Anasayfa » Emekli General’in Mail’i

Emekli General’in Mail’i

Yazar: yonetici
0 Yorum 80 Görüntüleyen

EMEKLİ GENERAL DEN MİLLİ
GAZETE YE GELEN İLGİNÇ MAİL…

  Milli Gazete “Kulis Ankara” köşesine
gönderdiği e-postasına “Bu satırları hem bir emekli general hem de gazetenizi
sürekli takip eden bir okurunuz olarak yazıyorum” diye başlıyor. Ve
e-posta’sında fişleme tartışmalarına dikkate değer çok farklı bir bakış açısı
getiriyor.

Paşa, öncelikle Fişleme olayının 1 yıl önceden bilindiğine
dikkat çekiyor. Ve şu soruyu soruyor: “Fişleme (Sicil Tutma) meselesi MİT,
Emniyet ve TSK istihbarat birimleri tarafından ayrı ayrı
yapılmaktadır. Ordunun böyle bir şey yaptığı zaten biliniyordu. Peki niye
bugünlerde bu olay ısıtılmaktadır?”

Paşa’nın kendi sorusuna verdiği cevap, fişleme olayına gerçekten bugüne
kadar bakılmamış farklı bir perspektif getiriyor.

İşte Paşa’nın değerlendirmesi: “Türkiye’de Siyonistler, Masonlar,
Sabetaycılar, Turko-Yahudiler ve benzerleri ile ilgili en güncel ve sağlam
istihbarat Ordumuzun elindedir.

Türkiye’de kim Mason? Kim Siyonist? Nerede toplanıyorlar? Ne
kararlar alıyorlar? Nasıl çalışıyorlar? Finans hareketleri? Hepsi en ince
ayrıntısına kadar bilinmektedir. Ordumuzun en üst kademesi de bunları
bilir. Masonik örgütler kendilerinin iç yüzünü bilen ve haberleri
sızdıran Ordumuzu yıpratmak ve intikam almak için böyle bir kampanya başlatmışlardır.
Burada şu 3 şey amaçlanmaktadır: TSK’yı kendi içinde yıpratmak. Kendi
üzerlerindeki devlet takibini kırmak. Bir daha uğraşmaya yeltenen
olursa onlara da gözdağı vermek. İlerde TSK’da yapacakları yenilik ve
tasfiye çalışmalarına zemin hazırlamak… Tam da BOP’un (Büyük Ortadoğu
Projesi) tartışıldığı bir dönemde.

Çünkü şu an Ortadoğu’da gelişen olaylar son haddine gelmiştir. Dayanma
gücü kalmamıştır ve mutlaka bir yerden kırılması gerekmektedir. Bölgede en
kilit ülkeTürkiye’dir ve bütün stratejiler Türkiye’nin alacağı pozisyona
göre belirlenmektedir. Ne yazık ki Kıyamet Savaşı (Armegedon) kaçınılmazdır.
Olaylara bu açıdan bakarsanız, zannediyorum ki günlerdir fişleme olayında
kopartılan kıyametin ne anlama geldiği çok açık bir şekilde anlaşılır.”[1]

E. Generalin “mail”indeki önemli mesajlar

Hatırlanacağı gibi 17 Mart 2004 tarihli Milli Gazetemizin Kulis Ankara
Köşesinde “Milli Gazetenin, sürekli ve dikkatli takip eden bir okuru” olduğunu
belirten emekli Generalimizin; o sıralarda gündemi meşgul eden “fişleme
skandalı” ile ilgili çok önemli tespitlerini içeren bir maili yayınlamıştı.

Paşamız özetle;

a. “Türkiye’de, Siyonistler, Masonlar Sabetaycılar ve Turko Yahudiler ve
benzerleriyle ilgili, en güncel ve en güvenilir istihbaratın, ordumuzun elinde
olduğunu..

b. Bu gizli ve kirli ekip ve merkezlerin: Nerede toplandıklarının, ne
sinsi kararlar aldıklarının, nasıl çalıştıklarının ve bunların finans
kaynaklarının, hem de ince detaylarına kadar sürekli takip edilip, raporlar
halinde ilgili ve yetkili makamlara yeteri ve gereği kadar sunulduğunu..

c. Ordumuzun en üst kademelerinin de önüne, elbette bu bilgilerin
konulduğunu..

d. Masonik örgütlerin ve içerideki işbirlikçilerinin: Ordumuzu yıpratmak
ve zor durumda bırakmak için, asıl amacından saptırılmış ve asılsız eklemeler
yapılmış bazı “fişleme forumlarını” basına sızdırdıkları için bu yaygaranın
koptuğunu..

e. Ve bu kasıtlı kampanyayla şu dört şeyin amaçlandığını:

I. TSK’yı kendi içinde yıpratmak ve karıştırmak,

II. Kendi üzerlerindeki devlet takibini boşa çıkartmak ve etkisiz
bırakmak,

III. Bir daha; masonik merkezlerin ve hıyanet şebekesinin üstüne gitmeye
kalkışanlara gözdağı vermek ve cesaretlerini kırmak,

IV. TSK’da yapmayı planladıkları ve ordumuzun; NATO’nun ve BOP’un
hizmetindeki bir kurum haline sokmak, Milli ve haysiyetli general ve kurmayları
saf dışı bırakmak üzere yapacakları, yenilik ve tasfiye çalışmalarına zemin
hazırlamak için; devreye sokulduğunu..

f. Ortadoğu’daki talihsiz ve tehli gelişmelerin sabır taşını çatlatma ve
artık kaçınılmaz bir kırılma noktasına kavuştuğunu..

g. Ve işte bütün bunlardan dolayı tarihi hesaplaşmanın ve Kıyamet
Savaşının (Armegedon’un) çok yakın olduğunu ve zaten batılı siyaset
bilimcilerin, tarihçi ve düşünürlerin de; dünyada köklü bir devrim ve değişimi
kaçınılmaz bulduğunu, özellikle vurguluyordu…

Bütün bunları okuduktan sonra şu yorumları yapmak ve aşağıdaki sonuçları
çıkarmak, mümkün ve münasiptir.

1- Sevinerek ve şükrederek söyleyebiliriz ki:

Türkiye’de -ve tabi bütün yeryüzünde– Siyonizmin güdümündeki gizli ve
kirli “DERİN DEVLET”in yanında, bir de artık “MİLLİ ve HAYSİYETLİ BİR CEPHE”
vardır ve istediğini yaptıracak, istemediğine engel olacak çok yönlü bir güce
ve organizeye ulaşmıştır.

2- Bu milli ve yerli düşünce ve dinamizmin: çok etkin ve yetkin
temsilcileri, elbette generaller içinde de bulunmaktadır.

3- Bu nedenle, hain ve zalim güçler: karargâhtaki kiralıklarını da
kullanarak, “ordumuzu yıpratma ve kamplaşmaya zorlama” üzerinde yoğunlaşmıştır.

4- Türkiye’miz, askeri, ekonomik, teknolojik ve tabi psikolojik yönden:
hem bölgesindeki hem de yeryüzündeki dengelere yön verecek bir konuma
ulaşmıştır. Bu etkin ve keskin gücünü, herkesin anlayacağı ve hayran kalıp
teslim olacağı şekilde ortaya dökeceği günler de yaklaşmaktadır.

5- İsrail siyonizminin ve barbar batı emperyalizminin yıkılmasıyla ve
özlenen adalet medeniyetinin kurulmasıyla sonuçlanacak; “Armegedon” savaşı
yakındır ve kaçınılmazdır.

6- “Kim “tağut”u (Hukuk ve ahlak dışı şeytani rejim ve reçeteleri ve
dinsizlik düzenlerini) inkâr (ve terk) edip Allah’a (ve Kur’an’ın adalet ve
nizamına) iman (ve itaat ederse) O sağlam ve Sahih bir ipe tutunmuş (ve Hak
yolu bulmuş) olur.“[2]Ayetinde
de işaret ve ifade edildiği gibi; imanın bir tarifi de, küfrü ve kötülüğü
tanıyıp ona isyan edip karşı çıkmaktır.

Ve işte bu yüzden, Milli şuurlu generallerimizin; Siyonizme ve masonik
merkezlerin hıyanetine karşı, bu asil tavır ve tepkileri oldukça olumlu ve
onurlu bir davranmıştır.

7- Milli Gazete’de çıkan bu haberin şimdiye kadar tekzip ve tenkit
edilmemesi de, doğru olduğunun bir kanıtıdır ve ispatıdır.

8- Camiamızın ümitlerini diri tutmak için bizlerin yıllardır anlatmaya
çalıştığı bu mutlu ve müjdeli gerçekleri, şimdi bir emekli generalimizin, çok
net ve mert biçimde ortaya koyması da, doğrusu ruhumuzu okşamaktadır.

Ve tabi merak ediyoruz: “Bunlar uydurmadır, aslı astarı bulunmamaktadır”
diye bizleri suçlayanlar, dışlayanlar, hatta yasak koyanlar, acaba bu
generalimizin, hem de Milli Gazetemizdeki açıklamalarından sonra; birazcık
olsun utanmış mıdır?

9- Ve zaten 30 Ağustos 2003’te Erbakan Hoca Zafer Bayramı münasebetiyle
ve Milli Gazetede yayınlanan tebrik mesajında: “Bugün, Milli Görüşçülerle Milli
ve yerli düşünce sahiplerinin yani “Kuvay-i Milliye”nin, kahraman ordumuza
sahip çıkmaları, güvencemizin ve geleceğimizin sigortası olan kahraman Ordumuzu
yıpratma amaçlı hıyanet girişimlerini boşa çıkarmaları gerektiğini” özellikle
vurgulamıştır.

10- Bazı AKP’li milletvekilinin imzasıyla verilen “Irak ve Filistin’de
yaşanan vahşetin TBMM’de görüşülme talebinin” AKP yöneticilerinin isteği ile
geri çekilmesi ve bu önergeyi veren Milletvekillerinin de, hayır demesi,
hükümetin ve ülkenin hangi güçler tarafından yönetildiği sorusunu gündeme
getirmektedir.

Hemen yanı başımızda, tarihi, tabii ve vicdanı sorumluluk taşıdığımız
yakın komşularımızda yaşanan bu vahşetlerin Mecliste görüşülmesini istemeyen
AKP’liler; yoksa suç ortakları oldukları ABD, İngiltere ve İsrail’in hıyanet ve
cinayetlerini gizlemekle mi görevlidir?

Stratejik ve psikolojik önemi çok büyük olan ve öncelikle ele alınması
gereken böylesine bir konuyu askıya alıp, şiir ve şarkı şölenleri düzenlemek,
her şeyden önce TBMM’nin saygınlığına uygun düşmekte midir?

Filistin ve Irak vahşetine suç ortağı olan ve hala sessiz ve tepkisiz
AKP’lilerin Filistin ve Irak mazlumları için yazılmış şiirler okumaları;
Vicdanlarını bastırmaktan, toplumu ve tabanını aldatmaktan başka, hangi olumlu
ve onurlu sonucu verecektir?

Siyonist canilerin, ABD’li ve İngiliz conilerin, İslam ülkelerinden
bunlara destek çıkan hainlerin ve hala şiir okuyarak şirin görünmeye çalışan
gafillerin devranı bitecektir.

Ama asla unutulmasın ki, hainler mutlaka hüsrana uğrayacak, ilahi adalet
yerini bulacak sabırlı olanlar kazanacak ve sevinecektir.

Yani son gülen tam gülecektir.

Sinan Aygün’ün raporu da bu görüşlerimizi desteklemektedir.

ATO Mafya Raporu:

Ankara Ticaret Odası (ATO) tarafından hazırlanan “Hayatımız Mafya
Raporu”na göre, Türkiye’de mafyanın 100’e yakın faaliyet alanı bulunuyor.

Rapora ilişkin ATO’dan yapılan yazılı açıklamada, yaklaşık 1 trilyon
dolar olduğu tahmin edilen dünya örgütlü suç ekonomisinden Türkiye’nin aldığı
paya yer verildi.

Rapora göre, Türkiye’de yeraltı ekonomisinin büyüklüğü 238 milyar dolar
olan milli gelirin dörtte biri olan 60 milyar doları buluyor. Bu rakam
Türkiye’nin 2004 yılı bütçesinin yarısını da aşıyor.

Rapora göre, Türkiye organize suç örgütleri tarafından dört bir yandan
kuşatılmış durumda. 1998–2002 yılları arasında yaklaşık 17 bin kişi çete üyesi
olmaktan polis tarafından yakalandı. Polisin Türkiye genelinde yaptığı
çalışmalara göre, mafya toplam 3 bin 12 olaya karıştı. Yine 9 bin 53’ü
İstanbul’da olmak üzere 17 bin 105 kişi gözaltına alındı, 4 bin 182 kişi
tutuklandı. 

Mafyanın başkenti İstanbul

Rapora göre, Türkiye’deki organize suçların neredeyse yarısı İstanbul’da
işleniyor.1998’de kurulan İstanbul Organize Şube Müdürlüğü ekipleri, 2002 yılı
sonuna kadar 454 suç örgütünü çökertti, 325 çete liderini yakaladı. Aynı
dönemde çeteler sadece İstanbul’da 1637 olaya karıştı.

Raporda, İstanbul’un ardından mafyanın yoğun olarak faaliyet gösterdiği
iller, “Adana, Ankara, Aydın, Antalya, Balıkesir, Bursa, Gaziantep, İçel,
İzmir, Kayseri, Kocaeli ve Samsun” olarak sıralandı.

Raporda, mafyanın en yaygınını otopark mafyasının oluşturduğu ileri
sürülürken, mafyanın, özellikle büyük şehirlerde cadde ve sokakları parselleyip
görevlendirdiği değnekçiler aracılığı ile otopark ücreti topladığı belirtildi.
Rapora göre, para vermeyen dövülüyor, arabaları çiziliyor, lâstikleri
yarılıyor.

Üç büyük İl olan İstanbul, Ankara ve İzmir’de 2 milyona yakın otomobil
bulunduğu ve bu kentlerdeki otopark ücretlerinin 2–10 milyon lira arasında
değiştiği dikkate alındığında sadece otopark mafyasının yıllık cirosu
trilyonlarla ifade ediliyor.

Otopark mafyasını “arazi mafyası, Çek-senet mafyası, organ mafyası, çocuk
mafyası ve ihale mafyası” izliyor. Rapora göre, bunların yanı sıra Türkiye’de
uyuşturucu mafyası, kumar mafyası, altın-pırlanta mafyası, kira-tahliye
mafyası, fuhuş mafyası, icra mafyası, nakliye mafyası, inşaat mafyası, ehliyet
mafyası, sigara mafyası, silah mafyası, hal-pazar mafyası, dilenci mafyası,
gecekondu mafyası, çayhane mafyası, insan mafyası, pornografi mafyası, kitap
mafyası, müzik mafyası, tarihi eser kaçakçılığı mafyası, göçmen mafyası,
telefon dinleme ve izleme mafyası, hapishane mafyası, naylon fatura mafyası…”
da önemli yer tutuyor.

Yaşam alanları giderek yaygınlaşan mafya dünyasını adlandırmada çok
sayıda ifade kullanıldığına dikkat çekilen raporda, bunların başlıcaları şöyle
sıralandı:

“Mafya ekonomisi, yeraltı ekonomisi, suç ekonomisi, kurşun ekonomisi,
karapara ekonomisi, yasadışı ekonomi…”

Mafya, adam kaçırma, öldürme, yaralama, dövme, ev ve işyeri basma,
tehdit, tecavüz, silah zoruyla el koyma, şantaj, kurşunlama gibi yöntemler
kullanıyor, adam dövmek ve yaralamak nedeniyle sabıkalı olmak yükselmek için
sektör içinde önemli bir avantaj sağlıyor…

 Mafya-mason ilişkisi

Raporda, “Türk tipi mafya”nın özelliklerine de yer verildi. Buna göre,
organize suç örgütlerinin yapısı bir şirket ya da holding yapısına çok
benziyor. En yetkili karar mercii olan “baba” bir holdingin yönetim kurulu
başkanı gibi doğal olarak piramidin en tepesinde bulunuyor. Türk mafyasının
yazılı olmayan kuralları raporda, şöyle sıralanıyor: “Üyelerden lidere karşı
mutlak itaat beklenir. Örgütün genişlemesinde hemşericilik önemli yer tutuyor.
Aranan şahıslar pasaportlarını sicili temiz kişiler üzerine çıkarıyorlar. Mal
varlıkları ise genellikle başkaları üzerine kayıtlı. Eylem yaparken kullandıkları
arabalar ise genel olarak kiralık ve sahte plâkalı.”

Türkiye’de mafya ile Masonların bağlantıları, TÜSİAD ve TESEV gibi
kuruluşlarla çok üst düzey ortaklıkları öteden beri biliniyor. Daha doğrusu
yerel mafya babaları, bunların beşinci sınıf piyonları olarak çalışıyor..

TÜSİAD’ın kendi dergilerindeki itiraflarına göre yıllık gelirlerinin
sadece 13’ü yatırım ve üretimden kazanılıyor. 87’si ise faiz ve rantiyeden elde
ediliyor Faiz ve rantiye işlerinde ise mafyalara önemli görevler düşüyor Hatta
IMF’nin de, aleyhinde gibi görünmesine rağmen, bu kirli ve gizli ilişkilerde
mafyaları örgütlediği biliniyor.

Türkiye şu anda IMF’den ‘en çok kaynak kullanan, IMF’ye en çok borçlu’
ülkeler arasında ilk sıralarda. ‘Borç boyunduruğu’ nedeniyle IMF ile ilişkisi
en az iki-üç yıl daha sürdürmek zorunda. IMF alacaklarını tahsil etmeden
yakamızı bırakmayacak. Zaten Devlet Bakanı Ali Babacan da birkaç kez
açıklamalarında ‘IMF’ye net borç ödeyicisi olmak istiyoruz’ dedi. Yani borcumuz
borç, borcumuz namusumuz, ödeyeceğiz manasında konuşuyor. IMF’ye borçlarımız 27
milyar dolara yakın. 2003 yılında yeniden yapılanan borç ödeme planı ile 2003
ve 2004’te ödenecek taksitler küçüldü, 2005 ve 2006’ya sarkan tutarlar büyüdü.
Gelecek yıl tek kalemde 10 milyar dolara yakın bir ödeme yapılması söz konusu.
O nedenle, her ne kadar Bakan Babacan ‘üç seçenek’ dese de, büyük olasılıkla
yeni bir stand by anlaşması olacak. İhtiyati stand by’da olabilir. Ama en
önemlisi, IMF’ye olan borç geri ödemelerinin yeniden takvimlendirilmesi,
ileriye atılması lazım. Yoksa, ayda 12–13 milyar dolar borçlanan, borç ödeyip,
yeniden borçlanan, borç çevirmek için göbeği çatlayan Hazine’nin işi çok zor.
Tabii ‘borçlarımı yeni vadeye yayayım’ dediğin zamanda IMF yeni şartlar talep
edecek.

Dünya Bankası Türkiye Temsilciliği Senior Ekonomist’i İsmail Aslan’ın
geçen yıl hazırlayıp, Dünya Bankası yönetimine sunduğu Türkiye raporuna göre:
IMF’ye Türkiye kadar yüksek miktarda borçlu olup da, bu borçlarını ödeyen
sadece iki ülke var. Birisi Meksika, diğeri Güney Kore. Borçlarını ödediler,
ama; Meksika’da bir tane ulusal banka kalmadı. Meksika’nın tüm banka sistemi
yabancıların kontrolünde. Güney Kore ise Asya Krizi sonrası 50 milyar dolar
karşılığı IMF ile stand-by yaptı. Borcunu erken ödeyip IMF’nin boyunduruğundan
kurtulma yolunu seçti. İnsanlar yastık altındaki dolarlarını, marklarını,
paralarını ülkelerinin maliyesine verdiler, bir an evvel IMF’ye borçları
ödeyip, kurtulmak için. Ama Güney Kore’nin birbirinden büyük dev sanayi
şirketlerini ve bankalarını; başta ABD şirketleri olmak üzere, hepsini
yabancılar satın aldı. Şirketlerini satan Koreli patronların kimi intihar etti,
kimi şirketin anahtarını yabancılara teslim ederken hüngür hüngür ağladı.
IMF’nin öne sürdüğü ‘yapısal reform’ düzenlemeleri nedeniyle Güney Kore sanayi,
finans sistemi, büyük ölçüde yabancıların kontrolüne geçti. Malesef Türkiye de
bu yola girdi. Şimdi, 2005 ve sonrası için mali disiplin, sıkı para, borç
ödemek için FDF, bankaları, şirketleri, KİT’leri, kamu bankalarını satarak,
yatırımları kısarak, IMF’ye borçlarını son kuruşuna kadar ödeyen üçüncü ülke
olacağız da bakalım bu işin sonu nereye varacaktır?

Erbakan Hoca’nın dediği gibi: “Türkiye olmak veya ölmek arasında karar
verme noktasındadır”.

Yabancıların Türkiye’deki sıkıntıları ise “kayıt dışı ekonomi”yi kontrol
altına alamadıklarından kaynaklanıyor.

Ekonomik konularda faaliyet yapan, Siyonist sermayenin bir aracı-kefalet
kurumu gibi çalışıyor görünse de; IMF daha ziyade siyasi ve stratejik görevler
yürütüyor, sömürü saltanatına boyun eğmeyen ülke yönetimlerini devirmek için
krizler çıkarmakla uğraşıyor.

Türkiye’de “Kayıt dışı ekonomi” diye, vergiden kaçırılan veya yasadışı
yollarla sağlanan para akla gelse de, aslında IMF’nin ve yerli işbirlikçilerin
başa çıkamadığı ve anlamakta zorlandığı sıkıntı noktasını: “Türkiye’de, kendi
kontrolleri dışında ekonomiye yön veren ve “İslamcı Sermaye” denilen, kaynağı
meçhul sermaye oluşturuyor.”

Özelleştirme yalanıyla ülkenin yağmalanması da bu karanlık odaklar ve
kiralık bürokratlarca yürütülüyor..

Bilderberg toplantıları da bütün bunların planlandığı merkez oluyor

‘Bilderberg’in, Siyonist Yahudilerin kurup katıldığı ve her ülkeden üst
düzey Mason işadamı, siyasetçi ve bürokratların çağrılıp talimat aldığı çok
gizli ve etkili bir organize olduğu biliniyor. Türkiye’den daha önceleri Bülent
Ecevit, Süleyman Demirel, Emre Gönensay, Mesut Yılmaz, Mehmet Ali Bayar, Tayyip
Erdoğan gibi siyasilerin… Selahattin Beyazıt, Cem Boyner, Suna Kıraç, Dinç
Bilgin, Muharrem Kayhan, Rahmi Koç gibi işverenlerin… Sedat Ergin, Nuri
Çolakoğlu gibi gazetecilerin… Gazi Erçel, Önder Sanberk gibi bürokrat
isimlerin katıldığı Bilderbeg toplantısı bu yıl İtalya’da yapılıyor.

Dünyanın her önemli ülkesinden Bilderberg’e katılanlar oluyor; bugüne
kadar konu başlıkları düzeyinde bile dışarıya bilgi sızdıran pek olmadı.
Toplantıların yapıldığı otellerde kapsamlı güvenlik tedbirleri alınıyor;
içeride sıkıntı giderme amaçlı çizilen rasgele şekillerle dolu kâğıtlar dahi
görevliler tarafından yok ediliyor. Otelin kapısından giriş yasak, üstünden kuş
uçurtulmuyor…

Bu yıl Hasan Cemal’in Bilderberg’e davet edildiği ve katılmak üzere
gittiği; Milliyet gazetesinde haber oldu. İsterseniz haberi beraberce okuyalım:

“Her yıl diplomat, siyasetçi, işadamı, bankacı, akademisyen ve
gazetecileri biraya getiren Bilderberg Toplantıları’na bu yıl Türkiye’den, CHP
Milletvekili Kemal Derviş, Koç Holding Başkanı Mustafa Koç, ekonomiden sorumlu
Devlet Bakanı Ali Babacan ve gazetemiz yazarı Hasan Cemal katılıyor. 3-6
Haziran tarihleri arasında italya’nın Milano kentinde yapılacak olan
toplantıya, aralarında Henry A.Kissinger, Irak’taki Koalisyon Güçleri’nin
Başkanı Paul L. Bremer, Dünya Bankası Başkanı Wolfensohn, eski Yunanistan
Dışişleri Bakanı ve PASOK Genel Başkanı George Papandreu, Jp Morgan’dan David
Rockefeller, Alman İçişleri Bakanı Otto Schily, AB Konseyi Genel Sekreteri
Javier Solana, Deutsche Bank, Avrupa Merkez Bankası’nın Başkanları ve
Washington Post’un Başkanı Donald E.Graham’ın da bulunduğu 130 kişi katıcak.
Basına kapalı olarak yapılan, kaynak gösterilerek yazılamayan toplantının bu
yılki konuları arasında, Irak ve Ortadoğu’daki gelişmeler, kasım ayındaki
Amerikan Başkanlık seçimleri yer alıyor.”

Bu haberin önemi şurada: Bilderbergçiler’in nefes alışlarını uğraş alanı
seçmiş kişiler var dünyada; bunların hiçbiri Milliyet haberinde yer alan
bilgilerden henüz haberdar değillerdi… İnternetteki özel sitelerde, “Acaba bu
yıl kimler gelecek?” yollu spekülasyonlar gırla gitmekteydi. George W. Bush aynı
günlerde Avrupa’da, İtalya’daki toplantıya selam vermek üzere katılıp
katılmayacağı bile merak konusuydu. Geçen yılki katılımcıların da
sağladığı destekle, Bilderberg’i tartışan Türkiye, bu yıl da, (2004) Bilderberg
gözlemcilerine ön bilgi sunmuş oldu.

Bilderberg Gizli Dünya Devleti’nin hükümetidir. Her ülkede siyaset ve iş
dünyası içinden, medyadan seçtiklerini bir araya getirir. Genel ve özel
oturumlarda konuşturur, dünyanın bundan sonra alacağı biçimle ilgili ipuçları
sağlayan tartışmalar yaptırır. Yemekler bile fikir alış-verişi için bir
zemindir. Verirsiniz, alırsınız, daha bilgili ve başkalarını bilgilendirmiş
olarak ülkenize dönersiniz.

Bir süredir şu takvim dikkat çekiyor. Önce Bilderbergçiler bir araya
geliyor; ardından G-8 toplantısı yapılıyor… Bu arada Avrupa Konseyi ve Dünya
Ticaret Örgütü toplantıları da hemen sonrasına diziliyor. İngiliz Observer
gazetesi yönetmeni Will Huttun 1997 Bilderberg’ine katıldıktan sonra konuyla
ilgili bilgi vermekten kaçınmıştı; özel sohbetlerinden dışarıya “ardı sıra
yapılan bu toplantılar birbiriyle irtibatlı” dediği sızdı sadece..

“Thatcher, Bill Clinton, Tony Blair gibiler önemli yerlere kendilerini
Bilderberg’te gösterdikten sonra geldiler; Oysa bizden katılan siyasetçilerin
çoğu gözden düştü, bazısı hiç varlık gösteremedi Bürokrat Bilderbergçilerden
mahkemeyle boğuşanlar bile var. Medyadan katılımcıların yıldızları beklendiği
gibi parlamıyor, hatta sönüyor… Demek ki, Türkiye’de Siyonist sistemin
şeytani siyasetini ve stratejilerini boşa çıkaran milli bir yapılanma, artık
dünya dengelerini bozabiliyor..

Türkiye’deki bu Bilderberg karşıtı eğilim başka ülkeleri de etkiliyor
gibi. Örneğin bu toplantılara katıldıktan sonra İngiltere, Kanada ve ABD’de
birçok büyük gazetenin sahibi olan Conrad Black iflas etti.”[3]

Ankara 10’ncu İdare Mahkemesinin Tüpraş’ın satışını iptal kararı da, bu
Milli Cephenin gücünü ve kirli cepheye üstünlüğünü gösteriyor

Bilindiği gibi Ankara 10’ncu İdare Mahkemesi, Petrol-iş’in açtığı davada,
Tüpraş’ın satışına ilişkin ihale komisyonu kararını iptal etti. Başta Petrol-iş
olmak üzere, tüm emeği geçenleri kutluyor, mücadelelerinin devamını diliyoruz..

Kamunun ortak malı olan kaynakları, babalarının malı gibi satmaya girişen
özelleştirmeciler de karanlık merkezlerle irtibatlı görünüyor. Kimin malını
kime satıyorsunuz? Maliye Bakanı Unakıtan, ‘Kulaklarımı tıkayıp satacağım’
diyor Halbuki kulaklarını açsın ve bu soruya cevap versin. Demokratik temsil,
bir hükümete, özellikle de kamunun ortak çıkarlarını nesiller boyu etkileyecek
konularda sınırsız yetki vermez. Demokrasiyi, tek başına hükümet kurmaya
yetecek kadar oy almaktan ibaret sananlar, oturup demokrasi derslerine iyi
çalışırlarsa, kendilerinin de ülkenin de uçuruma yuvarlanmaktan kurtulacağını
umuyoruz..

Ne yazık ki, ‘Devlet ekonomiden elini çeksin’, ‘özelleştirme ekonomiyi
canlandırır, iş imkânı yaratır’, “zamanında satmak lazım, yoksa değeri düşüyor”
tarzındaki laf kalabalığına aldanan gafiller bulunmaktadır. Dahası
özelleştirmenin teknik-ekonomik bir mesele gibi algılanması yanlıştır. Yine
Petrol-iş, Irak işgaline karşı, ‘Bir özelleştirme girişimi ve Irak işgali’
sloganını kullanarak, konuya en geniş çerçevede nasıl bakmamız gerektiğini
hatırlatmıştır. Gerçekten de Irak işgalinin gösterdiği en önemli şey, ülkesinin
kaynaklarını ‘güzellikle’ satmayanların, askeri işgal de dâhil her yöntemle
nasıl yola getirileceğinin cevabıdır Bırakın; Saddam ve demokratikleşme
masalını… Orta Asya Türk Cumhuriyetleri de ceberrut yöneticiler tarafından,
gülünç derecede otoriter rejimlerle yönetiliyor, kaynaklarını dışa açtıkları
sürece kimsenin onları demokratikleştirme niyeti yok Azerbaycan’a ‘BP ülkesi’
(‘BP country’) deniliyor.

Kısaca bu iş laf kalabalığına getirilmeyecek kadar önem taşıyor. Hal
böyleyken Başbakan’ın olaya, ‘Bürokratik oligarşi Tüpraş’ta direniyor’
şeklindeki sızlanması patronlarının düşüncesini yansıtıyor. Hatırlarsanız,
Mesut Yılmaz da son zamanlarda başı sıkışınca bu terime başvurur olmuştu. Bu
Masonlar şayet, demokratik kurumlar ve itirazlar, canlarının istediğini
yapmalarına engel teşkil edince ‘oligarşi, statüko, bürokrasi’ terimlerinin
ardına sığınmayı, Özal’dan beri adet haline getirdiler.[4]

Ama piyonlar boşuna çırpınıyor. Çünkü artık patronlarının bile gücü
yetmiyor…

Türkiye, tabii misyonuna ve tarihi mirasına sahip çıkacak bir değişim ve
devrime hazırlanıyor.

 

 

 


 

[1] Milli
Gazete 17 Mart 2004 Kulis Ankara

[2] Bakara:
256

[3] Taha
Kıvanç 3 Haziran 2004 Yeni Şafak

[4] Nuray
Mert 10.06.2004 Radikal


BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi