Anasayfa » EY AKP: GİDER AYAK BUNUDA YAPTINIZ YA!

EY AKP: GİDER AYAK BUNUDA YAPTINIZ YA!

Yazar: yonetici
0 Yorum 58 Görüntüleyen

 

EY AKP: SİZDEN BAŞKA NE BEKLENİRDİKİ!!!…!!!

 

 

 

AFFERİN SİZE(!)

 

 

Mavi Marmara şehitlerinin koru yürekleri dağlıyorBunlarsa Yahudi Soykırımı (Holokost) Anma Törenleri yapıyor

 

Millî Gazete’nin yakından takip edip dikkatleri üzerine çektiği Uluslararası Holokost (Yahudi Soykırımı) Anma Töreni önceki gün Kadir Has Üniversitesi Cibali Kampüsünde gerçekleştirildi. Gazetemizin de izlediği anmaya Dışişleri Bakan Yardımcısı Naci Koru’nun açıklamaları damga vurdu. İlk defa AKP döneminde başlatılan anma törenlerinde yapılan konuşmalar Hükümetin İsrail aşkını bir kez daha gözler önüne serdi. Törende Siyonistlerin Türkiye’deki Bakanlık destekli çalışmaları da afişe oldu.

 

Yahudilerden Davutoğlu’na Teşekkür 

 

TÖRENDE konuşan Türk Musevi Cemaati Başkanı İshak İbrahimzadeh de Holokost’u Milli Eğitim Bakanlığ’nın müfredatında da görmek istediklerini söyledi. İbrahimzadeh, “Öncelikle her yıl sinagoglarda düzenlediğimiz bu anma törenini Kadir Has Üniversitemize ve ilk günden beri Holokost etkinliklerini siyasetin dışında tutarak destek veren Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na teşekkür ediyorum.” dedi. İbrahimzadeh, “İnsanlık yolculuğumuzun yaşanmış ve bedeli en ağır dersi olan Holokost’u, eğitim sistemimizin içinde de gelecek nesillere öğretebilmeliyiz. Okul kitaplarında Holokost’u en geniş özetiyle yer verebilmeli ve tartışabilmeliyiz. Öğretebilmeliyiz ki, bizler de çocuklarımıza olan, daha iyi bir dünya bırakma sorumluluğumuzun farkında olduğumuzun farkına varalım” şeklinde konuştu.

 

Dışişleri bakan yardımcısı Naci Koru: Unutturmamak için elimizden geleni yapacağız 

 

Hükümetin 2008’den bu yana Holokost’u (Yahudi Soykırımı) unutturmamak için çeşitli anma etkinlikleri ve seminerler düzenlediğini söyleyen Dışişleri Bakanı Yardımcısı Naci Koru, “Hükümetimiz 2008 yılında aldığı bir kararla şimdiki adıyla Uluslararası Holokost Anma İttifakı Örgütü’ne gözlemci üye oldu. Bu kararı almamızdaki neden insanlık vicdanında derin yaralar bırakan bu derin vahşetin hatırlanmasıdır” dedi. Holokost’u anlatmak için yaz okulları düzenlendiğini ve öğretmenlere de seminerler verdiklerini ifade eden Naci Koru, “Geçen yıl Aladdin Projesi’yle Galatasaray Üniversitesi’nde Holokost eğitimi üzerine büyük bir konferans gerçekleştirildi. Aladdin projesiyle ülkemizde Holokost eğitimi üzerine bir yaz okulu açtık. Kadir Has Üniversitesinde ve Ankara’da sergiler düzenlendi, yakında İzmir ve Diyarbakır’da da sergiler düzenlenecek. Ayrıca lise öğretmenlerimize Holokost eğitimleri veriliyor” şeklinde konuştu.

 

Binlerce Müslüman Filistinlinin kanına elleri bulaşmış olan Siyonistler tüm dünyaya kendini acındırmaya devam ediyor. 27 Ocak Uluslararası Holokost Kurbanlarını Anma Günü Türk Dışişleri Bakanlığı’nın himayesinde düzenlendi. Hükümeti temsilen anma törenine Dışişleri Bakan Yardımcısı Naci Koru katıldı. Koru anma törenlerini İzmir ve Diyarbakır’da da düzenleyeceklerini söyledi.

 

Unutturmamak İçin Elimizden Geleni Yapacağız 

 

Konuşmasına Haham başı ve Musevi Cemaati Başkanını selamlayarak Başlayan Dışişleri Bakan Yardımcısı Naci Koru, “Bugün 27 Ocak dünyanın en büyük vahşetinin 67. Yılı. Ülkemizde dördüncüsünü düzenlediğimiz anma törenlerine Kadir Has Üniversitesine şükranlarımı sunuyorum. Holokost kurbanlarını saygıyla anıyorum. Onların anılarını unutmak mümkün değil. Bu insanlık ayıbını asla unutmamalı ve unutturmamalıyız” dedi .Hükümetin 2008’den bu yana Holost’u unutturmamak için çeşitli anma etkinlikleri ve seminerler düzenlediğini söyleyen Naci Koru konuşmasına şöyle devam etti, “ Bu nedenle hükümetimizin 2008 yılında aldığı bir kararla şimdiki adıyla Uluslararası Holokost Anma İttifakı Örgütüne gözlemci üye oldu. Bu kararı almamızdaki neden insanlık vicdanında derin yaralar bırakan bu derin vahşetin hatırlanmasıdır.”

 

Holokost İçin Yaz Okulu Düzenledik 

 

Holokost’u anlatmak için yaz okulları düzenlediğini ve öğretmenlere de seminerler verdiklerini ifade eden Koru, “Geçen yıl Aladdin Projesiyle Galatasaray Üniversitesinde Holokost eğitimi üzerine büyük bir konferans gerçekleştirildi. Aladdin projesiyle ülkemizde Holokost eğitimi üzerine bir yaz okulu açtı. Kadir Has Üniversitesinde ve Ankara’da sergiler düzenlendi, yakında İzmir ve Diyarbakır’da da sergiler düzenlenecek. Ayrıca lise öğretmenlerimize Holokost eğitimleri veriliyor. Ülkemizde kucak açtığımız ve vatandaşlığımıza aldığımız Musevi cemaati ülkemize büyük katkılar sağladı. Ülkemiz barış, hoşgörü ve diyalog çağrılarına devam edecektir. Holokost kurbanlarını saygıyla anıyorum” dedi.

 

Eğitim Sisteminin İçerisinde Görmek İstiyoruz 

 

Törende konuşan Türk Musevi Cemaati Başkanı İshak İbrahimzadeh de Holokost’u Milli Eğitim Bakanlığ’nın müfredatında da görmek istediklerini söyledi. İbrahimzadeh “Öncelikle her yıl sinagoglarda düzenlediğimiz bu anma törenini Kadir Has Üniversitemize ve ilk günden beri holokost etkinliklerini siyasetin dışında tutarak destek veren Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na teşekkür ediyorum. Holokostu eğitim sistemimizin içerisinde de çocuklarımıza anlatmalıyız. İnsanlık yolculuğumuzun yaşanmış ve bedeli en ağır dersi olan Holokost’u, eğitim sistemimizin içinde de gelecek nesillere öğretebilmeliyiz. Okul kitaplarında en geniş özetiyle yer verebilmeli ve tartışabilmeliyiz. Öğretebilmeliyiz ki, bizler de çocuklarımıza olan, daha iyi bir dünya bırakma sorumluluğumuzun farkında olduğumuzun farkına varalım.”dedi.

 

Koru Haleva İle Mum Yaktı 

 

Holokostta ölenlerin adına Dışişleri Bakan Yardımcısı Naci Koru ile birlikte mum yakan Türkiye Musevileri Hahambaşı Rav İsak Haleva da “Yahudilerin Müslüman Filistin halkını her gün katletmelerini unutarak “Ben bugün burada tarihte eşi görülmemiş Holkost kurbanların aziz ruhlarına taziz etmek adına bu mumları sizler adına yakıyor, içinde bulunduğumuz bu kutsal âna hepimizin tanrısına avuç açıyor ve yakarıyorum. Tanrım insanlarımız bir daha böyle bir vahşete tanık olmasın ve kurbanların ruhları cennette olsun” diyerek mumları yaktı. İnsanlık tarihine kara leke olarak geçen Mavi Marmara ve binlerce Müslümanı katleden bu Yahudiler bir özür dilemeyi bile çok görmüşlerdi.

 

 

 

 

          29 OCAK 2014 ÇARŞAMBA GÜNÜNÜN  MİLLİ GAZETESİ

 

 

 

 

 

::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

AKP’DEN KAHRAMAN AKREPTEN “BAL YAPAN” ÇIKAR MI?

 

AKP Ankara’sının 12-14 Ekim 2009 tarihlerinde Konya’da yapılacak ve savaş uçaklarının katılacağı “Anadolu Kartalı” tatbikatına “Başka ülkelerin (ABD, İtalya ve NATO) uçaklarının çağrılmayacağını” açıklayarak, dolaylı şekilde İsrail’in de devre dışı bırakılması, Davos’taki “One Munit” horozlanmasının yeni bir tezgahıydı. 

 

Bazı zavallılar bunu, “tarihi bir kahramanlık ve büyük bir kararlılık” şeklinde yorumlayıp yutturmaya çalışırken (Bak: 8 Ekim 2009 tarihli yandaş gazete ve yazarlar) bundan birkaç gün önce, Fetullahçı Zaman’ın Washington temsilcisi Ali H. Aslan, ABD ile Türkiye’nin, Obama ile Erdoğan’ın İsrail ve İran konusundaki bazı farklı ve aykırı demeçlerin, sadece bir “akort sorunu” sayıldığını, yoksa bölgesel konularda ve özellikle sonuçta kesinlikle ortak tavır alacaklarını ağzından kaçırıyordu. Böylece Recep Erdoğan’ın bazı cılk çıkışlarının “halkın havasını almaya ve aldatmaya” yönelik ve ABD-İsrail’in bilgisi ve izni dahilinde yapıldığını açığa vuruyordu. 

 

Şimdi gerçekten merak ediyoruz, Yeni Şafak’tan İbrahim Karagül gibiler ve Zaman’dan bazı çokbilmişler; acaba hamakat derecesinde bir saflık yüzünden mi hala bu, hep sonu kancıklıkla biten kuru kahramanlıklara “çok seviniyordu?”, yoksa bile bile mi iktidara yalakalık yapılıyor ve gerçekleri saptırıyordu!? 

 

Bu Recep Bey’in ve AKP’nin daha bir hafta önce, Amerika’da “İsrail’in nükleer tesislerinin de denetime alınması” konusundaki oylamada, soysuz ve sorumsuz bir tavırla “çekimser kaldıklarını”, ama Türkiye dönüşlerinde hiç utanıp sıkılmadan “Hep İran İran deniyor. Niye nükleer silahlar konusunda İsrail hiç gündeme getirilmiyor?” diye halkımıza hava attıklarını; bu “gerçekleri değil, gerekenleri yazar” takımı nasıl unutuyordu? Yoksa bunlar herkesi densiz, kendilerini dahi mi sanıyordu? AKP’nin yeni bir akreplikle ABD ve İsrail’in İran saldırısına destek sağladığını ve muhtemel tepkileri törpülemek üzere böyle kof kabadayılıkların yapıldığını, bunlar anlamıyor muydu? İsrail’den gelen tepkilerin bile; “AKP’ye kamuoyunda haklılık kazandırmaya ve daha rahat kullanmaya” yönelik olduğu da sırıtıyordu. 

 

Kaldı ki İsrail’in de katılacağı Konya tatbikatının iptali, Suriye’nin sırtını sıvazlayıp İran karşıtı cepheye kaydırma tezgahının bir senaryosuydu. Üstelik kulislere ve gazetelere yansıyan haberlere göre, bu kararı AKP değil TSK alıyordu, iktidar da uymak zorunda kalıyordu.  

 

İşte İbrahim Karagül’ün yazısı: 

 

Çok sevindik çok! 

 

“Türkiye utanç verici, hepimizi yaralayan, vicdanlarımızı sızlatan bir uygulamaya son verdi. Her yıl yapılan Anadolu Kartalı tatbikatlarının uluslararası bölümünü iptal etti. Artık İsrail savaş uçakları tatbikat çerçevesinde Türk hava sahasını kullanamayacak. İptal edilen sadece İsrail uçaklarının katılımı değil, NATO ülkelerinin katılımı da olmayacak artık. Ancak iptal en fazla, yıllardır savaş pilotlarını Türk hava sahasında eğiten ardından da aynı uçaklarla Cenin'i, Gazze'yi, Lübnan'ı bombalayan İsrail'i rahatsız etti. İsrail, Türkiye kapıları daha kapanmadan Yunanistan'la hava sahası pazarlıklarına başlamıştı bile. 

 

28 Şubat darbesinin bu ülkeye ödettiği en ağır bedellerden biriydi Anadolu Kartalı. Çevik Bir'in 1996 yılında İsrail'e yaptığı ziyaret sırasında imzalanan anlaşmayla İsrail uçakları Konya'ya taşındı. Her tatbikat döneminde büyük tartışmalara yol açtı. Hem bu millete hem de Türkiye ile gönül bağları olan ülkelere ve toplumlara ihanet derecesinde bir anlaşmaydı bu. 

 

Tıpkı sorgusuz sualsiz, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimlerin dışında bırakılarak İsrail'e milyar dolarlar aktarılan savunma anlaşmaları gibi. O zamanlar, cunta ve daha çok ABD ve İsrail'deki bağlantılarına göre iş yapanlar, Türk-İsrail ekseni ile, İsrail'in çıkarları doğrultusunda, bir “Ortadoğu düzeni” kurmaya çalışıyorlardı. “Bin yıl devam edecek” denilerek yutturulmaya çalışılan proje buydu! İçeride darbe yapıyor, toplumun bir kesimini düşman ilan ediyor, siyasi tasfiyelere gidiyor, bölgede başkalarının iyi ve kötülerine göre dost ve düşman belirliyorlardı. Koca ülke üç beş kişi üzerinden hizaya sokuluyor ve bu kişiler ödüllendiriliyordu. 

 

Ondan önce, yine Konya Ovası'nda eğitim alan pilotlar 33 gün Lübnan'ı bombaladı. Yine gözlerimizin önünde bir imha operasyonu yapılıyordu. Bu ülkenin bin yıldır biriktirdiği bütün kazanımdı aslında imha edilen. 

 

Öyle ki, Türkiye'de savaşa hazırlanan uçaklardan geriye dönen ilk parti F-16'lar, aldıkları ilk görevle Filistinlileri bombalamıştı. 20 bin kilometre kare alanda yüzlerce uçağın katılımıyla gerçekleştirilen nükleer saldırı tatbikatları hangi günler içindi? 

 

24 Mayıs 2007'de ABD savaş uçaklarının dört dakika Türk hava sahasını ihlal etmesi büyük tepkiyle karşılandı. Olay Genelkurmay internet sitesine konuldu. Oysa yıllardır ABD uçakları, savaş makineleri Türkiye'deydi. Ama daha tuhafı, bu tepki gösterilirken İsrail Konya'da hala eğitiliyordu. 

 

Bu tepki gösterilirken İsrail savaş uçakları Türk hava sahasını kullanıp Suriye'ye saldırıyor, yakıt tanklarını Türkiye topraklarına atıyordu. İsrail öyle dokunulmaz öyle sorumsuzdu ki, Türkiye'nin “açıklama” isteğine cevap bile vermiyordu. Daha sonra bu uçakların Suriye'de bir tesisi bombaladığı ortaya çıktı. Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim acilen Ankara'ya gönderildi. Suriye, saldırıya uğramıştı. Bütün dünyayı bilgilendirdi. Hiçbir ülkeden tepki gelmedi. Ama bu sefer uçaklar Türkiye hava sahasını geçerek bir ülkeyi bombalıyordu. Belki bu pilotlar da Konya Ovası'nda eğitilmişti! Yine o sıralar bütün Türkiye, Kuzey Irak'a kilitlenmişti. Düşman oradaydı, tehdit oradan geliyordu. Oysa tehdit Kuzey Irak'tan değil, Konya'dan geliyordu. Düşman Anadolu'nun bağrındaydı. 

 

Hava sahası dar olduğu için pilotlarını Türkiye'de eğiten İsrail, zamanla bu hedefi aşmış, uçaklarını uzun menzilli uçuşlara hazırlar olmuştu. Kim için? Elbette İran için. Türkiye, kendi hava sahasında eğitilen, üstelik hava sahası ihlal edilerek Suriye'ye saldırı yapan İsrail'e nasıl göz yumabilir? Bu ülkenin bir süre sonra İran'ı Türkiye üzerinden vurmasına ne diyebilir? 

 

Irak ve Suriye ile yapılan son anlaşmalara dikkat! 1996'lardaki şartlar çok değişti. Türkiye yakın çevresiyle bir başka proje üzerinde çalışıyor. Bu projede İsrail hiçbir zaman ve hiçbir şekilde olmayacak!”[1]diyordu. Oysa İsrail’in Ankara büyükelçisi Amit Zarouk’un da belirttiği gibi, bu tatbikatların sadece bu yılki bölümleri kaldırılmıştı ve önümüzdeki yıllarla ilgili hiçbir kayıt bulunmamaktaydı. 

 

Ve hele İbrahim Karagül’ün bu girişimi sanki, “İsrail’le yapılan askeri işbirliği anlaşmalarının iptal edilmesi” şeklinde aktarması tam bir aldatmaca ve sahtekârlıktı. 

 

Bu zavallı zevat, daha bir ay önce, Akdeniz’de Kıbrıs açıklarında, İsrail, Türkiye ve ABD’nin çok geniş kapsamlı bir askeri tatbikat yaptıklarını niye hiç gündeme taşımamıştı? 

 

Kaldı ki Karagül’ün de itiraf ettiği gibi, “İsrail Konya’daki tatbikatlarla amacına zaten ulaşmış ve pilotları uzun menzilli uçuş yeteneğini çoktan kazanmıştı. Yani İran’ı vurmak üzere hazırlardı ve bu eğitime ihtiyaçları kalmamıştı. 

 

Ve üstelik “asıl tehdidin, Kuzey Irak’tan değil, Konya’daki eğitim uçuşlarından geldiğini” söyleyerek, İsrail-ABD güdümlü PKK belasını ve Kürt açılımı safsatasıyla Milli bütünlüğümüzün parçalanmasını gözlerden saklamaya ve AKP’yi aklamaya çalışmıştı. 

 

Bunlar AKP iktidarının ve Recep Başbakanın, Yahudi Lobileri bağımlılığının, cesaret madalyalı pısırıklığının ve BOP’a eşbaşkanlık figüranlığının elbette farkındaydı… Ama hepsi psikolojik bir ferahlama, bastırılan vicdanlarını rahatlatma adına, “kiralık kuklalardan, hasretini çektikleri bir kahraman yaratma” çabasındaydı.. Neyse, yakın görünen bir İran saldırısında, bunların İsrail uşaklığı, kendilerine bir kere daha hatırlatılacaktı. 

 

Oysa zaman Washington yazarı Ali H. Aslan şunları yazmıştı: 

 

Türkiye'nin İran politikası ABD'den nasıl görünüyor? 

 

İran dahil bazı politikalarımızın Batı'dan yer yer farklılıklar arz etmesinin stratejik değil taktik sebeplerden kaynaklandığını Washington'a ve diğer Batı merkezlerine en etkili kanallardan anlatmak lazımdır. En bilgili Amerikalılar dahi her zaman eğitime muhtaçtır.

 

“Tahran ve uluslararası camiadaki baş destekçileri Moskova ve Pekin'e derin bir güvensizlik duyan Amerikan dış politika erki, BM'den yaptırım çıkarmanın ve rejim değişikliğinin zorluğunu göz önünde bulundurarak, orta vadede İran'ı çevreleme (containment) politikasına hazırlanıyor. Dolayısıyla sadece global güçlerin değil, Türkiye gibi bölgesel güçlerin tutumu da giderek daha önem kazanacak.

 

Bu nedenle, Washington'da Türkiye'yi Amerikan devleti adına takip eden dar çevre, Ankara'nın İran konusunda neler söylediğini şu sıralar daha bir dikkatle dinliyor. Özellikle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın konuyla ilgili yaptığı son açıklamalardan rahatsızlık duyuluyor. Ankara'nın İran'a baskı uygulama noktasında elini taşın altına koymak istemediği, başkalarının arkasına gizlendiği sıkça dillendiriliyor.

 

ABD German Marshall Fund (GMF) düşünce kuruluşu uzmanlarından Dr. Ian Lesser, Türkiye'nin 'kendine has bağlantısızlık stili'nin İran'da 'büyük bir test'e tabi tutulacağını tahmin ediyor. “İran konusunda Türkiye'nin görüşleri ile Batı'daki kilit ortaklarının görüşleri arasında keskin ayrılıklar yaşanabileceğinden kaygı duyuyorum.” diyor. Yakın gelecekte Ankara'ya Washington ve diğer Batı merkezlerinden baskıların artması çok muhtemel görünüyor.

 

İran konusunda en azından kamuoyuna konuşma noktasında Ankara ile Washington arasında bir akort sorunu olduğu muhakkaktır. 

 

Etkili düşünce kuruluşlarından Dış İlişkiler Konseyi'nin (CFR) uzmanı Dr. Steven Cook, İran tartışmasında Türkiye'nin duruşunun 'bazı insanların söylediği oranda olmasa bile' Washington'da önemsendiğini düşünüyor. Ancak ABD başkentindeki çoğu kimsenin gözünde Türkiye'nin İran konusundaki pozisyonunun 'netlik kazanmadığını' söyleyen Cook, Ankara'nın kendini izah etme yönünde 'gerçek bir çaba' sarf etmediği tespitini yapıyor. Amerikalılarla iletişimde kabiliyetli ve tecrübeli bazı Türk yetkililerin Washington seferine çıkması bence fena olmaz. (Tabii herhalde öncelikle devletin ilgili kurumları arasındaki danışmaların hızlandırılarak bir iç mutabakata varılması muvafık olur.) 

 

İran ve bölgedeki gelişmeler muvacehesinde Türkiye'nin de nükleer program geliştirme ve silahlanma ihtimali Washington'da daha sık gündeme gelmeye başladı. Bu konuda Dr. Henri J. Barkey'nin Amerikan istihbarat çevrelerine yakın düşünce kuruluşu Stimson'ın Nükleer Güvenlik Serisi'nin altıncı cildinde yayınlanan son analizi okunmaya değer. Türkiye'nin Amerikan Patriot füze imha sistemleri satın almaya artan ilgisi bence İran'ı dengeleme faktöründen bağımsız olarak düşünülmez. Diğer yandan Obama yönetimi Doğu Avrupa'ya füze kalkanı yerleştirme projesini iptal ettikten sonra gündeme gelen 'Acaba yeni mekân Türkiye olabilir mi?' sorusunu da yabana atmamak lazım. İlk bakışta bir NATO üyesi ve ABD müttefiki olarak bölgedeki tehditleri ön karşılama mekânı olarak Türkiye, Washington için makul bir seçenek gibi.

 

Her ne kadar henüz resmî bir ziyaret talebi yoksa da, Başbakan Erdoğan'ın Başkan Barack Obama ile görüşmek üzere önümüzdeki aylarda Washington'a yapması beklenen ziyarette ikili gündemin en can alıcı başlıkları arasında İran sorunu ve onunla bağlantılı bazı konuların yer alacağını tahmin etmek zor değil. Washington'da 'ya bizimlesin, ya da bize karşı' tarzı uluslararası siyaset yürüten, onu bunu 'şer ekseni' ilan eden bir hükümetin olmaması avantaj. Ancak bu, Ankara'yı kendini izahta rehavete asla sevk etmemeli.

 

ABD'nin Avrupa ve Avrasya'dan sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Phil Gordon, 30 Eylül'de Brüksel'de yaptığı bir konuşmada Türkiye'yi nazara verirken 'strategic challenge' ifadesini kullandı. (Türkçesi; stratejik sınanma konusu, zorluk) Ülkemizin Batı'ya bağlanmasının Avrupalı ve Amerikalılar için ne denli 'önemli bir hedef' olduğunu vurguladı. Batılı zihinlerde Türkiye'nin her iç ve dış eylemi bu zaviyeden değerlendirilir. Dolayısıyla İran dahil bazı politikalarımızın Batı'dan yer yer farklılıklar arz etmesinin stratejik değil taktik sebeplerden kaynaklandığını Washington'a ve diğer Batı merkezlerine en etkili kanallardan anlatmak gerekir.”[2]

 

Yani Fetullahçı yazar “AKP yöneticileri ve Dış ilişkileri yetkililerinin, Amerika ve Avrupa’ya: “Biz aslında İsrail’e destek İran’a kösteğiz. Ancak halkın tepkisini törpülemek için bazı çıkışlar yapmak ve toplumu yatıştırmak mecburiyetindeyiz.” Diyerek onları inandırmaları gerektiğini tavsiye ediyordu. Bu satırları ve tavırları, Fetullahçılara niçin; “siyonişst uşağı ve ABD ajanı” dediğimizi izah ve ispat ediyordu.

 

Obama İsrail’in kuklasıdır! 

 

BM Güvenlik Konseyi'nin aldığı “dünyanın nükleer silahlardan arındırılması” kararı, İsrail'i fazlasıyla rahatsız etmişe benziyordu. Şüphesiz bu tedirginliğin altında bir dizi gelişme yaşanıyordu. 

 

Onlardan ilki, BM'de alınan kararın ABD Başkanı Obama'nın önerisiyle kabul edilmiş olması” gösteriliyordu. 

 

İkincisi, Obama BM'de yaptığı konuşmada dünyanın karşı karşıya bulunduğu tehditlerle mücadele edebilmek için “çok taraflı işbirliği” çağrısında bulunması ve yeni bir çağın başlayabilmesi için aralarında nükleer silahsızlanmanın da olduğu dört ilkenin bu işbirliğine kılavuzluk etmesini istemesini istiyordu. 

 

Üçüncüsü de Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun (UAEK) “İsrail'in Nükleer Yetenekleri” başlıklı karar tasarısını kabul etmesi İsrail’i sözde rahatsız ediyordu. 

 

Mehmet Yılmaz gibi zamancılar: 

 

“Bunlar, İsrail'in sahip olduğu nükleer cephaneliği açığa çıkarmayı amaçlayan bir dizi hukukî sürecin altyapısını hazırlıyor.”

 

Örneğin BM kararı, nükleer silahların yayılmasının önlenmesini, nükleer silahların sökülmesini ve nükleer denemelere son verilmesini amaçlıyor. 

 

Ayrıca… 

 

Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması'na (NPT) taraf ülkelerden tüm yükümlülüklerini yerine getirmelerini istiyor. 

 

Anlaşmayı imzalamamış İsrail gibi ülkelere de imza atmaları çağrısında bulunuyor.” Diyerek ABD ve BM’yi güya dünya barışı için çalışan ve İsrail’i bile hizaya sokan bir konumda gösterip, bunların Siyonist Yahudilerin güdümünde olduğu gerçeğini gizlemeye çalışıyordu. 

 

UAEK'da alınan karar ise İsrail'in şimdiye kadar hakkında hiçbir bilgi bulunmayan nükleer kapasitesiyle ilgiliydi.

 

Bundan böyle UAEK, İsrail'in nükleer programına ilişkin yönetim kuruluna rapor sunmak mecburiyetindeydi.

 

İsrail de bütün bu kararların alınmasını hızlandıran asıl faktörün Obama'nın “nükleer silahlardan arındırılmış bir dünya için çaba harcayacağı vaadi” olduğunu biliyormuş..

 

Bildiği için de Amerikan yönetimine baskı kurmaya çalışıyormuş..

 

Nasıl?

 

60 yıl önce yapılan gizli bir anlaşmayı gündeme taşıyormuş..

 

Neocon'lara (yeni muhafazakârlar) yakınlığıyla bilinen The Washington Times gazetesinde yayınlanan bir habere göre, Obama İsrail'e baskı yapamıyormuş!..

 

Hangi konuda?

 

-İsrail'in nükleer cephaneliğini uluslararası denetime açması hususunda…

 

Çünkü:

 

-25 Eylül 1969 tarihinde dönemin ABD Başkanı Richard Nixon ile İsrail Başbakanı Golda Meir'in imzaladığı “gizli” anlaşma, nükleer faaliyetlerini serbestçe sürdürebilme iznini veriyormuş.

 

Hatta bu konu en son İsrail Başbakanı Netanyahu'nun mayıs ayında gerçekleştirdiği Washington ziyaretinde de bir kez daha teyit ediyormuş..

 

İsmini vermeyen yetkililere göre Obama, Netanyahu’ya anlaşmanın devam edeceği sözünü veriyordu.

 

Obama İsrail’e mahkûm bulunuyordu 

 

Acaba Siyonist “neocon”lar dünya halkları için umut görülen Amerikan Başkanı Barack Obama’nın politikalarını baltalamaya mı çalışıyordu? Yoksa Obama gözümüzün içine baka baka yalan mı söylüyordu? Bush yönetimi döneminin gözde muhafazakâr yayın organı Washington Times gazetesine bakılırsa ikincisi doğruydu. Meğer Obama bizlere ‘nükleer silahlardan arındırılmış’ dünya vaat ederken, Ortadoğu’nun adı bile konulmamış tek nükleer silahlı gücü İsrail’e hiç dokunmayacağını vaat ediyordu. 

 

1969 tarihli mutabakat, Washington’un, İsrail açıklamadıkça yahut nükleer silah denemeye kalkmadıkça nükleer statüsünün pasif kabulüne dayanıyordu. Anlaşmanın resmi kaydı kuydu yoksa da, 2007’de Nixon Kütüphanesi’nin açıkladığı dönemin Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger’ın kişisel notu “bu gerçeği” teyit ediyordu. Washington Times’a konuşan ‘İsrail ve Bomba’ adlı kitabın yazarı ve İsrail’in nükleer silahları konusunda en önde gelen otorite kabul edilen Avner Cohen’e göre, Obama’nın ‘yazılı garantisi’ bunun da ötesine geçiyordu. Bu ABD’nin İsrail’in nükleer politikasını tümüyle benimsediği anlamına geliyordu. Peki, nedir bu politika? 

 

İsrail’in nükleer doktrini ‘Uzun Koridor’ diye anılıyordu. Buna göre İsrail, savaşta olduğu tüm ülkelerle barış anlaşmaları imzaladıktan ve komşu ülkelerin de sadece nükleer değil, bütün kimyasal ve biyolojik programlarını da çöpe atmasından sonra nükleer silahlarından vazgeçme konusunu gündeme alacağını söylüyordu. Dikkatinizi çekerim ‘vazgeçecek’ değil, ‘vazgeçmeyi değerlendirecek’. Sebep de şu meşhur ‘derin varoluşsal tehdit’ algısı ve siyonizmin Dünya hakimiyeti ve Arz-ı Mev’ud hayali oluyordu.. 

 

Oysa geçen ilkbaharda ABD Dışişleri’nin nükleer ve silahsızlanma müsteşarı Rose Gottmoeller, İsrail’e NPT’yi imzalaması çağrısı yaptığında, bir anlık da olsa Amerika’nın rota değiştirdiği intibaı uyanıyordu. ABD’nin sükûneti bir yana, dünyanın kalanı İsrail’in atom silahlarını nükleer teknisyen Mordehay Vanunu’nun bunları ifşa edip (1986) bedelini 18 yıl hapisle ödemesinden gayet iyi biliyordu. İsrail artık durumu yalanlamaya tenezzül dahi etmiyordu. Obama’nın ise çifte standartlarla varabileceği bir yer yoktu. İsrail’e dokunulmazlık tanıyıp elindeki silahların hesabını soramadıkça, bu konudaki siyaseti oyalamadan ibaret kalıyordu. Hele de İran’la girişilen müzakere sürecinden sonra ABD ve Obama’nın çifte standardı iyice sırıtıyordu. 

 

“Heron” karşıtları “Ergenekon”cu sayılıp tutuklanıyordu! 

 

“Türkiye 2005 yılında İsrailli Al-Elbit Konsorsiyumuna, kamuoyunda Heron diye bilinen 10 adet insansız uçak siparişini veriyor. Teslimat tarihi, yapılan sözleşmeye göre 2007’dir. Süre aşılıyor, lakin bu teslimat yapılmıyor. Hal bu iken ne sözleşme feshediliyor ne de sözleşmede var olan tazminat şartı işletiliyor. Heron’ların alımına TSK’nın başlangıçtan beri karşı çıkmasının nedeni; İsraillilerin Heron’la ilgili bilgisayar yazılımlarından, kumanda edilmesine kadar hiçbir ayrıntıyı Türkiye’ye vermemesinden kaynaklanıyor. Düşünün, Türkiye 10 adet Heron alacak ama kumanda edilmesi işi yine İsraillilerde olacak. 

 

Bu şekilde Türkiye’nin toplayacağı bilgilere İsrail, anında ulaşacak. Dahası, TSK Heron’u İsrail’in onay veremeyeceği yerlere de uçuramayacak! 

 

Havada kalış süresi sınırlı olan Heron’larla ilgili olarak TSK’nın tereddüt ve itirazları hep devam ediyor. Öyle ki 10 adetlik Heron uçağı partisinden iki adedi, taahhüt edilen tarihin çok sonrasında teslim ediliyor. 

 

TSK, teslim edilen bu Heronları teste tabi tutuyor ve sonuç: Heronlar pek çok noktada testi geçemiyor ve bozuk çıkıyor! 

 

İsrail bu tutuma tepki gösteriyor ve TSK ile ipleri koparıyor. Dahası, Türkiye için ürettiği ve teslim aşamasına getirdiği 5 adet Heron’u da apar topar Hindistan’a satıyor. TSK tam bu süreçte, Savunma Bakanlığına başvurarak Heron’lar için yapılan sözleşmenin iptalini istiyor. İsrail ile bu sorunlar yaşanırken TSK boş durmuyor ve bu bağlamda Rusya ile ilişki kuruyor. Bir işadamı ve emekli üç Silahlı Kuvvetler mensubu defalarca Rusya’ya gidip gelerek insansız uçak noktasında uzlaşmaya varıyor. Rusya’nın ürettiği ve teslimi için taahhüt ettiği insansız uçak Heron’lardan daha uzun süre havada kalabiliyor. Fiyatı da Heronların yarısı kadar. En önemlisi, kumandası yani uçağın yönetimi tamamen TSK’da olacak. Bilgisayar yazılımından diğer bütün teknik ayrıntılara kadar her şey TSK’ya teslim edilecek. 

 

TSK, ön çalışmasını yaptığı bu uçağın alımı için düğmeye basıyor. Ancak AKP iktidarı bu alıma olur vermiyor ve illa da Heron olsun diyor. 

 

Tam bu günlerde Rusya’ya insansız uçak alımı için gönderilen emekli askerlerin ikisi apar topar tutuklanıyor. 

 

Neden mi? Ergenekon davasından! Yorum sizin efendim..”[3] 

 

  

 


[1] 8 Ekim 2009 / Yeni Şafak

 

[2] 5 Ekim 2009 / Zaman

 

[3] Sabahattin Önkibar / 8 Ekim 2009 / Odatv.com

 

MAKALENIN KAYNAĞI: http://www.millicozum.com/mc/kasim-2009/akpden-kahraman-akrepten-bal-yapan-cikar-mi

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi