Fetullahçı CIA darbe girişimi; İKTİDARA KARŞI MI, TSKYA KARŞI MI YAPILMIŞTI?
Darbe girişimi haberini alır almaz, kardeşlerimize şunları hatırlatmıştık:CIA ve Fetullahcı sapkın Yapı, bir çıbanbaşı olarak Ortadoğuda İslamın bağrına konuşlandırılmış terör şebekesiyle, ne Türkiyede ne de diğer İslam ülkelerinde hiçbir hükümetin cesaret(!) edemeyeceği talihsiz bir girişimle İsraille normalleşme anlaşmasını imzalayan bu AKP iktidarını mı, yoksa asıl TSKyı mı hedef almıştı?
Bugün Sn. Cumhurbaşkanının Bizden izinsiz şekilde ve ucuz kahramanlık dürtüsüyle yapıldığını söyleyip suçladığı Mavi Marmara Gemimize hem de uluslararası bölgede yapılan kanlı İsrail saldırısında, bu Siyonist ve işgalci terörist şebekesini Meşru otoritesayan ve İsraili haklı çıkaran Fetullah Gülenle, şimdi aynı İsraille normalleşme ve birlikte hareket etme anlaşmasını imzalayan AKP iktidarı arasında şahsi ikbal ve iktidar çekişmesi dışında- ciddi ve gerçekçi bir amaç ve politika farkı bulunduğunu söylemek ne derece tutarlıydı?
Orduya sızmış Fetocu rütbeli militanların ve gönüllü CIA ajanlarının bu kalkışma çılgınlığı; Cumhurbaşkanlığıyla, iktidarıyla, TSK ve MİT başta diğer etkin ve yetkin kurumlarıyla DEVLET AKLININ yapmayı tasarladığı yapıcı, yatıştırıcı ve ufuk açıcı DOĞAL ve DOĞRU bir müdahale sonucu gerçekleşecek kutlu dönüşümleri dumura uğratma ve erken doğuma zorlayıp hedefinden saptırma amacı taşıdığı açıktı Ama çok şükür ki, bu hıyanet girişimi başarısızlıkla sonuçlanmış ve tam anlamıyla hezimete uğramışlardı. Bu talihsiz ve tahripçi kalkışma, tam aksine Ordumuza ve diğer stratejik kurumlarımıza sızmış CIA elemanlarının ve İsrail ajanlarının tespit ve tasfiyesini kolaylaştırıp çabuklaştıracak ve Türkiye merkezli tarihi ve talihli değişimlere fırsat sağlayacaktı. Ama unutulmasın ki yegâne kuvvet ve kudret sahibi Cenabı Haktı ve Onun takdir projesine ve vaadine hiçbir güç engel olamayacaktı. Paniklemek anlamsızdı ve AKPyi kahraman sananlar aldanmaktaydı!..
Hatırlayınız, AKPnin bir proje partisi olduğunu Abdurrahman Dilipak, hem de Abdurrahim Karslının evinde açıklamıştı. O toplantıda orada bulunan Ali Bulaç da bunu köşesinde yazmış ve onaylamıştı. Cem Özer'in programında 16 Aralık 2014 tarihinde Abdurrahim Karslı bunları doğrulayıp tekrarlamıştı. Doksanlı yılların başından sonra küresel güçler, emperyalist merkezler, bunun içinde ABD, İngiltere, İsrail falan Türkiye'ye gidip gelmeye ve bazı yetkililerle görüşmeye başlamıştı. Niye gelip gidiyorlardı, çünkü bundan sonra Türkiye'de siyasal İslamcılarla çalışmak istiyorlardı. Çünkü yükselen trend artık İslamdı; Erbakan Hoca ve ekibi gittikçe artan puan kazanmaya başlamıştı. Biz sizinle çalışmak istiyoruz, gel uzlaşalım diyerek Erbakan Hoca'ya başvurmuşlar, ama Erbakan Hoca tarafından kovulmuşlardı. 1- Biz sizi iktidara taşıyalım, 2-Size iktidarda sorun çıkaracakları etkisiz kılalım, 3- Size gerekli finansal destekleri sağlayalımşeklindeki Şeytani teklifleri bu sefer Tayyip Bey'e ve Abdullah Güle yapılınca, onlar biz varız diye uzlaşmışlardı. Bunlar anlatıldığında insanlar garip garip bakınca Abdurrahman Dilipaka şu itiraflarda bulunmuşlardı: (Ali Bulaç Bey de gazeteci olarak oradaydı) 1- İsrail'in güvenliğini artıracaksınız, önündeki engelleri kaldıracaksınız, 2- Büyük Ortadoğu Projesine yani sınırlarının değişmesine katkı sağlayacaksınız, 3- İslam'ın yeniden yorumlanmasında yani yozlaştırılmasında bize yardımcı olacaksınız şartlarını Sn. Recep T. Erdoğan ve ekibi, imkân ve iktidar hırsıyla razı olmuşlardı. İşte 28 Şubat bile sonuç itibarıyla Erbakanı devre dışı bırakıp Erdoğanların AKPsini doğurup iktidara taşımak için yapılmıştı. Şimdi koyu ABci kesilen Erdoğan ve Abdullah Gül Milli Görüşçü iken İsrail, AB ve ABDye şiddetle karşıydı.
TBMM Genel Kurul Tutanağı, 19. Dönem, 4. Yasama Yılı, 83. Birleşim, 8 Mart 1995 Çarşamba, konuşmacılardan birisi Kayseri milletvekili Abdullah Gül. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir diye başladığı konuşmasının bir yerinde aynen şunları aktarmışlardı:
Aslında, Avrupa Gümrük Birliğine Türkiye'nin gayretleriyle girilmedi, bunu burada açıklıyorum. Bu tamamen ideolojiktir, tamamen siyasî bir olaydır. Bu ideolojik tavır, hem şu anda Türkiye'yi yönetenler açısından geçerlidir hem de Avrupalılar açısından geçerlidir. Türkiye'nin Avrupa Birliğine giremeyeceği kesindir; bunu Avrupalılar söylemektedir, Avrupanın önde gelen bütün politikacıları söylemektedir, Avrupalı filozofların hepsi söylemektedir. Çünkü, Avrupa Birliği bir Hıristiyan Birliğidir. Bunu biz söylemiyoruz; bunu, dünkü, Avrupa Birliğinin başındaki Delors söylüyor, dünkü İngiliz Başbakanı söylüyor, bunu Avrupa'da herkes söylüyor, herkes biliyor.
Peki, şimdi İsraille anlaşma ve Rusya ile yakınlaşma fikri kimlerin aklıydı, kimlerin planıydı? Bunların bir günde olduğunu sanmak saflıktı. Çünkü ta kuruluş aşamasında Siyonist odaklarca verilen sözler tutulmakta ve gereği yapılmaktaydı. Rusya olayı, Atatürk Havalimanı saldırısından sonra Putin ile Recep T. Erdoğan arasında yapılan uzun telefon görüşmesinde somutlaşmış ucuz kahramanlarımız mecburen geri adım atmıştı. Mısırla ilişkilerin yeniden kurulacağı konusunda çok güçlü iddialar vardı. O konuda da tükürülenler tekrar yalanacaktı. Türkiyenin Suriye politikasını değiştireceği konuşulmaktaydı, zaten Rusya ile yakınlaşmasının bir ayağını da bu oluşturmaktaydı. Ankaranın Suriye politikasını değiştirme adımları, buna bağlı olarak da İranla ilişkilerini de yeniden rayına oturtma aşamaları ufuktaydı. Yani özellikle Türkiyenin son beş yılına damga vuran pozisyonlarda çok güçlü değişiklikler yaşanmaktaydı. Daha önce de bazı değişiklikler yaşanmış, özellikle Ergenekon ve Balyoz davalarında Cumhurbaşkanı Erdoğan tamamen farklı bir konuma taşınmış, Ergenekon ve Balyoz davaları bir şekilde geçersiz sayılmıştı. Bu davaların açılıp sürdürülmesine ön ayak olan isimler yargılanmaya başlanmış ve bu davaya doğrudan ilişkili bazı isimlerin AKP iktidarı ve özellikle de Erdoğanla yakınlaştığı dikkatlerden kaçmamıştı.
Bu arada çok önemli bir değişiklik, Kürt sorununda çözüm perspektifinden topyekûn savaş perspektifine gidilmiş olmasıydı. Bir başka husus da daha önce ittifak yapılmış olan Gülen Cemaati ile yine topyekûn bir savaş açılmasıydı. Son darbe girişimi bu konudaki haklılığın bir kanıtıydı. Esas sorun şurada yatmaktaydı: Erdoğanın popülaritesinden ve iktidarın gücünden çok fazla eksilme yaşanmamış, dün bu politikalar uygulamada iken bu politikalar konusunda iktidarı zorlayamayan muhalefet bu politikalardan vazgeçilmesi üzerine de yine Erdoğanı sarsmamıştı. Normalde bu kadar köklü değişiklerin tek bir tanesi bile bir iktidarı sallamaya yetebilecekken, Türkiyede çok fazla bir muhalefet yaşanmamıştı.
Bu yaşanan değişikliklerin ne kadar olağanüstü olduğunu anlamak için birkaç sembolik hususa bakalım. Hatırlayalım, mesela insanlar kefenler giyip Recep T. Erdoğanı havaalanında karşılıyorlardı. Mavi Marmara üzerine yapılan protestoları hatırlayın, Erdoğanın dediklerini hatırlayın ya da Mısır konusunda Rabia olaylarını hatırlayın. Suriye konusundaki politikaları hatırlayın. Rusya üzerine, uçak düşürme olayının ardından dile getirilen ifadeleri hatırlayın, meydan okuyuşları hatırlayın. Şimdi Recep T. Erdoğanın çok sık kullandığı bir deyiş vardır: Diklenmeden dik durmak! Kendisinin ve Türkiyenin pozisyonunu böyle tarif etmeye çalışırdı ama bugün gelinen 180 derecelik değişikliğe baktığımız zaman, aslında dik duramadan sadece bir diklenme haliyle karşı karşıyayız. İsraile, Rusyaya, Mısıra, belki gelecekte Suriyeye karşı diklenmelerin artık bir anlamının kalmadığı, sadece palavra sıkıldığı açıktır. diyen Ruşen Çakır haksız mıydı?
Sn. Erdoğanın 180 derecelik değişikliklerinin bir diğer tarafı, sadece politikalardaki değişiklikler değil, kadrosundaki değişiklikler de önemli ve anlamlıydı. AKPnin kuruluşunda yer alan kurucu babalardan birçok ismin, daha sonra buna emekler vermiş birçok başka ismin şu ya da bu nedenlerle tasfiye edilip dışlandığı ortadaydı. Bunlardan da hiçbir ciddi sonuç çıkmamıştı. Peki Erdoğan niye politika değiştirmeye mecbur kalmakta ve niye sık sık kadro değiştirip durmaktaydı? Bunun cevabı aslında tek bir cümlede saklıydı. Çünkü Erdoğan zor durumdaydı. Bence, Tayyip Erdoğan, özellikle Gezi süreciyle beraber artık iktidarını uzatmak ve kendi var kalmasını sağlamak üzerine siyaset üretiyor olmalıydı. Yani negatif siyaset, reaksiyoner siyaset yapmaya başlamıştı. Ondan öncesinde uzun bir süre Recep T. Erdoğan siyasette aksiyonerdi, o gündemi belirleyen konumdaydı. Geziyle beraber işin rengi değişmiş durumdaydı. 17/25 Aralık bunun üzerine eklendi. Ve Çözüm sürecinin kopmasından sonra Kürt hareketinin de topyekûn savaş konseptine katılmasıyla beraber, işin rengi tamamen değişmiş bulunmaktaydı.
Tayyip Erdoğanın iktidarının zor durumda olduğu açıktı. Böyle olmasının nedeni de, gücünü abartması, bazı hayallere kapılması, özellikle de Arap Baharı ile birlikte bölgesel ve hatta İslam dünyası kapsamında birtakım misyonlara ve vizyonlara talip olması ve buralarda peş peşe hayal kırıklıkları yaşaması kaçınılmazdı. Peş peşe gelen başarısızlıklar Onu sıkça geri adım atmaya zorlamaktaydı. Aslında Suriye tek başına yeterlidir, Suriyede tam bir fiyasko yaşanmıştı.
Ayakta kalma telaşları ile çevresini tasfiye etmiş olması, bütün bunların Erdoğanın işini daha da zorlaştırdığı unutulmamalıydı. Özellikle de, Batı ile olan ilişkilerinde pozisyon değişikliğinin Erdoğana ciddi bir şekilde sorun çıkarttığı ve şimdi burada toparlanmaya çalıştığı anlaşılmaktadır. İsraille ilişkilerini düzeltmesi aynı zamanda Batı ile olan ilişkilerini düzeltmesine yönelik bir hamle olarak okunmalıdır. Nitekim, İsraille ilişkilerin düzelmesiyle, yani Siyonistlerin güdümüne girilmesiyle beraber Erdoğana yönelik eleştirilerin dozlarının hafif hafif azalmaya başladığını görüyoruzyaklaşımı bir saptırmacadır. Çünkü İsraile yaranmak ve Batıya yamanmak AKPnin kuruluş amacıdır.
Erdoğanın AKPnin kuruluşunda çok söylenen Milli Görüş gömleğini çıkartma iddiası vardı. Kimisi inandı kimisi inanmadı ama bir gömlek çıkartma olayı fikren ve fiilen yaşanmıştı. Ama son yıllarda Erdoğanın tekrar Milli Görüş gömleğini kuşandığı ya da Erdoğanın tekrar İslamcı bir pozisyon aldığı havası yayılmıştı. Yani eski gömleğini yeniden giydiği konuşulmaktaydı. Son dönemdeki 180 derecelik dönüşlerle birlikte tekrar bir gömlek çıkartma yani tekrar İslamcılıkla arasına bir mesafe koyma durumuyla karşı karşıya kalmıştı!?
Bu anlamda Mavi Marmara ile ilgili söylediği dönemin Başbakanına yani kendisineBana mı sordunuz? çıkışının çok tarihi ve talihsiz bir anlamı vardı. Bu aslında çok kritik çok dramatik bir çıkıştı. Tayyip Erdoğanın çok zor durumda olduğunu çok net bir şekilde gösteren bir tavırdı. Bu çıkış şu anda Tayyip Erdoğana çok ciddi bir bedel ödetmiyor sanılsa da bu çıkış ileride Tayyip Erdoğan çok ciddi bir krizle karşı karşıya kalırsa, arkasında beklediği kalabalıkları bulmaması halinde bunun nedenlerinden biri olacaktır.
ABD, Erdoğan'ı Erbakandan kurtulmak üzere İstanbul Sermayesi ve gazetecilere tanıtıp reklamını yapmıştı.
Koyu Erbakan karşıtıaraştırmacı yazar Erol Mütercimler, Tayyip Erdoğan'ın 1999 yılında ABD'li diplomatlar tarafından İstanbul sermayesi ve gazetecilere takdim edildiği özel toplantıyı canlı yayında anlatmıştı. Kendisine yönelik eleştiri getiren bütün muhalifleri ABD ile işbirliği yapmakla suçlayan Recep T. Erdoğan'ın siyaset sahnesine çıkışı ve AKP'nin kuruluşundaki ABD parmağı bugüne kadar pek çok yerde yazılıp tartışılmıştı. Ancak ilk kez, Erdoğan'ın bizzat ABD'li yetkililerin de olduğu özel bir toplantıda 'Geleceğin Başbakanı'denilerek dönemin gazetecilere ve İstanbul sermayesinin etkili bazı isimlerine takdim edildiği toplantıyı, o toplantıya Erdoğan'ın danışmanlarının davetlisi olarak katılan ve toplantının sonunda Erdoğan'ın ikinci danışmanı olması teklif edilen Erol Mütercimler aktarmıştı. Halk TV'de Ayşenur Arslan'ın 'Medya Mahallesi' programına konuk olan Erol Mütercimler, son kitabı 'Hayat Bir Tesadüf'te anlattığı o anekdotu canlı yayında izleyicilerle paylaşmıştı. Mütercimler, geçtiğimiz günlerde Erdoğan'ın çekilmesi gerektiğini yazan ABD'nin Eski Ankara Büyükelçilerinden Morton Abramowitz'in Erdoğan'ı parlatma operasyonunu da anlatmıştı.
Erol Mütercimler, 1999'da Münci İnci'nin evindeki o toplantı hakkında şunları hatırlatmıştı: “Bana davet Münci İnci'den geldi. Nail Keçili ile birlikte Recep Tayyip Erdoğan'ın PR ve halkla ilişkiler işini aldıklarını ve Durusu Konakları'ndaki evinde bir sabah kahvaltısında konuğu olacağını ve benim de bu toplantıya katılmamı istediklerini söyledi. Ben evde, sadece Münci İnci, Nail Keçili, ben, Tayyip Erdoğan ve onun bir kaç adamının olacağını düşündüm, ama içeri girdimizde manzara şuydu: Duvarın önündeki kanepede oturanlar, Fehmi Koru, Emin Şirin, Nazlı Ilıcak, Yalçın Doğan. Arkada ayakta duran Bülent Akarcalı, salonda dolaşanlar: Vakıflar Bankası Genel Müdürü Fehmi Gültekin, Tezcan Yaramancı, Güler Kömürcü, bir de yağ fabrikası olduğu ifade edilen bir hanımefendi vardı ve herkesin el falına bakıyordu. Ardından Tayyip Erdoğan yanında bir adamıyla birlikte geldi. Onun peşinden ise dönemin ABD İstanbul Konsolos Yardımcısı (Kate Schertz) hanımefendi ile birlikte Tuğrul Türkeş el ele birlikte içeri girdiler. Aynı otomobille gelmişlerdi. Morton Abramowitz 1996'da Erdoğan'ı keşfetmiş, 1999'da parlatmaya girişmişti.
Erdoğan'ın o görüşmede çok mülayim ve uyumlu konuştuğunu söyleyen Mütercimler, toplantının ardından Münci İnci'nin kendisine 'Tayyip Bey bu ülkeye Başbakan olacak' dediğini, kendisinin ise 'O zaman psikolojisini hiç iyi görmedim. 5-6 ay yurt dışına gönderin dinlensin, mümkünse İngilizce öğrensin' dedim. Münci İnci ise Tayyip Bey'in zaten cezaevi sürecinde üniversitelerden taşınan hocalarca eğitildiğini ve İngiltere'de bir kolej ayarlandığını söyledi. Erol Mütercimler, bu görüşmenin ardından Erdoğan'ın hukuk müşavirinin kendisini ziyaret ettiğini ve “Tayyip Bey'e 5 kişilik bir danışman listesi sunduk. Siz ikinci sıradasınız” dediğini belirtmişti. 'Birinci sırada kim var, beni niye yazmadınız' diye takılınca birinci sırada Nabi Avcının olduğunu söyledi. Diğer 3 ismi hatırlamıyorum. O görüşmede de Tayyip Bey'in hukuk müşaviri kendisine 'Tayyip Bey Başbakan olacak' dediğini de belirtmişti.[1]
Ancak bu Erol Mütercimler denen kişi, şimdi hiç utanmadan ve hiçbir alakası bulunmadan Rahmetli Erbakan Hocayı da ABD ve İsrailin adamıolmakla suçlamaya ve saçmalamaya girişmişti!
Bu kalkışmadan bir gün önce TSKda dev FETÖ soruşturması başlatıldığı ve 1700 rütbeli askerin mercek altına alındığı basına yansımıştı.
Muvazzaf subaylarla ilgili incelemeyi yapan kaynaklar, F tipi soruşturmaları yürüten birimler birbirleriyle temas halinde. Karşılıklı bilgi paylaşımı ile sağlıklı bir sonuç alınmaya çalışılıyoruyarısında bulunmuşlardı. F Tipi örgüte yönelik soruşturma nihayet TSKya dayanmıştı. İzmirde aralarında amirallerin de bulunduğu muvazzaf askerlere yönelik operasyon sürerken, TSKda toplam bin 700 muvazzaf subay astsubay ve 400 sivil memurla ilgili soruşturmanın tamamlandığı anlaşılmıştı. Fetocu örgüte yönelik olarak emniyet, yargı, bürokrasi ve iş dünyasında devam eden operasyonlara TSK da katılmıştı. Fetocuların TSK içinde çok dikkatli davrandıklarını ve açık vermemek için her yola başvurduklarını kaydeden yetkililer, F tipi örgüte yönelik operasyonlarda önemli mesafe alındı. Emniyet ve yargıda ciddi temizlik yapıldı. Ekonomik kaynaklarına önemli darbeler indirilip etkisiz bırakıldı. Şimdi sıra Örgütün TSK ayağına dayandı. Bugüne kadar açığa çıkan örgüt elemanları TSKdan uzaklaştırıldı. Ancak bunların sayısı çok azdı. Şu anda F tipi soruşturmaları yürüten birimler birbirleriyle temas halinde çalışmaktadır. Karşılıklı bilgi paylaşımı ile sağlıklı bir sonuç alınmaya odaklanmıştır. Kimsenin haksız yere mağdur edilmemesi için çaba harcanmaktadır. Gelen istihbaratlar ve elde edilen bilgiler çerçevesinde TSKda yaklaşık bin 700 muvazzaf subay-astsubay ve 400 civarında sivil memurla ilgili soruşturma sürdüğü anlaşılmıştır. Bunlar arasında örgütle bağı kesinleşen isimler belirlenirse yargıya teslim olunacak, ondan sonra bu kişilerin TSK ile ilişiğinin kesilip kesilmemesine kurumları karar alacaktır.
TSK içindeki F tipi örgüt elemanlarının kendilerini kurtarmak için her yolu denediğini de kaydeden yetkililer, Bunlar arasında F tipi örgüte bayrak açan mı istersiniz, dikkat çekmemek için ordu evlerinde eşiyle içki içen mi? Aşırı bir şekilde Tayyip Erdoğana destek veren mi? Ama bu kişilerle ilgili araştırmalar uzun süredir yapılmaktadır. Zaten birçoğunun örgütle bağı da tespit edilmiş durumdadır. Örgüt soruşturmaları sulandırmak için taktikler geliştirmesi boşunadır. Çeşitli yollarla F tipi örgütle ilgisi olmayan isimleri F tipi örgüt elemanı olarak ihbar etmeye başlamışlardır. Soruşturmalarda kafa karışıklığı yaratmaya çalışmaktadır. Aynı yöntemi geçmişte de yaptıkları için aynı yolla kurtulacakları sanılmaktadır. Bu arada, Ağustos ayı başında yapılacak YAŞ toplantısının gündeminde de F tipi örgütle mücadelenin olacağı, Şurada bu konuda önemli kararların alınacağı anlaşılmıştır.
Darbe girişiminden bir gün önce savcılık, Fetullah Gülen'in CIA adına çalıştığını saptamıştı.
Gülen'in en yakınındaki 73 şüpheli isim isim iddianamede yer almıştı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'na yönelik (FETÖ/PDY) çatı iddianameyi tamamlamıştı. TSK, eğitim, finans, emniyet, yargı ve basın gibi birimleri yöneten örgüt mensupları, bölge ve ülke imamları ile Gülenin en yakında yer alan isimler tek tek açıklanmıştı. Halen 5i tutuklu durumdaki, 73 şüpheli listesi ortaya çıkmıştı. 73 şüpheli hakkında hazırlanan ve 12 bölümden oluşan 666 sayfalık iddianamede örgütün yönetici sınıfı ve hangi görevde bulundukları tek tek anlatılmıştı. Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilen iddianamede şüphelilere, 'silahlı terör örgütü kurmak-yönetmek, darbeye teşebbüs, siyasi ve askeri casusluk, resmi belgede sahtecilik, nitelikli dolandırıcılık, kişisel verileri kaydetmek' gibi onlarca suçlama yöneltilirken, zanlıların her biri için 2'şer kez ağırlaştırılmış müebbet ve 65'er yıl süreli hapis cezası istenmesi dikkatlerden kaçmamıştı.
FETÖ örgütünü yurt dışında kurgulamışlardı
Erzurum'da büyümüş yarım ilkokul mezunu bir vaiz olan Fetullah Gülen'in, sayıları binleri bulan kuruluşu yönlendirmesinin güç olduğuna işaret edilen iddianamede, Örgüt, din kisvesi ile gizli çıkar örgütleri üzerinden Türkiye ve İslam toplumlarını içinden dönüştürmek için yurtdışında kurgulanmış bir yapıdır. Türkiye ve İslam'ı yeniden biçimlendirmek için kurgulanmış toplumsal, politik mühendislik projesidir” saptaması yapılmıştı. İnzivaya çekilen bir din adamı olduğu iddia edilen Gülen'in neden bir İslam memleketinde değil de Amerika'da uzun süre yaşadığını açıklayamadığı kaydedilirken, Gülen'in, ABD'de CIA tarafından korunduğu vurgulanmıştı. İddianamede, Gülen ve örgütünün ABD'nin emrinde olduğu ve CIA tarafından kullanıldığı çok açıktır”ifadeleri yer almıştı.
FETÖ, cinayet şebekesi gibi çalışmaktaydı!
İddianamede, örgüt üyelerinin Gülen'i “muhterem bir Mehdi/Mesih”kabul ederek tanrılaştırdığı ifade edilirken, örgütün Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk gibi soruşturmalarda hedef aldığı kişilerin hayatlarını kararttığı hatırlatılmıştı. Danıştay saldırısı ve Necip Hablemitoğlu cinayeti örgütün doğrudan kasten öldürme eylemleri arasında sayılmıştı.
150 milyar dolarlık bütçeleri vardı!
İddianamede, hayırseverlerin sömürüldüğü, burs, himmet, bağış, kurban gibi çeşitli adlarla toplanan paranın devlete ve sisteme karşı kurulan örgütlenmeye aktarıldığı anlatıldı. Fetullah Gülen'in kurup yönettiği örgütün Türkiye'de ve dünyada toplam 150 milyar dolarlık ekonomik değeri bulunan banka, üniversiteler, okullar, yurtlar, dershaneler, medya kuruluşları, matbaalar, kargo şirketleri, holdinglerin bulunduğu aktarılmıştı.
Darbeler en çok FETÖcülere yaramıştı!
Paralel örgütlenmenin temellerinin şüpheli Fetullah Gülen tarafından, İzmir'de 1966 yılında atıldığına işaret edilirken, cemaatin örgüt olarak gelişiminin temelde 3 aşamada incelenebileceğine atıf yapılmıştı. İlk aşamanın, 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar süren'Işık Evleri' ve dershaneler üzerinden yürütülen 'sızarak kadrolaşma' hareketi olduğu vurgulanmıştı. İkinci aşama olarak ise 12 Eylül 1980 askeri darbesinden hemen sonra Türkiye'de serbest pazar ekonomisine geçilmesi, liberal politikaların uygulanması ile'liberalizme uygun hoca' profili olarak Gülen ve cemaatinin sivriltildiği açıklanmıştı. Cemaatin, 'korkunç bir dev'e dönüşmesi ve terörizme giden üçüncü aşamasının ise 28 Şubat 1997 post-modern darbesinden sonra olduğu hatırlatılmıştı. Bu evrede Fetullah Gülen'in yurtdışına kaçtığı vurgulanırken, cemaatin söyleminin başkalaştığı ve evrensel ifadelerin kullanılmaya başlandığı anlatılmıştı. Üçüncü aşamayla birlikte örgütün kamu kurumlarında 'kitlesel kadrolaşması'nın tamamlandığı, birer birer devlet kuruluşları, idareleri ve stratejik kurumları 'ele geçirip haricen yönetmeye'başlandığı vurgulanmıştı. Bu aşamadan sonra örgütün 'Herkül' gibi güçlendiği kaydedilmiş, 'Devleti kurnazlıkla, yavaş yavaş, fark ettirmeden, sinsice ele geçirmek' üzere hazırlık yapıldığı hatırlatılmıştı.
İddianamede, FETÖ'nün demokratik hukuk devletinin özelliklerini ortadan kaldırmak amacıyla kurulmuş en geniş ve en büyük katılımlı silahlı terör örgütlenmesi olduğu vurgulanmıştı. FETÖ'nün ayrıca, amaçlarını gerçekleştirmek için silahlı terör örgütlerini kullanabilen-kiralayan, devletin silahlı unsurlarını kendi emelleri için kullanan, devlet kademelerindeki silahlı güçler aracılığıyla operasyonel sonuçlar elde etmeye çalışan bir örgütlenme olduğu saptanmıştı. Paralel örgütün, 2006'dan itibaren başlayan asimetrik, psikolojik harekatlarına Türk Silahlı Kuvvetleri'nin dayanamayıp pes etmek zorunda kaldığını belirten Ankara Savcılığı, kurulan kumpas ve cemaat baskısının, 'askeri vesayeti kırıyoruz, darbeleri önlüyoruz' algısıyla saklandığı açıklanmıştı. TSK içerisindeki FETÖ yapılanmasının endişe verici boyutlara ulaştığına dikkat çekilen iddianamede, önemli oranda örgüt mensubu kurmay subayın bulunduğuna vurgu yapılmıştı. Örgütün Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk gibi soruşturmalarda hedef aldığı kişilerin hayatlarını kararttığı, onları yaşayan ölülere çevirmeyi başardığı vurgulanmıştı.
Şimdi bu gerçekleri 15-20 yıl öncesinden yazıp ilgilileri ve yetkilileri uyardığımız için MİLLİ ÇÖZÜM DERGİMİZE onlarca mahkeme açan ve bize cezalar yağdıran hem yargı mensuplarına hem de AKP iktidar yandaşlarına artık şunu sormamız lazımdı: Siz kendi vicdani kanaatinizle mi, yoksa hep takma akılla ve ısmarlama talimatla mı bize bunları yapmıştınız?
Hayret Aydınlık Gazetesi, AKP iktidarının İsraille anlaşmasına sessiz ve tepkisiz kalmış, bir nevi onaylayıp sahip çıkmıştı!?
Oysa Aydınlık dergisi 20 Ekim 1996 tarihli sayısının kapağında Abramowitz Tayyibi Erbakanın yerine hazırlıyor başlığını atmıştı. Oysa bu haber ABD ve İsrail Erbakanı devre dışı bırakmak üzere Recep T. Erdoğanı hazırlıyor şeklinde olmalıydı. Ve de derin bağlantılı Morton Abramowitzin CIA istasyon Şefi Graham Fullere kadar uzanan ilişkilerine tek tek bakmak lazımdı. Acaba Erdoğan 1996da birilerini mi kullanmıştı, yoksa kendisi mi kuşatılmıştı? Veya karşılıklı çıkarlar doğrultusunda bir gelecek ilişkisi mi başlatılmıştı? Ancak ABDnin o gizemli desteği olmadan, Erdoğanın henüz 3 ay önce kurulmuş bir partiyle devletin tepesine taşınamayacağı açıktı. Diğer yandan bu ele geçirilme ilişkisinin perde gerisini biraz olsun çözebilmek için Erdoğanın BOP eşbaşkanlığını kabul ettiği konuşmalarına bakmak lazımdı! Ancak bu tartışmayla ilgili bilinen tek gerçek Aydınlıkın, AKP kurulmadan tam 6 yıl önce Erdoğanın dış güçlerin de desteğiyle Erbakanın (devre dışı bırakılıp) yerine gelerek başbakan olacağını öngören Aydınlık şimdi Sn. Erdoğana niçin sahip çıkmaktaydı? Bunun yanıtı olarak Doğu Perinçek 11 Temmuz 2016 tarihli Aydınlıkta şu önemli satırları da kaleme almıştı:
Türkiye, Atlantik ülkelerine sırt çevirirken yeni dostlar arayışına girmiştir. Kısacası Atlantik sisteminin hâkim güçleri Türkiyenin yönelişi karşısındaki tavırlarını kesin ve keskin bir dille deşifre etmiştir. New York Times, biraz daha umutlu olmak istiyor. Alman sermayesinin büyük gazetesi ise, Tayyip Erdoğana öfkesini çok daha ağır ifadelerle açığa vuruyor. Tayyip Erdoğana Kemalist Devrimi yıkma görevi vermişlerdi, oysa Tayyip Erdoğan Kemalizme teslim oldu. Dizginleri ellerinden kaçırmışlardır. Bu saptama, Batı açısından stratejik yenilginin itirafıdır.
Sonuç olarak:
Başta Sn. Devlet Bahçeli olmak üzere tüm muhalefet başkanlarının ve medyanın sorumlu ve duyarlı yaklaşımları takdire şayandır. Değerli vatandaşlarımızın tutarlı ve cesur direniş ve dayanışması da alkışlanacak bir tavırdır. Ama bu durum, asla kendimizi boş gururlara kaptırmamalı ve hele bir avuç kiralık hain yüzünden şerefli Ordumuza yan bakmaya kalkışmamalıdır. Kesinlikle unutulmamalıdır ki, varlığımızın ve bağımsızlığımızın sigortası kahraman TSKmızdır. Ancak TSKnın da bu girişimlerden ciddi dersler çıkarması ve artık bağrından çıktığı aziz milletimizin milli ve manevi değerleriyle barışıp samimiyetle sahip çıkması ve saygı duyması, NATOya ve Amerikaya güvenmenin ağır faturası da önemle hatırlatmamız gereken bir noktadır.
Şu ayeti kerimeleri dikkatle okuyup suni ve geçici zafer sarhoşluğuna kapılanların; Kurana ve İslam Nizamına dönmek yerine AB ve İsrail hizmetinde kurtuluş ve huzur arayanların boş kuruntuları anlaşılmaya çalışılmalıdır:
Bakara: 17- Bunların (münafıkların) misali, (karanlıkta) ateş yakan adamın örneğine benzer; (ki onun ateşi) çevresini (biraz) aydınlattığı (ve artık zulümattan kurtulduğunu sandığı bir) anda, Allah onların aydınlığını giderip (hidayetlerini karartır) ve (artık) göremez(bakar kör) bir şekilde karanlıklar içinde bırakıp (kendi hallerine terk ediverir.)
Enbiya: 97- (Hakkın hâkimiyeti, inkârcıların ve münafıkların hezimetiyle sonuçlanacağı kesin) Gerçek olan vaad yaklaşıvermiştir. İşte o zaman (Hakk davayı ve başındaki kutlu şahsı) inkâr edenlerin gözleri yuvalarından fırlayıp (şaşkınlık ve perişanlığa uğrayacak) Biz bundan tam bir gaflet (ve hıyanet) içindeydik; belki de (yazıklar olsun ki)bizler zalim kimselerdik (diyerek rezil ve zelil duruma düşeceklerdir).
Enbiya: 105- Yemin olsun ki Tevrattan sonra Zeburda da yazıp (belirttik) ki: (Sonunda) Yeryüzüne mutlaka salih kullarım varis olacak (galibiyet ve hakimiyet mümin ve mücahitlerin eline geçecek)tir.
[1]http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/515084/ABD__Erdogan_i_istanbul_Sermayesi_ve_gazetecilere_takdim_etmis.html