Anasayfa » Ey “Üst Aklın” karşısında takla atanlar! “BATILI GAVURLAR, SADECE “GÜǔTEN ANLARDI!”

Ey “Üst Aklın” karşısında takla atanlar! “BATILI GAVURLAR, SADECE “GÜǔTEN ANLARDI!”

Yazar: yonetici
0 Yorum 163 Görüntüleyen

Ey “Üst Aklın” karşısında takla atanlar! “BATILI GAVURLAR, SADECE “GÜǔTEN ANLARDI!”

Ey “Üst Aklın” karşısında takla atanlar!

“BATILI GAVURLAR, SADECE “GÜǔTEN ANLARDI!”

                                                                                                    Prof. Dr. Necmettin Erbakan

 

Kendi halkına kahramanlık pozları atarak ve sürekli; FET֒nün PKK’nın ve IŞİD’in arkasında bir “ÜST AKIL”ın bulunduğunu hatırlatarak Milleti avutup uyutanlar, o “ÜST AKLIN” koruyuculuğunu yaptığı İsrail’le normalleşme anlaşmaları imzalıyor ve Siyonist Joe Biden’ı saygıyla ağırlıyordu.

  Oysa Rahmetli Erbakan, bütün hatalarına, hatta şahsına yönelik haksızlıklarına rağmen Milli Kurumlarımıza ve kendi halkımıza sürekli şefkat ve müsamaha ile yaklaşıyor; ama İslam’ın ve insanlığın düşmanı Siyonist ve Emperyalist odaklara karşı ise çok net ve mert bir tavır alıyordu. Bu tavrını lafta ve edebiyatta bırakmıyor, fiilen icraata döküyor, tarihi D-8’lerin kurulması ve faizsiz Havuz Sisteminin oluşturulması gibi etkili tedbirler alıyordu. O günlerde Erbakan’ın; Kendi Ordumuzu yıpratmamak ve devlet onurumuzu korumak adına yaptığı şahsi fedakârlıkları “korkaklık” sanıp sataşan sünepeler, şimdilerde İsrail’e yanaşanları ve Joe Biden’e yılışanları kahraman olarak alkışlıyor ve tabi gerçek ayarlarını ve amaçlarını da ortaya döküyordu!

  “Üst Akıl” Ankara’daydı ve “Üst Akıl” edebiyatı yapanlar onu hürmetle ağırlamıştı.. Böylece “Üst Akıl” aklanmaya çalışılmıştı.

  Suriye’nin kuzeyinde yaşanan kritik gelişmelerin ardından ve İsrail Anlaşmasının TBMM’den geçmesinden hemen sonra ABD’nin iki numaralı ismi Ankara’ya geliyordu. ABD’nin Siyonist kimliği ile ön plana çıkan en kritik isminin Türkiye ziyaretinin İsrail Anlaşmasından hemen sonraya denk gelmesi dikkat çekiyordu. Suriye’nin kuzeyinde bir defacto durumun oluşması, FET֒nün geri yollanması ve IŞİD başta olmak üzere terör konularının ele alınacağının belirtildiği ziyarette, darbe girişimi sırasında İncirlik Üssünde yaşananların da gündeme gelmesi bekleniyordu.

Yahudi Biden İsrail’in Koruyucusuydu!

ABD’nin iki numaralı ismi Joe Biden, Pensilvanya doğumlu Yahudi asıllı bir Katolik olarak tanınıyordu. Ancak Biden, açıklamaları ve yaptıkları ile adeta Siyonist İsrail’in koruyucusu rolünü oynuyordu. Birçok programda ‘kippa’ takan Biden daha önce ‘Eğer bir İsrail olmasaydı, çıkarlarımızın korunabildiğinden emin olmak için bir tane (İsrail) icat etmek zorunda kalabilirdik’ şeklinde ifadeler kullanarak ABD’nin Yahudi Lobilerinin güdümünde olduğu gerçeğini gizlemeye çalışıyordu. Biden, eylemleri ve açıklamaları ile de adeta İsrail’in koruyucusu olarak biliniyordu.

Yandaş yazar İbrahim Karagül 19 Ağustos tarihli yazısının başlığını “Amerika Türkiye’yi kuşatıyor! PYD’ye müdahale edilmeli” şeklinde atarak bir bakıma üst akıl ya da maşayı tutanın adını ilan ediyordu. Bir başka gazetemiz ise 19 Ağustos tarihli nüshasında, son darbe girişimi ve terör olaylarını “FETÖ başaramadı, PKK devrede” başlığı altında, “Türkiye’yi hedef alan üst akıl darbe girişiminin ardında kaos planını devreye soktu”değerlendirmesini yapıyordu. Artık darbe girişiminin ister önünde ister içinde ABD’nin olduğu kesinlik kazandığına göre hazır Joe Biden gelmişken niye bunların hesabı sorulmuyordu?

“Üst Akıl” Biden bizimle dalga geçiyordu!

Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde Sn. Recep T. Erdoğan, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’la görüştükten sonra ortak bir açıklama yapılıyordu: FETÖ elebaşısı Fetullah Gülen’in iadesi için ABD’ye 85 koli gönderdiklerini söyleyen Erdoğan, Gülen’in gözaltına alınarak iadesini istiyordu. Siyonist Joe Biden ise şu küstahça yanıtı veriyordu: “Biz hukuk ülkesiyiz, Anayasamız var ve bu anayasaya uymak için yemin etmişiz. İade edilmesi gereken kişi için yeterli delil olması gerekiyor. Bunu ülkemizdeki herkes için uyguluyoruz. Bizim uzmanlardan, avukatlardan, savcılardan oluşan heyetimiz Türk heyetiyle bir araya gelip yeterli delilleri istedi. ABD’de mahkemeye bu kişi kötü diyemezsiniz, bunu delillerle ispatlamanız gerekiyor. Henüz darbeyle ilgili bir kanıt sunulmadı. Bizim bir teröristi barındırmak için ne gibi bir sebebimiz olabilir, bunun kesinlikle bir açıklaması yoktur. Buna mahkeme karar verecek. Ben mahkeme adına konuşamam.”

Ama Devlet, bu gevezeliklere aldırmıyordu!

Biden’in küstahça açıklamalarıyla hiçbir yere varılamayacağını anlayan Devlet Suriye’nin Kuzeyine fiilen müdahale kararı alıyor ve uyguluyordu. Kuyruğu sıkışan ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, PYD/YPG’nin Fırat’ın doğusuna çekildiğini açıklıyordu. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Suriyeli muhaliflerin DAEŞ’i Cerablus’tan çıkartmasıyla “DAEŞ’e karşı savaşan tek etkili güç YPG’dir” tezinin de çöktüğünü söylüyordu. 15 Temmuz CIA-MAAT darbesini önleyen Kahraman Komutan bu harekatı bizzat yönetiyor ve Korgeneral Zekai Aksakallı Cerablus’a gidiyordu!

  Fırat Kalkanı Operasyonu TSK komuta kademesi tarafından Genelkurmay Karargâhında ve kuvvet komutanlıklarındaki harekat odaklarından yönetiliyordu. Bölgenin IŞİD’den geri alınmasının ardından Aksakallı’nın Cerablus’ta Özgür Suriye Ordusunun komutanlarını ziyaret etmesi dostlara onur, düşmanlara korku salıyordu. Kerry ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Suriye konusunu görüşmek üzere İsviçre’nin Cenevre kentinde bir araya geliyor, bu görüşmeye daha sonra Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura da katılıyordu. TSK’nın kararlı ve üstün başarılı Suriye operasyonu üzerine ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, “Özerk Kürt bölgesini desteklemiyoruz” demek zorunda kalıyordu. Yahudi John Kerry’nin bu tavrı bize, Aziz Erbakan’ın; “Batılılar sözden ve tavsiyeden değil, sadece güçten ve etkili girişimden anlar!” tespitlerini hatırlatıyordu!..

  ABD’nin; “Sınırımızın güneyinde boydan boya Kürt Devleti kuruluyor” diye ürkütüp Türkiye’yi Suriye bataklığının içine tam olarak çekme kuşkuları da dikkate alınmalıydı. Çünkü ABD Başkan Yardımcısı Biden “Türkler, IŞİD’i temizlemek için ne kadar gerekiyorsa o kadar Suriye’de kalmaya hazırlıklı” gibi laflar ediyordu.

  ABD yerine HDP havlıyordu!

Bu sırada Cerablus operasyonu konusunda yazılı açıklama yapan HDP, müdahaleyi işgal hamlesi olarak niteliyordu. Açıklamada, “Beş yıldır devam eden savaşın içine bu şekilde doğrudan giriş Türkiye açısından son derece olumsuz sonuçlar doğuracaktır. Bu durum Türkiye ve Suriye halklarının çıkarına değildir” denilerek, ABD adına HDP bize havlıyordu.

HDP Merkez Yürütme Kurulundan yapılan yazılı açıklamadaki: “Demokratik Suriye Güçlerinin (DSG) Menbiç’i IŞİD’ten kurtarmasına karşı bir hamle olarak ve IŞİD ile mücadele kılıfı altında yapılan bu askeri girişim, açık bir şekilde DSG’nin önünü kesmeyi hedefleyen ve en temelde Kürt karşıtı bir girişimdir. Türkiye’nin bugün IŞİD’den almak üzere başlattığı belirtilen askeri operasyonun esas hedefi, sınır hattının Kürtlerin eline geçmesini engellemektir. Rojava’da yaşayan Kürtler ve DSG’nin diğer birleşenleri düşmanımız değil dostumuzdur. Türkiye’nin yapması gereken, Suriye Halklarının demokratik geleceği için savaşan bu güçlere destek vermektir”ifadeleri, evet gerçekleri yansıtıyor ve bu harekat IŞİD kadar asıl PKK’nın da belini kırmayı amaçlıyordu.

  Devlet, taktik tavizlerle Stratejik hedeflere yürüyordu!

  “Türk Ordusu Cerablus’u IŞİD’den temizleyecek, bölgeyi ÖSO’ya teslim edecek” denilerek bu harekâta girişiliyordu. Ama bununla; IŞİD’den boşalan bölgeye Suriyeli PKK’nın, yani PYD/YPG yapılanmasının yerleşmesi engellemiş oluyordu. Böylece Fırat’ın batısına geçen Kürtlerin durdurulması ve şimdilik Fırat’ın güneyine kovalanması amaçlanıyor ve başarılıyordu. Türkiye Özgür Suriye Ordusu şemsiyesiyle bu operasyonu yaparken Ankara’da iki önemli konuk ağırlanıyordu; ABD Başkan Yardımcısı Biden ile Irak Kürt Bölgesel Yönetim Başkanı Barzani, neden Türkiye’ye koşuyordu? Üstelik bu işin Cerablus’u almakla bitmeyeceği anlaşılıyordu. 70 kilometrelik sınır tamamen temizlenerek, güvenli bölge oluşturulacağı konusunda TSK oldukça kararlı davranıyordu. Ve önceden havlayan ve horozlanan PKK’nın Suriye’deki kolu PYD, kulakları düşmüş bir vaziyette Fırat’ın doğu yakasına doğru geçmeye başlıyordu. Oysa bunlar daha bir gün önce kafa tutuyor, 24 Ağustos’ta Türk askerinin Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) milislerine Cerablus’u almalarına destek operasyonu başlattıkları sırada hamileri Joe Biden’ın Ankara’ya inmesine güveniyordu! PYD lideri Salih Müslim bir telaş “Türkiye yenilecek” twiti atıyordu. Sonunda TSK’nın ciddiyetini anlayan Biden da Başbakan Yıldırım’ın ardından Cumhurbaşkanı T. Erdoğan’la konuştuktan sonra “PYD söz verdiğimiz gibi çekilmeli, yoksa destek vermeyiz” demeye başlıyordu.

Türkiye, ABD İkinci Başkanı Biden’a bir sabah sürprizi yaparak Fırat Kalkanı operasyonu ile karşılıyordu!

Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin ulusal güvenliğine karşı oluşturulmaya çalışılan ‘defacto’ duruma Türkiye Fırat Kalkanı Operasyonu ile karşılık veriyordu. Sabahın erken saatlerinde sınır hattındaki topçu birliklerimiz önce Cerablus bölgesindeki hedefleri bombalıyor, ardından saat 6:00 civarında savaş uçaklarımız 11 hedefi imha ediyor ve son olarak Mehmetçik beraberindeki milis kuvvetler ve tanklar eşliğinde sınırın öte tarafına geçip, ABD ve İsrail destekli IŞİD ve PYD güçlerini püskürtüyordu. Suriye’de yıllardır yaşanan iç savaş Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit eder boyuta ulaşmıştı. Son olarak Kuzey Suriye’de ABD’nin kara gücü olan PYD’nin oluşturmaya çalıştığı bölgenin genişlemesine “Dur” demek için Türkiye geniş kapsamlı tarihi bir operasyon başlatmıştı. Operasyonun ABD İkinci Başkanı Joe Biden’ın Ankara’ya gelmesinden altı saat önce başlaması 15 Temmuz sonrası gerilen ilişkiler üzerinden ABD’ye önemli bir mesaj olarak yorumlanmıştı.

DEAŞ gerekçe ama hedef PYD oluyordu!

Fırat Kalkanı Operasyonu ile büyük bir çıkartma başlatan Türkiye, gerekçe olarak ise “DEAŞ ile mücadele” öne çıkarılmıştı. Antep’te patlatılan ve ellinin üzerinde vatandaşımızın hayatını kaybettiği terör saldırısından sonra operasyon meşruiyet kazanmıştı. Başta DEAŞ Terör şebekesi ile mücadele ederek, örgütü daha güneye doğru itmek ve sonrasında ise PYD’nin bölgedeki hâkimiyetini kırmaktı. Kuzey Suriye’de oluşturulmaya çalışılan defacto duruma karşı yıllardır üst perdeden sürekli “ulusal güvenlik” açıklamaları yapan Ankara, ABD’nin PYD’nin arkasında durması ile strateji değişikliklerine giderek, hassasiyetini operasyonla dünyaya duyurmuş olmaktaydı. Ankara, operasyondaki asıl hedefin ise PYD olduğu böylelikle ortaya çıkmıştı.

Milliyetin solcu yazarı Mehmet Tezkan gibileri sürekli karamsarlık havası pompalarken Rus uzmanların TSK hayranlığı göğsümüzü kabartıyordu!

Türkiye’nin Suriye sınırına yönelik başlattığı sınır ötesi askeri operasyonu değerlendiren Rus uzmanlar, Türk Ordusunun 15 Temmuz sonrası performansını oldukça başarılı bulmuşlardı. Tüm dünyanın gözleri Türkiye’nin Suriye sınırına çevrildiği sırada; Rus Dış Politika uzmanı Viladimir Sotnikov, Türk Ordusunun düzenlediği sınır ötesi operasyonun başarılı olduğunu vurgulamış ve özellikle 15 Temmuz başarısız darbe girişimi sonrası yapılan temizliğe rağmen çok iyi durumda olduğunu açıklamıştı!

“Orduda moraller sıfır. Bu içinden bunca hain çıkan kurum 15 Temmuz gecesi 8,8 şiddetinde depremle sallanmıştı. Emniyette moraller sıfır.. Her gün operasyonlar, her gün göz altılarla sarsılmaktaydı… Yargıda moraller sıfır.. Bir döneme damga vuran özel yetkili savcıların hakimlerin neredeyse tamamı FET֒cü çıkmıştı.. Eğitimde moraller sıfır.. Binlerce öğretmen görevden atılmış, yüzlerce okul kapatılmıştı.. Üniversitede moraller sıfır.. Düşünün adam profesör, adam güya bilim adamı meğer imamdan emir almaktaymış.. İş dünyasında moraller sıfır.. En saygın, en oturaklı iş adamları Fetullah’ın kasasıymış. Bürokraside moraller sıfır.. Başbakanlıktan başlayalım TÜBİTAK Adli Tıp, TİP derken bürokrasinin hücrelerine kadar, her yer Fetullah’çıymış!?” diyen yazar takımı nedense TSK’nın bu başarılarından rahatsızdı, ve bu operasyonları “Amerika’nın bir planı!” olarak yorumlamaktaydı. Oysa, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın ziyaretinden önce Cerablus merkezli “Fırat Kalkanı” operasyonu başlatılmıştı. DAEŞ ve PYD menzilleri obüslerle vurulurken, sınıra ağır silah, asker, tank ve hava savunma sistemlerinin kaydırıldığı anlaşılmıştı.. Öncelikle operasyonların azami ölçüde FET֒cü hainlerden arındırılmış Kahraman Ordumuzca yapıldığını hatırlatmak lazımdı. Sn. Erdoğan’ca dile getirilen “Tüm Dünyaya sesleniyorum. Bedeli ne olursa olsun Suriye’nin kuzeyinde, Türkiye’nin güneyinde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz” çıkışları Devletin kararlılığını yansıtmaktaydı. Çünkü Suriye’nin kuzeyinin PKK tarafından işgal edilmesi ile Türkiye’nin güneyinin işgal edilmesi arasında bir fark bulunmamaktaydı. Biden’ın ziyaretine denk gelmesi “manidar” bulunan “Fırat Kalkanı” operasyonunu Fehmi Koru yazısında 1990 yazında Saddam’ın Kuveyt’i işgali sırasında ABD Dışişleri Bakanı James Baker’in ziyaretine benzetecek kadar alçalmıştı. Ona göre; Özal, dönemin şartlarında Baker’in kendisinden talep edeceğini bildiği şeyi ziyaret öncesi yapmış ve baskı altına alınmadan Kerkük/Yumurtalık boru hattını kendisi kapatmış, böylelikle vaziyeti kurtarmıştı. Bu sefer de Türkiye, Biden öncesi ABD talebini karşılamış, ABD’nin hışmından korunmayı başarmıştı. Acaba olgular böyle ters yüz edilerek neden ABD’nin itibarı kurtarılmaya çalışılmaktaydı? Soruları haklıydı. Mehmet Tezkan’la Fehmi Koru’yu aynı yorumlara zorlatan hangi odaklardı?

“Sabah saatlerinde “Tanklar Karkamış’ta sınır boyunda sıralandı; toplar Cerablus çevresindeki IŞİD mevzilerini vuruyor” diye başlayan haberler, birkaç saat sonra “Tanklar ve Özel Kuvvetlere bağlı birlikler ve ÖSO ile Türkmen milisleri Suriye’de; F16’lar da havada” ya dönüşmesi enteresandı. Her an savaşa dönüşebilecek koşullarda yaşadığımız bir gerçekti. Bunun belirtileri de vardı. Suriye Kürtlerinin siyasal örgütü PYD’nin lideri Salih Müslim “Türkiye Suriye batağındadır. DAİŞ gibi o da bozguna uğrayacaktır” deyince Cumhurbaşkanı gecikmeden cevapladı: “Artık bu işi çözmemiz gerekiyor. Birileri meydan okuyorlar, ‘Suriye Türkiye için şöyle olacak, böyle olacak’ diye… Onlara ben buradan sesleniyorum, siz ne olacağınızın hesabını yapın.” Son cümle gözünüzden kaçmadı değil mi? Peki, “Onlara ne olacaktı?” Cevap “Tankların, topların namluları IŞİD’ten sonra Suriye Kürtlerinin kantonlarına dönecekti” Bu savaş demek değilse nasıl okunmalıydı? Amerikalılar Cerablus Harekâtını IŞİD’le sınırlı gösteren bir tutum açıklaması yapmış ve “IŞİD’e karşı bu harekâtı Türkiye’yle birlikte planladık” demişti. Erdoğan-Putin görüşmesinde bu harekât konusunda da anlaşma olup olmadığı üstüne kafa patlatmaya gerek yok. Türkiye’nin savaş jetleri Suriye göklerinde ve Rus savaş jetleri seyirciydi. İran’dan da her hangi bir tepki gelmemişti. Suriye ise egemen bir ülke olmanın protokol gereğini yerine getirdi, sert cümleler içermeyen bir protesto mesajı ile yetinmişti. Yani… Yani Suriye sahasında top koşturan bütün “Aktör Ülkeler” bu askeri harekâttan haberdardı. Kimi destekliyor, kimi göz yumuyor, kimi susuyordu.. Soru kısa ve yalın: “Cerablus Harekâtı o bölgede IŞİD’i temizlemekle sınırlı kalacak mı, kalmayacak mı? O bölgeye, askeri güçlerinin kıymet-i harbiyesi tartışmalı olan ÖSO militanlarıyla onlardan farksız Türkmenlerden devşirilmiş birlikleri yerleştirmek, orada bir fiili (eşittir defacto) güvenli bölge yaratmaya yetecek mi? O bölge sahiden güvenli olacak mı? Yoksa Türkiye’nin askeri birlikleri de yerleştirilerek orada kalacak mı? Evet, o güvenli bölge sayesinde Suriye sınırı boyunca Kürt kantonlarından oluşan bir zincir kırılmış olacaktı. Peki Türkiye bununla yetinecek mi? Yoksa zinciri kırmak yetmez. Kendi kendini kanton ilan eden Kürt yapılanmasını dağıtmak gerek. Yoksa Suriye sınırımızın büyük bölümü Kürtlerin denetimine geçiyor. Buna göz yummayalım” mı diyecekti? Ben sadece zaten gölleri içinde yüzen ülkemizi daha da kanlı bir bataklığa sürükleyecek savaş kaygımı, korkumu okurlarla paylaşmak istedim, o kadar…” diyen Cumhuriyet yazarı Aydın Engin gibileri hayret, Amerikalı gavurlardan daha telaşlıydı!?

Peki, TSK’nın Suriye müdahalesinden Oğuzhan Asiltürk niye gocunuyordu?

TSK’nın başlattığı ve başarılı sonuçlar alıp takdir kazandığı, emperyalizmin kukla şebekeleri PKK ve IŞİD’in kesinlikle engel olmaya çalıştığı ama patronları ABD ve İsrail’in bile mani olamayıp güya desteklemek zorunda kaldığı Suriye-Cerablus operasyonuna, ne hikmetse Oğuzhan Asiltürk de şiddetle karşı çıkıyordu!

“Bu olay, Türkiye’nin Amerika’yla, İsrail’le birlikte Üçüncü Dünya Savaşına girecek bir olayın içine fiilen karışmasıdır. Çok uzun bir sınır vardır, girilen sadece bir noktasıdır. “Efendim bir koridor açılacakmış, ona mani olacağız!” boş laftır… Bunun Türkiye’ye ne getireceğini sonradan herkes de görüp anlayacaktır… Bizim bu ortamda tarafsız ama kendimizi koruyacak bir strateji takip etmemiz lazımdır. Efendim “Şey, havan mermisi düşüyor filan.” Hâlbuki bunlar Türkiye’yi tehdit etmiyor, hiçbir şey de yok. Gereken de yapılıyor ve karşılık da veriliyor. Yani, milletle “Yav, çok büyük bir tehlike altındayız” demek yanlıştır… Öyle paldır küldür “Efendim biz şunları şöyle halledeceğiz” diye bir başka ülkenin sınırlarına böyle fiili müdahale kolay bir karar olmamalıdır, bu yanlıştır… Bu işi yani çocuğa söyleseniz kabul etmez. Türkiye’nin şu andaki durumu çok kritik bir durumdur. Ortadoğu’da, Amik Ovası’nda Peygamber Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam Hazretlerinin bildirdiği bir büyük çatışmaya gidiliyor. Türkiye burada ne kadar kendini koruyacak şekilde hareket ederse o Türkiye lehine olur”[1]diyen Oğuzhan Asiltürk hem gerçekleri çarpıtıyor, hem de tehlikeyi hafife alıyordu.

Oysa Suriye ve Irak sınırımızda ortalık duruluncaya ve taşlar yerine oturuncaya kadar, TSK’nın 10-15 kilometre derinlikte bir Güvenli Bölge oluşturmasıyla; Türk askerinin ABD’nin keyfi için Suriye içlerine kaydırılması çok farklıdır. Yıllardır yazıp uyardığımız gibi, birincisi mutlaka lazımdır, ihtiyaçtır; ama ikincisi batağa saplanmaktır, Haçlıya hizmetkârlıktır. Oğuzhan Asiltürk bu iki yaklaşımın farkını anlamayacak kadar feraset mahrumu değilse, neyin endişesini duymaktadır?

Yukarıdaki talihsiz sözleriyle Oğuzhan Asiltürk hem bu operasyonların perde arkasını ve amaçlarını kavrayamamakta, hem de bazı olayları kasten çarpıtmaktaydı. Çünkü asıl ve acil tehlike Kuzey Irak Kürt Bölgesinden Akdeniz’e ulaşacak yeni bir Kürt koridoru oluşturmaktı, bu Güneydoğumuzun da oraya iltihakıyla sonuçlanacaktı. İşte TSK bu sinsi ve Siyonist planı bozmak zorundaydı, ve hamdolsun başarmıştı. Üstelik Hazreti Peygamberimizin Amik Ovasında geçeceğini haber verdiği Armageddon Savaşının hedef tahtasında resmen ve fiilen Türkiye vardı. Böyle kaçmakla kurtulamazdı, tarihi hesaplaşma kaçınılmazdı. Yoksa Oğuzhan Asiltürk Aleyhisselatü Vesselam Efendimizin, bu savaşı müminlerin ve Türkiye’nin kazanacağı müjdesine ve Aziz Erbakan Hocamızın Siyonist-Haçlı güçlerinin silah sistemlerini etkisiz hale getirecek teknoloji harikası projelerine halâ inanmamış mıydı? Oysa Türkiye bu son Suriye operasyonuyla doğal savunma refleksleri istikametinde, ahlaki ve insani sorumluluklarından da taviz vermeden, prestijli harekâtlara girişebileceğini göstermişti. Çünkü doğru zamanlama ve uygun planlama ile girişilen sürpriz hamlelerle, tarihi ve talihli neticeler üretmek mümkün hale gelmekteydi. Bu harekât göründüğünden daha değerli ve gerekliydi, zira operasyonun teknik başarısının ötesinde siyasi ve diplomatik risk analizleri de titizlikle hesap edilmişti; böylece bölgede geleceğe yönelik kalıcı ve yapıcı bir aktör olma fırsatı da ele geçirilmişti. Demek ki hem iç hem dış politikada ilkesel ve kimliksel gereklerin birbirini beslemesi halinde Türkiye gibi potansiyeli yüksek ülkelerin hiç beklenmedik seferler ve zaferler kazanması içten bile değildir. Artık anlaşıldı ki, her konuda özellikle Milli Savunma hususunda, cesaretli ve haysiyetli, ama elbette dikkatli ve tedbirli davranmak, ama yüksek bir siyaset ve strateji uygulayıp, küresel ve bölgesel denklemin güç aktörleriyle uyuşur görünüp kendi çıkarlarını kollamak ve sağlamak; rakiplerin çıkar çatışmalarından ve aralarındaki çatlaklardan iyi yararlanıp kendi pazarlık gücünü artırmak mümkündür ve münasiptir. Amerika ve Rusya’dan, hiç birisine bağımlı olmadan, ama milli çıkarlar doğrultusunda mevcut bağlarını da koparmadan… Ve yine İran’la da bu tarihi ve stratejik yakınlık ve alâkadarlığını bozmadan; ve tabi bizi biz yapan, farklı ve şanslı kılan İslami ve insani özellik ve yükümlülüklerimizi de asla unutmadan atılacak her akıllı ve kararlı adım, mutlaka mutlu ve onurlu meyveler verecektir.

Oysa 27 Ağustos 2016 tarihli Milli Gazete 10. sahifesinde: “Cerablus’ta ‘Fırat Kalkanı’; IŞİD’e de PYD’ye de Göz Açtırmıyor!” manşetini atıyordu.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin Suriye’nin Halep kentine bağlı Cerablus ilçesinin IŞİD’den temizlenmesine yönelik başlattığı ‘Fırat Kalkanı’ harekâtı üçüncü günde de tüm hızıyla devam ediyordu. Askeri harekâtta tüm gelişmelerin en yakından hissedildiği Gaziantep’in sınır ilçesi Karkamış’ta ise halk antepfıstığı hasadı yapıyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri, son zamanlarda atılan havan mermilerinin hedefi olan Gaziantep’in Karkamış ilçesinin karşısındaki Suriye’nin Halep kentine bağlı Cerablus ilçesinin IŞİD’den temizlenmesi için askeri harekât başlatmıştı. Sınırı geçen zırhlı birliklerin de katıldığı harekâtta Özgür Suriye Ordusu mensupları aynı gün akşam saatlerinde Cerablus’un kontrolünü ele geçiriyordu. Cerablus ilçe merkezi ve batı ile güneyindeki çok sayıda köyün kontrolünü ele geçiren ÖSO mensupları, ilerleyişini sürdürmeye devam ediyordu. Bu arada sınırın Suriye tarafında olan ve gelişmeleri takip eden Türk Silahlı Kuvvetleri unsurları ise bir süre önce IŞİD’den arındırılan Menbiç bölgesinden Cerablus’a 6 kilometre uzaklıkta terör örgütü PKK’nın Suriye uzantısı PYD’nin silahlı kanadı YPG militanları bulunduğunu İnsansız Hava Araçları ile tespit ediyordu. Bunun üzerine harekâtta yer alan zırhlı birlikler tarafından Fırtına obüsleriyle ateş altına alınan bölgedeki YPG’liler etkisiz hale getiriliyordu!

Ve yine Milli Gazete 7. sayfasında ise: “ABD’nin “Fırat Oyunu!” başlığı dikkat çekiyordu!

Sinsi ABD yönetiminin tam destek verdiği PYD için “Fırat’ın doğusuna çekilecekler” sözüne rağmen terör örgütü yeni alanlar kazanmayı çabalıyordu. PYD, ÖSO’nun Cerablus operasyonu sırasında DAEŞ militanlarının kaçışından istifade ederek 7 köyü ele geçiriyordu. ABD yönetimi Suriye’de PKK uzantısı terör örgütü PYD’yi güya Fırat’ın doğusuna geri gönderme güvencesi vermesine rağmen örgüt yeni hâkimiyet alanları kazanmaya çalışıyor. PYD’nin hamlelerine Türk Silahlı Kuvvetleri top atışlarıyla karşılık veriyordu. ABD’nin tam desteğiyle 27 Aralık 2015’ten itibaren Fırat Nehri’nin batısında terör örgütü DAEŞ’le mücadele bahanesiyle hâkimiyet alanını genişleten terörist PYD, bölgedeki işgalci varlığını güçlendirmeye çalışıyordu. Bazı Arap savaşçılarla birlikte ve ABD’nin hava desteği sayesinde Menbiç ilçesini 12 Ağustos 2016’da DAEŞ’ten alan terörist örgüt, ABD’nin Türkiye’ye verdiği güvencelere rağmen ilçenin kuzey kesimlerine genişlemişti. ÖSO’nun Cerablus’taki ilerleyişi ve DAEŞ militanlarının çekilmesi esnasında, PYD yeniden harekete geçiyordu. Örgüt, Sacu Nehri’nin kuzeyine tekrar geçerek dün Menbiç’in kuzeyindeki Amerinah, Mağara ve Balaban köyleri ile Şamaklı ve Çakmaklı tepelerine ulaşıyordu. Terör örgütü dün de aynı yönde Cerablus’un güneyine doğru ilerleyerek Cub el-Kusa, Debisah ve Ayn Beyda köyleri üzerinden Fırat Nehri kıyısındaki Amarina köyüne ulaşıyor, PYD böylece, dünden bu yana 7 köyü ele geçirmiş oluyordu.

İşte bu gelişmeler üzerine Rus ajansı “TSK’nın YPG’yi vurduğunu”duyuruyordu!

Rus ajansı Sputnik Türkiye’nin savaş uçaklarıyla Cerablus güneyindeki YPG mevzilerini bombaladığını açıklıyordu. TSK’nın Cerablus’a bağlı Tilemarne köyündeki YPG güçlerini toplarla ve savaş uçaklarıyla vurduğu ve terör çetelerinin panikleyip savrulduğu anlaşılıyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kilis sınır hattında konuşlu birliklerinden Fırtına obüsleriyle, Halep’e bağlı Azez ilçesindeki PYD hedeflerine gerçekleştirilen top atışları devam ediyorken savaş uçaklarımız da ABD destekli YPG mevzilerini dağıtıyordu. Böylece Milli Gazete de Oğuzhan Asiltürk’ten farklı ve tutarlı bir yaklaşım sergiliyordu!

Suriye PKK’sı YPG şoktaydı, ABD kendilerine sahip çıkamıyordu!

ABD’nin PKK’nın Suriye uzantısı YPG’ye hem Fırat’ın doğusuna çekilme talimatı verdiği hem de silah ve istihbarat desteğini kestiği ortaya çıkmıştı. İsrail istihbaratına yakınlığıyla bilinen Debka sitesinin haberine göre, ABD, PKK’nın Suriye uzantısı YPG’ye hem Fırat’ın doğusuna çekilme talimatı vermiş, hem de silah ve istihbarat desteğini kestiğini açıklamıştı. TSK’nın kararlı tavrı Amerika’yı sarsmıştı. IŞİD’in elindeki Menbic kentini alan YPG, o dönemde kahraman ilan edilmişken bir anda gözden düşmesine şaşırmıştı.

TSK, “Kobani’ye girecek!” iddiaları için açıklama yapıyordu.

Türkiye’nin Kobani sınırına çukur kazdığı ve bunun bir müdahale hazırlığı olduğuna yönelik iddiaları TSK yanıtlamıştı. Sosyal medyada hızla yayılan Türkiye’nin Kobani sınırına çukur kazdığı ve bunun bir müdahale hazırlığı olduğuna yönelik iddiaların aslı anlaşılmamıştı. Bölgeye çukur kazılmasının sebebi Türkiye’nin bütün sınırlarına rutin uygulama olarak ördüğü betonlardı. TSK’nın Suriye müdahalesi ABD’yi bile hizaya sokarken, Oğuzhan Asiltürk’ün yaklaşımı mide bulandırıcıydı ve herhalde “gen”leriyle alakalıydı!

Özetle: “Devlet” savaşta, “Hükümet” İsrail’le oynaşta bulunuyordu!

“Dünya, “beş” (5)’ten büyüktür” diye hava atanlar, hayret “Türkiye İsrail’den küçüktür” dercesine davranıyordu!?

Eski istihbaratçı Bülent Orakoğlu, “İsrail demek, PKK demektir”(15.3.2012) tespitini yapmıştı ve haklıydı. İsrail Başbakanı Netenyahu, 15.06.2009’da, “Silahı olmayan bir Filistin Devletini tanıyacaklarını”açıklamıştı. İsrail, dünyada yalnız kendilerinde silah bulunmasını ve yeryüzünün kontrolünün ellerinde olmasını arzulamaktaydı. AKP’nin İsrail’le yaptığı anlaşmanın Türkiye’nin faydasına olduğuna inanan bir tane akıl-vicdan ehli çıkmazdı. “Yumuşama, normalleşme” gibi kavramlar İsrail’e ne kadar da yabancıydı. BM kararlarını bile yok sayarak katliamlarını sürdüren İsrail’e nasıl güven duyulacaktı? Yaşadığımız kalkışma sonrası, milletimizin verdiği “millilik” ve “bize görelik” mesajını, yabancı unsurlardan arınma, inancımızın gereğine göre davranma şeklinde okumalıydık.

Erbakan Hoca defalarca uyarmıştı: “Siyonizm bir timsaha benzer. Bu timsahın üst çenesi Amerika ise, alt çenesi Avrupa Birliği’dir. Beyni Siyonizm, gövdesi ise işbirlikçilerdir. Türkiye üzerinde oynanan oyunları bilmek için milletimizin iki asırdır sürüklendiği Batılılaşma macerasını ve Avrupa Birliği’ni iyi bilmek gerekir.”[2] Erbakan Hoca bu uyarıları yaparken AKP’liler Hoca’yı “komplo teorisi üretmek”le suçluyorlardı. Şimdi ne oldu? Vatikan Projesi olarak Siyonizm’in yürüttüğü Dinler Arası Diyalog mensubu pek çok kişi senelerce AKP’li yöneticilerin burunlarının dibine kadar yaklaşmışlardı. Erbakan Hocanın “Siyonizm öyle tecrübelidir öyle İblistir ki, kim, ben mi?.. Ben hiç Siyonizm’e hizmet eder miyim? Türküsünü söylete söylete kendi ordusunda askerlik yaptırır” buyurmuşlardı” hatırlatmasını yapan Şakir Tarım’ı kutlamak lazımdı.

“Yandaş kanallar ve yazarlar İsrail’le “normalleşme” yolunda çok önemli adımlar atıldığını açıklamışlardı. İsrail gibi bir terör devletiyle normalleşme nasıl bir şey olmaktadır, keşke onu da bir açıklasalardı! Hiçbir konuda normal ve insani çizgiye yaklaşamayan, Filistin’de, Gazze’de ve tüm yeryüzünde zulmü kendisine yol edinen bir işgalciyle neden normalleşmek zorunda olduğumuzu da bir zahmet hikmet ve kerametleriyle birlikte yorumlasalardı. İsrail adlı terör devletiyle, hem de muhafazakâr AKP iktidarı eliyle bir anlaşma imzalanırken, ne gariptir ki mütedeyyin kesimler ve çevreler resmen “çıt” çıkarmamışlardı. Pus olmanın en cafcaflısını, müthiş bir ölüm sessizliği içinde “uygulamalı olarak” ortaya koymuşlardı. Daha doğrusu, hiçbir şey yapmamışlar, hiçbir ses çıkarmamışlar, İsrail’le anlaşmayı bile içlerine sindirebildiklerini ispatlamışlardı. Hoş, “İran, İsrail’den tehlikelidir” vecizesini bile sineye çeken kitleler, belki yarın öbür gün İsrail’le “dostluğun” ne kutlu bir siyaset ve strateji olduğunu bile anlatmaya kalkışacaklardı” diyen değerli genç yazarımız Burak Kıllıoğlu, çok şükür işbirlikçilere kılçık olmaya başlamıştı.

Milli Gazete’de Mustafa Kurdaş’ın şu onurlu ve şuurlu tespitleri, dindar kahraman AKP iktidarının perde arkasını ortaya koymaktaydı:[3]

Bu anlaşma ile İsrail’e altın tepside ikramlar…

* Türkiye ile İsrail’in akdettiği bu anlaşma TBMM’ye tamamı sunulmayan çerçeve metnin sadece bir parçasıdır.

* Bilinen ve oylanan 6 maddelik bu anlaşma dahi İsrail’in Türkiye’ye kabul ettirdiklerinden ibaret şartlardır.

* Gazi Meclis’imizde kanunlaşan anlaşmayla Türkiye hem Gazze üzerindeki ablukayı resmi olarak tanımış hem de İsrail Devleti ve askeri personeline yönelik tüm hukuki süreçleri sonlandırma taahhüdü vermiş bulunmaktadır.

* Şehitlerimizin ailelerine tazminat olarak verileceği belirtilen 20 milyon doların nasıl belirlendiği bilinmeyen bir anlaşmadır.

* Türkçe, İbranice ve İngilizce olmak üzere üç dilde yazılan anlaşma metinlerinde “tazminat” ifadesi “resmen” yer almamıştır. “Tazminat” ifadesi Sadece Türkçe metnin “başlığında” yer almaktadır. Türkçe metinde de yer alan “exgratia” ifadesi ise “lütuf olarak yapılan”, “yükümlülük olmadan yapılan” ve “mecburiyet içinde olmadan yapılan” anlamlarını taşımaktadır.

* İsrail, hiçbir şekilde kabul edilemez olan bu anlaşmayla “20 milyon dolar lütfederek” Mavi Marmara saldırısını siyasi ve diplomatik açıdan bir daha açılmamak üzere kapanmasını maalesef sağlamıştır.

* Ankara bu anlaşmayla İsrail ile ilişkileri normalleştirmek emeline ulaşmıştır fakat Mavi Marmara mağdurlarının ve ailelerinin İsrail devlet ve görevlilerine karşı hukuksal mücadelelerinin kesin bir şekilde önünü de tıkamıştır.

* Öyle ki anlaşmaya göre; şehit yakınlarının herhangi bir tazminat talebinde bulunması ve mahkemelerin tazminat ödemeleri kararı vermesi halinde, İsrail devletinin gerçek veya tüzel kişileri değil, Türk hükümeti bu tazminatları karşılayacaktır. Yani İsrail, kendisini ve vatandaşlarını Türkiye’deki hukuki ve cezai süreçlerden korumayı başarmıştır.

* Bu anlaşma kamuoyuna takdim edildiğinin ve sanıldığının aksine Gazze ambargosunun kaldırılmasına yönelik hiçbir ifadenin yer almadığı bir anlaşmadır. Üstelik de, bu anlaşmayla Gazze ablukası Türkiye tarafından resmi olarak tanınmış ve meşrulaştırılmıştır. Zira bundan sonra Gazze’ye gidecek yardımlar Mavi Marmara saldırısından önce olduğu gibi İsrail’in denetiminden geçecek; Gazze’ye değil Aşdod limanı üzerinden yardımlar yapılacaktır.

* Gazze için her şey Teröristbaşı İsrail ve Netanyahu’nun iyi niyetine terk edilmiş durumdadır.

* İsrail’le 20 milyon dolarlık anlaşma Şehitlerin ailelerinin rızası gözetilmeksizin yapılmıştır. Uzun süredir konuşmamaları için “baskı” gören şehit yakınları “emrivaki” ile karşı karşıya bırakılmıştır.

Bu anlaşmada saklanan mutabakat notları…

Dışişleri Komisyonu’nda tartışılan anlaşma metninin çerçevesini oluşturan başka bir belge olduğu yönündeki bilgilere ise ayrıca dikkatinizi çekmek isterim: “Komisyon toplantısı sırasında görüşülen anlaşmanın ana çerçevesini çizen bir mutabakat notu olduğu Dışişleri Bakanlığı yetkilileri tarafından da belirtilmiştir”. Bu ifade İsrail’le anlaşma metninin tartışıldığı TBMM Dışişleri Komisyonu raporunun muhalefet şerhine düşülmüş çok önemli bir bilgi, çok önemli bir not! Dışişleri Bakanlığı yetkililerinin komisyonda bahsettiği bu mutabakat notu da neyin nesi nerededir bu mutabakat notu İsrail’le neyin mutabakatıdır bu Ve bu mutabakat niçin saklanıyor milletten Adına “İsrail’le normalleşme” denilen kuyunun derinlerinde daha hangi hezeyanlar var.

Anlaşılıyor ki, “Türkiye Cumhuriyeti ile İsrail devleti arasında tazminata ilişkin usul anlaşması” adıyla TBMM’ye gönderilen İsrail’le anlaşma, buz dağının sadece suyun yüzeyindeki görünen kısmıdır. Demek ki; milletin bilmesi gerekenler vardı ve gizlenmesi gerekenler! (özenle saklanmıştı.)

 


[1] (Bak: https://www.youtube.com/watch?v=EdlYbH_BFqo Youtube Yayınlanma Tarihi: 24 Ağustos 2016-Selim Akduman Gazeteci – Sunucu – Haberci)

[2] (Davam, MGV Yy., Sh. 118)

[3] (23 Ağustos 2016)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAK:

http://www.millicozum.com/mc/kasim-2016/ey-ust-aklin-karsisinda-

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi