Mete Yarar sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, ''ABD Türkiye'yi Fırat Kalkanı Harekâtı'nın Dabık – El Bab bölümündeki şartlarına zorluyor. O zaman daha zor şartlarda iken bunu başardık, şimdi de başaracağız. Hava sahası kararını öyle okuyun.'' ifadelerini kullanmıştı.
Pentagon Sözcüsü Yarbay Carla Gleason, “Türkiye, Birleşik Hava Operasyonu Merkezi tarafından Hava Görev Emri'nden çıkarıldı, Türkiye'ye keşif ve gözlem verilerinin sağlanması durduruldu.” açıklamasını yapmıştı. Gleason, bunun hava sahasını Türkiye'ye kapatmak anlamına gelip gelmediğine ilişkin soruyu ise: “Teknik olarak bu anlama gelmese de bir hava unsuru Hava Görev Emri'nden çıkarıldığında, söz konusu bölgede koordinasyonsuz uçması neredeyse imkânsız hale geliyor.” şeklinde yanıtlamıştı. Ancak Türkiye, Rahmetli Erbakan Hocanın altyapısını hazırladığı teknolojik projeler sayesinde bu tür sıkıntıları rahatlıkla aşacak duruma ulaşmıştı.
İşte birçoğu Erbakan Hoca tarafından hazırlanan ve şimdi Barış Pınarı Harekâtında kullanılan yerli ve milli silahlarımız.
Türkiye'nin, Güvenli Bölge oluşturmak amacıyla Fırat'ın doğusuna yönelik askeri harekâtı başlamıştı ve inşallah başarılacaktı. Peki, TSK harekât kapsamında hangi silahları kullanacaktı? İşte TSK'nın yeni nesil savaş silahları şunlardı:
Kasırga Roketi: Derinlikteki kritik bölge hedefleri oldukça başarılı şekilde vuran Kasırga, katı kompozit yakıt teknolojisine sahip bulunuyordu. Kasırga roketleri sabit çelik tüpten fırlatılabildiği gibi, kötü hava ve çevre koşullarına karşı yüksek koruma ve daha kolay ve süratli doldurma ve boşaltma imkânı sağlayan izoleli pod içerisinden de fırlatılabiliyordu.
T-300 Kasırga Topçu Roketi, 65 ila 100+ kilometre menzile sahip ve 525 kilogram-590 kilogram ağırlığına ulaşıyordu. Harp başlığı ağırlığı 150 kilogram olan T-300 Kasırga Topçu Roketi, 70 metre etki yarıçapında üretiliyordu. Kasırga K ise 35 ila 120 kilometre menzile sahip ve 585 kilogram ağırlığında. Harp başlığı ağırlığı 105 kilogram olan Kasırga K, 60 metre etki yarıçapına sahip bulunuyordu.
MPT-76 Milli Piyade Tüfeği: 7.62×51 mm çapında, 600 metre etkili menzili olan, optik ve aksesuarın takılabildiği modüler yapıda, mekanizmanın barut gazından kirlenmesini önleyen kısa çarpmalı, gaz piston hareketli, döner başlı kilitlemeli mekanizma sistemine sahip, her türlü hava ve arazi şartlarında etkili olarak kullanılabilen yeni nesil bir silahın geliştirilmesi maksadıyla üretilen Modern Piyade Tüfeği (MPT-76) bütünüyle yurtiçinde geliştiriliyordu.
Cobra Zırhlı Personel Taşıyıcı: Otokar Cobra, Otokar firması tarafından 1997 yılında üretimine başlanan bir zırhlı personel taşıyıcı aracı oluyordu. Azami 110 km hıza çıkabilen araçta bir adet 1×7.62 mm veya 12.7 mm makineli tüfek bulunuyordu. Bunun 9 personel taşıma kapasiteli lastik tekerlekli 4×4 Cobra Zırhlı Aracın amfibik versiyonu da üretiliyordu. Kazakistan Silahlı Kuvvetleri ihtiyacı için Otokar şirketi Kazakistan Engineering şirketi ile 2011 yılında yapılan anlaşma doğrultusunda ortak lisanslı üretim yapılıyordu.
Mızrak-O: Roketsan üretimi OMTAS aynı zamanda Mızrak-O adıyla da biliniyordu. Roketsanın piyade birliklerinin karadan karaya kullanımı için geliştirdiği bir tanksavar füze sistemi olan OMTAS, savaş alanındaki tüm zırhlı araçları vurmak için kullanılıyordu. Gündüz ve gece tüm hava koşullarında görev yapabilen OMTAS, 4 km menzile ulaşıyordu.
T129 ATAK Taarruz Helikopteri: TSKnın son yıllarda envanterine kattığı T129 ATAK helikopteri, hem taarruz hem de taktik keşiflerinde kullanılıyordu. ATAK helikopteri, tamamen yerli imkânlarla üretilen silah ve güç sistemlerine sahip olmasıyla da dikkat çekiyordu. Türk yapımı lazer güdümlü Cirit füzesi ve uzun menzili Mızrak tanksavar füzesi ATAKın silahları arasında yer alıyordu. T129 ATAK, 5 palli ana rotor, güçlü motoru, yeni nesil hedef tespit sistemi, entegre kask sistemi, etkin ve özgün silah teknolojisi, sayısal kokpit mimarisi, görev bilgisayarları ile gelişmiş uçuş ve atış kontrol sistemleriyle öne çıkıyordu.
Bu helikopter, iki pilotun da maksimum görüşe sahip olduğu tandem adı verilen önlü arkalı kokpit dizaynıyla öne çıkıyordu. Yüksek manevra kabiliyetine sahip ana rotor sistemi ve her biri bin 292 beygir güç üreten iki motoru, helikopteri benzerlerinden üstün kılıyordu. Ortalama görev ağırlığıyla 274 kilometre hıza ulaşabilen ATAK, standart yakıt ile 3 saat havada kalabiliyor ve 519 kilometre menzile ulaşabiliyordu. 14 metre 60 santim uzunluğa ve 3 metre 95 santim yüksekliğe sahip helikopter, paller ile gövdenin yakın olmasının da etkisiyle üstün bir manevra kabiliyeti gösteriyordu. 360 derece manevra gücüne sahip ATAK helikopteri, 90 dereceye yakın açılarla yükselme, dalma, burun ya da kuyruk sabit kalacak şekilde kendi etrafında dönme ve yan uçuş gibi manevraları başarıyla gerçekleştiriyordu.
ATAK, aynı anda 8 adet güdümlü anti-tank füzesi UMTAS, 12 adet güdümlü CİRİT, 2 adet STINGER, 76 adete kadar 70 mm güdümsüz roket ve 500 adet top mermisiyle görev yapabiliyordu. ATAK helikopterinde gece-gündüz termal görüş ve hedefleme sistemi ile avcı kaska montajlanmış nişangâh sistemi taşıyordu. Hedefleri lazer sistemiyle koordinatlayan ATAK, çıplak gözle görmeden de hedefi yok edebiliyordu. Helikopterde milli kriptolama yeteneğine sahip haberleşme sistemleri, sayısal video kayıt sistemi ve sayısal harita uygulamaları da bulunuyordu.
T-155 Fırtına Obüsü: NATO standardı her cins 155 mm obüs mühimmatını kullanabilen Fırtına, 48 adet silah payı kıt`a yükü mühimmat taşıyordu. Elektrikle çalışan ve elektronik olarak kontrol edilen otomatik mermi doldurma sistemi sayesinde obüs; ani atış için 15 saniyede 3 atım ve sürekli atış için dakikada 2 atım gerçekleştirebiliyordu. MKE tesislerinde üretilen 52 çap uzunluğunda, monoblok olarak imal edilen ve 23 Lt`lik yanma odası hacmine sahip namlu ile donatılıyordu. Obüs atış görevinin tamamlanmasına müteakip 30 sn. içinde mevzisini terk edebiliyordu. Üzerine monte edilmiş 12 adet hidro-pnömatik süspansiyon ünitesi ve tekerlerinden oluşan gelişmiş süspansiyon sistemi sayesinde engebeli arazi dahil her türlü arazide rahatça harekât kabiliyeti bulunuyordu. Güç Ağırlık oranı 21bg/t olan Fırtınanın harekâtlarını uzun süreli destekleyebiliyordu. ADOP-2000 sistemine sayısal olarak entegre edilmiş olan Fırtına, sahip olduğu Aselsan ürünü 9600 serisi frekans atlamalı sayısal telsizler vasıtasıyla emniyetli, güvenilir, esnek, süratli, mobil, beka kabiliyeti yüksek, elektronik harp korumalı etkin bir ses ve veri haberleşmesinin tesisine ve atış esaslarının süratle takibine imkân sağlıyordu.
Poyraz: Poyraz 'Fırtına Obüsleri'ne kesintisiz güç sağlıyordu. TSK'nın modern 'Seyit Onbaşısı' olarak adlandırılan Poyraz Mühimmat Transfer Sistemi savunmada aktif olarak kullanılıyordu.
Mızrak-U: MIZRAK-U (UMTAS), Kızılötesi Arayıcı Başlık veya Lazer Arayıcı Başlık opsiyonları ile havadan yere veya yerden yere zırhlı hedeflere karşı kullanılan 8 km menzilli atış öncesi/atış sonrası kilitlenme ile at-unut/at-güncelle özelliğine sahip bir anti-tank füzesi oluyordu. 8 km azami menzil ve 500 m asgari menzile sahip MIZRAK-U (UMTAS), gündüz-gece ve tüm hava koşullarında görev yapabilme özelliği taşıyordu.
Kirpi-2: Kirpi-2 araçları, personel, silah, mühimmat ve ikmal maddelerinin emniyetle ve süratle taşınması, manevra unsurlarına etkin ve devamlı muharebe hizmet desteği sağlanması, klasik askerî harekâtın yanı sıra yüksek mayın/el yapımı patlayıcı tehdidinin olduğu teröristle mücadele, barışı destekleme ve hudut görevlerinde personel taşınması amacıyla tedarik ediliyordu. Bu araçlar, 375 beygir motor gücüne, yüksek hareket ve taktik kabiliyetine, uzaktan komutalı silah istasyonuna, sürücü ve personel iç/dış, gece/gündüz görüş sistemlerine, IR aydınlatma farlar ve IR flaşörlere, iç/dış yangın söndürme, KBRN, navigasyon ve birlik takip, iç konuşma, atış yeri hedef tespit, karıştırma/köreltme sistemlerine sahip bulunuyordu.
Cirit Füzesi: Cirit Türkiye'nin roket ve füze sistemleri üreticisi ROKETSAN tarafından geliştiriliyordu. CİRİT, aerodinamik yapısı ve kompozit katı yakıtlı motoru sayesinde, klasik 2.75 füzelere göre, 8 km ile sınıfının en uzun menziline sahip bulunuyordu. Ayrıca CİRİT füzesi çok maksatlı (Zırh Delici, Anti-Personel ve Yangın Çıkarıcı) harp başlığı ile birlikte yüksek infilaklı harp başlığı opsiyonları da taşıyordu.
Koral Elektronik Harp Sistemi: Aselsan tarafından özgün olarak geliştirilen Koral Elektronik Harp Sistemi, Barış Pınarı Harekâtı'nda önemli rol oynuyordu. Koral, askeri araçlara entegre edilen ve geniş frekans bandında görev yapabilen bir radar sistemi oluyordu. Milli ve yerli olan Koral Elektronik Harp Sistemi radarları kör etmek, iletişimi kesmek ve diğer bilgisayarlı sistemleri işlevinden uzaklaştırmak için kullanılıyordu. Koral, bir elektronik destek aracı ve 4 elektronik taarruz aracından oluşuyordu. Elektronik destek aracı, hedefi çok sıkı bir şekilde takip edip hangi bantta yayın yaptığını bulduktan sonra, o banttaki elektronik taarruz aracına gereken bilgileri aktarılıyordu. Ve hedef, elektronik taarruz aracı tarafından hedef işlevini yapamayacak hale getiriliyordu. Yerli hava savunma sistemi Koral, Suriye sınır hattına sevk edilerek aktif hale getirilmiş bulunuyordu. Sistemin menzilinin yaklaşık 200 kilometre olduğu belirtiliyordu.
[1]https://www.yenicaggazetesi.com.tr/hdp-turkiye-partisi-veya-ortak-vatan-53451yy.htm
[2] https://yetkinreport.com/2019/10/10/suriye-harekatindaki-ilk-gununun-tahlili/
[3] https://www.aydinlik.com.tr/cumhurbaskani-na-acik-mektup-kesin-zafer-icin-dogru-strateji-dogu-perincek-
[4] abdulkadirozkan@milligazete.com.tr