Anasayfa » ERBAKAN NASIL BİR ORTAMDAMÜCADELE VERMEKTEYDİ?

ERBAKAN NASIL BİR ORTAMDAMÜCADELE VERMEKTEYDİ?

Yazar: yonetici
0 Yorum 100 Görüntüleyen

ERBAKAN NASIL BİR ORTAMDA MÜCADELE
VERMEKTEYDİ? 


Yaklaşık 40 yıldır, Türkiye`de hükümetler ve seçimler hep
‘Erbakan faktörü’ne göre ayarlanmaktadır. Hem dış güçleri, hem de rejimin partilerini
temsilen son günlerde Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz, Devlet Bahçeli ve Bülent
Ecevit`in açıkça ortaya koyduğu tavrın da gösterdiği gibi, ülkemizde bütün
siyaset, Milli Görüş korkusu üzerine kurulmaktadır.
 
İsmet İnönü’nün, “Bırakalım seçime girsinler. Bu vesile ile ülkemizde hala
Osmanlı özlemi taşıyanların olup olmadığı ve şayet varsa oranları belirlenir.
Sonra istediğimiz an halledilir” fetvasıyla seçime katılma icazeti verildiği
söylenen MSP, 14 Ekim 1973`te beklenmedik bir başarı sağlayarak 48 Milletvekili
çıkardı.
 
Masonik mahfillerin özel talimatıyla Demirel, Erbakan`la koalisyona
yanaşmayınca ve güya yıpratılmak amacıyla Ecevit ile hükümet olmaya bir nevi
mecbur bırakılınca, 25 Ocak 1974`te CHP+MSP hükümetinin ortak protokolü
imzalandı.
 
9 ay gibi çok kısa bir dönemde, tarihi hamleler başlatan ve çok hayırlı
hizmetler başaran bu koalisyon, malum merkezlerin Ecevit`e özel baskısıyla ve
basit bahanelerle yıkılmıştı.
 
Çünkü bu kadar kısa sürede 135 yeni İmam-Hatip Okulu kararnamesi imzalanmış ve
özellikle Kıbrıs Barış Harekâtı başlatılmış ve zaferle sonuçlanmıştı.
 
Dış güçler kendi arzuları hilafına başlatılan ve başarılan bu harekâtın suçlusu
ve sorumlusu () olarak Erbakan’ı görüyorlardı. Çünkü Ecevit`in kendilerine
rağmen, böyle bir işe girişemeyeceğini çok iyi biliyorlardı. Ve zaten
Ecevit`in;
 
 
a- Hem kaçınılmaz hale gelen bu barış harekâtını geciktirme gayretlerini,
 
b- Hem çıkarmanın daha ilk gününde, BM Güvenlik konseyinin ateşkes kararını
ille de uygulama isteklerini,
 
c- Hem Kıbrıs’ta beş parçalı kanton çözüm önerilerini,
 
d- Hem ikinci harekâtı engelleme heveslerini,
 
e- Hem de kazanılan topraklardan bir kısmını Rumlara geri verme girişimlerini,
hep Erbakan önlemiş ve sonuçsuz bırakmıştı.
 
Ve Türkiye`nin MSP`nin marifetiyle, kendi güdümlerinden çıktığını ve giderek
milli bir çizgiye kaydığını gören malum merkezler, sonunda Ecevit’i istifa
ettirmek suretiyle 19 Ekim 1974`te bu koalisyonu dağıtmışlardı.
 
Arkasından 31 Mart 1975’te AP+ MSP + MHP ve CGP ile 1. MC (Milli Cephe) Hükümeti
kuruldu. MSP bu koalisyonda da ağırlığını hissettiriyor, maddi ve manevi
kalkınma hamlelerini sürdürüyor, hayırlara motor, şerlere fren oluyordu.
Erbakan Hoca, Ecevit Hükümeti’nde olduğu gibi, yine Başbakan Yardımcılığı
yanında Ekonomik Kurul Başkanlığı’nı da yürütüyordu…
 
Tüm dış baskılara ve içerideki masonik münafıklara rağmen Erbakan`ın kararlı ve
yararlı tutumuyla, önemli atılım ve yatırımlar gerçekleştiren bu hükümet, henüz
2 yıl ve 2 ayını yeni doldurmuşken, yine dış güçlerin gayretiyle bir erken
seçime mecbur ediliyordu.
 
1977 seçimleri niçin ve nasıl öne alındı? Bu sorunun cevabını Erbakan Hoca’nın
şu itirafları içinde buluyoruz:
 
“1977 yılında MSP-AP Koalisyon Hükümetindeydik. Ocak ayında yapılan Milli
Güvenlik Kurulu toplantısında, bir istihbarat raporu okundu. Bu raporda 1 Ocak
1977’de göreve başlayan ABD başkanı Carter`a sunulan ‘Dünya ülkelerinin durumu’
ile ilgili CIA raporundan pasajlar bulunuyordu.
 
Raporun Türkiye’yi ilgilendiren kısmında;
 
‘1- Bu yılın Ekim ayında Türkiye`de bir genel seçim yapılacağı,
 
 2- CIA’nin yaptığı istihbarat çalışmalarına göre, seçimde hiç bir
partinin çoğunluğu alamayacağı,
 
 3- Ve bu seçimin netice olarak, sadece MSP`nin oylarının artmasına
yarayacağı ve bunun önemli bir teh oluşturacağı’ belirtiliyordu.
 
Genellikle bu tür raporlarda olayların gözlemi ve tahlili yapıldıktan sonra
hemen arkasındaki bölümde de ‘alınacak tedbirler’ kısmı bulunurdu. Sanıyorum
biz toplantıda bulunduğumuz içindir ki, raporun bu kısmı okunmadı.[1] Ancak
daha sonra cereyan eden olaylardan da anlaşıldı ki, tedbir olarak MSP`nin daha
fazla güçlenmesini önlemek için, bir takım girişimleri olmuştu.
 
Erbakan`a karşı alınan ve Milli Güvenlik Kurulu’nda okunmayan bu tedbirler ise
şunlardı:
 
a- Seçimlerin mümkün olduğu kadar erkene alınması.
 
b- Seçimlerde mükerrer (bir kişinin pek çok yerde) oy kullanılmasına göz
yumulması,
 
c- Seçimlerde bütün partilerin MSP’yi hedef alması,
 
d- Seçimlerden sonra Erbakan’sız bir hükümet kurulması,
 
e- MSP içinde, Erbakan aleyhtarlığının başlatılması ve Milli Görüş için yeni
liderler ortaya atılması.[2]
 
Hakikaten MSP’yi yıpratmaya ve Meclis dışı bırakmaya yönelik bu CIA tavsiyeli
tedbirler gereği:
 
1- Seçimler normal zamanından 4 ay öne kaydırılarak, Ekim’in ortalarında
yapılması gerekirken, 5 Haziran’a alındı.
 
2- Devlet İstatistik Enstitüsü’nün seçmen yaşındaki nüfusun yaklaşık olarak 18
milyon civarında olduğunu bildirmesine rağmen, Yüksek Seçim Kurulu tam 21
milyon seçmen kartı dağıtıldığını açıkladı. Yani 3 milyon fazla oy kullanıldı.
 
3- Batı kulüpçü partiler, masonik mahfiller, bütün gazete ve dergiler,
sağcı-solcu dernekler hep birden, MSP ve Erbakan aleyhine korkunç bir iftira ve
karalama kampanyası başlattı.
 
4- Seçimden sonra 24 Milletvekili kazanan MSP’yi, koalisyon dışı bırakmak için,
Ecevit`e azınlık hükümeti kurduruldu ama yine Erbakan`ın ciddi ve cesur
muhalefetinin önemli katkısıyla güvenoyu alamadı.
 
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki:
 
a- Erken ve baskın bir seçimle, MSP’nin önünü tıkamak ve Meclis dışı bırakmak,
 
b- Artık hükümeti kurma sırası MSP’ye geldiği halde, bu fırsatı Erbakan’a
kaptırmamak,
 
c- Bu dönen dolapların, millet tarafından anlaşılmasına imkân tanımamak, gibi
sebeplerden dolayı 77 seçimleri 4 ay öne alınmıştı ve bu karar dış güçlerden
çıkmıştı.
 
Bakınız 14 Şubat 1977 tarihli Günaydın Gazetesi’nde manşetten verilen şu
haberlere dikkatlerinizi çekmek istiyorum: “Denktaş ile Makariyos`un ikinci
görüşmesine katılan BM Genel sekreteri Kurt Waldheim, dün sabah, 250
gazetecinin katılımıyla gerçekleşen basın toplantısında, Kıbrıs çözümünü
kolaylaştıracağını umduğu şu müjdeleri veriyordu: BİLDİĞİM KADARIYLA,
TÜRKİYE`DE SEÇİMLER HAZİRAN AYINDA YAPILACAK VE ZANNEDERİM, ZAMANLAMA
BAKIMINDAN DA ÇOK İYİDİR..”[3]
 
Şimdi oturup düşünelim:
 
1- BM Genel Sekreteri Kurt Waldheim`in, Kıbrıs’ta çözüm dediği, adanın yeniden
Rumlara teslimidir. Demek o dönemde hükümet ortağı olan Erbakan buna mani
olduğu için, MSP’yi devre dışı bırakacak bir seçim, bazı merkezler için müjde
mahiyetindedir.
 
2- Kurt Waldheim, Türkiye`de seçimlerin öne alınarak, Haziran’da yapılacağını,
hem de 3.5 ay öncesinden nasıl bilmektedir? Hâlbuki o günlerde bir erken seçimi
özellikle AP asla istememektedir ve Türkiye`nin sivil ve askeri kurum ve
kurmayları böyle bir olasılığı söz konusu bile etmemektedir.
 
3- Kurt Waldheim, ABD`nin ve siyonist merkezlerin sözcüsüdür. 250 gazeteci
önünde ve Türk hükümetinden aylar önce, böyle bir durumu açıklıyorsa, ‘bu
kararın dış güçler tarafından alındığını ve Türkiye’nin de bunu uygulamak
zorunda bırakıldığı’nı göstermektedir.
 
4- BM Sekreterinin bu haberinden 10 gün sonra ve TBMM’nin erken seçim
kararından haftalarca önce, CHP yönetim kurulu üyesi ve Eski Dışişleri Bakanı
Turan Güneş`in, 5 Haziran 1977’de, ‘kesinlikle erken seçim yapılacağı’
yolundaki iddiaları bir kehanet midir? Yoksa siyonist merkezlerin emrinde
olduklarının göstergesi midir?[4]
 
5- Turan Güneş`in bu açıklamasından 3 gün önce de, yani 20 Şubat 1977 tarihinde
ABD Başkanı Carter`in Özel Temsilcisi Clark Clifford`un ani ve özel bir ziyaret
için ‘gizlice’ Türkiye`ye gelmesi ve hemen önce AP`li Dışişleri Bakanı Sabri
Çağlayangil, arkasındanda CHP Lideri Ecevit`le görüşmesi ve de Başbakan Demirel
ve Cumhurbaşkanı Korutürk`le durum değerlendirmesi yaparak çekip gitmesinin
hemen ardından, Turan Güneş`in “5 Haziranda Erken seçim yapılacağını”
bildirmesi nasıl izah edilecektir?
 
6- Bu gelişmelerden 1 hafta sonra, yani 1 Mart 1977’de NATO Güney Avrupa
Kuvvetleri Komutanlığı’ndan alınarak, CIA Başkanlığı’na getirilen General
Turner, sözde veda ziyareti için yine gizlice Türkiye’ye gelmiş ve üst düzey
temas ve temennilerde bulunup gitmiştir.
 
Öyle ise soralım;
 
a- Bu kişi, neden Kıbrıs`ın Rumlara teslimi konusunda, Türkiye’ye yoğun
baskıların yapıldığı ve tek engel görülen Erbakan`ın devre dışı bırakılmaya
çalışıldığı bir dönemi seçmiştir?
 
b- Eski NATO Komutanı yeni CIA Başkanı General Turner, Niçin Türkiye`ye gizlice
gelmiş ve yine gizlice gitmeyi tercih etmiştir?
 
c- Bu Turner`in, hangi üst düzey yetkililerle ve neleri görüştüğü, neden
kamuoyuna bildirilmemiştir?
 
d- Normalde göstermelik ve merasimlik bir ziyaret olması gereken bu veda
ziyaretinin, gizli tutulması neyin nesidir?
 
e- Bu sözde veda ziyareti için, 14 NATO ülkesinden hiçbirisi değil de, niçin
yalnız Türkiye seçilmiştir?
 
f- Bu zat, Türk makamlarından emir alan birisimidir ki görevden ayrılınca veda
ziyaretine lüzum görmüşlerdir?
 
g- Yoksa ‘Kıbrıs’ı geri almak, ağır sanayi yatırımlarına ve manevi kalkınma
programlarına mani olmak’ üzere Erbakan’sız bir koalisyon oluşumuna zemin hazırlamak
amacıyla, öne alınan 5 Haziran seçim kararını kesinleştirmek ve MSP aleyhindeki
gizli proje ve prosedürleri bildirmek için mi Türkiye`ye gelmişti?”
 
İçten ve dıştan yapılan bunca hile ve hıyanete rağmen MSP 5 Haziran 1977
seçimlerinde 24 Milletvekili alarak, yine Meclise girmeği başarmıştı. Erbakan
tek başına sadece masonlarla, münafıklarla ve medya ile değil, tüm siyonist
dünya ile savaşmış ve kazanmıştı. MSP`nin Meclis’teki sandalye sayısı 48’den
24`e düşürülmüş, Hoca’nın tabiriyle anahtar küçülmüştü ama bu sefer daha
güçlenmiş ve ‘maymuncuk’a dönüşmüştü. Artık MSP’siz hiçbir koalisyon kurulmaz
ve hiçbir kapı açılmaz olmuştu.
 
Seçimden sonra Ecevit’e kurdurulan azınlık hükümeti tutmamış ve güvenoyu
alamamıştı. Çaresiz Erbakan`ı da katmak zorunda kaldıkları AP-MSP ve MHP’den
oluşan 2. MC (Milli Cephe) Hükümeti, 17 Ocak 1977’de güvenoyu aldı. Erbakan
yine Başbakan Yardımcısı ve Ekonomik Kurul Başkanı’ydı.
 
MSP`nin ‘Önce ahlak ve maneviyat, sonra mutlaka ağır sanayi ve yaygın kalkınma’
sloganına ve programına uygun olarak İmam-Hatip Okulları’nın sayısı 350’ye
çıkarılıyor, temeli atılan 219 büyük fabrikanın 70 kadarı kısa sürede işletmeye
açılıyordu. Bu gelişmeleri içine sindiremeyen siyonist güçlerin direktifiyle,
Adalet Partisi’nden 12 Milletvekili ayartılıp ayrılıyor ve Güneş Motel
pazarlıklarıyla, bunların 11 tanesi bakan yapılmak üzere Ecevit hükümeti
kurduruluyor ve böylece MSP’den kurtulacakları sanılıyordu.
 
Ama Ecevit her şeyi bin berbat ediyor, yüzüne gözüne bulaştırıyor ve yine
bırakıp kaçıyordu.
 
Erbakan Hoca;
 
a- Haksız ve ağır yeni vergi kanunları çıkarmamak,
 
b- Dış güçlerin sömürüsüne alet olmamak,
 
c-Temel insan hak ve hürriyetlerine saygılı bulunmak ve sahip çıkmak,
 
d- Anarşiyi önleyecek tedbirleri biran evvel almak,
 
e- Refahı yaygınlaştıracak sanayi hamlelerini ve kalkınma projelerini
aksatmamak, gibi şartları yerine getirmek kaydıyla ‘Kerhen destek’ sözü
vererek, yani başaramayacağını bildiği halde, sırf ‘Millet bunların içyüzünü ve
beceriksizliğini iyice anlasın ve artık aldanmasın’ diye, AP`nin yeni bir
hükümet kurmasına razı oldu.
 
Ne var ki, Demirel bu şartların hiç birini yerine getirmiyordu… Her şey, her
geçen gün biraz daha kötüye gidiyor ve Erbakan Hoca millete, tuttuğu
projektörle bu sıkıntıların asıl nedenlerini ve karanlık yönlerini
gösteriyordu…
 
Ve karanlık rejimin yarasaları olan masonların huzuru iyice kaçıyordu.
 
Erbakan Hoca sonunda, hiçbir sözünü yerine getirmeyen Demirel Hükümeti’nden
şartlı desteğini çektiğini açıklıyor ve özellikle Kudüs`ü işgal eden ve başkent
ilan eden İsrail`le, Rusya ve Yunanistan gibi ülkeler bile ilişkisini kesmişken
ve 169 devletin 119 tanesi bu işgali kınamışken, hala İsrail’e uşaklık ve
avukatlık yapmayı yeğleyen AP`nin Dış İşleri Bakanı Hayrettin Erkmen aleyhine,
Meclis’e gensoru verip düşürülmesini sağlaması, batı kulüpçülerinin beyninde
bomba gibi patlıyordu…
 
Dış güçlerin ve siyonist mahfillerin telaşı giderek artıyordu. Erbakan`dan
kurtulmak için daha etkin ve daha kesin tedbirler gerekiyordu… Askeri darbe?
Buna gerekçe uydurmak için de, anarşi giderek azdırılıyor, ekonomik ambargolar
ve maddi sıkıntılar milleti canından bezdiriyor ve ihtilale bahane
hazırlanıyordu.
 
12 Eylül Darbesi’ne kim karar veriyor, Ufuk Güldemir`in “Kanat operasyonu”
kitabında şöyle anlatılıyor:
 
“12 Eylül’e 6 ay kala gelişen olaylar, bir Musevi-Türk heyetinin Amerika`ya
gitmesi sonucunu getirmişti. Bu heyet, Türkiye`deki gidişatın ve özellikle MSP
fikriyatının, kendi cemaatleri için teh arz ettiğini vurgulamış -halbuki MSP
kendi halindeki Yahudilerin değil, hıyanet içinde olan siyonistlerin
karşısındaydı- ve gerekirse Türkiyeli Yahudilerin toplu göçünü kolaylaştıracak
imkânların hazırlanmasını ve bu maksatla yolların açık tutulmasını
istemişlerdi. Dünyanın her köşesindeki Musevi taleplerine karşı çok hassas ve
hizmetkâr olan Amerikan makamları, “Gerekirse göçün mümkün olacağını, bununla
ilgili tedbirlerin alınacağını, ancak buna gerek kalmayacağını ve endişeye
mahal olmadığını” bildirmişlerdi… Bu cümlelerden anlaşılıyor ki, daha önce
MSP`nin katıldığı üç hükümeti de yıktıran dış güçler, bu sefer MSP`yi kökten
etkisiz hale getirecek bir askeri darbenin planlarını, aylar öncesinden yapmış
bulunuyorlardı.
 
O sırada Genel Kurmay Başkanı olan Kenan Evren`in de katıldığı, Şubat 1980 Kış
Manevraları’nı izleyen ABD`li gazeteci ve CIA Ajanı Marwine Howe, Evren
Paşa’nın Türkiye’deki anarşiyle ilgili “Sabrın da bir sınırı vardır” yani
yakında sabrımız taşacaktır anlamındaki sözlerini değerlendirirken, ağzından
baklayı kaçırıyor ve şu kehanetleri yumurtluyordu:
 
“Amerika`daki diplomatik çevrelerde Adalet Partisi ile muhalefetin biran evvel
bir araya gelerek, General Evren’i Cumhurbaşkanı seçmesi gerektiği konuşuluyor.
Türkiye’deki bu siyasi krizin daha fazla devamına, batının tahammülü yok. Çünkü
Türkiye, NATO`nun stratejik cephesi içinde ve özellikle İran’ın kaybından
sonra, İslam’ın laik kanadının öncülüğünü yapan tek tampon ülke.
 
Ankara`da görüşlerine başvurduğum çevreler, bölgenin güvenliğini güçlendirmek
için, Yunanistan`ın da NATO`ya dönüşüne imkân sağlayacak ve buna gerekçe
yapılacak bir askeri müdahalenin, Amerika tarafından da makul ve münasip
karşılanacağından bahsediyorlar.
 
Tabi eğer bir askeri darbe olacaksa, bunun bizimkilere -ABD`ye – rağmen
yapılmayacağını biliyorlar.”[5]
 
Bu ifade ve itiraflardan da anlaşılıyor ki;
 
a- Türkiye`de bir askeri müdahale yapılacağı
 
b- Sonunda Kenan Evren’in Cumhurbaşkanı koltuğuna oturacağı
 
c- Evrenin, Yunanistan`ın tekrar NATO`ya dönüşüne devlet teamüllerine aykırı
olarak, fırsat ve ruhsat tanıyacağı
 
d- 12 Eylül öncesinde MSP, ne iktidar ortağı ne de muhalefet olmadığı halde,
yine de kapatılacağı ve Erbakan`ın suçsuz yere tutuklanacağı, Türkiye`den aylar
önce dış merkezlerde kararlaştırılıp konuşuluyordu.
 
Velhasıl güdümlü demokrasilerde, halkın seçimlere katılması, oy kullanıp belli
partileri Meclis’e taşınması, sadece göstermelik bir formaliteden ibaret
kalıyordu. Yukarıda da belgelerle anlatılmaya çalışıldığı gibi, hükümetlerin
kurulmasına ve yıkılmasına ve hatta darbelerin yapılmasına bile hep dış güçler
ve masonik merkezler karar veriyordu.
 
Bakınız demokrasi lafını ve halkçılığı dilinden bırakmayan sosyal demagoji
kralı Sn. Ecevit, 12 Eylül’den sonra, Londra`daki çok özel ve gizli bir
toplantıya davet ediliyordu.
 
Bu toplantıya ABD Eski Dışişleri Bakanı Alexandır Heig ile beraber, mason
başbakanlar, bakanlar ve istihbarat örgütü başkanları katılıyordu.
 
Bu toplantıda şartları hayret edilecek şekilde Türkiye`yi hatırlatan, hayali
bir adada yapılması düşünülen yönetim değişikliği müzakere ediliyordu:
 
“Bu hayali adanın Amerikan yanlısı diktatörü, bazı yolsuzluklar; yanlışlıklar
ve despotik davranışlar nedeni ile artık iyice yıpranmış, karizmasını
kaybetmiş, bu yüzden adada gerilla hareketleri ve bu harekete bölge halkının da
desteği ve tarafgirliği görülmeğe başlamıştır…
 
Bu arada, o güne kadar bu diktatörü destekleyen Amerika, mevcut ada yönetimine
kaşı alacağı tavır konusunda bir karar vermekte zorlanmaktadır.
 
Çünkü bu diktatörü desteklemeğe devam etse, ülke halkını karşısına alacak, yok
eğer desteğini çekse, bu sefer vefasızlık suçu işlenmiş olacaktır.
 
Bu arada anarşiye tamamen fırsat verilse, yarımada ülkesi komünizme
kayabilecek, bu durumda çok stratejik olan Amerikan üsleri başkalarının eline
geçebilecektir. O halde Amerika ne yapmalıydı?”
 
Bu soru üzerine toplantıda bulunanlar görüşlerini açıkladılar… Hepsi de
-önceden öğretilmiş gibi- diktatörün yerine ‘sosyal demokrat’ bir liderin
getirilmesinin uygun olacağını savundular.
 
Bu esnada, oturumu yöneten şahıs Ecevit`e dönerek şunu sordu: Böyle bir
durumda, o sosyal demokrat lider siz olsaydınız, o görevi yüklenir miydiniz?
 
Ecevit, yanında oturan A. Heig’e doğru hafifçe dönerek, “Görevi kabul
edebileceğini ve ada ülkesini esenliğe çıkarmak -yani Amerika`nın çıkarlarına
uygun konuma sokmak- için elinden geleni yapmaya çalışacağını söyledi…”
 
Bu cevabın hemen ardından “Peki, ya bu sosyal demokrat lider, giderek sertleşir
de Amerika`ya karşı düşmanca bir tavır alırsa ne yaparsınız?” sorusu gündeme
getirilince, A. Heig, hemen atılıp, “O zaman, derhal önlemini alır, gereğini
yaparız” diyordu.
 
Bu toplantıda hazır bulunanlar bu ‘önlemin’ ne anlamlara geldiğini çok iyi
biliyordu…” [6]
 
Evet, maalesef Türkiye Washington`da ve Londra`da hazırlanan siyonist
senaryolarla, işte böyle yönetiliyordu.
 
Ama ne var ki ‘düşmanların siyaset ve stratejisini önceden sezen ve karşı
tedbirleri almasını beceren’ bir lider olarak Erbakan Hoca, bütün bu olumsuz ve
onursuz girişimleri etkisiz hale getirmeyi ve hatta onların aleyhine çevirmeyi
biliyor ve başarıyordu. Onların bize karşı kışkırttığı şahsiyet ve siyasetleri,
onların aleyhine kullanabiliyor ve siyonistlerin kazdığı kuyuya kendilerini
düşürüyordu.
 
RP`yi birinci parti olmasına ve 158 milletvekili çıkarmasına rağmen, koalisyon
dışı bırakmak ve kurduğu hükümeti yıkmak, daha sonra FP’yi de kapatıp Erbakan’ı
ömür boyu siyasetten yasaklamak için bütün şeytanlıkları deneyen karanlık
güçlerin bu son tuzakları da, kendi başlarına geçecek ve bu hile rejimi ve köle
düzeni partileri ile birlikte çürüyecek ve yakında çökecektir. Bütün bu
gelişmeler, halkımızın biraz daha uyanmasını ve şuurlanmasını netice verecek ve
Milli Görüş iktidarını, artık hiç bir güç engelleyemeyecektir.
 
Bu konuyu Erbakan Hoca’nın şu çok önemli ve anlamlı tespitleriyle kapatalım:
 
“Bize göre en köklü çare, bütün milletimizin bu konularda bilinçli hale
getirilmesi, emperyalizmle mücadele edenleri tanıyıp sahip çıkması ve onların
safında yer almasıdır. Ancak böylece devlet-millet kaynaşması sağlanabilir ve
milli çıkarlar bu sayede korunabilir. Egemenliğimiz de ancak bu şekilde teminat
altına alınmış olur.”
 
 

[1] Kenan
Evrenin anıları ve yanılgılar. N. Erbakan. Sh-45
 
[2] Geniş
bilgi için bak:
 
E.Değer CIA – Kontra gerilla – Türkiye 31 Bant sh. 89
 
N.Üstün Türkiye’deki Amerika sh.15
 
S.Genç Bıçağın Sırtındaki Türkiye sh.97-98
 
[3]  Erken
Seçim Tuzağı ve Kıbrıs: İkaz Yayınları sh.45
 
[4] Bak.
24 Şubat 1977 Tarihli Gazeteler THA’dan Alındı
 
[5] Kanat
Operasyonu Ufuk Güldemir sh.71
 
[6] Ufuk
Güldemir Kanat Operasyonu sh.73
 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi