ESAM Konferansları – Adil İlmi Düzen / 1991
Sevgili üniversite mensuplarını,
kıymetli kardeşlerimizi bir araya topladı, bir yemekli sohbet toplantısı tertip
etti. Buraya teşrif etmiş olan kardeşlerimize ayrıca teşekkürlerimi arz
ediyorum ve bu toplantımızın hepimiz için, milletimiz ve insanlık için hayırlı
olmasını diliyorum. Sohbet mevzuu olarak, çok çeşitli şeyleri seçmemiz
mümkündü. Ancak, görüyoruz ki her şeyin temeli düzendir. Buraya hazır ilim
adamları davet edilmişken ve ESAMın kendisi zaten bir ilmi kuruluş olduğu için,
biz sohbet mevzuumuzu Adil İlmi Düzen konusunu aydınlatmaya çalışmaya tahsis
edeceğiz. Bendeniz bu hususta inşallah size kısa bir açıklamada bulunacağım,
bilahare arkadaşlarımız sualleri olursa onları cevaplandırmaya çalışacağız.
Neden başka şeylerden konuşmuyoruz da
bundan konuşuyoruz? Çünkü şu anda dahi hepimizin bildiği gibi 40 günden beri,
bir kardeş Müslüman ülkenin üzerine korkunç bombalar yağıyor. Bu bombalar niçin
atılıyor? Bu harp niçin yapılıyor? Hepimiz çok iyi biliyoruz ki, bu harp
aslında ne Kuveytin kurtarılmasıdır, ne Saddam, ne Irak Harbidir. Bu harp; Siyonizmin,
Emperyalizmin dünya hâkimiyetini kurmak için yeni bir adımıdır. Kendi düzenini
bütün dünyada yürütmek istiyor. Tek bir
devlet olacak. Herkes benim emrimi dinleyecek. Siz benim kölem olacaksınız, ben
hepinizi sömüreceğim! diyor. Harbin manası budur. Kim benim bu nizamıma karşı, bu düzenimize karşı başını kaldırırsa,
işte böyle ezerim! Tarihte bu çeşit harpler çok oldu. Firavunlar da hâkimiyetlerini
kurmak için böyle harpler yaptılar, Eski Yunanlılar da yaptı, eski Romalılar da
yaptı. Bugün insanlık tarihi yeniden böyle bir vahşeti yaşıyor. Böylece, bir
sömürünün, bir haksızlığın, bir zulmün yeryüzüne hâkim olması için böyle hunhar
bir cinayete şahit oluyoruz. Bütün bu meselelerin temelinde her şeyi
değerlendirirken, iş geliyor, düzene dayanıyor; düzen! Eğer bu insanların aklı
olsa, hepsinin bir düdük çalması lazım, bütün işlerini bırakması lazım; önce
yeryüzünde bir Adil Düzen kurması, ondan sonra ikinci bir düdükle çalışmaya
başlaması lazım. Çünkü düzen, her şeyin temelidir. Eğer Adil bir Düzen
kurulmazsa, yapılan işlerin hepsi boşa gider! Zulüm olur, insanlık ıstırap
çeker. Bu sebepten dolayıdır ki, biz konu olarak düzen konusunu her şeyden daha
mühim telakki ediyoruz ve hazır ilim adamı kardeşlerimiz bir arada olduğu için
de düzenin bilhassa Adil İlmi Düzen bölümünü bu vesileyle ortaya koymak
istiyoruz.
Konuya girerken önce birkaç tane küçük
şekil göstermek istiyorum, bir temel mevzunun açıklanması için. Seçim kanunu
bitince şimdi sıra anayasaya gelmiş. Bu anayasa değişikliği hakkın, adaletin
tesisi için mi isteniyor? Yok. Yeni
hileleri nasıl yapabiliriz? bunun için isteniyor! Kaldı ki anayasaya şunu yazsanız
ne çıkar, bunu yazsanız ne çıkar? Anayasanın içerisindeki yazılı maddelere
bakarsanız, bunlar hep şekildir. Şu şunu
şöyle seçecek, bu bunu şöyle seçecek. Peki, seçtikten sonra ne olacak,
nasıl bir düzen kurulacak? Öyle seçtin, böyle seçtin. Bunların hepsi vasıtadır.
Asıl kurduğun düzen zulüm düzeniyse, öyle seçtiğinin ne kıymeti var, böyle
seçtiğinin ne kıymeti var? Asıl düzenin bir Adil Düzen; herkese hakkını veren,
herkese saadet getiren bir Saadet Nizamı olmasının temel esasları yazılmıyor
anayasaya, sadece bir zulüm düzenini insanları aldatarak tatbik etmek için şekiller
yazılıyor, insanlar aldatılıyor ve arkadan bir zulüm düzeni yürütülüyor. Çünkü
yeryüzü boş değil. Emperyalizm ve Siyonizm kendi inancına sahip; cihat ediyor,
şuuru var, her tarafı etkileyerek bütün dünyayı kendi istediği gibi
şekillendiriyor ve ne yazık ki Amerikan halkı dâhil 6 milyar insan bu
emperyalizmin elinde eziliyor. Ondan dolayıdır ki, anayasa değişikliklerinde mutlakaNe yaparsanız yapın da şu kuracağınız
düzen nasıl olacak da bir saadet düzeni olacak? İşte bunun temel
şartlarını isteyecek şuuru artık insanlık göstermelidir. Onun için size ilk
göstereceğim şekil şudur; lütfen şu şekli, önce çıkan bir karikatür, size
taktim ediyorum. Bu karikatürde şunlar yazıyor: Bakınız, bu Rusyada bir köy ve
Gorbaçovun yaptığı reformların ne demek olduğunu bu karikatürle belirtiyor. Bu
bir Rus köylüsü, orada evi. Görüldüğü gibi taş toprak içinde perişan
vaziyetteler. Şimdi bu karikatürün altında şu söz yazıyor. Hanımıza sesleniyor;
bu da onun hanımı. Karasabanı hanımına çektiriyor. Bugün Rusyanın hali budur. Köylü
adam hanımına diyor ki: Müjdeler hanım, yaşadın
artık. Neden? Çünkü Gorbaçov Rusyada reform yapıyor, bundan sonra artık bu
sabanı düğmüklü iple çekmeyeceksin, yeni düğmüksüz iple çekeceksin; müjdeler
olsun! diyor. Şimdi bunların reform dedikleri, anayasa değişikliği
dedikleri işte budur. İçerisine iki tane üç tane aldatıcı madde koyacaklar, yine
karasabanı sen çekeceksin omuzunla. Nitekim Türkiyede bugün fiiliyattaki
ekonomik düzen bir emperyalist düzendir, bir Siyonist düzendir, bu 60 milyon
insanın köle olarak kullanılması için teşkil edilmiş bir düzendir. Alet edilenlerin
haberi yok ama bunun rejisörü ne yaptığını çok iyi biliyor. Şu memlekette
çalışan her insan, eğer hakkı 100 ise 8ini alıyor, 92si elinden alınıp
götürülüyor. Nereye? Siyonizme ve onun işbirlikçilerine. %8i insana veriliyor,
%92si götürülüyor. Arkadaşlarımızın pek çokları, bizim Adil Ekonomik Düzen Konferansında
bunun kuruşu kuruşuna hesabını yaptığımızı biliyorlar. Siz insanlara hakkının 10da
1ini bile vermedikten sonra onu ona seçtirseniz, bunu buna seçtirseniz ne
kıymeti var? Sadece ipi düğmüksüz yapmış olursunuz, o kadar. Yoksa insanlar
yine, af edersiniz öküz gibi sabanı çekmeye mahkûm edilmiş bırakılırlar. Mühim
olan, düzenin saadet getirici bir düzen olmasıdır, insanları köle yapıcı değil!
Bundan dolayıdır ki, her şeyden evvel bazı gerçekleri çok iyi tespit etmemiz ve
bütün insanlığa tanıtmamız lazım.
Bakınız, bu gerçeklerden bir tanesi
şudur: Bugünkü Batı, Eski Romaya (Batı kültürü Eski Romaya) dayanıyor. Eski
Roma, Eski Yunana dayanıyor. Eski Yunan Eski Mısıra dayanıyor, yani
Firavunlara dayanıyor. Bunların düşüncelerinde, medeniyet düşüncelerinin
esasında biraz sonra açıklayacağım gibi, kuvveti üstün tutmak karakteri vardır;
Hakkı üstün tutmazlar, kuvveti üstün tutarlar. Bütün zulüm düzeni de zaten bu
temel noktadan doğuyor. İşte size bu şekli gösteriyorum ki bugün, Almanyadaki
bir kompüter firması; en modern kompüterini koymuş, Japonlarla beraber
ortaklaşa kurulmuş olan Alman Toshiba firmasının Almanyadaki mecmualarında son
aylarda çıkan bir ilanı size taktim ediyorum: Bakın burada ne diyor? Soicnis Ainerhoeng Culture; Büyük bir kültürün eseriyiz biz!diyor. Kimmiş bu büyük kültür? Piramitlermiş, Firavunlarmış. Bizim kültürümüz Firavunlardan geliyor!diye iftihar ediyor. Reklamlarını buna dayandırıyorlar. Zaten bildiğimiz bir
gerçeği böylece teyit ediyorlar. Hemen başka sözlerinin arasında kaybolmasın bu
çok mühim gerçek diye, bu şekli size baştan taktim ediyorum. Batı kültürünün
kökü Romaya, o Yunana, o da Eski Mısıra, Firavunlara dayanır. Kuvveti üstün
sayan bir zihniyetin mensubu oldukları için, bu zihniyetten hayır gelmez.
Bunlar sadece zulüm yapabilirler. Bunların bütün medeniyetinin değiştirilip, kendilerinin
yeniden ıslah edilmeye ihtiyaçları vardır ki, insanlık huzur bulsun. İşte şimdi
şu Bushun bir Panamaya, bir Nikaraguaya, bir Libyaya, bir Iraka deliler
gibi saldırması, kuvveti hak zannetmesinden ileri geliyor. Bu adamın sıfırdan
başlanıp yeniden eğitilmesi lazım. Hak nedir, insanlık nedir? Ki böyle
insanların elinde dünya perişan olmasın.
Şimdi size, yine konuya girerken bir
başka şey gösteriyorum. Amerikanın en meşhur uzay araştırmalarının yapıldığı
NASA araştırmasında, Sabah Gazetesinin muhabiri gitmiş bir röportaj yapmış. 17
Haziran 1989 tarihli Sabah Gazetesinde bu röportaj neşredildi. Aslında
Birleşmiş Milletler nezdine konmuş bir muhabir bu. Bir ara boş vakit bulmuş, Şu NASAya bir gideyim demiş. NASAda
Nobel ödülü almış olan fizik, kimya âlimleriyle konuşmuş, hayretine mucip
olmuş. Çünkü bu fizik, kimya âlimleri şimdi Kuran dersi alıyorlar ve
kendileriyle konuştuğu zaman söyledikleri söz şudur. Diyorlar ki: Bize Reagen uzay projesini verdiği zaman,
yani Ruslar füzeleri attıklarında bu füzeler daha Amerikanın üzerine gelmeden
Rusyanın üzerindeyken, hatta sakalitlerden atılacak başka füzelerle veya diğer
yollardan imha edil
..(Muhterem
Hocam, 12:59 dan itibaren-video bozuluyor ve görüntüyle ses gidiyor)zaman, biz ilk iş olarak bütün uzayı yeniden araştırmak mecburiyetinde kaldık. Yeni
teleskoplar, elimizde sonsuz para imkânı olduğu için çok büyük atılımlar yaptık
ve uzayı bir inceledik, bir de baktık ki bu uzayın içerisinde ne olaylar
cereyan ediyor? Neler, neler, neler! Bu güne kadar hiç birimizin aklından bile
geçmezdi. diyor bu röportajın içinden birkaç cümleyle size yazıyı taktim
ediyorum. Ve diyor ki: Bu uzayda
bakıyoruz, bir noktadan koskocaman galaksiler çıkıyor. Bu teoriyi gösteren
alametleri tespit ediyoruz. Sonra yine bu galaksiler bir noktaya gelip
kayboluyor. Nasıl oluyor bu iş? Bizim bildiğimiz fizik kanunlarıyla bunları
izah etmek mümkün değil. İşte bütün bu ve buna benzer olayları tespit ettiğimiz
zaman apışıp kaldık. Birisi nerden geldiyse bize geldi, dedi ki: Bunların hepsinin izahı Kuran-ı Kerimde
vardır dedi. Biz de ilk defa Kuran-ı Kerimi incelemeye başladık. Bir de
baktık ki bütün izah edemediğimiz olayların açıklaması Kuran-ı Kerimin
içerisinde mevcut. İşte şu yirmi kadar yeni teoriyi, nazariyeyi, açıklamayı şu
surenin şu ayetinden, şu surenin şu ayetinden istifade ederek yaptık diyor
ve bu makalenin içerisinde o yirmi tane teori madde madde hatırlatılıyor, eğer
bu resimden bir şey anlayabiliyorsanız. Şurada netleştirmek mümkün mü? Bu bir
uzay resmi, bu aynı gazetenin içerisinde. İşte, Sabah Gazetesinin muhabiri bu,
bu da Nobel ödülü alan meşhur âlimlerden birisi. Kendisine izahatı verirken, bu
resmi almış ve kendileri, şimdi bu âlimler birkaç sene sonra, hatta uzay âlimleri
için bir yeni tefsir kitabı yazıyorlar. Âlim burada açıklıyor, diyor ki: (Mesela) Biz bir takım olayları izah
edemiyorduk fakat bir ayeti kerimeyi okuduk. Cenabı Hak orada Yer ve gök
birleşikti, biz onu ayırdık buyuruyor ama bu ayırma öyle bir kelime
kullanılıyor ki, o kelime bir takım kuvvetlere karşı zorlayarak ayırmak manası
taşıyor. E, peki yerle gök birleşikken cisimler birbirleriyle temasta. Demek ki
bunlar arasında maddesel çekim söz konusu değil. O halde başka çekim kuvvetleri
var. Başka alanlar var fikri bize geldi. O yeni alanları dikkate aldığımız
zaman açıklayamadığımız pek çok meseleyi açıklar hale geldik diyor.
Yirmiye yakın yeni icatlarını hangi sure hangi ayeti kerimeden aldıklarını
gösteriyor. Ondan dolayı burada madde madde yazılmış, teferruatına girmiyorum. Sadece
başlığı size bir kere daha gösteriyorum ki, bakınız, Sabah Gazetesinin muhabiri
bile onlardan konuştuktan sonra NASA,
Kuranın gerçeklerini ilim ancak çözmeye başladı diyor diyerek bu âlimlerin
sözlerine şahadet ediyor.
Şimdi, bu noktalara temas ettikten sonra,
Adil İlmi Düzen konusuna geçmek istiyorum, yalnız buraya geçerken Adil İlmi
Düzen her şeyden önce bir genel Adil Düzenin bir parçasıdır. İnsanlara bir
genel ve (Muhterem Hocam, burada teknik bir
sıkıntı oluyor ve o cümle tamamlanamadan bu cümleye geçiliyor / 17:09) geçen
asır patlamalara sebep oldu kominizim zaten kapitalizmden doğdu. Ayrıca bu
asırda da kapitalizm bütün zenginliklere rağmen fakirlik meselesini çözememiştir,
işsizlik meselesini çözememiştir, enflasyon meselesini, açlık meselesini
çözememiştir, sosyal patlama meselelerini çözememiştir ve ahlak bozukluğunu çözememiştir.
Çünkü faiz, oturduğu yerde haksız kazanç alan insanlar eğer nefis terbiyesi
görmemişlerse sonunda ahlak çöküntüsüne sevk ediyor. Haydan gelen huya gidiyor.
Ayda 10 milyar lira faiz olan bir adam daha büyük kumarhane arıyor, yoksa
kendisi açıyor. Ama bir defa o kumarhane açılınca az parası olan da oraya
gidiyor. Böylece toplumun içerisinde bir kangren, bir kanser başlıyor. Arif Eme
Bey arkadaşımız, bu yılbaşında Almanyadaki işçilerimize konferans vermek üzere
15 günlük bir seyahate gitti. Seyahatten döndükten sonra Üç şey gördüm ki, Avrupa beş sene daha dayanamaz, kesinlikle
inanıyorum Gördüğü şeylerden birisi, Zürihteki Milli Görüş Camisinin
karşısındaki park. 18/20 yaşındaki İsviçreli gençler burada uyuşturucu çılgınlıkları
nöbetlerini yaşıyorlar. Başka çare bulamadığı için devlet, polis gelmiş, bu
parkı bu işe tahsis etmiş. Bir sürü genç. Milli Görüş Camisi orada olduğu için
oraya giderken bu parkın içerisindeki fecaati görmemek mümkün değil. Getirmişler,
uyuşturucuyu kendisi veriyor. Yoksa bir yerini kesecek, birisini öldürecek. Ondan
sonra da verirken diyor ki: Bak, bu
enjektörü kullanıp atacaksın. Sakın ha senin enjektörünü başka birisi daha
kullanmasın. Çünkü sendeki AIDS hastalığı ona da geçecek diyor. Ve parkın
içerisinde çılgınlıklar. Bunu biz çok eskiden görmüştük, Arif Bey bunu görmüş
bir. Nürnberg emniyet müdürünün televizyonda yaptığı bir konuşmaya muttali olmuş,
iki: 280.000 nüfuslu bir Nürnbergde
hiçbir edepli, terbiyeli insanın ağzına alamayacağı öyle korkunç ahlaksızlıklar
öylesine yayılmış ki, 40.000 kişide bu hastalık var diyor. 30.000 kişide şu ahlaksızlık türü var.Emniyet müdürü bunu istatistiklere dayanarak söylüyor. İnanılacak şey değil. Bir
toplum bu hale geldi mi mutlaka helak olur. Bu insanlık tarihinde ilk defa
olmuyor. Zaten AIDS hastalığı Avrupayı mahvetmeye kâfidir. Çünkü şu anda
yalnız Almanyada 100.000 AIDSli var. Bir AIDSlinin hastalığı başkasına
geçmesin diye steril çalışmak icap ediyor. Yıllık masraf 250.000 dolar tutuyor.
Almanya bütün sağlık fonunu veriyor bunu tam karşılayamıyor. Bir müddet sonra
bütün ülkesini verse karşılayamayacak, çünkü bu hastalık senede %100 artıyor. Yani
gözümüzün önünde Batı, yerin dibine batıyor; geberiyor ve mezara giriyor. Tıpkı
tarihte Lut Kavminde olduğu gibi, Eski Yunanda olduğu gibi, Eski Romada olduğu
gibi.
Şimdi de gözümüzün önünde Batı batıyor,
neden? Kapitalist nizam ahlak bozukluğuna yol açıyor, ahlak bozulduktan sonra
da bir noktada helake gitmekten başka bir yol kalmıyor. İşte insanlık böyle bir
noktada yaşarken, elbette bütün insanlığın en mühim meselesi, peki komünizmde
hayır yok, kapitalizmde hayır yok, ne yapacak bu insanlar? Nasıl bir düzenle
saadet bulacaklar? İşte en mühim mesele düzen meselesidir. Düzen meselesinde de
en önemli nokta temek fikirdir. Düzen, kuvveti mi üstün tutacak, Hakkı mı üstün
tutacak? Her şey burada düğümleniyor. Eski Firavunlar, insanlara zulüm yaparken
kendileri (öbür sayfaya geçiniz lütfen)
.. (Muhterem
Hocam, burada ses daha doğusu video kesilmiş ve cümlede birkaç kelime eksik
kalıyor; 21:31) yapmazlardı bunu. Bu
bizim hakkımız derlerdi. Firavun: Hepiniz
taşları taşıyacaksınız. Ben büyük adamım, dağ gibi mezar isterim dediği
zaman, bunu kendisinin hakkı olarak söylüyor. Yani, zalimlerle Hakka hizmet
edenler arasındaki fark, zalimin hak anlayışıyla hakiki hak arasındaki farktır.
Zalimin hakkı 4 şeyden doğar:
1- Kuvvet (Zalim- zulüm): Kuvveti üstün
tutan zihniyet ve medeniyetlerin temelinde kuvvet hak sebebi sayılıyor. Mesela
şimdi Bush: Kuvvetim var, iki saatte çık,
yoksa ezerim diyor. Neden? Çünkü kökü Firavunlara dayanıyor ve bu zihniyet
kuvveti hak sayar da onun için!
2- Çoğunluk: Çoğunluk bizde diyor ve diğerlerinin hakkını eziyor. Başkasının hakkı diye bir şeyi
düşünemiyor, kabul edemiyor. Hak anlayışı sakat.
3- İmtiyaz: Firavunlar kendilerini
imtiyazlı sayardı, Eski Romalılar kendilerini imtiyazlı sayar, Yunanlılar
imtiyazlı sayar, Amerikadaki beyazlar kendilerini imtiyazlı sayıyor: Ben beyazım, sen siyahsın ne olacak? Sen köle olacaksın. Bir ay önce Bush
izinden geldi. Karısı kayak kaymaya heves etmiş o bilmem kaç yaşındaki kadın;
ayağını kırmış, helikopterden iniyor, dikkat buyurduysanız televizyonda, kadının
o tekerlekli arabasını illa bir zenci itiyor. Niye? Araba itmek kölelik
vazifesidir, onu beyaz yapmayacak. Onların medeniyeti bu! İmtiyaz diye bir şey
kabul ediyor ve kendine buradan bir takım haksız yere hak çıkartıyor.
4- Çıkar: Tabi efendim, petrolde benim çıkarım var. E, ne yapalım senin
çıkarın varsa? Gemilerimi getireceğim. Bu elbette hak anlayışı olamaz. Senin çıkarından bize ne be kovboy, çekil
git buradan diyecek bir medeniyet lazım insanlığa. Ama ne yazık ki, onun
bu kovboy kafasını Amerikadaki bir sürü sivri kafalılar Tabi efendim, çıkarı var adamın, elbette böyle yapar dediği gibi,
bizdeki taklitçiler de ne yazık ki aynı medeniyetin tesiri altında düşünüyor: Adam haklıdır, böyle yapar diyor.
Niye? Firavun kafasıyla düşünüyor da onun için. İşte bütün felaket, hak anlayışına gelip
dayanıyor. Kuvveti üstün tutan anlayış budur. Bu anlayış insanlığa sadece zulüm
getirir.
İnsanlar, Peygamberlerin getirdiği hak
anlayışına dönmedikçe, hakiki hak anlayışına dönmedikçe saadet bulamazlar.
Hakiki hak anlayışında da hak 4 sebepten çıkar ama o sebeplerin hiç birisi
bunlar değildir. İnsanlara doğuştan, Cenabı Hak herkese beş tane temel hak
vermiştir. Bunlardan bir tanesi:
1- Yaşama hakkı: İster siyah, ister
beyaz, hangi dinden olursa olsun herkesin yaşama hakkı vardır.
2- Irz ve namusunun korunması hakkı
vardır.
3- Aklın korunması hakkı vardır. Çünkü
akıl, insanların kurtuluşu için cankurtaran simidine benzer. Yanlış yollara
sapmış olabilirsin, itikadın bozuk olabilir ama aklın varsa doğruya
dönebilirsin. Onun için aklın muhafazası insanlara gösterilecek en büyük
şefkattir.
4- İnanç: Herkesin inanç hakkı vardır, kimseye
inancından dolayı zorlama yapılamaz.
5- Mülkiyet hakkı: Çalışmış, alnının
teriyle kazanmış; kendi malıdır, gasp edilemez. Bu bütün insanlar için, ırk,
din, dil ayrımı yapmadan temel haklardır. Bundan başka diğer bir hak sebebi:
6- Emek: Çalışmışım, başka bir insanın
nimetinin artmasına veya külfetinin azalmasına vesile olmuşum; bu bana hak
doğurur, ona da vecibe doğurur. Bir diğer
hak sebebi:
7- Anlaşma: Karşılıklı rızayla anlaşma
yapmışız, bu anlaşmaya sadık kalmaya mecburum. Çünkü serbest irademle söz
vermişim, taahhüt etmişim. O anlaşmanın bana verdiği haklar yürümeli, bana
verdiği vecibeler de yürümelidir. Ve nihayet bir dördüncü hak sebebi de:
4- Adalet gereği haktır. Yani ben üç
tane insan çalıştırmışım. İkisine 100.000 lira yevmiye vermişim, aynı işi
yaptırmışım, üçüncüye de 100.000 lira vermem lazım. Adalet böyle gerektirir de
bunun için. Onun bunu alma hakkı vardır, adalet de bir hak sebebidir.
İşte, Hakkı Üstün Tutan zihniyetin temel
esasları budur, kuvveti üstün tutan zihniyetlerin temel esasları ise demin
saydığım esaslardır.
Şimdi, insanlık tarihine bir göz atalım
lütfen. Bugüne kadar insanlar, bu iki temel zihniyet bakımından nasıl geldiler?
Önce bir defa, ilk insanlar bilindiği gibi aileler şeklinde yaşadılar. Sonra
bir araya geldiler; aşiret, sonra kabile, sonra site oldular. Avcılık dönemi,
toplayıcılık dönemi, çobanlık dönemlerini yaşadılar. İlk defa Mezopotamyada yerleşik
düzen başladı. Bu Mezopotamyada bildiğimiz gibi İbrahim Aleyhisselam öncülüğünde
bir medeniyet kuruldu; Mezopotamya Medeniyeti. Ondan önce de Nuh Aleyhisselam,
diğer Peygamberler de geldiler. Medeniyetler tarihini incelediğimiz zaman MÖ
takriben 2000 yılında, İbrahim Aleyhisselam 2250 tarihlerinde gelmiştir
takriben. Mezopotamyada bir medeniyet kurulmuştur. Bu medeniyet, demin
söylediğimiz temel esaslar bakımından Hakkı Üstün Tutan bir medeniyettir, bir
Peygamber tarafından kurulmuştur. Ancak ne var ki, Mezopotamyalılar
Mısırlılarla harp ettiler. Yavaş yavaş Mısırlılar ağır bastı ve bu
Mezopotamyadaki Hakkı üstün tutan medeniyet yavaş yavaş çöktü, yerine Mısırda
Firavunların kuvveti üstün tutan medeniyeti çıktı geldi. Kuvveti üstün tutan
medeniyet bu şekilde kırmızıyla gösterilmiş, Hakkı üstün tutan da yeşille
gösterilmiştir. Ancak ne var ki, Firavunların en kızgın döneminde Musa
Aleyhisselam vasıtasıyla bir İbrani Medeniyeti kuruldu. Bu medeniyet, insanlık
tarihinde önemli bir süre yaşadı, sonra Eski Yunanlılar geldiler, yavaş yavaş
Mezopotamyayı ve Mısırı kendi tesirleri altına aldılar, Yunan Medeniyeti
dediğimiz kuvveti üstün tutan medeniyet çıktı meydana. Bunu da kırmızıyla
gösteriyoruz çünkü Yunan Medeniyeti kuvveti üstün tutan bir medeniyettir. Tam
Yunan Medeniyeti en zirvesindeyken bu sefer İsa Aleyhisselam geldi, yeni bir
medeniyet kurdu. Bu Hristiyanlık Medeniyetidir. Ama bu medeniyet de bir müddet
sonra Romalılar tarafından dejenere edildi. Yavaş yavaş Roma, yeryüzünde
hâkimiyetini tesis etti, Hristiyanlık Medeniyetini dejenere etti, kuvveti üstün
tutan Roma Medeniyetini kurdu. Tam Roma en büyük zirvesindeyken, Efendimiz
Aleyhisselatü Vesselam geldi ve İslam Medeniyeti kuruldu. İslam Medeniyeti 1000
yıl insanlığa ışık tuttu. Ancak ne var ki, yine İslam Medeniyetinin en üstün
bir noktasında, mesela Viyanayı kuşatırken Avrupada Rönesans başladı, yavaş
yavaş Batı yeryüzünde maddi bakımdan hâkim olmaya başladı ve Müslümanları
ezmeye başladı. İşte böylece 2000 yılına doğru geliyoruz ve şu anda bu noktada
bulunuyoruz. (Aziz Erbakan Hocamız tabloda 2000li yılları işaret buyuruyorlar)
bu noktada gördüğümüz gibi 40 günde 90.000 mermi atıyor. İki saatte boşaltacaksın diyor. Bütün gücüyle firavunluğunu
ortaya koyuyor. Ancak insanlık tarihini bilse, başına gelecekleri bilmesi
lazım. Çünkü insanlık tarihinde bütün bu kuvvete dayanan medeniyetler,
kendilerini en kuvvetli zannettikleri anda çökmüşlerdir. Onun için şimdi, Batı
Medeniyetinin çökme noktasındayız. Batı Medeniyeti; sadece kominizim değil,
kapitalizm de iflas ediyor ve bir çöküş noktasındadır. Ne olacak? Yeniden,
Hakkı Üstün Tutan Medeniyet gelecek ve insanlık yeniden bir saadet dönemine
kavuşacak inşallah. Bu Hakkı Üstün Tutan Yeni Medeniyet nasıl bir medeniyettir?
İşte şimdi bunu açıklamaya gayret edeceğiz.
Görüldüğü gibi insanlık tarihinde bugüne
kadar hep bir kuvveti üstün tutan medeniyet gelmiş, bir Hakkı üstün tutan medeniyet
gelmiş. Şu anda insanlığın çektiği sancı yeni bir medeniyetin doğum sancısıdır.
İnsanlık yeniden bir saadet dönemine geçecek inşallah. Yalnız dikkat
buyrulursa, bugüne kadar, bu medeniyetler hep Peygamberlerin öncülüğüyle
kurulmuş ama şimdi bundan sonra Peygamber gelmeyecek. Yalnız Müslümanlık, öyle
bir içtihat metodu getirmiştir ki, o içtihat metodu sayesinde insanlık ne zaman
karanlığa düşse kurtulması mümkündür. İşte böylece insanlık kurtulacak
inşallah. Bugün bütün insanlığın kurtuluşu, Müslümanlığın insanlığa getirdiği prensipleri,
temel prensipleri anlamak, Hakkı üstün tutacak bu yeni medeniyeti şuurla
kurmaya bağlanmaktadır. Bakınız, bu medeniyetlerden birisi öbürünün yerine
geçerken hep onun etkisi altında kalmıştır. İslam Medeniyeti, Almanların meşhurBütün yolları, kuralları alt üst eden büyük
değişiklikler adındaki bir sözle ancak ifade edilebilir İslam inkılabı
insanlık tarihinde. Çünkü bakınız, insanlığa ne getirdi İslam Medeniyeti?
Birkaç tanesini burada söyleyeyim. Mesela insan hakları dediğimiz asıl hakları
İslam Medeniyeti getirmiştir. Batılılar bunun etkisi altında kaldılar ama
kuvveti üstün tutan firavun yapısında olduğu için dejenere ettiler; bugünkü
hastalık buradan çıkıyor. İslamın tesiri altında kalıyor. Alıyor,
bozuyor zulme çeviriyor onu. İşte bakın, insan haklarına dayandı Birleşmiş
Milletleri kurdu ama şimdi Birleşmiş Milletlere bir haksız veto maddesi koydu. O
bir firavunluk maddesidir, istediği gibi oynatıyor. Etkisi altında kalmış fakat
dejenere etmiş. Sömürünün kaldırılmasını İslam Medeniyeti getirmiştir. Buradan
ilham aldılar, komünizmi kurdular ama komünizm dedikleri sözde Sömürüyü ortadan kaldıracağım derken
siyasi gücün ezmesine çevirdiler. Çünkü temelde kuvveti üstün sayıyorlar. Serbest
piyasa, bunu İslam Medeniyeti getirmiştir. Herkes rızasıyla alışveriş yapar. Batılılar
bunu kapitalizme, bunun etkisi altında kurdular, Müslümanlığın tesirinde, ancak
bunu, kuvveti üstün tutan zihniyette oldukları için tekeller ve sermayenin
ezmesine çevirdiler. Müslümanlıkta anlaşma serbestliği vardır. Batılılar tapu,
evlenme, nikâh gibi bazı şeylerde bunlardan istifade ettiler. Fakat bu
hürriyeti genel manada bütün sosyal hayata veremediler. Müslümanlıkta sosyal
yapıda uzlaşma vardır. Batılılar, eski Derebeyliğin yerine, hatta koalisyon
kuracak noktaya geldiler Müslümanlığın etkisiyle. Ancak bunu çoğunluğun
tahakkümüne ve devlet yetkilerini tek elde toplayan bürokrasiye çevirerek yine
firavunlaştılar. Diğer yandan, Müslümanlık insanlığa sembollerle düşünme, cebir ne demek? Ne büyük bir keşiftir? Sayfalar
dolusu muhakemeyi siz bir işaretle yapıveriyorsunuz. Bu büyük inkılabı
Müslümanlar getirdiler. Sonra, deneme
metodu, Müslümanlıktan
önce böyle bir şey yoktu. Tümevarım ve içtihat
metoduişte demin dediğim baam brekkende yani insanlığın gidiş yolunu parçalayacak büyüklükteki
bu büyük inkılapları hep Müslümanlık getirdi. Onlar bunları müspet ilimlerde
kullandılar ve teknolojide uyguladılar Müslümanların getirdiği bu metotları. Hukuk,
sosyal ve manevi alanlarda tatbik edemedikleri için zulüm düzeni içindedirler.
Yine Müslümanlık, hak ve ilmi
evrenselleştirdi, bütün dünyaya yaymayı esas aldı. Onlar şeklen Bütün dünyaya biz de yayacağız dediler
ama onlar sömürüyü yaymaya bu işi çevirdiler, evrensellik konusunu. Yani,
tamamen Müslümanlığın tesiri altında kalmışlardır ancak temelleri Firavunluk
etkisinde olduğu için temel düşünceleri kuvveti üstün tutan bir zihniyet altında
olduğu için, tesir almış fakat bunları tekrar dejenere etmiş, bozmuş. İşte
bugün bunun ıstırabını çekiyoruz. Şimdi lütfen demin atladığınız şekli
koyarsanız, orada arkadaşlarımıza bir cümleyle bir şey söylemem lazım, bir
sayfa atladınız, hayır. Evet, onu! Bakınız, insanlık, biraz önce söylediğimiz
gibi bir aydınlık dönem yaşamış, bir karanlık, bir aydınlık, bir karanlık
Şimdi
buradayız! Yeni bir aydınlık döneminin doğum sancılarını çekiyoruz. Bu dönemden
ileriye, kurulacak olan medeniyetin nasıl bir medeniyet olduğunu bilmek için,
tespit etmek için, matematikçi arkadaşlarımız bilirler, matematikte
ekstrapolasyon yapılır. Yani buraya kadar geliş incelenir, bundan sonra nasıl
gitmesi icap ettiği hakkında fikir yürütülür. Bu eğri buraya kadar böyle gelmişse, bundan sonra, sosyal olaylarda
böyle kırılmalar olmaz, demek ki şöyle gidecek diye en iyimser tahminle böyle olur diye bir tahmin yapılır. Yani,
şimdi insanlığın muhtaç olduğu düzen nasıl bir düzendir? Bunu tespit etmek için
bu güne kadar, o konuda insanlıkta neler gelmiş geçmiş? Bunların dikkate
alınması lazım gelir; bir. İnsanlığa saadet getirecek olan düzenin Hakkı üstün
tutan bir zihniyetin düzeni olması lazım gelir; iki. Ve insanlığa saadet
getirecek olan düzenin tabii bir düzen olması lazım gelir; üç. Çeşitli ihtisas
sahibi arkadaşlarımız bilirler ki, sosyolojide bir biyolojik nazariye vardır. Yani,
toplum bir insanın vücuduna benzer. Bu benzetmeler vasıtasıyla çeşitli konuları
açıklamak mümkündür. Bundan dolayıdır ki, topluma bir düzen kurmak istiyoruz.
Bu düzen tabii bir düzen olmalı, tıpkı bir insanın vücudu gibi olmalı. Bak,
insanın vücudunda kemikler var, insanın vücudunda damarlar var, adaleler var, sinirler
var; fakat hepsi ahenk halinde çalışıyor. İşte insanlığa saadet getirilecek olan
düzenin de böyle ahenkli bir düzen olması icap eder.
İnsanlara kurulacak olan bir düzen, nasıl
olacak da tabii olacak? Bunun için insanın temel özelliklerine bir göz atmakta
fayda var. Hepimiz biliyoruz ki son zamanlarda, bilhassa genler üzerinde çok geniş
araştırmalar yapıldı. Efendim, öyle bir
domates tohumu üretelim ki, bir kilo tohumdan şu kadar ton domates alalım veya
domates yusyuvarlak olsun. Veya öyle bir gen üzerinde bir tesir yapalım ki, şu irsi
hastalık daha gen dönemindeyken önlensin. Şöyle bir buğday türü geliştirelim ki
bir başakta bir kilo buğday çıksın. Bütün bu arzular bilindiği gibi son
zamanlarda hep genler üzerinde araştırmaları yoğunlaştırmaya sevk etmiştir
insanları. Bütün insanların hepsi ve bütün canlı mahlûkatın hepsi bildiğimiz
gibi bir ilk hücreden türüyor. Bir dişi hücreyle bir erkek hücre bir araya
geliyor, bir ilk hücre teşekkül ediyor. Buğday da bundan oluyor, kedi de bundan
oluyor, insan da bundan oluyor. Nasıl oluyor da o tek hücre buğdayı meydana
getiriyor? Nasıl oluyor da o tek hücre insanı meydana getiriyor? Nasıl oluyor
da o tek hücre kediyi meydana getiriyor? Tabi, işte yapılan gen incelemeleri
gösteriyor ki, o hücrenin kromozomu, yani çekirdeği, tıpkı bizim bugünkü kullandığımız
bir programa benziyor, bir videokasetine benziyor. Cenabı Hak, o kromozomun
içerisine onun neler olması icap ettiğini kaydetmiş. O kromozom oldu mu, bu
sıcaklığı bu rutubeti görünce kedinin ayakları çıkmaya başlıyor, buğdayın da
yaprağı çıkmaya başlıyor. Çünkü onun kromozomunda o yazılmış. Ve bu kromozomu inceleyelim de değiştirelimyani buğdaydan kedi yapalım, maymundan
insan yapalım. Çok çırpındılar, gördüler ki bu mümkün değildir. Neden?
Yapılan incelemeler bugün açıkça gösteriyor ki, bunun için Malezyada hususi
bir konferans toplandı. Bu kadar da bir kitapta 100e yakın ilim adamının
konferansları orta yere kondu. Bugün ilmen açıkça gösterilmiştir ki, nebatları
meydana getiren o tek hücrenin geni tek merkezlidir. Hayvanları meydana getiren
iki merkezlidir, insanı meydana getiren gen üç merkezlidir. Onun için sen
maymundan insan yapamazsın. Çünkü maymunun geni iki merkezlidir, buradan insan
çıkmaz. Bugün müspet ilim, bunu açık ve kesin bir şekilde ortaya koymuştur. Bu
ilk gen, insansa insan çıkar, buğdaysa buğday çıkar, kediyse kedi çıkar.
Peki, bu üçüncü merkez, yani insanı
insan yapanın hayvandan ve nebattan farkı nedir? İşte bu merkez insana üç tane
mühim meziyet veriyor. Hayvanlarda bu meziyet olamıyor. İnsanlara verilen
meziyetten bir tanesi his dediğimiz insan,
iyi ve kötüyü ayırabiliyor.Güzel ve çirkini ayırabiliyor.
Bir kedi bir parktan geçerken Aman
döneyim de şu çiçeğe bir daha bakayım, ne güzel çiçekmiş diyemez. Neden?
Ona böyle bir meziyet verilmemiş. Bunu insana vermiş Cenabı Hak, bu hususiyeti.
Bundan başka Cenabı Hak insanlara faydalı ve zararlıyı ayırma imkânını vermiş. Böyle bir irade dediğimiz bir ayırma kabiliyeti vermiş.
İnsanlar faydalı ve zararlıyı ayırıyor; faydalıyı istiyor, zararlıdan kaçıyor. HayvanlarŞöyle bir konserve fabrikası kuralımdiyemez, böyle yaparsak daha faydalı,
kendimize gıda temin ederiz diyemez. Çünkü faydalıyla zararlıyı ayırma
kabiliyetini Cenabı Hak, insanlara vermiştir. Yine insanlara bir üçüncü meziyet
olarak adalet ve zulmü ayırma kabiliyeti vermiş. İnsanoğlu Bu adildir, bu zulümdür diye ayırıyor.
Bir kedi zulmü ayıramaz, adili ayıramaz. İnsanlara verilen bir dördüncü meziyet
de düşüncemeziyetidir; doğru ve yanlışı ayırıyor insanlar. Bir kedinin yanında iki kere iki üç buçuk eder dersek miyavlayıp
da yanlış söylüyorsun diyemez.
Çünkü kedi, doğruyla yanlışı ayıramaz. Bu meziyetler, insanlara verilmiş olan
meziyetlerdir. Ve bunlar işte bu dört tane temel meziyettir ve o genin üçüncü
merkezinden çıkan meziyetler olduğu için hayvanları terbiye etmek suretiyle
bunlar meydana getirilsin, ne yapılırsa yapılsın, hepsi sadece iptidai, ilkel
bir noktada kalmaya mahkûm olmuştur. Bu konuyu neden açıkladık? İşte biz bu
meziyetlere sahip insanoğluna bir Adil Düzen arıyoruz da onun için.
Biyolojik nazariyeye göre, bir insanın
hissi topluma dönüştüğü zaman din müessesesini meydana getirir. Yine biyolojik
nazariyeye göre, bir insanın iradesi tek başına topluma dönüştüğü zaman iktisat-ekonomiyi meydana getirir. Bir insanın adalet
ve zulmü ayıran ünsiyet; bir arada, zulmetmeden, haksızlık yapmadan yaşayabilme
kabiliyeti topluma döndüğü zaman yönetim ve siyaseti meydana getirir. Bir insanın düşünce
kabiliyeti de topluma döndüğü zaman ilmi meydana getirir. İnsanların dört tane
temel meziyetleri olduğu için, insanlar için kurulacak olan bir düzende de, bir
genel düzende de işte bu meziyetleri düzenleyecek dört tane temel düzenin
olması lazım. Ondan dolayı, insanlar saadet mi arıyor? Öyle bir düzene sahip
olmaları lazım ki, o düzenin içerisinde bir din düzeni, ahlaki düzen olacak. O
düzende bir iktisadi düzen olacak, o düzende bir yönetim-siyasi düzen olacak, o
düzende bir ilim düzeni olacak ve bir de bütün bunların hepsinin ahenkli
çalışması için bir genel düzen olacak. Onun için, insanların aradığı
nizam, beş düzen halinde bir nizamdır. Birisi genel nizam. Öbürü ise dini-ahlaki
nizam, iktisadi
nizam, siyasi ve yönetim-idare nizamı veilim nizamıdır.
Bunların hepsi, tıpkı bir insan vücudundaki gibi ahenkle çalışmalıdır. Nasıl
bir insanın vücudunda et var, adale düzeni var, kemik düzeni var, sinir düzeni
var ve damar düzeni var. Bunların hepsi bir insanın içinde ahenkle çalışıyor. Kemik,
damarın işine karışmıyor, sinir damarın, etin işine karışmıyor, karışırsa ne
oluyor? Kanser oluyor. Onun için, insanların saadete ulaşması için uyum
içerisinde ahenkli bir düzenin olması lazım gelir. Mesela bugün Türkiyede
şimdi, neden kanser var? Çünkü siyasi düzen haddini bilmiyor. Siyasi düzenim
diye her şeyi yaparım zannediyor. Geliyor,
zorla: Başörtünü açacaksın diyor vebaşörtüsü zaten İslam Dininde yokturdiyor. Kimsin sen? Siyasi düzen. Ee, ne karışıyorsun İslam Dininin özüne? Dini
düzen ayrı bir düzen. Biz seni siyasi düzen yaptık; sokakları temizleyesin
diye, onun bunun başörtüsüyle uğraşasın diye değil, haddini bil diyecek şuur
istiyoruz bütün insanlıktan. Ne yapalım siyasi düzensen? Sen gidip başka
düzenin özüne karışamazsın. Sabahleyin kalkıyor, KDVyi %14 e çıkarttım niye? Gece rüyasında görmüş. Öyle yağma yok!
Ekonomik düzen adil olacak, sen öyle aklına geldiği gibi verdi koyamazsın. Onun
için anayasada yazması lazım ki: Devlet,
vergi kanunu çıkartamaz! Ee, çıkartıyor. Tabi vermezsen polisimle alırım, kuvvetim var diyor. Nereye gidiyor bu
düşüncenin temeli? Firavunluğa gidiyor. İşte çektiğimiz ıstıraplar buradan
ileri geliyor. Yani vücut kanser, düzenlerden biri rahatlıkla öbürünün özüne müdahale
ediyor. Sinir adaleye karışıyor, kemik damara karışıyor, karışınca vücut kanser
oluyor. Siyasi düzen kendi görevini bilecek, ilmi düzen kendi hududunu,
görevini bilecek, iktisadi düzen, dini-ahlaki düzen, bütün bunlar hududunu,
görevini bilecek ki vücutta ahenkli bir saadet düzeni meydana gelsin. İşte bu
açıklamadan sonradır ki biz, bu bütünün içerisinde ilmi düzeni konuşmak
mecburiyetindeyiz noktasına gelebiliyoruz.
Yalnız, bu dört tane düzenin nasıl bir
ahenk olduğunu size şu şekilde göstermek istiyorum. Bakın, insan dediğimiz
varlık nedir? İnsanın bir ruhu var, bir de bedeni var ve bu insanın bir hissi
var, düşüncesi var, ünsiyeti var, iradesi var. Ruh ve beden; iki tane nokta. Bu
dört tane de hususiyet oldu mu altı tane nokta oluyor, altı tane mihrak oluyor.
Onun için biz, insan nasıl bir varlıktır? Bunu tarif etmek istersek, işte şu
şekilde olduğu gibi, altı köşeli bir elmas piramidi, taban tabana yapışmış bir
piramidi önümüze model olarak almak mecburiyetindeyiz. Çünkü insanın ruhu var, bedeni
var ve dört tane de kendisini diğer canlılardan ayıran meziyeti var. Bu altı
tane hususiyet arasında bir ahengin olmasıyla insan meydana gelmiş. İnsanın
hisleri, içgüdüsü iradesiyle birleşince, insanın inanmasını bu hisler meydana
getiriyor. Adalet ve zulümle birleştiği zaman araştırma hissi, merak meydana geliyor,
ruh ile his arasında hafıza tanıma meydana geliyor, teferruatlarına girmiyorum.
İnsan, bütün bu özellikleriyle bir insandır.
Aynı şekilde, işte Adil Düzen de bunlara
paralel, biyolojik benzetmeye göre uyum içinde bir düzendir. İnsanın ruhu
yerine Adil Düzende ulus vardır, insanın bedeni yerine ülke vardır, insanın
hissi yerine din vardır, insanın faydalı ve zararlıyı ayırma hususiyetleri
yerine iktisat vardır, düşüncesi yerine ilim vardır ve zulüm ve adaleti ayırma
hissi yerine de idari ve siyasi düzen vardır. Ve bir de tabi bütün bunların
ahenkle çalışması temin eden bir genel düzen vardır. İşte Adil Düzen, bu
özelliklere sahip olan bir düzen olmak mecburiyetindedir. Herkes kendi vazifesini
yapacak; bir vücuttaki gibi, herkes kendi hak ölçülerine riayet edecek bu düzenlerin
hepsi. Böylece, temelde bir Adil Düzen meydana gelmiş olacak.
Bu Adil Düzenin içerisinde bakınız ilmi
düzen, ne yapacak bu vücudun içerisinde? Ülkeyle ilim planlamayı, ilmi düzen
yapacak. İktisat ilim; tescil, yani anlaşmalar, mukaveleler ve bunların temel esasları,
nelere riayet edilecek? Bunu ilim yapacak. Devletin kanunlarını ilim adamları
yapacak. Ne söylüyorum, dikkat buyuruyor musunuz? Kanun yapma işi, hakkı tespit
etme işidir. Ondan dolayıdır ki, hakkın muhafazasına uygun kanun yapabilmek
için ilim sahibi olmak lazım gelir. Onun için Adil Düzende yasama görevi ilim
adamlarının işidir, siyasi düzen, bunların hazırladıkları kanunu sadece
yürürlüğe koyma yetkisini kullanır. Ama kanun yapma işi parmakla olmaz. Nitekim
bugün bu iş parmakla yapılıyor, yapılan kanunlar hep zulüm. Yapıyorum derken yıkıyor, bilmiyor.
Yine ilim, mahkemelerdeki tahkim; yani
şu şartlar altında bir insana ne hüküm verilecek? Bu ilim işidir. İlim müessesesi
bu tahkim konusunda, yasama konusunda, tescil konusunda, planlama konusunda ve
ulusun dili bakımından, işte bu gördüğümüz beş tane önemli görevi ilim düzeni yapacaktır
bir toplumda.
Şimdi, bu toplumun diğer bir hususiyetini
de söyleyeyim size. Adil Düzende insanlar, bugünkü gibi karmakarışık
oturmamalıdır. Bugün Batının en büyük meselelerinden biri Efendim, halk mı seçecek, yukarıdan mı tayin edilecek? Hâlbuki
bunu dengeye oturtmak mümkündür. Onun için bakınız, şu noktayı size
açıklıyorum: İnsan 1 kişi ama aile olursa 3 ila 10 kişi olur. Aileler bir araya
gelirse aşiret veya bir apartman meydana getirir. Bir apartmanda 30 ila 100
kişi oturabilir. Bu kabil apartmanlar bir köy veya mahalleyi teşkil eder. Burada
300 ila 1 000 kişi oturur. Köy ve mahalleler bir araya gelince bir bucak olur. Bu
bucakta 3000 ila 10 000 kişi oturur. Bucaklar bir araya bağlanınca bir ilçe
olur; 30 000 ila 100 000 kişi oturabilir. İlçeler bir araya gelince il olur; 300
000 ila 1 000 000 kişi. İller bir araya gelince bir bölge olur; 3 000 000 ila
10 000 000 kişi. Bölgeler bir araya gelince bir devlet olur; 30 000 000 ila 100
000 000 kişi. Devletler bir araya geldiği zaman ortak pazarlar, toplulukla olur;
300 000 000 ila 1 000 000 000 kişi. Bütün bu topluluklar da bir araya geldiği
zaman insanlık; 3 000 000 000 veya 10 000 000 000 kişi. Ne anlatıyorum ben
size? İşte siyasi organizasyon bu şekilde yapılacak olursa tayin mi, seçim mi
meselesi arasında denge kurulmuş olur.
Siyasi organizasyonda en önemli ünite
bucaktır. Bu bucaktan sonra il, sonra devlet. Üç tane ünite olmalı. Bir bucakta
3 000 kişi yaşıyor. Eğer bütün yetkilerle onatılmış bir bucak olursa o bucakta
herkes birbirini tanıyor. Anarşi olmaz, hırsızlık olmaz. Ama siz, bak şimdi
İstanbulu bölmeye çalışıyorlar. Neden? Yapılanma, idari yapılanma karmakarışık
da onun için. Şimdi şunu söylemek istiyorum; bakınız, bu kişiler bir araya
gelecek, aşiret reisini seçecek. Aşiret reisleri bucak başkanını, bucak
başkanları il başkanını, il başkanları devlet başkanını seçecek. Ama devlet
başkanı, bölge başkanını tayin edecek. İl başkanı ilçe başkanını tayin edecek, bucak
başkanı köy başkanını tayin edecek, aşiret başkanı aile reislerini tescil
edecek
.( Muhterem Hocam, teknik arıza yüzünden
bu kısmı anlaşılmıyor 2. CD, 06:27) Ve böylece burası, ekonomik, sosyoekonomik
yetkilere haiz topluluklar olacak. Burası siyasi yetkilere haiz topluluk
olacak. Böylece hem seçim var, hem tayin var. Yapı, her ikisinin de hakkını
vererek teşekkül etmiş oluyor. Şimdi ben size ilmi düzeni anlatırken, biraz
sonra diyeceğim ki: İlmi düzen bucakta
teşkilatlanmalıdır, ilde teşkilatlanmalıdır, devlet çapında teşkilatlanmalıdır.
İlçede, köyde ayrıca bir özel teşkilatı olmaz diyeceğim. Niye böyle
söyleyeceğimin sebebini anlatmak için bu açıklamayı yaptım size ki, bu
teşkilatlanma, siyasi düzene paralel bir teşkilatlanmadır da onun için, bir.
İkincisi; Adil Düzende her bir fert, dört
ayrı yönden topluluklarını seçmiştir. Bu fert, siyasi yönden partisini
seçmiştir ancak Adil Düzende parti dediğin zaman, parti; dayanışma
topluluğudur, yalnız oy verme değildir ha. Yani o partinin bir üyesi mahkemeye düşerse,
avukatını parti tutacak, birisinin başkasına borcu olursa, o borcu parti
ödeyecek. Parti dediğimiz kuruluş, bütün kendi üyelerine sahip olan, onların
dayanışmasını temin eden, tam bir dayanışma kuruluşu olacak. Bugün ismi var
cismi yok, yani sosyal yapı kuvvetli değil, çok zayıf bir yapılanma var,
ıstıraplar çıkıyor meydana. Sonra herkesin, iktisadi bakımdan sendikası, odası,
loncası belli olacak. Ekonomik bakımdan mutlaka bir lonca, bir sendikaya, bir
mesleki kuruluşun üyesi olacak, onlarla dayanışacak. Herkes, ilmi bakımdan bir
mezhebe, bir ekole, bir üniversiteye bağlı olacak. Herkes, dini-ahlaki bakımdan
bir ahlak topluluğuna mesul olacak. Ben
şu adam borç para vereceğim. Vereyim mi, vermeyeyim mi? Ona diyeceğim ki: Git, ahlak topluluğundan bir kâğıt getir!mensup olduğu ahlak topluluğundan Bu dürüsttür diye bir kâğıt getirecek,
borcu vereceğim. Ödemezse, o ahlak topluluğu tazmin edecek. Ee, o topluluğun
seni kabul etmesi için, sen de dürüst olmaya mecbursun. Düzen herkesi
dürüstlüğe sevk edecek. Böyle kimsenin kimseden alakası yok, isteyen istediğini
çalıyor. Böyle Adil Düzen olmaz. İsteyen istediği borcu ödemiyor, isteyen istediğini
aldatıyor; bu düzensizliktir düzen değildir, şu yaşadığımız hayat. Bu sebepten
dolayıdır ki, Adil Düzende herkes, düzen bakımından 4 ayrı topluluğun mensubu
olacak. Kimse seni almıyorsa, terk edeceksin o diyarı. O topluluğun üyesi olmak
için de, dürüst olmaya, faydalı olmaya, işe yaramaya gayret edeceksin. Böylece,
toplumun içerisinde istediğini seçersin. İstediğin ahlak düzenine git, istediğin
ilmi düzene git, istediğin mezhebi seç. Ama o düzene gittin mi, artık o düzenin
ödeyeceği tazminattan sana düşen payı da vereceksin ha! Ona göre sağlam yer
seçeceksin, herkes sağlam olmaya gayret edecek. Teferruata girmiyorum. Sadece
biraz sonra ilmi düzeni açıklarken, bazı söylediğim sözler açıklansın diye bu
izahı verdim ve burada genel düzeni kapatıyorum.
Şimdi, insanlık tarihine bir göz
attığımız zaman; ilim tarihi nasıl gelişti bu güne kadar? Bakınız, ilk insanlar
(bu tarafa biraz lütfen) önce meyve toplayarak yaşadılar. Meyve topladılar
ağaçlardan. Sonra, yavaş yavaş insanlar ateşi bulduktan sonra hayvan etini
pişirdiler, bu sefer avcılığa başladılar. Ama nüfusları arttı, hayvanlar
yetmedi, bu sefer sürü beslemeye başladılar, çobanlık devri başladı. Ama gerek
hayvanların, gerek kendilerine hububat yetmedi, yem yetmedi, bu sefer çiftçilik
dönemine başladılar. Çiftçilik döneminden sonra insanlar, ekonomik bakımdan ürettikleri
malları pazara götürüp değiştirmeye başladılar, mal değiştiriyor. Ama bir
müddet sonra, aracı tüccarlar başladı, sen malını tüccara veriyorsun, o alıyor
götürüyor, ihtiyacı olana veriyor. Yalnız, bir müddet sonra değiştirilen şey
(ışığı açalım lütfen) bir müddet sonra artık değiştirilen şey mal değil işçilik
olmaya başladı. Çünkü büyük sanayi tesisleri kuruldu, Mercedes otomobili
alırken Ben demir almıyorum, şu kadar bin
saatlik işçi mesaisini alıyorum onun için sanayi devri başlayınca mübadele
edilen şey mal değil, işçilik olmaya başladı. Ve biz işte insanlık olarak şuraya
geldik. (Aziz Hocamız burada, tablodan bir noktayı işaret buyuruyorlar) Bugün
buranın ıstıraplarını çekiyoruz. Bundan sonraki dönem, Adil Ekonomik Düzende
anlattığımız Ortaklık Dönemi olmaya mecburdur. Yani, üretim
beraberce yapılacak. Müteşebbis, tesis sahibi, işçi, hammadde ve devlet, bu
üretimden herkes hakkani bir ölçüye göre payını alacak. Ayrıca vergi diye bir
şey olmayacak. Devlet üretime katkıda bulunacak, bir işçi gibi o da kendi
hakkını alacak. Sabahleyin uyanıp da Bu
kadar KDV, bu kadar vergi koydum böyle şey yok. Bu zulümdür, bu
Firavunluktur. İşte insanlık böyle bir düzene geçecek. Ben şimdi size Adil
Ekonomik Düzeni anlatacak değilim. Sadece şunu belirtmek istiyorum ki, ilmi
düzen de, bu ekonomik yaşayışa paralel olarak değişmiştir.
Şöyle ki, bakın insanlar toplayıcılık
devrindeyken görenek metoduydu ilmin temeli. Yani bir baba, oğlu yanında
gidiyor, meyveler nasıl silkeleniyor? Oğlu görüyor. İlk insanlar böyle yaşıyor,
görerek öğreniyor. Bak evladım, dalın
ucundan tutma, kökünden tut salla diyor. Şu sopayla salla diyor.
İlim var ancak bu ilim görenek metoduyla yürüyor. Diploma falan da, bir şey
yok, tedrisat da yok, ders de verilmiyor. Gidip sadece görüyor.
Ama ne zaman ki insanlar avcılık
dönemine geçtiler, o zaman tedrisat başladı. Çünkü yırtıcı hayvanları avlamak
için Sen burada duracaksın, şu taşı
atacaksın, sen bu mızrağı at işte mağaralarda gördüğümüz resimler budur; avcılık
devrinin resmidir ve onları hocalar etrafındakilere ders vermek için çizdiler. Günümüze
kadar kaldı, tedrisat dönemine geçildi avcılık ve çobanlık kısmına.
Çiftçilik dönemine geçildiği zaman artık
yerleşik şehirler oldu. Çeşitli kabileler bir araya geldiler, değişik görüşleri
vardı; tartışma dönemi başladı. Burada Müslümanlık dönemi geldi, bu tartışma
dönemi Eski Yunanın, Eski Romanın dönemidir. Müslümanlık geldikten sonra, bir
büyük çığır açıldı; bu da deneme, müşahede metodunu insanlığa Müslümanlık
kazandırmıştır. Deneyerek kanun bulmak, ilim yapmak. Bugün bütün ilimlerin
temeli buna dayanıyor ama işte bu büyük inkılabı Müslümanlık yapmıştır. Bu güne
kadar geldik, şimdi buradayız. (Aziz Hocamız burada, tablodan bir noktayı
işaret buyuruyorlar)
Bundan sonra, yeni bir ilmi dönem
başlayacaktır. Bu döneme Sistematik Dönem diye bir isim vermek en uygunu olur.
Sistematik Dönemden maksat, biraz sonra açıklayacağım. Bakınız, bugün dünyada 1000
den fazla üniversite var. Herkes aklına gelen araştırmayı yapıyor. Hâlbuki
ilim, bütün insanlığın müşterek malıdır. Öyleyse, biraz sonra açıklayacağım, insanlar
mutlaka kendilerine düzen vermeli. Önce bir ilim dili seçilmeli. Biraz sonra ki bu dilin
Arapça olması gerekiyor! Yani, bir dil ile siz bütün mefhumları ifade
edebilmelisiniz. Nasıl sayılar bir beynelmilel dildir! İki dersek, Japonyadaki adam da ikiyi anlıyor, Çindeki adam da
anıyor. İlim yapabilmek için ilim dili
.. (Muhterem Hocam, Sesteki
teknik arıza yüzünden bu kısım anlaşılmıyor 2.CD, 15:43) Aynen sayılar
gibi (Muhterem Hocam, Sesteki teknik arıza yüzünden bu kısım anlaşılmıyor
2.CD, 15:45) lar mesela, mutlaka o dile çevrilmesi lazım. Bir ilim
bankası olması lazım. Bütün bu araştırmalar o bankada depo edilmesi lazım. Ben
buradan kompiturumla o bankadan istediğim bilgiyi alıp inceleyebilmem lazım. Böylece
bütün insanlık olarak tek bir vücut gibi çalışmalıyız. İnsanlara saadet böyle
gelir. Yoksa bugün, 100 tane ayrı araştırma yapılıyor, herkes de birbirinden
saklıyor. Ve işte bu harpler çıkıyor arkadan. Onun için, insanlık saadet
istiyorsa, kendisini baştan sona kadar yeniden düzenlemesi lazım geliyor. Sistematik
dönem demek, imli araştırmaların dünya çapında organize edilmesi demektir. Bak
biz hep Müslüman ülkeler kendi Unescosunu
kurmalıdır! diyoruz, hiç değilse Müslüman ülkeler arasında bunu yapalım diye.
Sonra da bütün insanlığın bunu yapması lazım gelir. Çünkü araştırma en mühim
güçtür. Şimdi ne arz etmek istiyorum? Sistematik dönem ne demek? Bundan sonra
deneme, denemeden sonra insanlık yeni bir çığıra girecek. Bu çığır; sistematik
dönem, ne demek? Araştırmalar koordine edilecek. Herkes bir bütünün bir
parçasını alacak. Aklına geleni yapamazsın, çünkü israf olur. Hep beraber
araştırma yapılacak, sistematiğin bir manası budur. Öbür manası; matematikle ve
diğer fizik ve kimyayla meşgul olan arkadaşlarımız bilirler. Bugün matematikte
de, diğer tabii ilimlerde de bir analoji metodu vardır. Yani, bir elektrik
problemi bir mekanik problemin benzeridir. Bir kimyasal problem, başka bir
fizik probleminin benzeridir. Çünkü bu problemleri biz matematik olarak ifade
ettiğimiz zaman, ortaya çıkan denklemler birbirinin benzeridir. Ha bunu
çözmüşsün, ha bunu çözmüşsün. Böylece biz, bir ses meselesini su hidrolik
vasıtasıyla çözebiliriz. Bir elektrik meselesini, bir ses meselesiyle
çözebiliriz. Deneyi hangisinde yapmamız kolaysa, o araştırmayı orada
yapabiliriz. Sonunda, bu işlerle uğraşan kardeşlerimize hitaben söylüyorum; olayların
denklemleri, diferansiyel denklemleri birbirine benzerdir. Onun için, işte
araştırmalar analoji metoduyla yapılmalıdır. Yani, temel araştırmalar
yapılmalıdır. Sosyal bilimler de bugün bu analojinin içerisine katılmaktadır ve
katılabilir. Ondan dolayı insanlık, ayrı ayrı perakende araştırmalar yapmamalı,
analoji geliştirilmeli, bir yerde bir çözüm yaptık mı, sosyoloji de, fizik de, kimya
da, elektrik de, ses de o çözümden istifade etmelidir. Sistematik araştırmadan
maksadımız budur. İnsanların, ilmi rasyonalize etmeleri lazım gelir. Böyle bir
noktadayız, önümüzdeki dönemi ünsiyeti budur.
Ekonomik olarak ortaklıktan maksadımız, herkes
hakkını alacak, kimse kimseyi sömürmeyecek. Yani, Adil Ekonomik Düzen
kurulacak, ilim bakımından da sistematik düzene geçilecek. Yani bütün insanlık
el birliğiyle araştırma yapacak, herkes itimat edecek ve araştırmalar,
analojiden istifade edilmek suretiyle temel araştırma sahasında geliştirilecek.
Bu saydıklarımı size, daha basit bir cetvel halinde gösteriyorum. (Aziz Hocamız
burada, tablodan bir noktayı işaret buyuruyorlar) Bakınız, ilk önce görenek
dönemini yaşadı insanlık, sonra tedris dönemine geçti. Görenek döneminde
ehliyet yok, diploma yok. Yani ehliyet diye bir diploma verilmiyor. Tedrisat
döneminde, icazet verilmeye başlandı. Ders görüyor Hadi bakalım, şu av grubunu da artık bundan sonra sen idare edeceksindiyor. Tartışma döneminde ekoller çıktı meydana. Deney döneminde ise bugünkü
üniversiteler tedrisat yapıyor. Diploma çıktı. Sistematik dönemdeyse teminatlı
ehliyetolacak. Ne demek teminatlı ehliyet? Sen doktorsun, benim çocuğumu yanlış tedavi
ettin. Ne olacak? Tazminatı ödeyeceksin. Ee, tek başına ödeyemezsin bu kadar büyük
tazminatı. Senin ilmi ekolün, dayanışma içerisinde bunu ödeyecek. Sana bu
diplomayı veren var ya, diplomayı vermekle işi bitmeyecek. Teminatı olacak.
Niçin? Hak düzende bu gerekli de onun için. Şimdi komünistler geldiler, bütün,
70 sene insanlığı inim inim inlettiler. Komünistlik
en iyi rejimdir diye ders veren profesörün yakasına yapışıp bunun kafasını
duvara vurmak hak değil mi şimdi? Yav,
70 seneden beri sen bu cübbeyi giydin, adam mı aldattın be soytarı? Ee, ne
olacak? 70 seneden beri kaç gün aç
kaldıysam hepsinin parasını bana ödeyeceksin! Ne olacak? İlim adamıyım
diye ortaya çık, herkesi dolandır. Ev yapmış, ev çökmüş. Efendim, bu hocanın formülüyle yaptım öyleyse o hoca ve onun
mensubu olduğu ekol ödeyecek. Çünkü hakça bir düzende, yiyenle yemeyen bir
olamaz. Onun için, insanlığın bundan sonra ihtiyacı olan dönem, teminatlı
ehliyet, diploman olacak, arkasından da o diplomanın teminatı olacak ki, sana
güveneceğiz. Veren de dikkatli verecek, alan da dikkatli kullanacak. Hakkın
korunması mühim bir meseledir, ihmal götürmez.
Hazır bu tablo önümüzdeyken, iki kelime
de şunun üzerinde söylemek istiyorum. Bakın, ilimler nasıl gelişiyor? İlk önce
matematik ilmini dikkate alalım: Matematikte ne var? Birim sayılar var. 1, 2,
3, 4, 5. Çeşit çeşit sayılar var. Tabii sayılar var, rasyonel sayılar,
irrasyonel sayılar vesaire. Bu birimlerden sayılar oluşuyor, sayılardan
işlemler yapılıyor, işlemlerden denklemler çıkıyor, sonra denklemlerden
(Muhterem Hocam, Sesteki teknik arıza yüzünden bu kısım anlaşılmıyor
2.CD, 22:28) ve programlar yapılıyor. (Muhterem Hocam, Sesteki
teknik arıza yüzünden bu kısım anlaşılmıyor 2.CD, 22:34) nasıl bu
programlamayla meseleler çözülüyor ise, lisan-dil bilgisine bu söylediğimiz
ilim dilinde bilhassa, ses, sesten sonra lügat, lügatten sonra bunun çekimi, sonra(Muhterem Hocam, Sesteki teknik arıza yüzünden bu kısım anlaşılmıyor
22:52) sonra (Muhterem Hocam, Sesteki teknik arıza
yüzünden bu kısım anlaşılmıyor 2.CD, 22:56) mana, mana bilgisi lazım. Ondan
sonra benzetme-teşbih, sonra edebiyat, sonra
(Muhterem Hocam, Sesteki
teknik arıza yüzünden bu kısım anlaşılamadı 2.CD, 22:52) bunlar aynen matematikteki bu
adımlara benzer.
Demin de söylediğim gibi, bütün bunlar
bakımından tek aday vardır, bu da Arapça lisandır. Çünkü Arapça lisanıyla
hiçbir lisan mukayese edilemez. İlmen böyledir. Arapça lisanın 4 tane mühim
hususiyeti vardır. Bir tanesi gramer zenginliği. Bütün diğer diller, ya başına
ya sonuna eklenti alarak manası değişir. Ama Arapça da başına, sonuna ve ortasına
eklenti alır. Üç harflik bir sülasi kökten tam 256 tane mana türetmek mümkün.
Bir börekçi var, aynı hamurdan 8 çeşit börek yapıyor, biri 256 tane yapıyor
aynı hamurdan. Çünkü sesler bütün insanlarda aynı. Elbette 256 çeşit börek
yapan dükkân daha zengin. İşte bu Arapçadır.
İkinci bir zenginlik, mefhum
zenginliğidir. Arapçada bir devenin 40 çeşit adı, bir aslanın 100 çeşit adı
var. Yürüyen devenin adı başka, koşanın başka, beneklinin başka, uzun bacaklının
başka, geviş getirenin başka, çift hörgüçlüsünün başka, başka, başka. Böyle bir
lisan yok. Bir Arapçada bir gelmek, 10 çeşit gelmek var. Bir; şu karşıdaki
hedefini bilerek gelmek, bir, bir yere bir çukur açtın, her taraftan su
toplandı geldi. Ee, bu iki gelmek aynı mı? Değil. O gelmek başka, bu gelmek
başka. Şimdi mesela Kuranı Kerimin meallerini yazıyorlar, ikisine de gelmek
diyor, burada ne söylendiğinin anlamanın imkânı yok tabi. Onun için mefhum
zenginliği ilim için tabi çok mühim.
Bir diğer önemli hususiyet; veciz, ufak
bir kelimeyle birçok manayı ifade edebilirsin. Hiçbir lisanda bu özellik
yoktur. Bir kelimeyle bazen bizim Türkçedeki üç kelime. Mesela bir İlah
kelimesi Arapça bir kelimedir. Kendisine kulluk yapılacak şey demektir. Yardım
istenecek şey demektir. Rızası gözetilecek şey demektir. Kanun tanzim edici
demektir. Ee, Türkçeye bunun hangisini çevireceksin? Çeviremezsin. Bu ancak o
lisanda mümkün olan bir özelliktir. Veciz; bir kelimeyle birçok mana ifade
edebilirsiniz.
Bir diğer özelliği de Arapça bu güne
kadar zaten, matematik gibi işlenmiş. Kuranı Kerimin gelmesinden önce ve
sonra bütün Arapça öyle işlenmiş ki, matematik olmuş. Hiçbir ilim adamı Arapça
bir kelimeyi asıl manasından başka bir tarafa götüremez. Neden? 2 nasılsa, 4
nasılsa kelimeler de böylece işlenmiş. Böyle bir lisan yok. Onun için.
Batılılar bunu biliyor. Aman Latinceyi
bunu yapalım. İnsanlığın buna gideceğini de biliyor. Fakat Latince nerde,
Arapça nerde. Latince Arapçanın karşısında Tarzanca gibi bir şey. Doktor,
Tıbbiye okuyanlar bilir. Şuradaki bir siniri tarif etmek için bilmem Tamtoralis
inteliyor bilmem ne, beş tane kelime kullanıyor. Niye? Ee, yok ki mefhumu,
zenginliği yok. Hani şurada bir ağaç var ya, o ağacın bir dalı var ya, ucunda
yaprak var ya, üstteki yaprak değil de alttaki yaprak. Böyle, böyle ilim dili olur
mu?
Ne konuşuyoruz? İnsanlık, meselelerini
önüne almalı, ilmi olarak hareket etmeli ve bir ilim dili seçmeli. Çünkü ilim
bütün insanlığın malıdır ve bu ilim dilinde herkes ilimden istifade etmelidir.
Şimdi bakınız, size çok önemli bir şey
bildirmek istiyorum. Müslüman âlemi dil bakımından bütün bunları en mükemmel
şekilde geliştirmiştir; hukuka, sosyolojiye de tatbik etmiştir. Matematikte de
Müslüman âlemi bu güne kadar nereye kadar geliştirmiştir bilinmiyor. Batılıların
inceledikleri işte buraya kadar; denkleme kadar geliştirdiklerini zannediyor. Çünkü
İbrahim Hakkı Hazretlerinin 93 tane kurduğu yeni ilim, daha Batılılarca
bilinmiyor. Yalnız Batılılar diyorlar ki: Müslümanlar
buraya kadar bizim önderimizdir, bundan sonrasını biz yaptık diyorlar. Bu
dedikleri doğru değildir. Müslümanlar bunu zaten hukukta, sosyolojide,
maneviyatta yapmış matematikteki bunları. Burada da yaptıkları muhakkak. O kitaplar
incelendiği zaman görülecek. Ne yazık ki Batılılar Müslümanların bu metotlarını
matematiğe tatbik etmişler fakat sosyal bilime tatbik etmemişler. Batı
lisanlarının meani yok, teşbih yok, edebiyat yok, telif yok. Onlar Tarzancada
kalıyor, seviyeleri bu kadar. Ve tabi aynı işi hukukta da yapamıyor. Yani
içtihat sistemi yok orada. Herkes aynı kalıbın içinde donacak. Bu da insanlara
zulüm oluyor. Hürriyet veremiyor. Sistem noksan. Medeniyetleri yetmiyor. Evet,
yetmiyor da ne oluyor?
Bakınız, ilmi düzen itibariyle bugün
Batının 7 tane problemi var. Biraz yukarıya kaldırabilirseniz şunu ve
netleştirelim lütfen, netlik, daha net olacak bu, olabilir. (Aziz Hocamız
tabloyla alakalı talimat buyuruyorlar) Evet, bakınız, Batıda birinci problem ilim
adamı yetiştirme problemi. Yani Bugün
insanlık gelmiş bir karanlık dönemin arkasında tıkanmış diyorum ya, nerde
ilim sahasında bu tıkanıklıklar? Bunları açıklamak istiyorum. Önce bir defa,
ilim adamı yetiştirmek bakımından Batı yetersizdir. Neden? Çünkü ilim adamı
dediğin insan senin, her şeyden şüphe edecek. Biraz sonra sayacağız. Bu insan
her şeye ehemmiyet verecek, inceleyecek, kanaat getirdikten sonra da inandığını
savunacak, parayla da satılmayacak. Siyasetçinin tesirinde kalıp da gerçeğin
başka türlüsünü söylemeyecek. Bu, manevi terbiye ister, bu, ahiret korkusu
ister. Bunları kaldırırsanız, ilim adamı yetiştiremezsiniz. İsmi lazım değil, bir
profesör arkadaşımız, şimdi profesör o zaman doçentti, Amerikaya bir firma
davet etmiş, bilenler bilir. Kendisine uçak bileti göndermişler, aldılar hava
alanından, idari meclisi odasına götürdüler, dediler ki: Biz sizi niye davet ettik biliyor musunuz? Siz, bir ay önce, bir
mecmuada bir makale yazdınız. Bizim bilmem nereden ortağı olduğumuz Türkiyedeki
filanca Siyonist fabrikanın malının, insanlara gıda bakımından zararlı olduğunu
yazdınız. Sizi buraya çağırdık, şimdi bunun tersini yazacaksınız. Bunun için
sizi davet ettik demişler. Kendisi de demiş ki: Ben bu kadar yıl doçentlik tezi hazırladım bunun üzerine, şu araştırmayı
yaptım bunun üzerine, değil bu, bana dünyayı verseniz ben kendimi inkâr etmem,
siz yanlış adam seçtiniz, dedim diyor. Bunun üzerine: Bana sadece gidiş bileti vermişlerdi, dönüş biletini bile vermeden,
bavulumla New Yorkun ortasına koydular beni. Gittim, borç aldım, böyle döndüm
Türkiyeye diyor. Ne anlatıyorum size? Batıda ilim böyle yürüyor. Bir
doktor arkadaşımız var profesör, bir gün geldi, fiyaka satıyor sözde, aklı sıra:Hocam, Amerikada filanca kongreye
gittim, tebliğ verdim diyor. Ne kongresi, ne tebliği? Biraz sonra bir de
bir konuştuk ki, filanca Yahudi firması, Siyonist firma kendi ilacını satmak
istiyor. O ilacın ne faydaları var? Bunu araştırtmak, bunu konuşturmak için
bunu davet etmişler. Oraya gitmiş figüranlık yapmış, bunu marifet zannediyor. Haberi
yok, haberi yok ki bu dünya boş değil. O kongreler durup dururken yapılmıyor. Bir
Siyonizm var, bir Emperyalizm var. O, kendi menfaati için bunu yapıyor, senin
gibi saf adamı da kullanıyor. Sen de Ben
de gittim orada tebliğ verdim diye övünüyorsun. Ne anlatmak istiyorum?
İşte Batıda ilim anlayışı budur. Siyasi güç tesir ediyor: Bütçe veririm veya vermem diyor. Şimdi bizde de öyle. Hepsi
bütçeye bağlı. Böyle ilim olmaz. Buna boyun eğerse, manevi yapısı, özellikle
yetiştirilmemişse ya sermayenin veya siyasi gücün tesiri altında kalır. İlim
böyle gelişmez. İlim düzeni, bu meseleyi halletmesi lazım, bir.
İkincisi; özerklik. Böyle özerklik
olmaz. yani ben özerk
.
(Muhterem Hocam, Sesteki teknik arıza
yüzünden burası anlaşılmıyor 2. CD, 32:52) bilmem YÖKmüş MÖKmüş yani
bunlar denizde nokta. Arkadaş, ilimde özerklik mi olacak? Bir defa tek tip
tedrisat olmayacak. Herkesi serbest bırak bakayım. Sen mühendis istiyorsun, sen
doktor istiyorsun, sen hukukçu istiyorsun. Sen bana bırak da ben sana bir
hukukçu yetiştireyim ama senin kitabını okutmam ha. Niye? Ee, sen bir kalıp
içerisine dökmüşsün. Senin o kalıbında senin niyetin başka. Sen hukukçu mukukçu
istemiyorsun, kendi zulmünü alkışlayacak adam yetiştirmek istiyorsun. Böyle
özerklik olmaz. Biz niye uğraşıyoruz? Şu Türkiyedeki bütün aydınlar, hep
beraber bu düzeni yıkalım diye uğraşıyoruz, Türkiye gelişsin diye uğraşıyoruz. Bu
yapının içerisinde gelişemez, mümkün değil. Bir defa fikir hürriyeti olmayan
yerde ilim olmaz. Şunu konuşacaksın yasak, bunu konuşacaksın yasak, üstü yasak,
altı yasak, arkası yasak. Bu nasıl ülke ya? Bu ülkede ilim mi olur? Kim kimi
aldatıyor? Efendim, polis girsin. Hadi
oradan, ne polisi be. Dur bakalım. Asıl ilmin özerkliği lazım. Sen bırak bana
da ben istediğim gibi konuşayım, istediğim gibi araştırma yapayım. İsviçrede
bir camiye imam istiyorlar. Üniversitede doktora yapsın ki vize alsın. Ee, ne
olacak? İsviçre Üniversitesine müracaat ediliyor. Türkiyede İlahiyat Fakültesinden mezun, şöyle bir insan. Burada
imamlık yapmak istiyor, 4 gün imamlık yapacak, 3 gün de üniversiteye gidip
doktora yapacak. Şu mevzuda bir doktora verin deniliyor. Olmuş bir vaka
anlatıyorum size! İsviçre Üniversitesinin profesörü ne diyor biliyor musunuz?
Ordinaryüs profesör adam: Bu
söylediğiniz mevzuda biz doktora veremeyiz. Çünkü Amerika müsaade etmez bizediyor. Size hikâye anlatmıyorum. Bu İsviçre, sözde en serbest, en bitaraf yer
ya. Oradaki bir profesör, istenilen mevzuda doktora veremiyor. Çünkü dünyadaki
ilim, Siyonizmin kontrolü altındadır. Bu gördüğümüz yasaklar, bu baskılar, bu
tahkikler kendi kendine olmuyor. Bu dünyanın bir başka sahibi var, o bilerek
bunları yönlendiriyor. Bir hastane düşünün, mikrobu konuşmak yasak, ilacı
konuşmak da yasak. Ee, bu hasta iyi olur mu ya? Hasta muhakkak ölecek. İşte
bunların yasakları bu. Bu yasakları koyuyor, ondan sonra da Gel, özerkliği konuşalım. Efendim, polis
arka kapıdan mı girsin ön kapıdan mı, sivil mi girsin elbiseyle mi? Bunun
adı özerklik oluyor. Çocuk yerine koyuyorlar bütün milleti. Özerklik dediğimiz
zaman bu. Tek tip tedrisat olmaz, çeşit çeşit olacak. Ben istediğim insanı
seçeceğim. Böylece de, kim faydalı iş yapıyorsa, hani siz serbest piyasa
adamıydınız? Bunlara sesleniyorum. Serbest piyasanın faziletlerinden istifade
edelim. Hadi gelin, ilimde serbest piyasa kuralım! Hadi bakalım, herkes
istediği ekolü seçsin. İstediği gibi ders anlatsın, istediği gibi okutsun. Böylece
ilim yarışsın, böylece ilim gelişsin; özerklik budur. Ama maalesef, bugünkü
düzende ve Batıda tabii, bu kontrol altındadır, özerklik yoktur, çünkü Siyonizm
ve Emperyalizm bütün bunları tanzim ediyor.
Üçüncü bir ilmi düzen noksanlığı Batıda;
mağduru koruyacak bir sistem yoktur. Demin de söyledim, Ermenistanda binalar
çöktü, yeni bina bunlar; zelzeleye karşı doğru hesaplanmamış. Kim bu dersi
verdiyse o ekolün bunu tazmin etmesi lazım. Ben bir fakir adamım, evimi
yaptırmışım, evim yanlış ilimden dolayı çöküyor. Öyleyse tazmin edersin! Adil
Düzen bunu gerektirir. Demin söyledim; kominizim çöktü; avukat, doktor,
mühendis, üniversitelerin sebep olduğu zararlar. Muhasebe sisteminin sebep
olduğu zarar. Diploması var: Şu benim
muhasebemi tut diyorum. Lüzumsuz yere bana muazzam vergiler ödetiyor. Ee,
ne olacak? Elindeki diplomaya baktım, inandım; büyük zarara uğradım. Bu ilim
olmaz, bu sahtekârlık olur. Adil bir düzende böyle şeyin yapılamaması lazım
gelir. Bu düzenin tutacak neresi var zannediyorsunuz? 1 milyon yama vursan
ayakta durabilir mi? Baştan sona kadar, yeniden kurmaktan başka çare yoktur.
Diğer bir, bugünkü ilmi düzenin bütün Batıda
hususiyetiyse dağınıklık ve israftır. Önce bir defa, mefhum kargaşası: O öyle diyor, bu böyle diyor püüü, neler
çıkıyor bunun altından. Sonra, araştırma mevzuları keyfi ve indi olarak seçiliyor,
korkunç bir israf oluyor. Sonra, hayattan kopuktur araştırmaların çoğu. Sonra,
adam mektebi bitirdi mi ilimle alakası kesiliyor. Hâlbuki ilmin temel esası
beşikten mezara kadar ilimdir. Mektebi bitirdikten sonra sen o ekolün yine
üyesi olacaksın. Yeni öğrenime tabi tutulacaksın; mektep sonrası öğrenimi. Çünkü
ilim o kadar mühim bir şeydir ki hammaddeden bir kilo mamul yapıyor, e bu
israfa seyirci kalıyor. Bu nasıl insanlık ya? Ee, ne olacak? Kardeşim yazık günah ya. Sen de 10 kilodan
1 kilo yap demem lazım. İnsanlık bunu gerektirir. Onun için bu patentlerin
gizlenmesi ilkel bir davranıştır. Bu patentler, bulan adama hakkı neyse
verilmeli, bir patent vakfı vasıtasıyla herkesin istifadesine arz edilmeli. İnsanlık
ancak böyle saadet bulur. Gizlilik olamaz.
Diğer taraftan, diğer sosyal düzenlerle çatışıyor
Batıda ilim. Descartesin meşhur sözünü biliyoruz: Ben kiliseye girerken, imanımı yanıma alır aklımı kapıda bırakırım. Laboratuvara
girerken de aklımı alır imanımı kapıda bırakırım diyor. Çünkü Batıda ilim
ve din birbiriyle çatışıyor. Almanyada bir cami var. Bu caminin sahibi ateist
bir adam. Bunu bizim işçilerimiz kiralamak istemişler, adamla görüşmüşler. Adamı bir de sizinle tanıştıralımdiye getirdiler. Adam dedi ki: Efendim,
benim babam papaz. Beni papaz yetiştirmek için papaz mektebine verdi. Sorduğum
suallere cevap alamadım. Daha iyi papaz olayım diye felsefe mektebine gittim. Bir
de felsefe okudum ki artık benim kiliseye inanmam mümkün olmadı. İşte böylece
ateist oldum fakat şimdi çok rahatsızım, ne yapacağım dedi. Kendisine
dedim ki: Sen yolun yarısına gelmişsin. Öbür
yarısına da devam et! Adam: Ee, ne
yapacağım? diye sordu. Bak, sen madem
felsefeyle uğraştın, devam et uğraşmaya. Senin bütün meçhul olan suallerinin
cevaplarını araştır. Sonunda gerçeği, hakikati bulacaksın. dedim. Ben böyle söylediğim zaman şaşırdı. Dedi ki: Efendim, sizi bana, işte böyle Maneviyata bağlı bir insan dediler. Ben
şaşırıyorum. Çünkü bizde papazlar hiçbir zaman ilmi tavsiye etmezler. Filanca
Havariyunun biz sözünü söylerler. Derler ki: Yüzecek adam denize balıklama
atlar onun için sen de eğer dinine sahip olacaksan aklını sahilde
bırakacaksın, akılsız, çırılçıplak suya atlayacaksın derler böyle bir atasözü
vardır bizde. Sizin şimdi İlmi araştırma yap demenize şaşırdım dedi. Niye
şaşırıyor? Çünkü Batıda ilimle din çarpışıyor da onun için. İlim sahibi
insanlara ne zulümler yapıldığını biliyoruz, kilisenin tarihi bunlarla doludur.
Batılıların ilim kaynakları yetersiz. Kendileri
söylüyor: Biz bu ilmi daha ileriye
götüremeyiz diyor. Bunu tespit edecek kadar gelişmiş âlimler var. Mesela
bunlardan bir tanesi Einstein, birisi Lazo. Şimdi, 10 Martta bir seminer
yapılacak. Birleşmiş Milletlerin yeni düzen komisyon başkanı, Nobel ödülü almış
Profesör Lazo. Bu adamın Global Denken diye bir kitabı var. Bu kitabında da
açık bir şekilde yazıyor adam. Diyor ki: Biz,
Batılılar olarak biraz sonra köprüden aşağıya yuvarlanacak bir trenin lokantasında
sigara içip yemek yiyen insanlara benziyoruz. Hepinizi uyarıyorum, mahvolacaksınız.
Ne yazık ki biz kendi kendimizi kurtaramayız. Bizim ilmimiz yetersiz. Bizi
kurtarmak için mutlaka dışarıdan bir enerji lazım. diyor. Buraya kadar
adam tespit etmiş. Eksiklikleri nedir? İlim dediğimiz şey sonunda mefhum ve
muhakemedir.
Bakınız yine, matematikle meşgul olmuş
kardeşlerimize şu noktada bir açıklama yapmak istiyorum. Şuradan bir taş attık,
yere ne zaman düşecek? Bunu hesaplamak için iki türlü hareket edebiliriz. 1:
Etki = tepki prensibinden istifade ederiz. Yani, yer bunu çekiyor, buna eşit
bir atalet kuvveti doğacak. Yere eriştiği zamana kadar, ne kadar vakit geçecek?
Şu potansiyel enerji, şu etki = tepki prensibinden istifade ederek kütle,
zaman, ivme ve uzunluk mefhumunu kullanarak bunun ne zaman yere düşeceğini
buluruz. Bir de enerji prensibinden istifade ederiz. Yani, bunun burada bir
potansiyel enerjisi var. Yere indiği zaman belli bir kinetik enerjiye sahip
olacaktır. Şu aradaki mesafe esnasında o kinetik enerjiye ulaşmak için ne kadar
zaman geçecek? Bunu yaparken tabi, bildiğimiz gibi, kütle, ivme yerine hızdan
istifade ediyoruz. Şimdi ivmeden istifade edersek, birinci metotta tesir aksi
tesire eşit, ivme bize ikinci dereceden bir diferansiyel denklem verir. Eğer
hızdan istifade edersek, hız birinci dereceden bir diferansiyel denklem verir. Hepimiz
biliyoruz ki birinci dereceden diferansiyel denklemlerin her hal altında
rasyonel çözümü vardır. Ama ikinci dereceden diferansiyel denklemlerin birçok
hallerde rasyonel çözümü yoktur. Bir geminin arkasındaki türbülansı rasyonel
olarak çözemeyiz. Ee, ne olacak şimdi? Bak, ivme mefhumu yerine başka bir
enerji mefhumu düşündük, çözemediğimiz bir denklemi çözecek hale getirdik. Onun
için, bugün çözemediğimiz birçok ilmi mevzularda, onun bünyesine uygun bir yeni
mefhum bulabilirsek o takdirde o meseleyi çözebiliriz. Nerden bulacağız bu
mefhumu? Bak Einstein ne diyor? Biz bütün
fizik, kimya meselelerini üç denklemle çözüyoruz diyor. Tesir, aksi tesire eşittir, enerjinin sakımı,
kütlenin sakımı. Kütle yoktan var olmaz, vardan yok olmaz, onların sözüne
göre. Enerji vardan yok olmaz, yoktan var
olmaz. İşte bu üç tane prensibi formüle yazıyoruz, aya da bununla gidiyoruz,
füzeyi de bununla atıyoruz. Ama Einstein ne diyor? Bu iş böyle üçle olmaz. Bunların yerine öyle bir tek mefhum olmalı ki,
o mefhumla bunları çözmeliyiz. Ben bunu hissediyorum, var o mefhum gerçekte. Ama
ben o mefhumu bulamıyorum diyor.
Şimdi bakınız, mesela bir misal olsun
diye söylüyorum. Kuranı Kerimde israf
haramdır diyor. Misal olsun diye söylüyorum. Biz okurken haa, ekmek ufağını alıp yiyelim diye
dinliyoruz. Hâlbuki şu Einsteinın söylediği üç tane prensip bu cümlenin
içerisinde mevcut. Enerji de israf olmaz, kütle de israf olmaz. Tesir de aksi
tesire eşittir demek Sünnetullah, yani Cenabı Hak kendi yaptığı işleri israf etmez
demek. Ne anlatmak istiyorum? İlmin temeli mefhumdur. Bu mefhumlar nereden
bulunacak? İnsanlık tarihini incelediğimiz zaman görüyoruz ki, matematiğin
kurucusu Müslümanlar, fiziğin kurucusu Müslümanlar, (Muhterem
Hocam, burada ses kesiliyor ve bu kısım anlaşılmıyor 2. CD, 46:27) bütün
Müslümanlar. Nerden buldular bu mefhumu? Kuranı Kerimden buldular. İşte
Chillo, bakınız orada İbrahim Hakkı Hazretleri. Kendisinin Çilehanesi orada. Şöyle
bir kemer, burada Kuranı Kerimi koyduğu
..( Muhterem Hocam, burada
ses kesiliyor ve bu kısım anlaşılmıyor 46:27) bu yazdığı rahle, şurada
tesbihi, burada da diviti. İbrahim Hakkı Hazretleri, bugün mekteplerde okutulan
düzlemsel trigonometri değil, asıl bu radyasyon, uzay, ışıma, alanlarda kullanılan
mücessem uzaysal trigonometrinin kurucusudur. Kendisinin de bu ilimde hiçbir
hocası yoktur. Nerden kuruyor bu ilmi? Kuranı Kerimi okuyarak kuruyor.
Size, ilimde mefhum ne kadar mühimdir
belirtmek için bir misal daha söyleyeyim. Batılılar ne derler? Bir ilim ne kadar matematikse o kadar
ilimdir derler. Matematiğin temeli ne? Cebir. Cebirin temeli ne? Tabi
sayı. Tabi sayılar nedir? derseniz
Batılılara, derler ki Efendim, Peano
aksiyomları bunları tarif eder Kim bu Peano? İtalyanın Peano şehrinde ta
1560 da yaşamış bir İtalyan. Niye bu adam İtalyada çıkıyor? Çünkü Müslüman
kitaplar İtalyaya gidiyor. Ve bu Peano aksiyomlarının, dört tane aksiyomdur
bu, matematikçi arkadaşlar bilir. Hâlbuki biz bunları Orta Asyada, Kutadgu Bilig,
Yusuf Has Hacibin kendi Kutadgu Biliginde bu aksiyomlar aynen mevcut. Yusuf
Has Hacib orada Cenabı Hakkın birliği için dört tane mısra yazmış. Sen birsin, bu çokluk Senin birliğinin ispatıdır.Şudur, şudur, şudur. Tam dört tane mısra. Burada Peano aksiyomları, burada Kutadgu
Biligin Cenabı Hakkın birliği hakkındaki dört tane mısra, okursanız bir de
bakarsınız ki, Kutadgu Bilig yani Yusuf Has Hacib, 600 sene önce tabi sayıların
aksiyomlarını orada kendi kitabesine yazmış. Yani o Cenabı Hakkın birliği
hakkında bir şiir yazıyor, fakat kendisinde öyle bir matematik kafası var ki o
şiirin her bir mısraı matematiğin bir temel kaidesine tekabül ediyor. Peano
aksiyomlarını dolayısıyla 600 sene önce, Yusuf Has Hacib söylemiş, bulmuş, kurmuş
ve teşkil etmiştir. Bu misalleri niçin söylüyorum? İlmin temeli nereye
dayanıyor? Batılılar bugün bu ilimleri Müslümanlardan aldığı noktada kaldılar. Aya
gidiyor, füze atıyor ama bizden aldığı ilimlerin hududu içerisinde. Yani
Müslüman alimleri bir kanama çizmiş, Batılılar bunun içini boyuyor. Yeni bir sahaya
çıkamıyor. Kendileri de söylüyorlar: Yeni
gelişmeler için bize dışarıdan taze güç lazım diyorlar. Bunun için
insanlık, kaynakları yani, akli ve nakli kaynakları yeniden seferber etmeye
mecburdur. Batının kaynakları yetmiyor. İşte, ilim düzeni bakımından Batının 7
tane büyük problemi.
Şimdi ne olacak? Şimdi, ilmi düzenle bunların
çözümünün temin edilmesi lazım. Size ilmi düzenin temel esaslarını, insanlığa
saadet getirecek yeni ilmi düzenin temel esaslarını üç bölümde takdim etmek
istiyorum. Bir tanesi, ilmi düzenin genel esasları. Öbürü, ilmi düzenin ana
esasları. Yani toplumun içerisindeki bizzat bunun müesseseleri, teşkilatları nasıl
çalışacak? Buna ait esaslar. Bir de, en sonda ilmin mahiyetinin, muhtevasının esasları
olmak üzere tam 49 tane aksiyom, temel esasla size ilmi düzeni tarif etmek
istiyorum.
İlmi düzenin genel temel esaslarında: 1-
İlmi düzen, genel düzenle uyum içerisinde çalışmalıdır. 2- İlmi düzenin esas
görevi doğruyu göstermektir, başka işe karışmayacak. Ne dinin sahasına, ne
ekonominin sahasına ve ne de siyasetin sahasına girmeyecek, kendi sahasında
çalışacak. İlimde zorlama yoktur, ikna vardır. Kabul ederse eder, etmezse
etmez. Şimdi: İlla benim dediğim gibi
yapacaksın diyor, zorluyor. Kendi batıl inancını başkasına kabul
ettirecek. Yanlış, bu senin söylediğin
şey saçma, istediğin kadar bağır. Böyle dersen not alırsın, yoksa sınıfta
kalırsın. (Muhterem Hocam, Bu arada kopukluk var ve
o araya denk gelen cümleler yok 3. CD, 01:38 e kadar) Yani Benim param için şöyle rapor verdiyemeyecek. Ve ne de dini düzen, ilmi düzene müdahale etmeyecek. İlmi düzen,
mağduru korumalıdır. Onun için, teminatlı ehliyet sistemi olmalıdır. İlmi dağınıklık
ve israf önlenmelidir, bunun için sistematik döneme geçilmelidir. İlim
gizlenmemeli, bunun için patent vakfı kurulmalı, keşfedene hakkı verilmeli
fakat herkes istifade etmeli. İlmi kaynakların geliştirilmesi sağlanmalı. Demin
söyledim; akli ve nakli
..( Muhterem Hocam, Bu arada kopukluk var
ve o araya denk gelen cümleler yok. 02:14 e kadar) olmak demektir. Hakkı
korumak ise ilmin işidir, parmakla olmaz. Siz 300 tane sarhoşu bir yere toplar
da Bir kanun çıkart derseniz, ilk
çıkartacakları kanun İçki bedava olsunkanunu olur. Hâlbuki biz, Hakkı üstün tutmak istiyoruz, hakkı arıyoruz. Hak
nedir? Bu, ilim adamlarının görevidir. Hakkı, ilim adamları ancak tanzim
edebilirler. Bugünkü düzen yapısı yanlıştır.
Şimdi, ilmi düzenin vazifesi ne olacak
toplumda? Bak, 8 tane vazife: 1- İlim ve teknolojiyi geliştirmek; araştırma ve
geliştirme görevi. 2- İlmi herkese ulaştırmak. 3- İhtiyaca ve sorulara cevap
vermek. Şuna ihtiyacım var. Bu
düzen bana cevap verebilmeli! 4- Dil ve basın hizmetleri ilmin görevidir. 5-
Yasama-kural koyma. Ama yürürlüğe koyma, siyasi gücün görevidir. 6- Tahkim
esasları. Şu, şu, şu şartlarda hangi hüküm verilecek, hangi ceza verilecek? Bu,
ilim adamının işidir. 7- Tescil esasları. Yani, ben sizinle bir mukavele
yapacağım. Bu mukavelenin hakkı korumak şartları ne olacak? Bu, ilim adamının
işidir. 8- Planlama, ilim adamının işidir. İşte ilim düzeni, toplumun bu 8 tane
hizmetini görecek. Onun için ilmi düzenin teşkilatı, şu 13 tane teşkilat
olacak:
1- Bu 8 tane görevi yerine getirecek
ayrı ayrı teşkilat olacak. 2- Bu teşkilatların hepsi, demin söyledim bak,
siyasi birim bucak, il ve devlette teşkilatlanacak, ilçe ve köyde değil. Çünkü
siyasi birimler bunlardır. 3- Bütün ülkede diplomaları tanzim edecek bir
teşkilat olacak. 4- Ehliyetleri tanzim edecek bir teşkilat olacak. 5- Teminatları
tanzim edecek bir teşkilat olacak. 6- Devamlı öğretimi, herkese öğretimi tanzim
edecek bir teşkilat olacak. (Muhterem
Hocam, Aziz Hocamız ilmi düzenin 13 tane teşkilat olacak buyurdular ama ben
sadece 6 tanesini takip edip yazabildim 04:35) Ondan sonra da, bu
teşkilatların çalışma özelliği şu olacak: Önce, öğretim yapılırken, açık ve
taraflı öğretim yapılacak. Ne demek açık ve taraflı öğretim? Yani öğretmen,
bütün fikirleri söyleyecek: Kominizim
bunu diyor, kapitalizm bunu diyor, şu şunu diyor, bu bunu diyor. Sonra? Benim kanaatime göre doğrusu budur! diyecek.
Açık dediğimiz budur. Taraflı dediğimiz de, Ee,
bunları söyledin de, doğrusu hangisi? Kendi kanaatiyle belirtecek. Sen, o
ekolü uygun görüyorsan oradan gidip ders al, uygun görmüyorsan uygun
gördüğünden ders alacaksın. Hürriyetin var, istediğin sahada ilmini
geliştirebiliyorsun. Buna, açık ve taraflı öğretim diyoruz. Tahakküm, müdahale
ve tesir etmek olmayacak bütün bu teşkilatların çalışmasında. Bu kurumlar bozulmayacak,
devletin denetimi tarafından bunlar denetlenecek. Bundan sonra ücret sistemi
tercihle teşvik olacak. Şu profesörden
şu kadar hoca ders almak istiyor. O profesör ona göre fazla ücret alacak. Tercihe
göre teşvik. Bu üniversiteyi daha fazla talebe
istiyor. O üniversitenin tahsilatı daha büyük olacak. Yani, serbest piyasa
ekonomisi gibi adeta, ilimde de herkes istediğini seçecek. Bak bakalım o zaman,
bugün çok önem verdikleri bazı ilimlere, bir kimse bir kuruş verip gidip okumak
istiyor mu? Çık bakayım bir serbest piyasaya da bir göreyim seni! Diplomalı
ehliyet imtihanı sistemi; yani öğretim serbest, çeşitli ekollerde. Ancak
diploma oldu mu, bunun imtihanı devlet kontrolünde olacak. Diploma, ülke
çapında geçerli olacak. Öğretim başka, diploma başka. Ve tabi bu diploma, ehliyet
imtihanı sistemine göre yapılacak ve bu insana bu diplomayı veren, bu ehliyeti
veren müessese de o insana kefil olacak.
Mesleki derecelerin tespit edilmesi -biraz
sonra söyleyeceğim- bir derecelendirme sistemine göre olacak. Öğretimde temel
esas, dil ve matematik herkese öğretilecek, dil ve matematik herkese
öğretilecek. Yüksek
. (Muhterem Hocam, Teknik bir arıza
yüzünden bu kısım anlaşılmıyor 07:00) da matematik öğretilecek. Çünkü matematik
demek, düşünme kabiliyetini geliştirmek demektir. Tek tip olamayan öğretim
sistemi, ekoller olacak. Halkın tercihiyle, teşvik ve denetim olacak. Halk
hangisini istiyorsa oraya gidecek, tek tip öğretim olmayacak. Tek tip öğretimle
üniversite ve ilim gelişmez.
İlmi düzenin çalışma esasları; bucakta,
ilde, devlette meclisler ver, ilim şurası. Bunlar, işte o ehliyetlerin
seçimiyle belli adette teşekkül eden şura, ilmi düzenin görevlerini bunlar
tanzim ediyor. Üniversitelerde ve okullarda mütevelli heyetler var. Mütevelli
heyet başkanlarını, siyasi güç tayin ediyor. Yani oranın hocaları teklif ediyor
diyelim, 5 kişi 10 kişi, siyasi yetki: Bu
olsun diye arasında tercihini yapıyor. Böylece, ehil insanlar teklif ediliyor
ama bir yandan da içlerinde tercih yapılmış oluyor. Ondan sonra gelirleri, bunların
bütçeden özel payları var, altyapıdan payları var ve kendilerine yapılmış olan
vakıflardan payları var, kendi imkânlarını, iştiraklerini koyarak payları var. Ekollerin
vakıflardan faydalanmaları güçlerine göre olacak. Yani, şu kadar üniversitenin
talebesi var veya şurada bir konferans salonu var. Hangi hoca ne kadar istifade
edecek? Hangisine ne kadar talebe müracaat ettiyse, halkın tercihine bağlı; o
nispette o binadan istifade edilecek. Böylece, hakkani bir ölçü tatbik edilmiş
olacak.
İlmi düzenin muhteva esaslarına gelince;
ilim, daha önce de söylediğimiz gibi, doğru ve yanlışı tespit etmektir görevi. Biraz
önce de, muhterem başkanımız ilmi tarif ettiler toplantıya başlarken. İlim
demek; Sünnetullahın kaideleri demektir. Gerçek Sünnetullah demektir. Cenabı
Hak, ne yapıyorsa o gerçektir. Bu yapılanların kaideleri-kuralları, ilmi
meydana getirir. İlmin kaynakları akli ve naklidir. Yalnız akli değildir, aynı
zamanda naklidir ve bir inceleme yapılırsa, ilim üremesinde nakli kaynakların
payı akli kaynaktan kat kat fazladır zaten. İlmin sınırları bilinecek. İlim her
şey değildir. İlmin sınırı var. İlim dinin yerini tutamaz, ilim ekonominin
yerini tutamaz, ilim idare ve siyasetin yerini tutamaz; bunlar da ilmin yerini
tutamaz. Kısaca tarif etmek lazım gelirse; bir toplumda ne yapılması lazım? Bunu
din belirler. İyi mi kötü mü, ne yapacağız? Bunu din belirler. Nasıl yapılacak
peki o şey? Bunu ilim belirler. O yapılacak olan şeyi nasıl tatbik edeceğiz?
Bunu da ekonomi belirler. En faydalı şeklini o tayin eder. Devlet, idare ise düzeni,
hakkı muhafaza eder; onun da görevi budur. Hak düzenini muhafaza etmektir
devletin görevi. Herkesin hak ve hürriyetini korumak, güvenliğini korumak ve
adaleti tesis etmektir. Bunun manası ise, hak düzeni muhafaza etmektir, siyasi gücün
vazifesi budur. Düzen, hakkı, hakkı üstün tutan düzeni muhafaza etmek demektir.
Şimdi lütfen öbür şekle de geçelim ve
böylece de konuşmamızı tamamlayalım! Bakınız, ilmi ehliyetler; 7 yaşındaki
çocuk, ilim öğrenmeye başlayacak. Bu bucaktaki ilmi şuranın kontrolünde ilim
öğrenecek. Ve bucak nüfusunun tamamı bu öğrenimi görecek, yani mecburi olacak
herkese. 10 yaşına geldiği zaman bu çocuk, 3 seneden beri eğitim görmüş
takriben tabi, buna bir temel ehliyet veriliyor. Bu ehliyeti Bucak İlmi Şurası
veriyor. Bucak nüfusunun üçte biri bu ehliyeti almış olmalı, takribi olarak. 15
yaşına geldiğinde
(Muhterem Hocam, Teknik bir arıza
yüzünden bu bölüm anlaşılmadı 3. CD, 11:41) üstün ehliyet, Üniversiteler
Heyetiyle Devlet İlmi Şurası bunu vermeli ve ülke nüfusunun on binde biri de bu
seviyeye gelmiş olmalı takriben. İşte, konuşmuş olduğumuz ilmi düzen, yani okulların
miktarları, konferanslar, ekoller bu hedefi tahakkuk ettirecek şekilde tanzim
edilmiş olmalıdır.
İşte böylece size, bugünkü düzenin
mahsurları nedir? İnsanlık aklını başına toplayıp kendisine mutlaka bir saadet
düzeni kurmalıdır, bu her şeyin temelidir. Bu saadet düzeni hangi prensiplere
dayanacaktır? Kısaca belirtmeye çalıştım. Hiç şüphesiz ki, bu söylediğim bir
ana fikirdir. Bu ana fikrin özeti şudur: İnsanlığa saadet getirecek bir düzen
vardır. Bugün bu ıstırapları boşu boşuna çekiyoruz. Ancak bu ıstıraplar
tesadüfen olmuyor. Bütün insanlığı sömürmek isteyen bir Emperyalizm, bir
Siyonizm var. Onun kontrolünde olduğu için dünya böyle oluyor. İnsanları bu
zulümden, bu istismardan kurtarmak için, mutlaka insanlar Adil Düzene
geçmelidirler. Adil Düzenin içerisinde en önemli bir bölümü Adil İlmi Düzen
teşkil etmektedir. Adil İlmi Düzen de, bu söylediğimiz özelliklere sahip olursa,
bugünkü problemler ortadan kalkmış olur. Hepinize teşekkürlerimi arz ediyorum. Başlangıçtaki
program mucibince, bir kısa aralık verelim. Sonra emrinize amadeyiz. Teşekkür
ederim sayın başkan.
Program Başkanı: Hocamıza teşekkür
ediyoruz. Sayın Hocamızın konferansını büyük bir lezzetle dinledik. Şahsen ben
ilk defa şahit oluyorum Hocamızın dersine. Konferanstan önce çok duymuştum. Hocamızın
üniversitedeki derslerinin hepsini büyük bir lezzetle, büyük bir zevkle
dinlediğini. Şahsen de görmüş oldum. Şimdi sorularınızı bekliyoruz, birkaç tane
Başkan susuyor ve sözü yine Aziz Hocamız alıyorlar:
Açıklanmasına vesile hazırlamış oluyorlar.
Tabi, vakit hayli geçtiği için, yüksek müsaadelerinize sığınarak, mümkün olduğu
kadar özet bir şekilde sorulan sualleri cevaplandırmaya çalışacağım, inşallah. Ve
başka sual soracak arkadaşımız varsa acele etsin lütfen ki enini boyunu bilelim
zaman ayarlamasını böyle yapalım. Başka sual soracak yok. Şu önümüzdeki
suallerle iktifa ediyoruz.
Bakınız, bir arkadaşımız: Sayın Hocam. İnsanlığın ortak malı olduğunu
vurguladığınız ilim, bugün insanlığın başına bela olmuş ve güç ve iktidar sahibinin
malı olmuştur. Bizde Batı uygarlığıyla karşılaştığımız günden bu yana genel
kanaat, Batının teknolojisini, bilgisini alalım, ahlakını almayalım yolunda. Bu
anlayış bugün de sürüyor. Batının bilgi ve teknolojisini aldığımızda, ahlakı
beraberinde geldi. Öyleyse Adil İlmi Düzeninizde bilginin kaynağıyla
hesaplaşarak Batı uygarlığına kökten bir karşı çıkışta mı bulunuyorsunuz? Yoksa
seçmeci anlamda insanlığın ilim mirasını elimize geçirmek için bilgi ve teknolojiyi
biz üretelim mi diyorsunuz? Yani bizim bildiğimiz ilmimiz, atom bombasını,
nötron bombasını yapacak mı?
Önce tabi, bu sual münasebetiyle, iki
noktayı belirtmek istiyorum. Hakikaten insanlık tarihinde, her devirde ilme bazı
katkılar olmuştur. Yalnız, ilmin bir keskin çizgisi vardır. O da, insanlık
tarihinin Müslümanlıktan sonraki dönemidir. İnsanlık tarihinin Müslümanlıktan
önceki dönemindeki ilim, çok basit bir ilimdir. Buna hakiki ilim denemez. Eski
Çinde, Mısırda, Hintte, Yunanda, Romada bir takım ilimlerin bulunduğunu
biliyoruz ancak, bu ilimlerin mahiyeti nedir? Bir inceleme yaparsak şunu
görüyoruz. Mesela Eski Mısırda, astronomiyle uğraşmışlar. Kim? Batlamyus. Uğraşmış
da ne yapmış? Batlamyusun ilmidedikleri şey bir çobanın müşahedesinden başka bir şey değil. Batlamyus, güneşin
şuradan doğduğunu görmüş, ertesi gün bakmış ki başka yerden doğuyor. Tekrar
aynı yerden doğması için bir çetele tutmuş: 270
gün sonra aynı yerden doğar demiş. Batlamyusun papirüs kâğıtlarına çivi
yazısıyla yazdığı, müzelerde, kitaplarda söylenen budur. Bu ne demektir? Eski
Mısırlıların en büyük âlimi, bir seneyi 270 gün zannediyordu, bu o demek. Çünkü
güneşin aynı yerden bir daha doğması, bir yılın geçmesine tekabül ediyor. İşte
İslamdan önce ilmin mertebesi bu. Peki, Müslümanlar gelmiş, onlar da bir
senenin uzunluğunu tespit etmişler. Müslümanlar ne kadar tespit etmiş? İşte,
Endülüsde El-Battani, bin sene evvel, diyor ki: Bir sene 365 gün, 5 saat, 32 dakika, 28 saniyedir. Batılılar 50
sene evvel, onun bu ilimlerini bir harika olarak tasvip ediyorlardı ve
diyorlardı ki: O günkü imkânlarla nasıl
oluyor da böyle bir insan, bugünkü en ileri bilgilerimize nazaran sadece bir
dakikalık farkla senenin uzunluğunu tespit edebiliyor? buna şaşırıyorlar. Ancak
son elli senede yapılan yeni araştırmalar gösterdi ki, meğer senenin uzunluğu da
seneden seneye değişiyormuş ve bin senede de bir dakika değişiyormuş. Yani,
El-Battani, bugünkü bilgisayarlarla hesaplanan sene uzunluğunu saniyesi
saniyesine aynen tespit etmiş bulunuyor. Nasıl? İşte ilim buna denir. Müslümanlar
ilimde, ilmi ilim yaptılar! Yeni çığır açtılar sözü haksızlık olur.
İlmi ilim yaptılar. Onun için Frankfurt da ilimler tarihi profesörü Harbnell,
Müslümanlıktan bahsederken mutlaka önünü ilikliyor ve ayağa kalkıyor. Niçin?
İncelemiş ve Müslüman âlimlerinin ilimde yaptıklarını görmüş, bunun için ayağa
kalkıp selam durmaktan başka şey yapılamayacağını idrak eden olgunlukta bir insan
da onun için.
Müslümanlıktan önce, insanların sayı âlemi
60 da bitiyor. Müslümanlar, eskiden sayı diye bir şey yoktu, İslamdan önce.
İlim demek; ne kadar matematikse o kadar ilim demek. Matematiğin de temeli
sayılar. Peki, Müslümanlıktan önce sayı diye bir şey yok. Demek ki ilim diye
bir şey yoktu aslında. Yani, harfleri sayı yerine kullanıyorlardı Babiller,
Mısırlılar, Romalılar. Ve bunların alfabelerinde takriben 60 çeşit harf olduğu
için, sayı dünyaları da 60 da bitiyor. Hepimiz Romen rakamlarının nasıl
yazıldığını biliyoruz: M, L, C, İ, X. Ne bunlar? Bunlar alfabenin harfi, sayı
değil ki. Çünkü Romalılar sayı diye bir şey bilmez. İstanbul Üniversitesinin
kapısında Romen rakamıyla MCDLIII (1453) yazıyor. Romalılar 1453
yazamazdı, o sonradan, Müslümanlar 1453 yazdığı için ona benzeterek yazılmış
bir yazıdır. Romalıların sayısı 60 da biter. Bazen İki 60, üç 60 diyerek daha
büyük sayıları ifadeye çalışırlardı. Buradan öteye güçleri yetmez. Peki, İslam
geldi, sayılar dünyasını 60 dan 160 a mı çıkarttı, 260 a mı çıkarttı? Nereye çıkarttı?
Sonsuza! 10 tane işaretle bütün sonsuz sayıyı yazabilmeyi Müslümanlar insanlığa
hediye ettiler. Bu ne demek? Bir düşünün. Tam 40 sene evvel, çoğunuzun bildiği
gibi Bendeniz Almanya da bu Leopar Tankları üzerinde çalışırken, oradaki
profesörlerle hep bunları münakaşa etmişizdir. Kendilerine bir gün şu sözü
söylemiştim. Dedim ki: Bak, siz
Batılılar bize bir teknik buluş verdiğiniz zaman patent hakkı istiyorsunuz. Ya
Müslümanlar sizden patent hakkı istese haliniz ne olur, biliyor musunuz? Müslümanların
bizde ne patent hakkı var ki? dediler.Ee, bak şurada markete bir kız çocuğu koymuşsunuz. Sabahtan akşama kadar tıkır
tıkır rakamları yazıyor. Bu rakamlar Müslümanların rakamı. Bizim Batıdan
alınan rakamlar, mağribi Müslümanların, Endülüsün kullandığı rakamlardır ve Müslümanların
rakamıdır. Çünkü Avrupalılar ilimleri Endülüslülerden aldı. Eski yazıda
kullanılan rakamlar ise meşriki Müslümanların rakamlarıdır hepsi
Müslümanlarındır. Avrupalılar bu rakamları aynen taklit ediyor, bu bir.
İkincisi, Müslümanlar 10 tane işaretle sonsuz yazıyı, sayıyı ifade edebilmek metodunu
insanlığa kazandırdıkları gibi, o metot sayesinde toplama, çıkartma, çarpma,
bölmeyi de insanlığa Müslümanlar hediye etti. Ve işte o vakit o profesörlere
demiştim ki: Siz alışveriş merkezinde
topladığınız her topladığınız için çok değil bir para verseniz, her çarpma için
bir para verseniz, bir yılda on tane Parisi on tane Londrayı, on tane New
Yorku verseniz Müslümanların patent hakkını ödeyemezsiniz. Hatta
kendilerine şunu söylemiştim, demiştim ki: Bak,
eğer Müslümanlar sizden patent haklarını isteseler, ayağınızda donunuz bile
kalmaz. Neden? Çünkü her şeylerini Müslümanlara borçludurlar. Her
şeylerini!
Bütün bu bildiğimiz kimya kanunları diye
okuttukları ikinci asırda İbn-i Neccarın koyduğu kanunlardır. İkinci Hicri
asırda. Batılılar bunları Müslümanlardan aldılar. Bak, cebire. Al-Gebra,
Al-Cebir, hepsi Cebir diyor, neden?
Çünkü bu ilmin baştan sona kadar kurucusu El-Cabirdir de onun için. El
Cabirin kitabında üçüncü dereceden denklemlerin çözümü vardır ve küp kök alma
metodu vardır. Bugün zaten cebir olarak üniversitelerin üçüncü sınıfında dahi
okutulan cebir, işte buraya kadardır. Batı bu cebire bir kelime ilave
edememiştir. Müslümanlar, hepimizin bildiği gibi, çığırlar açmışlar. Sıfır
mefhumu, logaritma mefhumu, cebirin bizzat kendisi. Cebir ne demek? Demin de
söyledim; sembollerle düşünme demektir. Eğer bu olmasaydı, hiçbir teknik
gelişme başarılamazdı. Bütün bu temel buluşların hepsini insanlık Müslümanlara
borçludur, baştan sona kadar. Ee, şimdi bu açıklamayı ne için yapıyorum? Bu
sualde muhterem kardeşimiz diyor ki: Biz Batının ilmini alalım. Böyle mi demek
istiyorsunuz? Yoksa işte onu aldığın zaman ahlakı da geliyor. Biz mücerret ilme
sahip olalım bunu mu söylüyorsunuz? Diyor. Bu münasebetle bu açıklamayı yaptım
ki, Batının ilmi diye bir şey yok. Batı aya gidiyor, o ilmin bütün temel
esaslarını Müslümanlar bulmuşlardır. Kullandıkları bütün mefhumlar Müslüman âlimlerinin
mefhumudur. Demin de söyledim, Batı Müslüman âlimlerinin çizdiği kanavanın
içlerini sulu boyayla dolduruyor. Onun dışına çıkamıyor. Niçin? Onun dışına
çıkmak yeni mefhum istiyor. Batının bu yeni mefhumlar için kaynağı yok. Batının
lisanı da müsait değil, inancı da müsait değil.
Batı matematik kafasına gelecek
olgunluğa sahip değil. Çünkü Batının inancında teslis var. Bir insan ki
kendisini teslisle oyalayabilir, Tevhit mertebesine erişmek mecburiyetinde
olduğunu idrak etmez, o zaten akıl baliğ olmamıştır. Batının yapacağı işte bu
kadar, Müslümanlar ne yaptıysa alıp kullanmak. Efendim, aya gidiyor. Gidiyor da, bizim yaptığımız formülü adam
alıp kullanıyor, sahibi Müslümanlar. Füze
atıyor. Yaptığı hesaba bak, hepsinin sahibi Müslümanlar. Biz Batıdan bir
şey almıyoruz. Ecdadımızın malını geri alıyoruz. Bütün müspet ilimler,
Müslümanların malıdır.
İbn-i Neccarın Bağdat da bulunan
kitabında bak, şu kadar size söyleyeyim- ikinci asırdaki bu kimya âliminin müşahede
metodunu, laboratuvar metodunu o kadar geliştirdiği, hatta suni hücre yaptığı
kitaplarında yazılmaktadır. Batının böyle bir noktaya gelmesi için, daha çok fırın
ekmek yemesi lazım gelir.
Müslüman âlimlerin ilimleri nereye
getirdiği henüz incelenmiş ve tespit edilmiş değildir. İbrahim Hakkı Hazretleri
93 tane yeni ilim kurmuş. İşte Tilloda kitaplar duruyor, bunları Batılıların çözmesi
mümkün değil. Bak, İbrahim Hakkı Hazretleri kitaplarının birisinde diyor ki: Ben her sene Nevruzun birinde şeyhimin
üzerine doğmayan güneşi kabul etmem niçin yazmış bunu? Çünkü Şeyh
Fakirullah Hazretleriyle aynı yerde türbesi. Şeyhinin üzerine bir adese
tertibatı yapmış, 500 metre ilerdeki tarlaya da bir ayna tertibatı yapmış. Her
sene güneş doğduğu zaman Nevruzun birinde, Şeyhinin kabrinin etrafında böyle
bir dikdörtgen var, güneş buraya düşüyor, 150 seneden beri. 1951 de Bu türbeyi tamir edelim demişler. Ne
olduğunu bilmedikleri için bozmuşlar. Bir türlü şimdi, 40 seneden beri güneş oraya
düşmüyor. Almanyadan uzman getirdiler, Amerikadan uzman getirdiler, adamlar
diyorlar ki: Bu mümkün değil. Ya bu
mevki bütün kâinatta yıldız sisteminde çok özel bir nokta veya bunun imkânı
olmaz. Çünkü 150 senede güneşin aynı yere düşmesi için güneşin mahreci
değişiyor. Aynı yere düşmesi için bu tertibatın mekanik olması lazım, statik tertibatla
olmaz. Tertibat kendini değiştirirse olur, sabit kalırsa aynı yere düşmez.
Bizim bildiğimiz budur diyor. Ee, köylülerin hepsi biliyor ki, düşüyordu. Aklımız ermiyor diyorlar. Ve tamir
edemediler. Yani Müslümanlar ilmi nereye kadar getirmiştir? Bu, bugün henüz
daha araştırılmış değildir. Şunu demek istiyorum. Bu müspet ilimler Batının
değildir. Bu müspet ilimler bizimdir. Teknoloji de bizimdir aslında. Şöyle ki,
çeliğe su vermekten tut, Harun Reşitin saatinden tut ve Ebu-l İzin sibernetik-otomatik
makinelerine de bir aç bak. 1000 yılında Diyarbakırda bu makineleri yaptı,
saraya gelenlere otomatik robotlardan şerbet veriyor. Şerbeti kendi içiyor
robotun biri, öbürüne sunuyor, Tatlıymışdiyor. Bütün bunların hepsini otomatik olarak yaptırıyor. O makinelerin
içerisine koyduğu su deposundaki suların akışıyla bunları tanzim eden makineler
yapmıştır. Bugünkü sibernetik ilminin kurucusudur. Bu makineleri bir harika
olarak gördükleri için, Almanyadaki Erlangen Üniversitesi onun bir makinesinin
numunesini yapmış, müzesine koymuş. Oksfordda da bir makinesinin modeli var,
müzesine koymuş. Teknoloji de aslında Müslümanlar tarafından geliştirildi, ilim
de. Ama ne yazık ki, şimdi biz, son yıllarda son yüz yılda onlara nazaran,
belki iki yüz yılda, maziyle alakamız koptu ve geri kaldık. Onun için, biz ilmi
alıyoruz ve kendi ecdadımızın malı olarak alıyoruz.
Tabi, Batılıları mutlaka manen terbiye
etmek lazım, onları ıslah etmek lazım. Çünkü onların elinde ilim de silah da,
sadece zulme yarıyor. Kuvveti üstün gördükleri müddetçe, zulümden başka şey
yapmazlar. Bundan dolayı bir benzetmemiz var: Amerikada rodeo var, nedir bu? Vahşi
hayvanları evcilleştirme. Şimdi bu Bush, bir rodeoya benziyor ama üstündeki
adama değil, altındaki buzağıya benziyor. Yani, kuvveti üstün tuttuğu için, oraya
buraya saldırıyor ve laf dinlemiyor ve insanlık bunun için zulüm görüyor. Doğru
yapıyorum zannediyor. Hayır, mutlaka ıslah edilmesi lazım, terbiye edilmesi
lazım. Çünkü kuvveti üstün tutan bir medeniyetin içerisinde yetişmiştir de onun
için. Bu itibarla, Bizim ilmimiz, atom
bombasını, nötron bombasını yapacak mı? diyor. Bu suale cevap olarak
kardeşimize diyorum ki, Amerikadaki hidrojen bombasını yapan enstitünün müdürü
zaten, Müslüman bir kardeşimizdir.
Diğer arkadaşlarımız, birbirine benzer
sualler sormuşlardır. Bir tanesini hemen söyleyeyim, geçeyim: Sayın Hocam, sizin için toplumda gerici bir
imaj yaratılmıştı. Oysa bu konuşmanızda tam tersine, ilerici görüşlerin gerici
olduğu anlaşılmış olmaktadır. Bu nasıl iştir? diyor kardeşimizden bir
tanesi. Demin bir ara bir söz söyledim. Dedim ki: Bu insanlar bizi bırakın da asıl Müslümanlık hakkında kendi kendine
bir kabul yapıyor cahil olduğu için. Sonra kendi kabulüyle Don Kişot gibi güreşip
duruyor. Hâlbuki o kabulünün Müslümanlıkla bir alakası yok. Boşu boşuna Don
Kişot gibi boğuşuyor. Sözde Müslümanlığı tenkit ediyor. Halimiz böylesine
acıklıdır.
Bu
ilmi düzeni, teoriden öteye, pratiğe geçirme durumu nasıl sonuç verecek, tartışılmış
mıdır? Dini düzen her düzeni ortaya koymaz mı? Önce birinci sual için arz edeyim: Bu
söylediklerimiz, 1400 yıldan beri o günün şartlarına göre, birçok yelerde
tatbik edilmiştir. Mesela Bağdatta ilim bu kadar gelişmiş. Neyle gelişmiş? Bu
söylediğimiz ekoller kurulmuş. Bu söylediğimiz özerlik verilmiş. Bütün burada
söylediğimiz temel esaslar o günün şartlarına göre tatbik edilmiş ve ilimde
muazzam bir gelişme olmuş. Bu sebepten dolayı, bu söylediklerimiz teori
değildir. 1400 yıldan beri, birçok yerde tatbikatı olmuştur. Ancak bugünün
şartlarında bunların yeniden tatbik edilmesi insanlığın zaten kurtuluşu
demektir. Bu tatbikat nerede olacak? Nasıl olacak? Bak, bugün birçok adaylar
meydana geldi. Bugüne gelinceye kadar bu işin talibi yoktu. Hâlbuki şimdi, şu
anda mesela Yugoslavyanın Bosna Hersekinde şahsi dostumuz, arkadaşımız ve
Refah Partisinin yıllık kongresine gelip iştirak etmiş olan, şu geçtiğimiz 5 ay
önce, İzzet Begoviç, oyların %60ını alarak Bosna Hersek Cumhurbaşkanı
olmuştur. Parlamentoda mutlak çoğunlukları vardır. Ve bize, bundan önce, iki ay
öncesine kadar Hocam, siz sakın
Yugoslavyaya gelmeyin, hepimizi hapse attırırsınız! diyordu. Şimdi iki
aydan beri İlla, ne zaman geleceksiniz?diyor. Ve bunun için istiyor. Gelin, bütün
yetkiler elimizde, altyapılar da var. Adil Düzeni önce bizde tatbik edelim!diyor. Öbür taraftan Rusyadaki 5 tane cumhuriyet: Azerbaycan, Türkistan,
Kırgızistan, Kazakistan, bunların da hepsi ısrarla Artık özerkliğimize kavuştuk, tamamen ekonomimizi ve diğer
hususlarımızı tanzim etme imkânına sahibiz. İlla, uzman arkadaşlarınızla gelin,
önce bunu burada tatbik edelim! diyorlar. Ee, Afganistan, inşallah şimdi
yakında Afganistanda bir devlet kurulacak, hakkı üstün tutan bir devlet. Ee, o
devlette de mutlaka Adil Düzen kurulsun istiyorlar. Şimdi dünyanın birçok
yerlerinden buna ısrarla talepler geliyor. Bildiğiniz gibi, bunları biz sadece Müslüman
ülkelerde değil, Batıda da bütün profesörlerle münakaşasını yapıyoruz iki
yıldan beri. 10 Ocak günü, Almanyada yapılan bir münakaşaya birçok Alman
profesörler geldi ve Almanyanın Ekonomik Düzenler Kürsüsünün başkanı geldi, Profesör
Nimhans. Kendisi, o toplantıda yaptığı konuşmada, karşısında bugünün Almanyanın
erhardı dedikleri Hans Wilgero, Kilisenin Ekonomi Başuzmanı Jansen, bütün bu
şahısların karşısında: Ben, Ekonomik
Düzenler Kürsüsünün başkanıyım. Bu işin profesörüyüm. Ekonomik düzenleri şu
kriterlerle ölçeriz. Bu kriterlere vuruyorum. İki günden beri dinlediklerimle en
mükemmel bir sistem olduğunu görüyorum. Bunun başlı başına bir sistem olduğunu sizlere
ispat etmek için bu ilmin sahibi olarak, hiç uzun boylu konuşmama lüzum yok!dedi. Ve bir cümleyle onlara cevap verdi: Bakın,
kominizim, hem faizi hem kârı yasaklıyor. Kapitalizm, hem faizi hem kârı mubah
sayıyor. Ama bunların getirdikleri sistem, kârı uygun görüyor, faizi
yasaklıyor. En azından matematik olarak bir alternatiftir. Bu alternatifin mutlaka
baştan sona kadar incelenmesi lazım gelir. Bir ilim adamı olarak hepinize bunu
tavsiye ediyorum! dedi. Ve kendisi de ölçülerini koydu. Bir ekonomi, halkın ne kadar çoğunu üretime
sokuyorsa, üretimi ne kadar ucuza mâl ediyorsa, şu, şu, şu 12 tane kriterler
ölçüyorum, hepsinden bu getirilen nizam tam numara alıyor! dedi. Biz de
onun yakasına Milli Görüş rozetini taktık, on bin tane dinleyici de, seyirci de
salonu yıkarcasına alkışladı. Bir insan
bu görüşte olursa biz ona Milli Görüşçü deriz! dedik. Bu rozetle de iftihar ediyorum! dedi, yakasına taktı. Yani, şimdi
Milli Görüş, bütün insanlığın malı oluyor, Adil Düzen.
Rus elçisine, 15 Ocakta, 15 Şubatta
brifing verdik. Şimdi 15 Martta üçüncüsü verilecek. Dördüncü brifing de Gorbaçova
verilecek. Neden? Çünkü Ruslar kapitalizmi çarlık zamanında denediler, bir
felakete gittiğini gördüler. Komünizmi 70 senedir denediler, bunun da bir diğer
felaket olduğunu gördüler ve bir çözüm arıyorlar. İşte Rus elçisine uzmanlarla
beraber 2 defa dört buçuk saatlik yaptığımız brifinglerde adamın söylediği söz
şu: O kadar önemli şeylerden
bahsediyorsunuz ki, ben mutlaka, kesinlikle insanlığın saadetinin burada
olduğuna inanıyorum. Çünkü kapitalizmi denedik, komünizmi denedik. Sizin bu
anlattıklarınız neye dayanıyor? Hakikaten hakkı üstün tutup hakkı gerçekleştirme.
Elbette saadete böyle ulaşılır. Mutlaka insanlık, bir an evvel işini gücünü
bırakmalı, bunu tatbik edip geliştirmelidir! diyor.
Demin size dedim ki, bakınız, bir kapalı
dönemden bir aydınlık döneme geçiyor insanlık. Bulunduğumuz nokta budur. Yavaş
yavaş, hele bir yerde kurulduğu zaman bütün ülkeler bunlara sahip çıkacaktır. Çünkü
insanlık hakikaten saadet düzeni arıyor ve bu çekilen sancılar zaten bunun
sancısıdır. Bu bir yerde tatbik edildiği zaman, elbette tatbikatta bir takım
geliştirmelere ihtiyaç olacaktır. Bakınız, komünistler 70 sene komünizmi tamir
etmek için uğraştılar. Sonra baktılar ki tamir götürmüyor. Ama eğer bu insanlık
10 sene, 20 sene, 30 sene, 40 sene bir Adil Düzeni kurmak için uğraşırsa buna
değer. Çünkü bir defa düzen kuruldu mu insanlık 1000 sene saadete kavuşur. O
itibarla bu konuştuğumuz konu insanlığın temel meselesidir. Ve inşallah, bir
noktadan başlayıp yayılacak. Biz temenni ediyoruz ki bunun ilk tatbikatı önce Türkiyede
olsun. Seçimler olsun, Refah Partisi iktidar olsun, kolları sıvasın ve bu
milletin 60 milyon insanı şu işsizlikten, şu enflasyondan, şu sömürüden
kurtulsun ve bu örnek bütün insanlığa yayılsın.
Diğer bir soru: Dini düzen her düzeni orta yere koymaz mı? diye bir soru burada
sorulmuş bulunuyor. Bu sorunun cevabı olarak, altına arkadaşımız ismini yazmamış,
önemli değil. Sadece bir noktayı belirtmek istiyorum. Bakınız, Matta İncilinde
bir söz var. Bu söz şunun için yazılmış Matta İncilinde. Diyor ki: Havariyun, İsa Aleyhisselamın ayrılacağını
duyduğu zaman çok üzüldü. İsa Aleyhisselam, onları teselli etmek için dedi ki:
Benim gitmem lazım ki, her şeyi tanzim edici gelsin. Her şeyi tanzim
edici nedir? İslamdır. Bütün temel hak prensipleri koymuştur. Bütün mesele,
hakkı üstün tutan zihniyeti kabul etmek ve o çağın gereklerine göre o
prensipleri uygulamaktır. Bu, her bakımdan insanlara saadet getirir. Bunun içerisinde
Dini Düzen diye ayrıca bir düzen vardır bu genel düzenin içerisinde. Bu genel
düzenin içerisindeki Dini Düzenin manası şudur: Siz, Hakka istinat eden bir
düzen kurdunuz. Bu düzenin içerisinde, toplum düzeninde o topluma iyi insan
yetiştiren bir insan fabrikasyonu lazım. Tıpkı inşaata iyi tuğla yapacak
fabrika gibi. Topluma da iyi insan yapacak bir insan fabrikasyonu lazım. İşte
Dini Düzenin dar manası, insan fabrikasyonu demektir. Genel düzenin içerisinde ayrıca
bir dini düzen olacak. Bütün genel düzen hakka dayandığı halde, o hakka dayanan
genel düzenin içerisinde bir dini düzen olacak, ahlaki düzen. Bu düzen o
topluma iyi insan yetiştirecek. Bu fabrikasyon düzeninin adı ahlaki ve dini
düzendir genel düzenin içerisinde. Bunun için, dini düzen dediğimiz zaman hakkı
üstün tutma sıfatını sadece ona verip öbürlerinden almıyoruz. Hepsi hakkı üstün
tutuyor. O hakkı üstün tutan düzenin içerisinde bir de dini-ahlaki düzen var
ki, topluma iyi insan yetiştiriyor. O fabrikasyonun adı, dini ve ahlaki
düzendir.
Bütün bunlardan sonra, arkadaşlarımızın
bir tanesi de bir sual sormuş. Şimdi bekliyordur herhalde. Acaba Hocam bu konuya dokunacak mı? diye. Buradaki konumuzla
alakalı olmamakla beraber, mademki sordunuz ve biz de herkese hakkını verme
düzeninden bahsediyoruz, bir kelimeyle dahi olsun temas edelim. Bu da sonuncu
konumuz oluyor. Kamuoyunu sürekli meşgul
eden bir konu var. Irak içişleri bakanı Tarık Azizin Hristiyan olduğu
söylenmektedir. Gerçekten Tarık Aziz Hristiyan mıdır? Irak Devlet Başkanı Sayın
Saddam Hüseyin hakkında biraz bilgi verir misiniz? Saddam Hüseyin İslam Âlemini
düşünerek mi bu savaşı başlattı? Körfez Savaşı nasıl sonuçlanacaktır? Bu
sonuçtan İslam Âleminin kazancı veya kaybı ne olacaktır? Şimdi tabi,
bildiğim kadarını söyleyeyim. Tarık Aziz din itibariyle bir Hristiyan kimsedir.
Irakın bugün içerisindeki Saddam Hüseyin şöyledir böyledir, zannediyorum ki şu
savaş karşısında bunların üzerinde durmakta bir yarar yoktur. Neden? Çünkü şu
anda bir savaş var. Bu savaş, Siyonizmin Müslümanları yok etme savaşıdır. İçindeki
şu insan şöyle olsa ne olur? Bu insan böyle olsa ne olur? Biz o teferruata
dalarsak savaşın bütününü kaybederiz. Hatta bilmeden Siyonizme hizmetkâr hale
düşeriz. Onun için yukarıdan bakmak mecburiyetindeyiz. Theodor Herzl 1897de
planını yaptı. Dünya Siyonizmi birinci adım olarak İsraili kuracak. İkinci
adım olarak Büyük İsraili kuracak. Üçüncü adım olarak Müslümanlık yeryüzünden
kaldırılacak ve Siyonizm dünyaya hâkim olacak. 1897 / Basel. Elli senede
birinci adımı attılar. Şimdi yüzüncü sene geliyor. Mutlaka Büyük İsrailin
kurulması esastır. Haziran 1990da Bağdatta İslam âleminden davet edilen 1000
kadar davetlinin içerisinde biz de vardık. Devlet adamları, fikir adamları,
siyaset adamları davet edilmiş idi. Bu toplantı iki gün sürdü, birinci gün Saddam
Hüseyin bir açılış konuşması yaptı ama ikinci gün geldi bir konuşma daha yaptı.
Ve özür dileyerek konuşmaya başladı. Dedi ki: Ben dün vaktinizi aldım, bugün tekrar neden geliyorum? Çünkü dün biz
burada toplandığımız zaman Amerikada da Yahudi Lobisi toplanmıştı. Dün akşam
benim istihbarat teşkilatım onların aldığı kararları bana bildirdi. Hazır siz
buradayken ben de size duyurmayı bir vecibe saydım. Onun için biraz daha
vaktinizi alacağım dedi, kararları okudu. Bu kararlar, Haziran 1990daki
Milli Gazetede neşredilmiştir. Yani 2 Ağustostan iki ay önce. Henüz Irak,
Kuveyti işgal etmemiş. Ne diyor Amerikadaki Yahudi Lobisi? Dengeler değişti. Şimdi İsrailin emniyeti
bakımından tehlikeli bir durumdayız. Bunun dışındaki Müslüman ülkeler
birleşirlerse, İsrail burada tutunamaz. Irak, 100 milyar dolar para harcadı, yeni
silahlarla kendini takviye etti. Onlar söylüyor. 8 sene İranla harp etti, hap tecrübesi kazandı. 2 yıldan beri
ordusunu terhis etmedi. 1 milyon kişiyi silahaltında tutuyor. İşte bu, İsrail
için büyük bir tehdittir. Mutlaka Irak gücünün ezilmesi lazımdır. Haziran
1990, onun için, Kuveyt meselesi çıkmasaydı dahi, Amerika mutlaka Irakı ezmek
isteyecekti. Zaten Irakı Kuveyte saldırtan gene Amerikadır. Çünkü
Bağdattaki Amerikan kadın elçisi: Neden
Kuveyti almıyorsun? dedi. Bush da Kuveyt emirine: Sakın, Saddamın isteklerini kabul etme dedi. Irakı İrana
saldırtan da Amerikadır, Siyonizmdir. Çünkü İranda Humeyni inkılabı olduğu
zaman: Aman bunlar İslama dönecek. Bunu
önlemem lazım! Neden Siyonizm Müslümanlığı istemiyor? Çünkü Müslümanlık,
Hakkı üstün tutuyor: Kimse kimseyi
sömürmeyecek, herkese hakkı verilecek! diyor. Hâlbuki Siyonizm: Herkes bizim kölemiz olacak. Müslümanlık
zihniyetini ortadan kaldırmadan, biz dünya hâkimiyetine ulaşamayız! buna
inanıyor. Onun için Müslümanlığı ortadan kaldırmak istiyor. Şimdi bu Türkiyede
ne yaptığını bilmeyen birtakım solcular, şunlar bunlar, 1 buçuk metrelik türbana,
ne kadar büyük düşmanlık gösteriyor. 1 buçuk metrelik bezden korktuğu için mi
gösteriyor bunu? Hayır, Siyonizmin tesiri altında kaldığı için. Çünkü Bugün türban, yarın Cuma Namazı, ya öbür
gün bu insan Müslümanlık inanışını öğrenirse? O zaman biz sömürüyü nasıl
yürüteceğiz? Oraya giden yolları baştan keselim! İşte, Siyonizmin
zihniyeti budur. Buna alet olanlar da bilmeden Siyonizme alet oluyor. Hem Hürriyetçiyim diyor hem de
başörtüsüyle uğraşıyor. Neden? Siyonizmin tesiri altında ne yaptığını bilmiyor
da onun için. Yani, dünyada bir Siyonizm var. Dünya hâkimiyetini kurmak
istiyor. Müslüman ülkeleri birbirleriyle harp ettiren budur. Çekileceğim Kuveytten, şart da koşmuyorumdedi, iki saatte çekildi. Hayır, çekilsen
de seni ezeceğim. Bütün bunlar neyi gösteriyor? Siyonizm nedir? Bunu
gösteriyor. Bu şartlar altında, 6 aylık bir dönemde bir türlü barış yaptırmadı.
40 gün esnasında da 5 yıllık 2. Cihan Harbinde atılan mermilerin beş mislinden
fazlasını attı. Bu ne hınç, bu ne kin? Öyle mermi atıyor ki, sığınakları
deldiriyor. İşte gazetelerde resimler. Evlenme çağına gelmiş bir kız çocuğu, bir
bacağını kopartmış. Kim? Bush. İşte Siyonizm budur! Görüyorsunuz: Bir tane canlı varlık kalmayacak!diyor. Şimdi gözümüzün önünde böyle bir cinayet işlenirken: Acaba şu Iraktaki şu adam şu muydu? Öbürü
bu muydu? Bunu incelemenin sırası mı, vakti mi? Öyle olsa ne olur, böyle
olsa ne olur? İlk yapılacak iş: Önce bu cinayetleri durdurmaktır. Bu Siyonizmi
bu Müslüman Ülkeler bölgesinden dışarıya def etmek. Sonra Müslüman Ülkeler
arasındaki meseleler nasıl olsa hallolur! Onlar, Müslüman Ülkelerin kendi
meseleleridir. Ama bugün Müslüman Ülkeler kendi meseleleriyle uğraşacak noktada
değiller ki.
Gelmiş dışarıdan, adam yok edecek. Ve
bütün bunların yapılışının hedefi nedir? Kimse
benim emrimden dışarı çıkmayacak. Hepiniz emrime uyacaksınız. Ben Rusya
meselesini hallettim. Tek devlet olacak, ben ne emredersem o olacak. Peki, sen emret de olsun desen ne
yapacak? Şuradaki 3 trilyon dolar
değerindeki rezerv petrolü ben alacağım. Ee? Bunu Rusyaya kredi diye vereceğim. Rus halkını da köle gibi
kullanacağım. Bize yaptığını Rusyaya da yapacak. Ne yapıyor bize? Suudi Arabistanın,
Kuveytin 700 milyar doları var Amerikadaki bankalarda. 50 milyar dolar Suudi
Arabistanın parasını bize veriyor. Senede 8 buçuk milyar dolar faiz alıyor. Bu,
Suudi Arabistanın parası. Yarın Refah Partisi iş başına gelse Amerikaya: Çekil aramızdan. Sen ne arıyorsun aramızda
ya? Biz niye Suudi Arabistanın parası için sana 8 buçuk milyar dolar faiz
verelim? diyecek. 8 buçuk milyar dolar faiz ne demek? Bizim yıllık
ihracatımız 12 milyar dolar. Bütün Batıya yaptığımız 8 buçuk milyar dolar
tutmuyor. Demek, 60 milyon insan aç kalıyor. Elbisenin iyisini biz giymiyoruz,
onlara satıyoruz. Portakalın iyisini biz yemiyoruz, onlara veriyoruz. Ve bütün
bunları da bedavaya veriyoruz. Çünkü verdiklerimizin yekûnu 8 buçuk milyar
dolar tutmuyor. Sözde bunun parasını gönderiyormuş gibi gösteriyorsa da arka
kapıdan daha çoğunu alıyor. Bu kölelik değildir de nedir? Bir ay önce Mısır
milletvekilleriyle konuşuyorduk. Biz de
50 milyar dolar borç verdi, ama bizden 7 milyar dolar faiz alıyor. Demek ki
size biraz daha insaflı davranıyormuş dedim kendilerine. Yoksa aynı
zihniyet. Müslümanların parasını alıyor, insanları esir olarak kullanıyor. İşte
Siyonizm budur. Bu olaylar karşısında bütün insanlığın bu zulümden kurtarılması
lazım, bütün insanlık. Ondan dolayıdır ki, insanlığın meselesi bugün Saddam
değil, insanlığın meselesi Bushtur, Bush. Bu adam ne olacak? Nerede
dizginlenecek? Nerede bu adamın zulmünden bu insanlık kurtulacak? Asıl bütün
insanlığın uğraşması lazım gelen mesele budur. Nasıl olacak? Diyor. Allah büyüktür. Bak, Amerika harpten sonra
yaptığı her iki savaşı da kaybetti. Vietnamda da yenildi, Korede de yenildi. Şimdi
burada eğer biraz mukavemet olursa bu muhallebi çocukları gene Annee diye bırakıp kaçacaklardır Allahu
âlem. Ve tabi bunu temenni ediyoruz. Çünkü Kuveyti kurtarmak Müslümanlar için
bir iş değil, her zaman kurtarılır. Mühim olan, Siyonizmin haddini bilmesidir.
Eğer buradan bir zaferle çıkarsa, kimseyi konuşturmaz, kimseye hak tanımaz. Ve
sadece yeryüzünü zulüm kaplar. Onun için, Cenabı Hak bütün insanlığın
yardımcısı olsun.
Tabi, müsaadenizle, şu cümleyi
söylemeden yapamayacağım. Bütün bu işlerin çözümü de ne Amerikadadır, ne
İsraildedir, ne Iraktadır; bütün bunların çözümü Türkiyededir. Eğer Türkiye
şuurlanırsa, İsrail böylece şımarıkça hareket edemez. Türkiye şuurlanırsa,
Müslüman ülkeler bu dağınıklıktan kurtulur, mıknatıslanır ve bir araya gelir. Türkiye
şuurlanırsa, dünyanın dengesi değişir. Bu sözü de ben söylemiyorum, Alman Parlamento
Başkanı Von Hassel söylüyor. Aman şu
Türkiyeyi önümüzdeki seçimden evvel Ortak Pazara alın! diyor. Die Welt
Gazetesindeki makalesini okumayanlar okusun. Ondan önce alın, İsraille birleştirin. Ve böylece, Türkiyenin tekrar
Müslüman ülkelerle bir araya gelmesini önleyin. Yoksa Refah Partisi her gün
güçleniyor. Geç kalırsanız, 60 milyonluk Türkiye 1 buçuk milyarlık İslam âlemine
bir motor gibi bağlanırsa bunun vebalini hiç biriniz üzerinize alamazsınız. Yalvarıyorum
size, fırsatı kaçırmayın! diyor. Die Welt Gazetesinde Von Hassel. Eski
Şirezzig Holstein Başbakanı ve Alman Parlamento Başkanı. Türkiye uzmanı diye
tanınan bir insandır, söylediği de doğrudur. Ve inşallah, korkunun da ecele
faydası yoktur. Allah hayırlı günler versin. Muhterem Başkanımıza da teşekkür
ediyorum tekrar.
İZLEMEK İÇİN: