FELAK VE NÂS SURELERİNİN
ÇOK İLGİNÇ VE İLMİ TEFSİRİ
(Not: Bu gerçekler Erbakan Hocamız tarafından rüya âleminde öğretilmiştir.)
FATMA BETÜL ERİŞKİN / 19.02.2020 / KONYA
Rüyamda: Mutfağımda yemek yapıyor oluyorum. Cep telefonumdan www.mealikerim.comun Meal-i Kerim Uygulamasından, Fil Suresinden başlayarak, namaz surelerinin önce metinlerini, sonra da meallerini dinliyorum. Dinlediğim diğer sureler, Meal-i Kerimin meallerini seslendiren beyefendinin sesiyle okunurken, sıra Felak ve Nâs Surelerine geldiği zaman bu sureler, Aziz Erbakan Hocamızın mübarek sesleri ile okunmaya başlıyor ve sanki Felak Suresinde takılıp kalıyor. Erbakan Hocamız, Felak Suresinin önce metnini sonra mealini okuyorlar. Öyle güzel ve samimi okuyorlar ki, hiç durdurmayı düşünmüyorum. Bu şekilde ne kadar vakit geçirdiğimi bilmiyorum ama, birden Erbakan Hocamızın mübarek sesleri ile kendime geliyorum. Erbakan Hocamız gülümseyerek: “Programı durdurmazsan böyle akşamdan sabaha, sabahtan akşama kadar Felak Suresini dinleyeceğiz!” buyurdular. Ben: “Aziz Hocam, öyle güzel okuyorsunuz ki kulaklarım şenlendi. Öyle samimiyetle okuyorsunuz ki, ruhum dinlendi. O yüzden hiç kapatmayı düşünmedim” dedim. Erbakan Hocamız: “Peki, sure bize ne anlatıyor? Surenin hikâyesi ve nüzul sebebi ne oluyor? Bu sure bize ne katar, bizden hangi sıkıntı ve hastalıkları çıkarır? Bunların cevaplarını duymak, bilmek, öğrenmek istemez misin?” buyurdular. Hemen telefonu kapatıp, rüyaların notunu tuttuğum defterimi getirdim. Kalemim elimde, Erbakan Hocamıza bakıyor ve sabırsızlıkla başlamalarını bekliyorum. O esnada mutfağımda, koridorda, hatta karşıdaki uyku holünde birtakım canlılar görüyorum. Bunlar, sağa-sola yürüyen, uçan, birbirlerine çarpan, hatta kavga eden çirkin yüzlü, insanla hayvan arası canlılar oluyorlar. Çok tedirgin oldum ve: “Aziz Hocam, bunlar da kim veya ne? Benim evimde ne arıyorlar? Bunlar bize zarar verebilirler mi?” diye sordum. Erbakan Hocamız: “Onlar Allahın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler!” buyurdular. Ben: “Aziz Hocam, bunlardan kurtulmanın, evimizi, etrafımızı bunlardan temizlemeyip korumanın bir yolu yok mu?” diye sordum. Erbakan Hocamız: “Yok, onlar hep hayatımızdalar, ama onları etkisiz hale getirebilir, zararlarından emin olabilirsin!” buyurdular. Ben: Bunu nasıl yapabilirim Aziz Hocam?” diye sordum. Erbakan Hocamız: “İşte, takılıp kaldığın, dakikalardır dinleyip durduğun Felak ve Nâs Sureleri var ya, işte o sureler Allahın izniyle evini, sevdiklerini ve kendini koruma altına alıp, bunların zararlarından uzak tutarlar. Bunun için de sure sana ne anlatıyor? Hayatına ne katıyor ve hayatından ne çıkarıyor? Bunları bilmen lazım!” buyurdular ve Euzu Besmele çekerek surenin metnini, ardından da mealini okudular.
Bismillahirrahmanirrahim;
1- De ki: Felakın (nurlu ve huzurlu sabahların) Rabbine (bütün mahlûkatını, yokluk karanlığından varlık aydınlığına çıkaran sahibine) sığınırım.
2- Yarattığı şeylerin kötülük ve şerrinden (gizli açık tehlikelerinden.)
3- Karanlığı çöktüğü zaman, gecenin şerrinden (endişelerinden, fitnelerinden.)
4- (Şeytani tılsımlar okuyup ipleri bağladıkları) Düğümlere üfürenlerin (büyücülük yapan kimselerin ve sözleşmelerini bozan hain ve kaypak tiplerin) şerrinden (sinsi ve hileli düzenlerinden.)
5- Ve kıskanıp (hıyanete ve zarar vermeye yeltendiği) zaman da, hasetçinin şerrinden (kâinatın Mevlâsına sığınırım.) (Felak Suresi)
Bismillahirrahmanirrahim;
1- De ki: İnsanların Rabbine sığınırım,
2- İnsanların Malikine (ve Melikine yani gerçek sahibine ve yöneticisine avuç açıp yakarırım,)
3- İnsanların İlahına (Rızası aranan, Kanun koyan, İbadete layık ve müstahak olan ve ancak Kendisinden Yardım umulan tek ve gerçek Mevlâsının hükmüne ve rahmetine sarılırım,)
4- Kalplere, sinsice (küfür ve kötülük tohumları ve) şüphe duyguları eken ve bunu sürekli tekrar eden vesvesecilerin şerrinden (sakınırım.)
5- Ki o (pusuya yatıp, şeytani heves ve dürtüleri kışkırtmak üzere) insanların göğüslerine (gönüllerine) vesvese vermekte (zihinlerine şüphe ve fitne düşürmektedir, devamlı ve farklı şekilde içlerine kuşku ve kuruntu üflemektedir.)
6- Gerek cinnlerden, gerekse insanlardan (olan her) hannas'tan (yani; hem cinn olarak enerji boyutundaki, hem de insan suretindeki safsatacılardan; kalpleri İblisin karargâhı olmuş: Ahlâk fesatçısı, günah fetvacısı, münakaşa ve kavga fırsatçısı vesveseci şeytanlardan Allah'a sığınırım.) (Nâs Suresi)
“Euzu billahimineşşeytanirracim. Bismillahirrahmanirrahim.
Felak; sabah manasına gelmektedir. Bu sure; Evrende var olan tüm varlıkların, karanlığın, büyünün ve büyücülerin şerrinden Allah'a sığınma suresidir. Sureye Felakın-sabahın Rabbine sığınma emriyle başlanır. İlk ayetle ikinci ayetin bağlantısını düşünürsek felak kelimesi; kâinatın yokluk alanından bir patlama ile meydana gelişini ve yaradılışını ifade ettiğini söyleyebiliriz. Çünkü ikinci ayet; Allahın yarattığı şeylerin zararından; üçüncü ayet; bastıran karanlığın şerrinden ve zorluklarından Allah'a sığınmak gerektiğini bildirmektedir. Buradaki bastıran karanlık; gece karanlığıyla beraber, karanlık düşünceleri ve insanın içine çöken, onun iç dünyasını karartan kin, öfke, nefret ve kıskançlık gibi şeyleri içine alan çok kapsamlı bir ifadedir. Dördüncü ayet; düğümlere üfürenlerin şerrinden de Allah'a sığınmanın gereğini dile getirmektedir. Bu ifade, fiilen mevcut olup olmaması bir yana, varlığına inanılıp etkileri altında kalınan üfürükçülük ve büyücülük gibi ruhi etkileşimden başka, bütün kötü fikirlerin ve sapık ideolojilerin tesiriyle insanların içindeki inanç düğümlerinin çözülüp, küfür ve ümitsizlik karanlığına düşmelerine de işaret etmektedir.
Ayrıcaa, ayetin bir düğmeye basıp nükleer bir sistemi harekete geçirmek suretiyle doğabilecek felaketlere de dolaylı yoldan değinilmiş olduğu söylenebilir.
Aynı zamanda Felak; yokluktan yarılıp çıkan mahlûkat şeklinde de ifade edilebilir. Buna göre felak kelimesi; kâinatın yokluk alanından, belki bir patlama ile meydana gelişini ve yaratılışını ifade etmektedir. Yine buna göre Arzdan kaynayan pınarlar, rahimlerden çıkan yavrular gibi Allahın kudretiyle bir asıldan, bir kaynaktan ayrılıp çıkan bütün mahlûkat, Felak kelimesinin kapsamına girmektedir.
Aynı zamanda Felak kelimesi; belirsiz bir dönemden sonra hakikatin ortaya çıkışı şeklinde de anlaşılabilir. Buna göre, sabahın Rabbi deyimiyle “Allahın, hakikatin her şeklindeki (tezahür ve tecellisinin) idrakinin kaynağı olduğuna ve bir kimsenin O'na sığınmasının, hakikatin ardından koşmakla eş anlam taşıdığına da işaret olabilir.
Dedik ki; bütün mahlûkatın şerrinden Allah'a sığınılmalıdır! Bu ifade ile; maddi-manevi, dünyevi ve uhrevi, dış âlemde veya kişinin nefsinde, tabii ve ihtiyari her türlü şerrin ve kötülüğün, yaratma bakımından Allah'a ait olduğu vurgulanmaktadır. Ama bununla her yaratılanın bir hikmeti, bir faydası, İlahi plana uygun bir fonksiyonu da bulunmaktadır. Bu durum, imtihan planında ve onu icra sahasında, kullara iradesini harekete geçirme yetisi verildiğini de hatırlatır. Öte yandan Allahın kötü olarak nitelemediklerini kötü sayanlar veya kötü kılanlar, bu sınava tâbi olan şuurlu varlıklardır. Yani, kötülük onların tavrı, tercihi kullanma ve uygulama biçimi ve yeri ile ilgilidir. Yine Felak; “Uyarmak” anlamındaki Felk mastarındaki isimdir. Az evvel de ifade ettiğimiz gibi, yarma ve çatlatma neticesinde meydana gelen şeyin sıfatı olarak kullanılır. Allahın gece karanlığını yarması neticesinde meydana gelen sabahın aydınlığını anlatır. Ayrıca sure, Mukaşkışeteyn yani şirkten uzaklaştırılanlar adıyla da anılır. Sure, yalnızca dışarıdan gelen kötülük ve zararlardan korunmak için değil, kendi kendimize, davamıza, dava kardeşimize ve etrafımıza zarar verecek kötülüklerden korunmak anlamını da taşır. Yani sure, kendimizi kendimizden korumak için de okunmalıdır!
Şimdi gelelim surenin hikâyesinee! Bu sure, elbette bizlere hayat tarzı ve yaşam rahatlığı olması için; yaşamımızı ve imanımızı koruyup kolaylaştırması için indirilmiştir. Lakin ne olmuş da indirilmiştir? (Bu konuda birçok rivayetler vardır:) Efendimize (SAV) hizmet eden Yahudi bir çocuk varmış. Yahudiler ona gelip, ondan Efendimizin tarağını veya tarağının birkaç dişini getirmesini istediler. Çocuk taraktan iki adet diş kırdı ve onlara verdi. Yahudiler, bu tarak dişleriyle Efendimize (SAV) büyü yaptılar. Yahudi Lebid İbnül Asam bu işi üzerine aldı. Sonra o zamanki ismiyle Beni Zürayk kuyusuna o sihri gizledi. Büyü sonrasında Efendimiz (SAV) hastalandılar. Mübarek saçları dökülüp açılmaya başladı. Kilo verip eridiler. Öyle ki, günlük ibadetler, sohbet ve devlet idaresi için mescide çıkma dışında, eşlerinin yanlarına bile gidemez konuma geldiler. Bu hal 6 ay kadar sürdü. Yine bir gün bu halde uyuyakalmışlarken, rüyalarında iki melek O'na geldiler. Biri baş taraflarına, diğeri ayakuçlarına oturdu. Meleklerden biri diğerine: “Efendimize ne olmuş böyle?” diye sordu. Öteki: “Efendimize Tubbe yapıldı!” dedi. Diğeri: “Tubbe nedir?” diye sordu. Öteki: “Sihirdir!” dedi. Diğeri: “Bu sihri Efendimize kim yapmış?” diye sordu. Öteki: “Yahudi İbnul Asam!” diye cevap verdi. Diğeri: “Peki, ne ile yapmış?” diye sordu. Öteki: “Saç taraklarının dişleriyle!” dedi. Diğeri: “O tarak dişleri nerededir?” diye sordu. Öteki: “Zürayk Kuyusunda, su çekilirken ayak basılan taşın altında, hurma çekirdeğinin altında sarılı!” dedi. Böylece Rabbimiz, Efendimize rüyasında rahatsızlığının sebebini ve o sebebin nerede gizlendiğini haber vermişti. Efendimiz uyandılar: “Ey Aişe, Rabbim Bana hastalığımı haber verdi!” buyurdular. Sonra Ali, Zübeyr ve Ammar bin Yasiri yanlarına çağırıp durumu anlattılar ve onları kuyuya gönderdiler. Sahabeler kuyunun suyunu boşalttılar. Su sanki bekletilmiş üzüm şırası halini almıştı. Taşı kaldırdılar; hurma çekirdeğinin kabuğunun içine gizledikleri tarak dişlerini, bir de kendisinde on bir düğüm bulunan, bağlanmış ve iğne ile birbirine geçirilip batırılmış bir ip buldular. Bunun üzerine Rabbimiz Muavezeteyn (Felak ve Nâs) Surelerini indirdi. Efendimiz bu surelerin her bir ayetini okuduklarında düğümlerden biri çözülüp açıldı. Efendimiz, düğümler çözüldükçe rahatladılar ve yeniden doğmuş gibi oldular. Tekrar sağlık ve huzur buldular. Cebrail şöyle buyurdu: Seni Rabbimin izni ve İsmi ile tedavi ediyorum. Sana eziyet veren her şeyden, haset edenden, nazar edenden Allah Sana şifa verdi!” Bunun üzerine Sahabeler: “Ey Allahın Resulü, o (büyücü) habisin başını yarıp canını alalım mı? dediler. Efendimiz: “Allah Bana şifamı verdi. İnsanlara şer olmayı ve zarar ulaştırmayı hoş görmem!” buyurdular. Bu davranış Efendimizin hilmindendir. Bu olaydan sonra Efendimiz Ukbe Bin Amr'a: “Gördün mü ey Amr, bu gece benzeri asla görülmemiş ayetler indirildi! buyurdular. Ve bu ayetlerle tüm şerlerden Allah'a sığınıp bu ayetleri çokça okumalarını tavsiye buyurdular.
Bu sure, insanlara dünya ve ahiretteki bütün şerlerden Allah'a nasıl sığınılacağını öğretir. Bu sure, sadece Efendimize özel inmiş bir sure değildir. Efendimizin sıkıntısını giderdiği ve O'nu rahata eriştirdiği gibi, kıyamete kadar da bu ve benzeri sıkıntıları yaşayacak müminleri de rahatlatacak ve şifa kaynağı olacak, hikmet ve öğütler içerir.
Bu sure, karanlık çöktüğü zaman gecenin, düğümlere üfleyen büyücülerin, başkasının elindeki nimete, güzelliklere ve olanaklara haset eden hasetçilerin şerlerinden nasıl sakınılması gerektiğini öğretir. Elbette bütün kötülüklerin, sadece bu üç grup eliyle ortaya çıktığı zannedilmemelidir. Ancak en tehlikelisi bunlardır ve o sebeple bu üç kısım özellikle anılmıştır, tehlikesine dikkat çekilmiştir. Hocam, ne yaptınız? İçimiz daraldı. Hep kötülükler, hep musibetler; üfürükler, büyüler, Şeytanlar ve aveneleri! Öyle mi? Rabbimiz Bakara Suresinin 102nci ayetinde bak içimizi nasıl serinletiyor: Oysa onunla Allah'ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar ulaştıramazlardı… (Bakara Suresi: 102nci ayetin bir bölümü) Bu ayetleri (Felak ve Nâs surelerini) okuyarak tedavi olmakta hiçbir sakınca bulunmamaktadır, hatta tavsiye olunmaktadır. Ancak okumaktan gaye, problemin çözümünü Allahtan ummaktır. Allaha sığınmak yerine, ne olduğu ve kime hizmet sunduğu belli olmayan bir takım söz ve şekillerle insanların kendilerini korumaya çalışmaları şirke kaymaktır! Her an Allah'a sığınıp Kuran ayetleriyle çözüm bulmak yerine, nazar boncukları, semboller, büyücüler ve üfürükçülerden medet umanlar büyük bir yanlışa kapılmaktadır. Allahın o kimseyi sığındığı o şekil ve taşlara terk edeceğini bildirmiştir. Kendine bile hayrı olmayan bu sembol ve malzemelerin, insanı koruması düşünülemez.
Şimdi; hiç kimseye, hiçbir yere minnet etmeden, yalvarıp bükülmeden, beş kuruş bile harcamadan varılabilecek tedavi imkânını ve yardım makamını öğrendik mi? Yardım cümlelerini, yani ayetleri öğrendik mi? İşte bu sureleri namaz vakitleri dışında her gün okumaya, anlamaya ve yaşamaya çalışan kişi, semavi tüm belalardan ve dünyevi tüm kazalardan korunuverir. Okumaya devam ettikçe hasetçinin hasedi engellenir. Rızkını ve başarılarını tökezletmeye çalışan insanların hile ve hıyaneti defedilir. Helâl ve bol rızık kazanması kolay hale gelir.
Her türlü sıkıntıdan Allaha sığınılmasıyla; sabah aydınlığının mutluluk aşılayıcı ve ferahlatıcı özelliğine bir benzetilme yapılmaktadır. Bu sureyi inanarak okuyup Allah'a sığınan kişi, muhakkak aydınlığa ve huzura kavuşacaktır. Efendimiz, Felak ve Nâs Sureleri nazil olduktan sonra sabah akşam bu sureleri okumuşlar, mübarek avuçlarına üfleyerek mübarek elleriyle tüm vücutlarını sıvazlamışlardır. Felak ve Nâs Sureleri, başta Efendimiz olmak üzere tüm mü'minlere sunulmuş İlahi koruma ve reçetedir. Surenin başında yarattığı şeylerin şerrinden buyrularak, sığınılacak her şey topluca ifade edilmiştir. Daha sonra Gasık; karanlık gece, Neffasat; üfürükçü ve sihirbazlar, Hasid; haset eden kimseler özel olarak zikredilerek, bunlardan gelebilecek tehlikelere ayrıca dikkat çekilmiştir. Hasid ve Gasık kelimeleri nekra (belirsiz) ve müfred (tekil) olarak gelmişler, ama iki kelime arasındaki en-neffasat kelimesi ise marife (belirli) ve cemii (çoğul) olarak gelmiştir. Buna göre her gasık (gece) ve her haset eden şerli değildir. Hatta bazen hayır-hasenat yapma konusunda gıpta şeklindeki haset takdir edilmiştir. Geceleri, çeşitli şerler işlenerek geçirildiği gibi, hayır ve ibadetlerle de geçirmek mümkün ve münasiptir. Fakat Neffasat yani üfürükçüler, sihirbazlar ve büyücülerin ise hepsi ve sürekli şerlidir. Bunlar, çoğunlukla insanların yüzlerine güle güle, sahte tebessümle, gönüllere üfleye üfleye şirretliklerini yürütmektedir. Hocam, iyi de bunlar büyük günah değil mi? Evet, bunlar çok büyük günahtır. Gökyüzünde Allaha karşı işlenen ilk günah; İblisin Hz. Âdeme haset etmesidir ki, Cenab-ı Hak onu cennetinden kovmuş, rahmetinden uzaklaştırmıştır. Yeryüzünde işlenen ilk günah ise; Kabilin Habile haset etmesi ve onu öldürmesidir. Hz. Âdem de, Kabil de yanlış yapmış, Şeytana uymuş, günah işlemiş ve Rahmanın rızasına aykırı hareket etmişlerdir. Ancak Hz. Âdem tövbe etmeyi başarmış ve kazanmış, Kabil ise tüm pişmanlığına, günlerce kardeşinin kabri başında ağlamasına rağmen, sırf kibri ve hasedi yüzünden ebediyen kaybedenlerin ikincisi olup çıkmıştır. “Birincisi kimdi ki Hocam?” dersen; Şeytandır! Kıyamete kadar her kaybeden, Şeytanın listesine, Şeytanın isminin altına kendi ismini yazdırmış olacaktır. Allah hepimizi muhafaza buyursun! Ne dedik? Haset en tehlikeli kalbi illettir! Ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi, haset de insanın içindeki tüm iyilikleri yiyip bitirir. Haset, içinde pek çok menfi ve nefsani duyguyu barındıran bir hastalık gibidir. Haset eden, öncelikle kibir, gurur ve enaniyet sahibidir. Kendisinin çok iyi, çok üstün, her şeyin en iyisine, en güzeline layık olduğunu düşünmektedir. Onun düşüncesine göre kendisi gibi biri varken başka birisine bu ve benzeri güzelliklerin verilmesi kabul edilemez. Ayrıca haset eden kişi, Allahın nimetlerini taksim edişini beğenmemiştir, bu taksimatta Rabbimizin hâşâ hata yaptığını düşünmektedir. Kendi payına düşene razı olmaz; gözü hep başkasına verilenlerdedir. Dolayısıyla içinde kadere isyan, takdire razı olmama ve daha ötesinde Allahın Ulûhiyetini ve iradesini hazmedememe durumu sezilmektedir. Bak, bu Yahudilerin, İslamiyeti ve Efendimizin Peygamberliğini kabul edememeleri de bu kibir, kıskançlık ve kadere isyan duyguları sebebiyledir. Haset; insanı yakıp kavuran bir duygu olarak; iman, teslimiyet, kadere rıza, kulluk vesaire güzel hasletleri yer bitirir. İnsan her istediğini elde etmek için, çalmak, çırpmak, öldürmek, muhatabını devre dışı bırakmak için her türlü yolu mubah görmeye başlamaktadır. Şeytanın gözünü bürüyen hırs, onun sonsuz bir cehennem azabına müstahak olmasına yol açmıştır. Aynı hırs, Kabili yeryüzünün ilk kan dökeni ve aynı zamanda ilk kardeş katili yapmış, Hz. Yusufun kardeşlerini de, Hz. Yusufu ortadan kaldırmaya sevk edip saptırmıştır. Şeytan, haset ve buna benzer duygularla insanın iç dünyasına nüfuz ettikten sonra onu kendi haline bırakır. O yakıp kavuran duyguyla bir müddet sonra insan, zekâvet ve hıyanet kapasitesine göre kendine mahsus kötülükleri icat etmeye başlar. Bundan ne anlamalıyız? İnsan hasetten uzak durmak zorunda olduğu gibi, hasetçiden de uzak durmak zorundadır. Efendimiz: “Üç kişinin duası kabul olmaz. Haram yiyen, çokça gıybet eden, kalbinde Müslüman bir kardeşine karşı bir kötülük veya kıskançlık besleyen kimse! buyurmuşlardır.
Şimdii; her rüyadan sonra, rüyalardaki her uyarıyı kendi üstüne alınmayanlar gibi; burada da bu hastalığı yine başkasına mâl etmeyin; kendinize bakıp düzeltin!.. Çünkü haset sizin kalbinizdedir! Haset sizin beyninizdedir! Haset sizin içinizdedir! Nasıl mı? Hasede müptela olan kişi, gece gündüz nefsinde o yangını büyütüp azdırır. Haset ettiği kişinin saadetini ve imkânlarını gördükçe nefret ve düşmanlığı artar ve bunda hep kendine haklı sebepler çıkarır. Haklı olan, mağdur olan hep kendisi olduğunu sanır. Sonra mı? Sonra, kendi gücünün yettiği düşmanlıkları yapmaya başlar. Yetmez, bir süre sonra, yolu başka kötülüklerin kaynağı olan Neffasata uğrar. Kimdir bunlar? Senin gibi içini haset ateşi bürümüş zavallıların, gönlünü yapar gibi görünüp, para kazanmak ve Şeytana yaranmak için kendi ahiretlerini yok eden insanlardır. Şeytana kul-köle olmuş, kendi benliklerini Şeytan ve avenesinin hizmetine adamış kötülük erbabıdır! Bakınız, Kuran-ı Kerim insanlara Harut ve Marut isimli melekleri anlatır. Bu meleklerin, sihri bir ilim olarak öğrettiklerinden bazılarının, özellikle karı-kocanın arasını açacak bilgileri elde etmeye çalıştıklarını aktarır. Oysa bu ayet sihrin insanı küfre götüren büyük günahlardan birisi olduğunu beyan buyurmaktadır. İnsanın bilerek, isteyerek sihre ve sihir ehline başvurması ve bu sihirle birine kötülük yapmaya çalışması, Allah korusun küfre girmesine sebep olacaktır. Dinimiz sihir ve büyücülüğü kesinlikle yasaklamıştır. Sihir ve büyüyü yapan kimse, yaptığı bu kötülük sebebiyle ne kadar günaha ve isyana girmiş oluyorsa, buna müracaat edip birisine kötülük yapılmasını isteyen de aynı günah ve isyana ortaktır. Varsayalım, bir insan gitse, bir karı-kocanın arasını açtırmak için büyü yaptırsa, o büyü gerçekleşmese ve zararı ortaya çıkmamış olsa bile, yine de o kişi o günahı yüklenmiş durumdadır. Hele bir de sihir gerçekleşir ve o kişi o sihir dolayısıyla birtakım rahatsızlıklar yaşarsa, gireceği kul hakkından dolayı cehennemin en kalın ve asla yanıp bitmeyecek odunu olacaktır!
Elbette sihir, büyü, nazar gibi bütün kötülükler Allahın iznine bağlıdır. Sihirbazlar, bu kötü ilim vasıtasıyla ne yaparlarsa yapsınlar, Allah istemedikçe insanlara bir zarar ulaştıramayacaktır. Ammaa, Nasılsa Allah dilemedikçe bunlar bana zarar veremezler demeyip, kişinin kendisini, ailesini korumak için nazara, büyüye karşı tedbir almaları mubahtır ve tabi bilinmelidir ki en büyük tedbir Allah'a sığınmaktır. İşte Felak ve Nâs Sureleri, Efendimiz başta olmak üzere bütün Müslümanlara sunulmuş İlahi bir reçetedir, ve manevi bir kalkandır.
Ne dedik? İlk ayetten itibaren söyleyegeldiğimiz bastıran karanlık; yani gece karanlığını, ayrıca karanlık düşünceleri ve insanın içine çöken, onun iç dünyasını karartan kin, öfke, nefret ve kıskançlık gibi duygularını içine alan kapsamlı bir kavramdır.
Yine bastıran karanlık, gece karanlığı yanında, aynı zamanda zulüm ve cehalet karanlığını da hatırlatmaktadır. Dördüncü ayette düğümlere üfleyenlerden Allah'a sığınmak gerektiği vurgulanmaktadır. Bu ifade, onların fiilen mevcut olup olmaması bir yana, varlığına inanılıp etkileri altında kalınan üfürükçülük ve büyücülük gibi ruhi etkileşimden başka, kötü fikirlerin ve sapık ideolojilerin tesiriyle insanların içindeki inanç düğümlerinin çözülüp, küfür ve ümitsizlik karanlığına düşmelerine de işaret buyrulmaktadır. Ayrıca bu ayetin, bir düğmeye basıp bir nükleer sistemi harekete geçirmek suretiyle doğabilecek felaketlere de dolaylı yoldan değindiği anlaşılmaktadır.
Surenin son ayetinde kıskançlığı tutan hasetçinin şerrinden Allah'a sığınmanın önemine de dikkat çekilmiştir. Gerek Felak gerekse Nâs Suresinde, kötülük ve şerlerinden Allaha sığınılacak şeyler bildirilirken; önce tabiat kuvvetlerinin zararlarından, sonra kötü insanlardan, en sonunda da gözle görünen-görünmeyen varlıklardan söz edilmektedir ki, burada somuttan soyuta, sakınılması kolay olandan zor olana doğru bir sıralanış gözlenmektedir. Dolayısıyla sığınmanın önemi ve yöntemi öğretilmektedir. (Nasıl ki, virüs ve mikrop gibi gözle görülmeyen küçücük varlıklar çok çeşitli ve tahrip edici hastalıklara sebebiyet vermektedir, bunlar gibi cinni ve Şeytani enerji varlıkların ve haset gibi hıyanet bakışlarının da insan bedeni, beyni ve psikolojisi üzerinde kötü etkileri olabileceği de bir gerçektir ve elbette bunların hepsi Cenab-ı Hakkın izni, iradesi ve takdiri çerçevesindedir. Bize düşen; bedeni ve ruhi sıkıntılara karşı, maddi ve manevi tedbirleri yerine getirmek ve Cenab-ı Haktan şifa ve huzur dilemektir.) Aman ha, şunu muhakkak yaz! Sığınma yalnızca sözle değil, gelebilecek zararlara karşı, mümkün olan tedbirlerin fiilen de alınması ile gerçekleşir. O halde tüm tedbirleri aldıktan sonra duaya sarılmak ve Allahın himayesini arkamıza almak gerekir. Öyleyse kardeşlerime ilk duayı Biz yapalım, onlar da devamını getirsinler;
Ya Rabbi; Kardeşlerimi sadece Seni tek İlah, tek Rab ve tek sığınak olarak görenlerden eyle! Üzerlerinde şirk ve bâtıl emaresi ne varsa kardeşlerimi hepsinden temizle! Kardeşlerimi koruman altına alıp, yarattığın her şeyin şerrinden muhafaza eyle! Allahım elem verici gazap ve ikabından yine Senin rahmet ve mağfiretine sığınırız! Kardeşlerimi bu bahtiyarlıktan mahrum eyleme, Âmin! buyurdular. O esnada uyandım.