Anasayfa » ERDOĞAN’I NASIL BİR AKIBET BEKLEMEKTEYDİ?

ERDOĞAN’I NASIL BİR AKIBET BEKLEMEKTEYDİ?

Yazar: yonetici
0 Yorum 290 Görüntüleyen

ERDOĞAN’I NASIL BİR AKIBET BEKLEMEKTEYDİ?

 

Kavganın hedefi yerel seçimlerden öte, kimin Cumhurbaşkanı olacağıydı. Ayrıca bir diğer konu da Başbakan Cumhurbaşkanı olursa AKP’nin başında kimin oturacağıydı. Anlaşılan bu kavga bitmeyecek daha da hızlanacaktı. Kim bilir belki de erken seçim kararı alınacak, Recep Bey Cumhurbaşkanı adayı olacaksa herhalde genel seçim ile cumhurbaşkanlığını birleştirmeye çalışacaktı. Ama aday olmayacaksa genel seçimi 2015’e sarkıtacaktı.

Erdoğan’a Köşk yolunu BDP mi açacaktı?

Başbakan Erdoğan’ın köşk yolunda ittifaka ihtiyacı olduğunu belirten bazı yazarlar, AKP’nin BDP ile paslaşacağı yorumunu yapmıştı. Çünkü BDP’nin AKP’den beklentisi vardı. Diyarbakır Belediye Başkanı seçilen BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak seçim öncesinde “kazandıkları yerlerde ‘özerklik inşasına’ başlayacaklarını” duyurmuşlardı. Bu ihtimalin 26 Şubat MGK toplantısında konuşulduğu da basına yansımıştı. PKK lideri Abdullah Öcalan, 21 Mart’ta Diyarbakır’da okunan Nevruz mesajında diyalog sürecinin devamı ve ‘200 yıllık’ zincirin kırılması için, öncelikle diyalog muhatabının, yani Erdoğan hükümetinin güçten düşmemesi gerektiğini gayet açık bir ifade ile vurgulamıştı.  Erdoğan’ın BDP ile Cumhurbaşkanlığı hedefiyle (kendisi ya da Gül için) girebileceği bir ittifak ya da paslaşmayı kendi tabanına anlatmak için, yine sihirli reçetesini cebinden çıkarırdı. Erdoğan’ın sihirli iktidar reçetesi, her seçimden önce bir zıtlaşma konusu bulmak ve seçim kampanyasını bunun üzerinden yürütüp hedefe ulaşmıştı. Son seçimde bu Gülenciler, daha önce de asker olmaktaydı. Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi zıtlaşma konusu belki de (Dışişleri’ne casusluk suçlaması üzerinden) bir yanıyla Gülencilere, diğer yandan ‘Rojava’ üzerinden Kürt sorununa bağları mevcut Suriye olacaktı. Ya da mesela AB ile Gümrük Birliği tartışılmaya açılacaktı. Ve tabi her şeyden önce Allah’ın taktir planını ve milli odakların hazırlıklarını da hesaba katmalıydı!..

Aksi halde bölünme kaçınılmaz olacaktı!

Bunlar Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluklarını yapmışlardı, dilimizin bile dönmediği rakamlarla rüşvet çarkını çalıştırmışlardı; bu çok önemli, ama şimdiye kadar hiçbir hükûmet bölücülüğe bu kadar kapı aralamamıştı. Çözüm planları, barış nutukları, kan akmıyor! edebiyatı.. Bütün bunlar “özerklik” oltasına takılan yemler olmasındı?! Bölgeyi PKK’ya teslim ettikten sonra, artık niye çatışma yaşansındı… Zaten şimdiye kadar saldırılar, bölgeye hâkimiyet kurmak için yapılmamış mıydı? AKP Hükûmetinin eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin bile bu konudaki çok ciddi endişelerini yansıtmaktaydı, tespitleri haklıydı.

KONDA’nın “Yerelde ana muhalefet BDP olmuştur” yorumları!?

Seçim sonuçlarını iyi tahmin eden araştırma şirketlerinden KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır’ın BDP’nin seçimlerde önemli başarı sağladığını belirterek, “Yerel yönetimlerde ana muhalefet BDP’dir” açıklaması anlamlıydı. Fırat Haber Ajansı’na konuşan Bekir Ağırdır’ın: “Son 2 yıldır ülkedeki bütün çalkantıya rağmen BDP’nin, genel siyaset söylemi ve siyasi taktikler olarak da oldukça mesafe kat ettiğini düşünüyorum. Oydan bağımsız olarak; Türkiye’de siyasi alternatif olma yolunda önemli mesafe aldığını görüyoruz” sözleri, PKK’ya özerklik karşılığı, BDP’nin Recep Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığını destekleyeceği iddialarına kuvvet kazandırmaktaydı. Bu arada Fatih Altaylı “Üç bölgeli Türkiye’de her parti işini başarmış”!? yazısında “Ancak bu sonuçların ortaya koyduğu sosyolojik ve siyasi bir gerçek var. Artık Türkiye’deki 4 büyük partinin üçü “bölgesel” parti olmuş. Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye’nin “Batı”sının partisi haline gelmiş. Milliyetçi Hareket Partisi, Türkiye’nin ortasının partisi haline gelmiş. BDP ise zaten Türkiye’nin Doğu’sunun partisiydi.”[1] diyerek, Türkiye’nin resmen olmasa da fikren ve fiilen parçalandığı gerçeğini ve bunun normal sayılması gereğini kafalara işlemeye çalışmaktaydı.

Ceylanpınar seçimleri için sarsıcı iddialar ortaya atılmıştı!

Seçim sonuçlarının çok şiddetli çatışmalara sahne olduğu Urfa Ceylanpınar’da Kürtler sarsıcı iddialarda bulunmuşlardı. Belediyenin, Hükümetin Suriye ve Rojava politikasının gereği olarak AKP’ye verildiği konuşulmaktaydı. BDP’li İsmail Arslan’ın 755 oy farkla başkanlığı AKP adayı Menderes Atilla’ya kaptırmasının ardından başlayan gerginlik sonucu çevrilmiş durumdaydı. İlçede bir ay boyunca tüm gösteriler yasaklanmıştı. AKP’nin seçimlerde hile yaptığı iddiası ve BDP’nin yeniden sayım talebinin reddedilmesiyle tırmanan olaylar ilçede OHAL tartışmalarına kadar uzanmıştı.

BDP cephesinden yükselen itirazların somut olarak yoğunlaştığı iki nokta vardı. İlki binlerce BDP oyunun yakıldığı iddiasıydı. Bu iddiayı destekleyen çok sayıda fotoğraf ve tanıklık sosyal medyada dolaşıma girmiş durumdaydı. Diğeri ise Suriye sınırındaki ilçede üç bine yakın Suriyelinin oy kullandığı iddiasıydı. Seçim sonuçlarının maniple edildiği iddiası bunlarla da kalmamıştı. BDP içinde ve sosyal medyada Kürtler arasında dolaşımda olan asıl iddia devletin Ceylanpınar seçimlerine Suriye stratejisi gereği el koyduğu yolundaydı. Suriye sınırındaki Ceylanpınar, PYD’nin kontrolüne geçen Serekaniye’nin komşusu sayılırdı. Kürtlerin “Serêkaniya serxetê” dediği Ceylanpınar bu anlamda hem Türkiye hem El Kaide hem de PYD için stratejik bir konumdaydı. Rojava Kürtleri ile El Kaide arasındaki çatışmaların yoğunlaştığı noktalar arasında Serekaniye cephesinin özel bir yeri vardı. Türkiye’nin Suriye muhalefetine verdiği desteğin en kritik noktalarından olan Ceylanpınar’ın BDP’nin elinden alınması bu anlamda AKP’nin Suriye politikasına katkı sunacak bir öneme sahip olduğu açıktı. AKP’nin Ceylanpınar adayı Menderes Atilla’nın siyasi kimliği de bu iddiaların bir diğer parçasını oluşturmaktaydı. Kürt medyası Atilla’nın El Kaide’ci olduğunu iddia ederken Hükümetin Suriye politikasının bir parçası olarak kendisini belediye başkanı adayı yaptığı tezini savunmaktaydı. Yani Türkiye’yi Suriye’ye saldırtmanın alt yapısı hazırlanmaktaydı.

Çok kötü şeyler! (mi olacaktı?)

Cemaatin önde gelen isimlerinden biri “iktidar-cemaat” kapışmasının başladığı ilk günlerde “Çok kötü şeyler olacak” demek suretiyle uyarmıştı. Demek ki bu zat-ı muhterem cemaatin biraz üzerine gidilince “neler yapabileceği” konusunda bir hayli bilgisi varmış! Nasırına basılması durumunda cemaatin neler neler yapacağı hakkında “detaylı bilgisi” olmasa böyle bir iddiada bulunmazdı. Doğru, İktidar cemaatin dershanelerine dokunmamış olsa belki de cemaat iktidara karşı savaş açmayacaktı! Hürmet ve muhabbet baki kalacaktı. Ama iktidar cemaatin nasırına bastıkça cemaat de iktidarın zaaflarını bir bir ortaya dökmeye başlamıştı! Anlaşılan taraflardan birinin nefesi tükeninceye kadar birbirini rahat bırakmayacaklardı. Korkarız ki bu kapışma sürdükçe iş “ulusal boyutlarda” bir kriz olmaktan çıkıp “uluslararası boyutlara” da ulaşacaktı! Ve bugün “paralel yapının işi” diye düşünülen pek çok tezgâhın altından “uluslararası güçler” çıkacaktı! Bu noktada İsrail’in eski Dışişleri Bakanı Tzipi Livni’nin “İsrail ile yollarını ayıran devlet bedelini öder” açıklamasını hatırlatmak yararlı olacaktı![2]

Hayrettin Karaman seçim sonrası “Ne değişti?” başlıklı yazısında:

“Cumhuriyeti kuranlar dini, düşünceyi, medeniyeti, her şeyi, Batı örneğinde kökten değiştirmeye karar verdi. Asırlarca İslam merkezli bir medeniyet ve kültür içinde yoğrulmuş bir milletin akşam Osmanlı yatıp sabah Batılı kalkması elbette mümkün değildi, direniş tabii idi. Kültür değişimi cebrî olduğu için direnişin eğitim ve ikna yoluyla değil, şiddet kullanılarak kırılmasına karar verildi. Astılar, kestiler, zindanlarda çürüttüler, haklardan mahrum ettiler…” demekteydi, oysa şimdi desteklediği AKP de kurulduğu günden itibaren ilk iş olarak “Millî Görüş” gömleğini çıkardığını ilan etmişti. Yani İslami ve milli temelleri inkâr ederek dolayısıyla Batı sistemini benimseyerek işe girişmişti. “Adil (Ekonomik) Düzen”e yani Kur’an merkezli bir medeniyet projesine -Başbakan’ın ifadesiyle- başından itibaren karşı gelinmişti. Hayrettin Karaman da Erbakan’ı “Adil (Ekonomik) Düzen”den vazgeçirme “raporları” yazan 14 kişilik akademisyenler heyetinin içinde değil miydi?!. Daha da vahimi, AKP 12 yıldan beri, “ne isterlerse verdiği” Cemaat/Camia ile birlikte, hem de “Millî Görüş ve Adil (Ekonomik) Düzen” karşıtı olarak, AB ve ABD başta olmak üzere “BATI’NIN BÂTIL SOKAKLARINDA” deli danalar gibi dolaşanlar değil miydi?

Evet, 12 yılda Kur’an temelli ve İslam hedefli hangi proje üretilmişti? Faizci ve zina serbestçisi, “aile ve ahlâk” başta olmak üzere devlet ile toplumun dinî-ilmî-iktisadî-siyasî” bütün temel direklerini “tahrip edici bir AKP’yi bir İslam âlimi nasıl desteklerdi? Aslında her günümüz `seçim günü’ gibiydi ve her günümüz HAK ile BÂTIL arası bir tercih imtihanımızın süreciydi!

“Uzun adam; 3 Ekim 1999 yılında saat 13.00’de Tekirdağ’da bir iş adamının evinde, yanında çeşitli belediye başkanları, milletvekilleri ve o bölgeden teşkilat mensuplarıyla toplantı yapmıştı. Bu toplantıyı daha sonra Ertuğrul Özkök köşesine taşımıştı. Uzun adam bu toplantıyı yaptığı saatlerde, savunan adamın (Erbakan Hoca’nın) tek gayesi vardı, İslam birliği ve insanlığın saadeti için çalışmaktı. Uzun adam; “ben de lider olacağım” gayesiyle bu toplantıyı yaparken, Haklı ve hayırlı bir davayı ve camiayı parçalayıp Müslümanları zayıflatırken, savunan adam birlik ve beraberlik içinde olabilmenin gayretiyle çırpınmaktaydı. Uzun adam (Recep Erdoğan) o toplantıda şunları konuşmuşlardı:

1. Erbakan’la hiç bir ortak yanım yoktur. Bundan sonrada olmayacaktır. Çünkü o liderse ben de liderim, ayrılma kaçınılmazdır.

2. İslam’da devlet yoktur, ferdin Müslümanlığı vardır. (Protestan inancına göre bu böyle ve11 yıldır yapılan, ılımlı İslam’ın yayılması değil mi?). Biz otuz yıl boyunca kandırıldık.

3. Faiz diye bir problemimiz yok, sizin bu söyleminiz bizim iktidarımızı engelliyor. Boş hayal ve hevesler bırakılmalıdır, çünkü faiz bir realite olarak uygulanmaktadır.

4. Biz derin devletin çizdiği sınırları aşmayacağız, onlarla ters düşmeyeceğiz. “İslam Birliği ve Adil Düzen” gibi sloganik iddiaları bırakacağız.

5. ABD ve İsrail dostluğu olmadan olmaz. Biz onlarla dost olacağız; Dünya Düzeni ile uyuşacağız.

6. Ben artık Milli Görüşçü değilim o gömleği çıkardım, yeni bir anlayışla ve farklı bir kulvarda yol alacağız.[3]

Bir zamanların İslam köylü ve nurlu Süleyman’ı Demirel’in başındaki Adalet Partisi (AP)’nin yerinde bugün AKP bulunuyordu. 37 yıl sonraki tarz da, üslup da propaganda da, tavır ve tutum da, tıpa tıp aynı oluyordu, tek fark AP ile AKP arasındaki ‘K’ harfiydi. 

Milli Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan 18 Ekim 2011 (Saadet Partisi Genel Başkanı seçildikten hemen sonra yapılan) GİK Toplantısında Yaptığı Konuşmasında:

“Önümüzdeki seçime aslında üç tane parti girecektir. Halk Partisi, AKP, Saadet Partisi. Halk Partisi yıllarca yaptığı icraatlar dolayısıyla mühürlenmiştir. İster çarşafa rozet taksın, ister toplantılarını Hacı Bayram’da yapsın. Olmaz, olmaz, olmaz. Halkımız CHP’ye güvenmemektedir ve bunu kendileri de bilmektedir. İşte bu nedenle seçimde Saadet Partisi’nin rakibi AKP’dir. AKP kuşun saman doldurulmuş şeklidir; Saadet Partisi ise canlısıdır, gerçeğidir. Canlı varken içi saman dolu kuşla oyalanmak boşuna vakit kaybettirir. Önümüzdeki mesele basittir. Önce Halk Partisi’nin üzerine çizgi çekeceğiz, ‘bu iflah olmaz’ diyeceğiz. Öbür taraftan saman çuvalı ile kuşun canlısını mukayese edeceğiz!” diyerek hem gerçeği hem de reçeteyi ortaya koyuyordu. 1977 seçimlerinde masonik mahfillerce çok etkin bir şekilde Milli Görüş aleyhine kullanılan bir seçim broşürü Demirel’in AP’si ile Recep Bey’in AKP’sinin aynı çizgide yürüdüklerini gösteriyordu. Daha çok Kur’an kurslarında ve camilerde dağıtılan broşür Milli Selamet Partisi’yle ilgili yalanlarla doluydu. Kısacık metinde asılsız iftiraların, kara propagandanın hepsi sıralanıyordu.  MSP, CHP’nin yardımıyla kurulduğu, Erbakan’ın partisi desteklenirse AP’nin oyları bölünüp CHP’nin iktidara taşınacağı söyleniyordu.

Şimdiden iş dünyası horoz kavgasını bırakıp Hükümete zeytin dalı uzatmıştı!

Seçimin ardından iş dünyasının önde gelen isimleri bundan sonraki sürece ilişkin değerlendirmelerde bulunmuşlardı. Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı, Anadolu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan, Zorlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Nazif Zorlu, Kibar Holding CEO’su Ali Kibar ve Sanko Holding Yönetim Kurulu Başkanı Abdülkadir Konukoğlu… Yani iş dünyasının ağır toplarından yerel seçimlerin ardından hükümete net mesajlar yollamış, cnbc.com’un haberine göre, iş dünyasının ünlü patronlarından hükümete zeytin dalı uzatılmıştı. Anadolu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan, “Yaşananları arkamızda bırakalım, erken seçim faydalı olur” demeye başlamıştı.

Cemaate yakın şirketler yurtdışına çıkmaya mı hazırlanmaktaydı?

Cemaate yakınlığı ile bilinen iş adamı Akın İpek’e ait olan Kozal Altın’dan yapılan açıklamada şirketin yurtdışına açılacağı (Türkçesi kaçacağı) duyurulmaktaydı. Son dönemde Türkiye’deki madenleri ile ilgili çeşitli sorunlar yaşayan Koza Altın, İngiltere’de şirket kurmuşlardı. Madencilik faaliyetleri yapmak amacı ile kurulan şirketin sermayesi ise 60 milyon sterlini aşmaktaydı. Koza Altın’ın hâlihazırda Ovacık, Çukuralan, Çoraklıktepe, Kubaşlar ve Himmetdede madenlerinde faaliyeti bulunmaktaydı. Başbakan Erdoğan seçim zaferi sonrası yaptığı balkon konuşmasında cemaate savaş ilan ederken “kaçanlar kaçtı diğerleri de kaçmaya çalışacak” buyurmuşlardı. Seçim sonrası oluşan tabloda hükümetin cemaate yönelik bir tasfiye operasyonu başlatacağı iddiaları güçlenirken Koza Altın’ın yurtdışına çıkma kararı bu operasyon için alınmış bir tedbir olarak yorumlanmıştı.

Bu arada Hüseyin Gülerce gibi Fetullah Gülen’e en yakın yazarın bile Cemaati açıkça tenkit etmeye başlaması, paralel şebekedeki çözülmenin kaçınılmaz olduğunu ortaya koymaktaydı. Zaten bizim de kanaatimiz, önce Hükümet eliyle Cemaatin deşifre edilip dağıtılacağı, ardından AKP’nin kendi içinden parçalanıp yeni oluşumlara kapı açılacağı yolundaydı.

Nagehan Alçı’dan “Zaman eriyor” mesajı!

Hüseyin Gülerce’nin İnternethaber Yayın Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Hadi Özışık’la yaptığı röportajı başına iş açmıştı. Zaman gazetesi yazarı Gülerce’nin eleştirilerine, Fetullah Gülen’e yakınlığıyla bilinen Osman Şimşek’in cevap vermesiyle alevlenen tartışma bu kez CNN Türk ekranlarına taşınmıştı. Özışık’ın röportajından bazı alıntılar yapan Nagehan Alçı, CHP için cemaatin kapı kapı oy topladığını hatırlatmıştı. Nagehan Alçı, CNN Türk’te Zaman gazetesinin çok kısa sürede dağılacağını vurgulamıştı. Birçok yazarın Zaman’dan ayrılmak üzere fırsat kolladığını açıklamıştı. Başbakan Erdoğan’ın seçim sonuçlarının netleşmesinden sonra yaptığı açıklamada Gülen Cemaati’ne savaş ilan ederken gözlerin çevrildiği yurtdışındaki isimlerden Taraf gazetesi yazarı Emre Uslu’nun Türkiye’ye geri dönmeyeceği iddiaları ortaya atılmıştı. Wall Street Journal’ın haberine göre Uslu seçimlerden önce gittiği Belçika’da kalma kararı almıştı.

Pensilvanya’dan Gülerce’ye yanıt!

İnternethaber’e konuşan Zaman gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce’ye Fetullah Gülen ile birlikte Pensilvanya’da yaşayan Herkul.org editörü Osman Şimşek, “yakıştıramadım” yorumu yapmıştı. Gülerce’nin dört itirazına verilen dört cevap enteresandı.

İşte Gülerce’nin İnternethaber’deki açıklamaları ve Şimşek’in Herkul.org’tan yaptığı itirazları;

(Hüseyin Gülerce) 1- Hizmet baştan beri yanlış yaptı. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’na savaş açtı. Gezi’den itibaren Başbakan’a hakaret etmeye başladılar.

(Osman Şimşek)  1- Camia hiçbir zaman kavga taraftarı olmamıştır; hele kendi hükümetine savaş açtığı iddiası gerçekleri ters yüz etmekten ibarettir. Aslında, aylardır Hizmet hareketine yönelik yoğun bir linç kampanyası yürütüldüğü açıktır. En üst düzeydeki yetkililer ve hükûmete yakın medya tarafından ortaya konan öfkeli itham, hakaret ve iftiralarla nefret suçu işlenmiştir/işlenmektedir.

(Hüseyin Gülerce) 2- Üslubumuzu kaybettik. Namus bildiğimiz üslubumuzu sertleştirdik. Biz bunu bıraktık hükümetle savaşa girdik, diyaloğu bıraktık çatışmacı dil kullandık.

(Osman Şimşek) 2- Camia’ya gönül verenler, dün olduğu gibi bugün de nezih üsluplarını namusları gibi koruma gayretindedirler. Maruz kaldıkları tahrik edici dile ve provokatif söylemlere rağmen akl-ı selimden asla ayrılmamışlardır/ayrılmayacaklardır. Yaptıkları açıklamalar, kanuni haklar çerçevesinde, isnat ve iftiralara cevap sadedinde olmuştur.  Kimin nasıl bir dil ve üslup kullandığı miting meydanlarında ve seçim konuşmalarında da açıkça görülmüştür.

(Hüseyin Gülerce) 3- (Biz Cemaat olarak) Siyasallaştık. CHP için kapı kapı dolaşıp oy topladık.

(Osman Şimşek) 3- Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın ve Hizmet gönüllülerinin defalarca açıkladıkları gibi; Camia’nın herhangi bir partiyle ittifakı kesinlikle söz konusu olmamıştır; bu iddia büyük bir yalandır.

(Hüseyin Gülerce) 4- Hizmet hep çoğunlukla birlikte hareket etti. Hep öyle yoluna devam etti. İlk defa çoğunluğun karşısına çıktı ve kaybetti. Orjinalini kaybetti, yara aldı.

(Osman Şimşek) 4- İlk günden beri Hizmet’in felsefesi çoğunlukla beraber hareket etmek değil hep doğrunun ve makulun yanında yer almaktır. Dünden bugüne Camia’nın desteği ya da eleştirileri, manevi buudlu demokrasi, evrensel insan hakları, özgürlükler, şeffaf ve hesap sorulabilir bir devlet gibi değerler etrafında olmuştur; bundan sonra da destek ya da tenkitler değerler üzerinde olacaktır.

Bay Soner Yalçın:

“CHP, Türkiye’yi tanımıyor. CHP, ideoloji bilmiyor. CHP, politika yapmayı beceremiyor. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin sonucudur bu. Deneyimli-bilgili kadrolar tasfiye edildi. Bu nedenle Cumhuriyet’in büyük çınarı CHP, acemilerin, siyaset bilmezlerin eline düştü. Lütfen CHP’li dostlarım kızmasın, eleştirmek zorundayım. Hepimiz, yepyeni bir umut doğurmak için çalışmalıyız. Doğu kültürünün içi boş övgülerinden ya da suçu hep birilerine yıkma anlayışından kurtulmalıyız. CHP niye kaybetti? Tek bir nedeni var: CHP’yi “inançsızlık” yıktı! Kurtuluş Savaşı’nın kahramanı, Cumhuriyet kurucusu, yoksullukla mücadele eden halkçı parti, devrimciliğinden utanmaya başladı. Sokaktan korktu. Gençlerden korktu. Dindarlardan korktu. Laiklerden korktu. Merkez oylar gidecek diye korktu. Merkez medya kızacak diye korktu. Bize Kürt diyecekler diye korktu. Bize Alevi diyecekler diye korktu. Bize devletçi diyecekler diye korktu. Ve en acısı, Altı Ok’undan utandı! Mustafa Kemal’i ağzına almaktan utandı. Yetmedi: Takiyeci oldu! Dünün rezilliğinin baş aktörü Cemaat’e sığındı. Seçim propagandasını Cemaat kasetlerine-tapelerine bıraktı. Halktan uzaklaştı.” diyerek sapla samanı karıştırmak cinsinden de olsa bazı gerçekleri ve CHP’nin iktidarsızlık gerekçelerini açıklarken Özdemir İnce gibileri hala suçu İmam Hatiplerde, dini eğitimde ve halkın Müslüman kimliğinde arama sapkınlığından ve saplantısından kurtulamıyordu.

Oysa Ertuğrul Özkök bile:

“Yani Türk halkı hırsızlık yolsuzluk falan takmıyor mu (karını zararını bilmiyor mu?)

“Demek ki bu halk için hırsızlık, yolsuzluk falan hiç önemli değilmiş…” “Demek ki bu halk kendine sorulmadan başka ülkelere savaş açmaya kalkışılmasından hiç şikâyetçi değilmiş.” “Demek ki bu halkın kafasında demokrasi, özgürlükler, insan hakları falan gibi şeylerin zerresi mevcut değilmiş…” Pazar gecesinden beri yaşanan düş kırıklığının en yaygın dışavurumları bunlar… Bense bunların hiçbirini söylemiyorum. Onun yerine diyorum ki:

“Demek ki siyaset anlatma ve ikna etme sanatıymış…”

“Demek ki siyasette karizma denen gerçekten etkili bir enstrüman varmış…”

“Demek ki seçmeni iyi tanımak, siyasetin en önemli meziyetlerinden biriymiş…”

“Demek ki Tayyip Erdoğan, Ortadoğu’nun siyaset sanatını çok iyi kavramış bir lidermiş…” diyerek, bazı gerçekleri itiraf etmek zorunda kalıyor, ama: “Demek ki Türkiye tam anlamıyla bir Ortadoğu ülkesiymiş…” diyerek, yine bir kılçık sokmadan edemiyordu.

Komünist Belediye Başkanı çok iddialıydı!

Tunceli’nin Ovacık İlçesi’nde Belediye seçimlerini kazanarak Türkiye’nin ilk TKP’li başkanı olan Fatih Mehmet Maçoğlu: “Ovacık zaten komünist kimliğiyle biliniyordu, bu seçimler ile birlikte komünistliği tescillenmiş oldu” açıklamasını yapmıştı. Bu sözler “Siz nasıl olursanız (hangi zihniyet ve şahsiyete layık bulunursanız, öyle idare olunursunuz” hadisinin hikmetine de uygun bulunmaktaydı. Evet, çoğunluğu komünist kafalı bir ilçenin komünist bir başkan seçmesi ve yine çoğunluğu faizci ve zina serbestçisi kapitalist zihniyete yaklaştırılmış bir ülkenin dindar yaftalı ve Haçlı AB hayranı bir başbakanı tercih etmesi doğaldı. Ve tabi takdir planı, imtihan programı ve intikam vaadi ise asla şaşmayacaktı! Bunun gibi Mardin Belediyesi Eş Başkanı seçilen 25 yaşındaki Süryani kökenli Febronye Akyol, “BDP bizi fark edip aday yaptı. Süryanilerin bu topraklardaki en kadim halklardan biri olduğunu vurguladı” açıklaması da bu gerçeği yansıtmaktaydı.

Muhalefetin ve muhalif kalemlerin, bu seçim sonuçlarına bakıp halkı suçlaması ve hele dine ve dindarlara sataşması tam bir saçmalıktır. Bunun yerine, halkın hangi duygular ve duyarlılıklarla hala AKP’yi tercih ettiğini, AKP’nin şahsında inancımıza ve temel insan haklarımıza yönelik hangi saldırıların onları AKP’ye ittiğini artık anlamak ve ona göre tutarlı bir tavır almak lazımdır. İslam’la barışmayan hiçbir zihniyet ve kesiminin insanımızın itimat ve itibarına mazhar olamayacağını herkes anlamalıdır. Kısaca halkımız, açık ve ahlaksız bir din düşmanlığına ve dış güçler hesabına Türkiye’nin önünün tıkanmasına karşılık, din istismarcılarını, kısmen de olsa halka hizmet ve hürmet sağlayanları tercih etmek zorunda bırakılmıştır.

 

Mayıs 2014 – Milli Çözüm Dergisi

 


[1] 02.04.2014, Habertürk

[2] Zeki Ceyhan, Milli Gazete

[3] İshak Beyazay, Milli Gazete, 1 Nisan 2014

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi