FİLİSTİN
MESELESİ VE
ATATÜRKÜN
ENDİŞESİ
Can feda kılınsa, kurban,
kan aksa
Yine de korunur, Mescid-i
Aksa
Bu slogan, Mustafa Kemal Atatürkün, Filistinle ilgili duyarlılığını
ifade eden tarihi sözlerinin bir özetidir. Saadet Partisinin öncülüğünde,
Erbakan bereketiyle ve Milli Görüş gayretiyle, İstanbul Çağlayanda yüz
binlerin katılımıyla gerçekleşen muhteşem İsraile Lanet, Filistine Destek
Mitingi de, yeni bir Kuvay-ı Milliyenin diriliş müjdesidir. Azgın ve sapkın
İsrailli teröristlerin, artık tesirsiz hale getirileceğinin ve Türkiye merkezli
kutlu Mehdiyet devriminin, mutlu habercisidir.
O günkü Hakimiyeti Milliye Gazetesinde yayımlanan 1937deki bir
nutkunda; Filistine dışarıdan müdahale edilemeyeceğini ve el sürülemeyeceğini
söyleyen Mustafa Kemal, Mukaddes toprakların İslam hakimiyetinde kalması için;
bugün kanımızı dökmeğe hazırız demiştir.
Mustafa Kemal Atatürkün 27 Temmuz 1937 tarihinde Hakimiyeti Milliye
Gazetesinde yer alan nutkunda, Filistine el sürülemez Türkler
mukaddes topraklarda yabancı hakimiyetine tahammül edemeyeceklerdir dediği
kesinleşmiştir. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivinde bulunan evraka göre Dahiliye
Vekaleti Matbuat Umum Müdürlüğü tarafından saklanan 1937 tarihli belge Mustafa
Kemal Atatürkün Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaptığı bir nutuktan
bahsetmektedir. Nutkun Filistin ile alakalı bölümünde Arapların,
Avrupa siyasetine nüfuz edemeyip bu sözde istiklal kelimesine inandıkları ve bu
uğurda Arap memleketlerini Avrupa emperyalizmine esir kıldıkları çok şayanı
teessüftür (Yani Müslüman Arapların, batılıların bağımsızlık vaatlerine
aldanıp, emperyalizmin esiri olmaları, çok üzücü bir olaydır.) diyen
Mustafa Kemal, Filistinin Arabistanda vuku bulacak harekatın merkezini
teşkil ettiği takdirde buradaki Araplara yapılacak herhangi bir fenalığa
Türklerin tahammül edemeyeceğiniifade ve ikaz etmektedir.
Bu topraklar için kanımızı dökmeye daima
hazırız
Mustafa Kemal, Nutkun Filistinle ilgili ilerleyen bölümlerinde daha
sonra şu tarihi sözlere yer veriyor: Arapların arasında mevcut olan
karışıklığı ve hoşnutsuzluğu kimse bizim kadar bilemez. Biz vakıa birkaç sene
Araplardan uzak kaldık. Fakat şimdi kendimize kâfi derecede güvenip kudretimizi
bildiğimiz için İslamiyetin mukaddes yerlerinin Musevilerin ve Hıristiyanların
nüfuzunun altına girmesine mani olacağız. Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz
ki, buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz.
Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslamiyete lakayt olmakla ittiham edildik. Fakat bu
ittihamlara rağmen Peygamberin son arzusu yani, mukaddes toprakların daima
İslam hakimiyetinde kalmasını temin için hemen bugün kanımızı dökmeğe hazırız.
Cedlerimizin, Selahaddin idaresi altında, uğrunda Hıristiyanlarla mücadele
ettikleri toprakların yabancı hakimiyet ve nüfuzunun tahtında bulunmasına
müsaade etmeyeceğimizi beyan edecek kadar bugün, Allahın inayeti ile
kuvvetliyiz. Avrupanın bu mukaddes yerlere temellük etmek için yapacağı ilk
adımda, bütün İslam aleminin ayaklanıp icraata geçeceğine şüphemiz yoktur.
Atatürk Kudüs Müftüsüne büyük destek verdi
Mustafa Kemal Paşa, Çanakkale Savaşına katılan ve Teşkilat-ı Mahsusada
görev alan Yaser Arafat öncesi ilk Filistin lideri ve Kudüs Müftüsü Hacı Emin
el-Hüseyniyi de hep desteklemiştir. Atatürkün ölümünden sonradır ki İngilizler
el-Hüseyniye verdikleri sözlerden ve reel paylaşma planından vazgeçtiler.
Takiben de Filistinde İsrail devletinin kurulması yolunda birbiri ardınca
adımlar atıldı. İngilizlerin Filistinin paylaşımında Araplara karşı çok
tavizkar davranmasında Atatürkün dış politikasının ve Kudüs Müftüsü
el-Hüseyniye verdiği tam desteğin büyük tesiri bulunduğu artık belirlenmiş ve
belgelenmiştir.[1]
Kuvayı Milliye Nedir?
Kuvayı Milliye disiplini, şu üç dinamizme dayanmaktadır.
1- Milliyetçilik, vatanseverlik
2- Sosyal adaletçilik
3- İslamiyetçilik
· Türkiyede yaşayan
farklı köken ve kültürden herkesi kuşatan ve kucaklayan; aynı potada buluşturup
kaynaştıran; fiziki bir mozaik değil, kimyevi bir seramik oluşturan; her türlü
ırkçılık ve kayırımcılık düşüncesinden uzak, milli ve yaygın kalkınmayı ve ülke
bağımsızlığını esas alan bir Atatürk Milliyetçiliği ve Türkiye dertlisi
· Akıl ve vicdana, sevgi
ve saygıya, hukuk ve ahlak kurallarına dayalı; çağdaş standartlara uygun,
demokrasi ve özgürlük taleplerimizi karşılayıcı, özgün bir refah ve sosyal
adalet düşüncesi
· Kum ve çimentoyu betona
dönüştüren su misali; vücudumuzdaki ruh misali; Maddi benliğimize ve yaratılış
özelliklerimize heyecan katıp parlatan ve aziz milletimize üstün meziyetler ve
medeniyetler kazandıran; irtica ve istismardan arınmış Yüce Dinimizi ve manevi
değerlerimizi benimseyici
Yeni bir Kuvay-ı Milliye hareketi, hem gereklidir; hem de oldukça tabii
ve talihli bir seyirle gelişip güçlenmektedir.
Atatürkün önderliğinde başlatılıp başarılan şanlı kurtuluş savaşımız
öncesi oluşan Kuvay-ı Milliye cephesinde de yine; İslamiyetçilerin,
milliyetçilerin ve sosyalistlerin birlikte hareket ettikleri görülmektedir. Ve
bu birliktelik, millet olmamızın, milli haysiyet ve hürriyetimizi korumamızın,
en temel öğesidir.
Bir yazarın:
Babam 1937de Kuleli Askeri Lisesinden, 1941de de ise Harbiyeden
mezun birisidir. Yani askeri eğitiminin önemli kısmını Atatürk döneminde
geçirmiştir. Kendisine, Kuran okuma yarışmasında kazandığı birincilik ödülü
olarak, bizzat okul komutanı tarafından hediye edilen, Elmalılı Hamdi Yazırın
Tefsiri, hala kütüphanemdedirifadelerinden de anlaşıldığı gibi, Mustafa Kemal ve Cumhuriyet Ordusunun
moral ve maneviyat kaynağı, Kuran sevgisidir.
Meşhur bir kurbağa hikayesi nakledilir. Kurbağayı sıcak suya atarsanız,
kurbağa hemen suyun içinden çıkmak ister ve zıplayıp kaçarak kurtulabilir. Yok
eğer kurbağayı bir tencere suyun içine koyup ta suyu yavaş yavaş ısıtırsanız, o
zaman kurbağa sudan çıkmak istemeyerek yavaş yavaş o suyun içinde tepki
vermeden ölecektir.
İşte bu örnekte olduğu gibi, Cumhuriyet Devrimleri de emperyalistler ve
onların yerli işbirlikçileri eliyle ve özellikle Atatürkün şüpheli ölümüyle
birlikte ve İsmet İnönü döneminde yavaş ve sistemli olarak değiştirilmiş ve
dejenere edilmiştir.
Demokrat Parti sürecinde ise, Atatürkçülük tamamen heykelciliğe ve
mitoloji hikayeciliğine dönderilip; hem tarihi hakikatler halkımızdan
gizlenmiş, hem de çok sinsi ve siyonist bir yöntemle, Atatürkten nefret
ettirici bir siyaset izlenmiştir.
Böylece küresel emperyalizmin ve içimizdeki masonik merkezlerin istismar
ve suistimal aracı haline getirilen sahte Kemalizmle, milli ve manevi
değerlerimiz tahrip edilmiş, dindar halkımız sürekli takip ve taciz edilerek
canından bezdirilmiştir. İşin en acı tarafı ise, bütün bu ülkemize yönelik
hıyanetlerin ve milletimize yönelik hakaretlerin faturası da Mustafa Kemale,
Cumhuriyetimize ve kahraman askerimize kesilmiştir.
Artık, yeni bir diriliş ve milli bir direniş kaçınılmaz hale gelmiştir.
Çünkü ülkemiz, geleceğimiz ve güvenliğimiz tehdedir. Bu diriliş ve direnişin
temeli ve temsilcisi ise Kuvay-ı Milliyedir. Yani Milli Görüş ve yerli
güçlerdir.
Atatürk bunu şöyle tarif etmektedir:
Hükümet merkezi (İstanbul), düşmanların şiddetli kuşatması altındaydı.
Siyasi, iktisadi ve askeri bir çember vardı. Tabi böyle bir durumda yurdu
savunacak, ulusun ve devletin bağımsızlığını koruyacak kuvvetleri de kendi
emirlerine almışlardı. Bu şekilde verilen emirlerle; devlet ve ulusun hizmet
araçları olan kurumlar, temel görevlerini yapamıyorlardı ve yapamazlardı
Bu şartlar altında maalesef Ordu da, elbette temel görevini yerine
getirmekten yoksundu. Bunun içindir ki yurdu savunmaktan ve korumaktan ibaret
olan bu kutsal görevi yerine getirmek, doğrudan doğruya ulusun kendisine
kalıyordu.
İşte buna KUVAYI MİLLİYE diyoruz.[2]
Artık bir kimsenin veya kesimin gerçek ayarını ve değerini:
Solcu mu, sağcı mı?
Kalender kafalı mı, dindar mı?
Hanımı açık mı, kapalı mı?
Ilımlı İslamcı mı, radikal mi?
Gibi klasik soruların yanıtıyla anlamak mümkün değildir.
Bunların yerine:
Bir kişi veya ekip;
AB hayali ve küreselleşme hevesiyle, Türkiyeyi sömürgeleştirmek ve milletimizi
köleleştirmek isteyen dış güçlerin ve işbirlikçilerin mi yanındadır?
Yoksa;
İnancımızın ve insanlığımızın gerektirdiği, Atatürkün de hedef olarak
gösterdiği: her yönden kalkınmış ve bağımsızlığını kazanmış, muasır medeniyeti
yakalamış ve aşmış, huzur ve refaha ulaşmış, lider ülke Türkiyeyi kurma
sevdasıyla çırpınanların mı safındadır?
Sorusunun cevabı, herkesin gerçek niyetini ve asıl tiyniyetini ortaya
dökecektir.
Erbakan Hoca, Akşam Gazetesinden Adnan Akgünele yaptığı röportajındaki:
Şöyle bir bakalım ve anlamaya çalışalım. Atatürk kendi yönetim döneminde,
hiçbir dış seyahat yapmadı. Niçin? Çünkü Türkiye, asırlar boyunca lider
ülkeydi; şanlı bir medeniyetin varisi ve temsilcisiydi. Lider ülkeyi yöneten
bir insan, (zillet ve mahcubiyetle) başkasının ayağına gitmez.. İngiltere Kralı
Onun ayağına gelmiştir.. Batılılar ve Müslüman başkanlar Türkiyeyi ziyaret
etmiştir. Atatürk gitmemiştir. (Bu, milli bir haysiyet ve hassasiyet
meselesidir.)
Ama bu günkü taklitçiler ise; Onların ayağına gidip, üçüncü sınıf
katiplerin karşısında eğilmektedir ve batılılardan borç dilenmektedir. Sömürge
psikolojisiyle, köle gibi hareket edilmektedir. Halbuki Atatürk döneminde:
Kayseri uçak fabrikası, Sümerbanka ait dokuma fabrikaları gibi yerli ve
milli sanayi tesisleri yapılıp faaliyete geçirilmiştir.
Biz her vesile ile, Atatürkün gençliğe hitabesini okuyoruz (Ama anlayıp
gereğini yapmıyoruz)
Atatürk ne diyor:
Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza
ve müdafaa etmektir.
Yani Cumhuriyetimiz ve vatanımız, bağımsızlık ve bekamız; ilelebet
muhafaza edeceğimiz en mühim şeydir. Ama bugün AB hayaliyle ve küreselleşme
gibi bahanelerle, adım adım bağımsızlığımız dış güçlere devredilmektedir (Bitmeyen Mücadele. Metin Hasırcı Yeni Dünya yy. Sh: 139-141. Nisan. 2006.
İST.) tespitleriyle, Mustafa Kemalden sonra nasıl bir dejenerasyona
uğratıldığımızı dile getirmiş ve eski Cumhurbaşkanlarından Fahri Korutürkün,
bir görüşme sonrası yaptığı, samimi ve hayret içerikli itirafıyla: Erbakan
Bey, bizlere mükemmel bir Atatürkçülük dersi vermiştir.
İstanbul mutlaka fetholunacaktır. (Onu alan) ne güzel komutan, (onun
askeri) ne güzel askerdir Hadisinin manevi müjdesi, milletimiz için hala
geçerlidir ve Türkiye merkezli yepyeni medeniyetler beklenmektedir.
Atatürkün tespit ve temennisiyle:
Türk milleti, şimdiye kadar olduğu gibi -fıtratındaki asalet ve
maneviyatındaki ferasetle- doğru ve haklı yolu mutlaka görecektir. Onu yolundan
saptırmak isteyenler, kahru perişan edilecektir.
Basit hesaplarımızı ve şahsi ihtiraslarımızı bir tarafa atıp, inatlaşmayı
ve kutuplaşmayı bırakıp; batırılmaya çalışılan ve maalesef, siyasi, iktisadi ve
ahlaki yönden yaralanıp su almaya başlayan Türkiye gemimizi kurtarma yolunda ve
vicdani bir şuur ve sorumlulukla, el ve gönül birliğine yanaşmazsak, hem
hürriyet ve hakimiyetimiz tehye girecek, hem de gelecek nesiller bizleri
lanetleyecektir.
Bu nedenle:
İnsanlığımızın ve inancımızın görevi; tabii ve tarihi zorunlulukların
gereği olarak, adil bir medeniyet meşalesini tutuşturacak, Atatürkün batı
taklitçiliği ile yozlaştırılan ve yolundan saptırılan ilkelerini ve ülkülerini
de asli amaçlarına ve milli ihtiyaçlarımıza uygun tekrar hedefine taşıyıp
tamamlayacak, ilmi ve insani esaslara dayalı; yeni bir devrim ve değişim
kaçınılmaz hale gelmiştir.
Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanlığına seçilen çok değerli,
deneyimli ve milli düşünceli E. Orgeneral M. Şener Eruygur Paşamızın Şubelere
gönderdiği bir genelgesinde yaptığı Atatürkçülük tarifine kısa ve önemli bir
katkı yaparak arz ediyoruz:
Atatürkçülük; Yurt ve ulus sevgisinin, tam bağımsızlık tutkusu ve
özleminin, özgüven ve cesaretin, akıl ve bilimin, (inanç ve azmin, milli ve
manevi değerlerimizin) muhteşem birlikteliğinin eyleme dönüştürülmüş halidir.
[1] (Bak:
Bizim Atatürk. Ahmet Akgül. Bilge Karınca Yay. Sh:546)
[2] (Mustafa
Kemal, TBMM Gizli Celse Zabıtları C.1, S.6 sadeleştirilmiş)