Dünyada son durum
BMye üye 193 ülkeden 126sı Filistini bağımsız ve egemen
bir devlet olarak tanıyor. Bu ülkelerin toplam nüfusu 5,2 milyarı geçiyor ve
dünya nüfusunun yüzde 75ine denk geliyor. Tanınma için, BM Genel Kurulunda
üçte ikilik bir çoğunluğun lehte oy kullanması gerekiyor. Bu da 128 ülkeye
karşılık geliyor. Filistinin bağımsızlığını 6 ülkenin daha tanıması
bekleniyor. Bu durumda ABDnin karşı oyu işe yaramıyor.
Haritada dikkat çeken noktalar:
Harita, dünyanın Filistin konusunda, Kuzeybatı ve Güneydoğu
şeklinde iki ayrı kutba bölündüğünü çok açık bir şekilde ortaya koyuyor. Bu
bölünme dünyada Suriye, Libya ve birçok konudaki cepheleşmeye de ışık tutuyor.
Türkiyenin komşularından Filistini tanımayan birkaç ülke
arasında Ermenistan, Yunanistan ve İsrail bulunuyor.
ABDnin Latin Amerikadaki sadık müttefikleri Meksika ve
Kolombiya Filistini tanımazken, Venezüella cumhurbaşkanı Huga Chavezin
öncülüğünde sol ve sosyalist hareketin adım adım iktidar olduğu diğer ülkeler
Filistini tanıyor.
ABDnin uzak Asyada vazgeçilmez müttefikleri Japonya ve
Güney Kore Filistini tanımazken, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (Kuzey Kore)
ve Çin Filistini tanıyor.
Kara kıta Afrikada Filistini, -Kamerun haricinde-
tanımayan tek ülke, batı baskısıyla Sudandan koparılan Güney Sudan oluyor.
ABD, bir yandan Filistin devletini onaylayan ülkelerin
sayısını 128'in altında tutmaya çabalarken, diğer yandan Filistin Devlet
Başkanı Mahmud Abbas'ın BM'ye başvurmasını engellemeye çalışıyor.
ABD yine İsraili kolluyordu
Amerikan yönetimi bir yandan Filistin'i bağımsız devlet
olarak tanıyan ülkelerin sayısının 128'e çıkmaması için çabalarken, diğer
taraftan Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın BM'ye başvurmasını engellemeye
çalışıyordu. Üçte ikilik bir çoğunluk sağlandığı anda, ABD'nin karşı oyu işe
yaramıyordu. Bu nedenle ABD yönetimi, Rusya ile Çin başta olmak üzere birçok
ülkenin girişimlerini engellemek amacıyla, yeni bir diplomatik hamleye
hazırlanıyordu. New York Times gazetesinin haberine göre, Obama yönetimi, İsrail
ile Filistin yönetimi arasındaki barış görüşmelerinin tekrar başlaması için bir
öneri geliştiriyordu. Washington görüşmelere yeniden başlanması halinde,
Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbasın, Filistin devletinin tanınması isteğini
BMye götürmekten vazgeçeceğini umuyor. Ancak “çok geç kalmış”
olabileceklerini de kabul ediyordu.
Veto tehdidi çaresizlik göstergesi sayılıyordu
Amerikan yönetimi, Filistin devletinin ancak İsrail ile
yapılacak görüşmeler sonunda tanınmasını istiyor ve konunun Güvenlik Konseyine
gelmesi halinde, veto yetkisini kullanma tehdidinde bulunuyordu. Ancak ABDnin
BM Genel Kurulunda Filistin devletinin oy hakkı olmayan devlet olarak
tanınmasını engelleme gücü yoktu. Oy hakkı olmayan devlet statüsü, Filistin
yönetimine BM kuruluş ve toplantılarında temsil edilme olanağı sağlıyordu.
Obama yönetiminin, Filistin devletine karşı çıkmak zorunda kalması halinde,
Arap dünyasında esecek Amerikan aleyhtarı havadan kaygı duyduğu da
anlaşılıyordu.
Kaynak Makalenin Tamamı:
FİLİSTİN SORUNU VE AKPNİN KONUMU
Batı, acaba Arap Baharı denen ve demokratikleşme kılıfı
geçirilen gelişmelerde ne kadar samimidir?
Çünkü çözümün temeli Filistin sorununda düğümlenmektedir.
ABD ve AB, gerçekten bağımsız bir Filistin Devletini tanıyacak ve İsrail
işgalini ve vahşetini desteklemekten vazgeçecek midir?
ABD kongresinde konuşturulan Netanyahu 18 dakikada 28 sefer
alkışlanıyor ve önünde saygıyla sıraya geçiliyorsa, ABDyi Siyonist Yahudi
Lobilerinin yönettiği tezleri güçlenmektedir.
Batı Şeria- Gazzede Filistin Devleti kurulsun diyen
Clintona bir gün sonra geri adım attıran ve tükürdüğünü yalatan hangi
güçlerdir?
İsrail Türkiyeden özür dilemez, dilemeyecektir. Çünkü o
kendisini üstün ve seçkin ırk görmekte, zulüm ve katliamların hakları olduğu
inancını gütmektedir. Üstelik Türkiyeden özür dilerse, ardından
Filistinlilerden özür dileme mecburiyeti gündeme getirilecektir.
Hem Osmanlıya ve İslam coğrafyasına ilk hıyanet dalgasını
başlatan İngiliz ve ABD siyonist yönetimlerinin tabii ve değişmez işbirlikçisi
olduğu bilinen Suudi yönetimine niye hiç müdahale edilmemekte, Hicaz halkına
niye demokrasi reva görülmemektedir? Aylardır her gün 3040 kişinin
katledildiği Yemende niye ABD kendi kuklası olan yönetimin değişmesine izin
vermemektedir?
Recep T. Erdoğanın Gazzeye gitme planımızı, Mısırlı
yetkililerle görüşüp duruma göre karar vereceğiz sözleri topu taca atmak ve
sorumluluğu Mısıra bırakmak içindir. Çünkü Mısırın Filistin ve Gazze
kahramanlığının Türkiyenin eline geçmesine razı olmadığını bilmekte ve ucuz
bir politika izlemektedir.
Ya hu, Siyonizm güdümlü BM ve NATO üyesi ve AB heveslisi bir
AKP Türkiyesinin İsraile zarar verecek ciddi tedbirlere tevessül
edebileceğini düşünmek saflık alameti değil midir?
Mavi Marmara saldırısında İsrail tamamıyla haksız ve Türkiye
iddiasında bütünüyle haklı olduğu, ama Recep T. Erdoğanın bu konuda ciddiyet
ve cesaretten uzak, sadece tribüne oynayan halkı avutucu bir tavır ortaya
koyduğu halde, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlunun çıkıp İsrail ağzıyla sözde
muhalefet yapması, AKPnin en önemli şansı değil de nedir?
Üstelik Sn. Cumhurbaşkanı Gülden Başbakan Recep Beye ve
Hüseyin Çelik gibi AKP sözcülerine kadar hepsinin aynı mahfillerce eğitilip
öğretilmiş gibi, ikide bir çıkıp:
Bizim kızgınlığımız İsrail devletine ve Yahudi milletine
değil, Netanyahu hükümetinedir. İsraille diplomatik ve stratejik ilişkilerimiz
devam etmektedir yollu açıklamaları, siyonist ve saldırgan İsraile meşruiyet
kazandırmaktan başka ne ifade etmektedir? Oysa asıl sorun bu hükümet değil,
bölgemize bir çıbanbaşı gibi yerleştirilen ve tam bir terör şebekesi gibi
hareket eden gayri meşru İsrail Devletidir.
Akif Emre ve Ali Bulaç gibi AKP yalakası İslamcı yazarların
bile, ara sıra okurların gazını almak ve doğruculuk taslayıp başka
yamukluklarını rahat yutturmak amacıyla:
İslam dünyasına rağmen, aynı Batı bloku içinde yer alan ve
aynı ABD ve AB safında bulunan Türkiye ve İsrailin, bazı konularda bozuşmaları
ve karşılıklı atışmaları, temelli ve köktenci değişimlerin işareti değil,
görsel ve yüzeysel didişmelerin alametidir anlamındaki tespitleri de
yerindedir.
Unutmayalım, Gazzeye 1967ye kadar Mısır sahipti. Yani
Mısır için Gazze hem iç hem dış meseledir.
Yakın bir tarihte Camp Davit anlaşmasının bir maddesi İsrail
tarafından kaldırılarak, Sinada Mısırın asker bulundurmasına izin
verilmiştir.
İsrailin yalnızlaştığı, güvenliğinin zayıfladığı
yolundaki yorumlar boş ve kof avuntulardır. İsrail bölge ülkelerine değil ABD
ve ABye dayanarak Filistinde kalabilecek şekilde yola çıkmıştır.
Recep T. Erdoğan, Gazze ve Filistine sahip çıkan kahraman
ve İsraile kafa tutan başbakan rolüyle, ABDnin ılımlı İslamını İslam
dünyasına taşıma taşeronu yapılmaktadır.
Gazzede 1,5 milyon insan yaşıyor. Yarıdan çoğu dışarıdan
gelen Filistinli mültecilerden oluşuyor.
Türkiyenin Ortadoğuya rol model olacağı söylemi de
havada kalıyor. Çünkü kendi milli modeli olmayan, anayasasını bile tartışmaya
açıp ortaya ne koyacağı ve nasıl bir rejime kayacağı belli olmayan bir AKP
Türkiyesi nasıl model sayılıyor?
Şu anda Ortadoğu yıkılmış devlet enkazlarıyla doludur.
Irakta, Mısırda, Libyada, Tunusta, Yemende ve Suriyede eskileri yıkılmış
yenileri konulamamış bir harabe devletler yığınını andırıyor.
Biz Başbakanın Mısırla başlayan Kuzey Afrika ülkeleri
ziyaretine hazırlık aşamasında, Gazzeye de gidebileceğini açıklaması
üzerine, arkadaşlarımızdan;
Recep Bey Gazzeye asla gidemez. Çünkü kendisini önce
kahraman, sonra başbakan yapan ve boynuna madalya takan güç odaklarına karşı
gelemez, İsraile rağmen bu işe girişemez. Ancak bu korkaklığının suçunu
Güvenlik gerekçesiyle münasip görmediler diyerek, Mısırın üzerine yıkmak
için bahaneler üretecektir dediğimde, önce katılmayanlar, sonunda haklı
çıktığımı itiraf etmişlerdi.
Füze savunma sistemleri İran ve Suriyeye karşı
konuşlanacaktır. Füzeler Akdenizdeki NATO ve ABD gemilerinden fırlatılacaktır.
Komuta merkezi Almanyada bulunacak ve Malatyada kurulacaktır.
Asıl amaç İsrailin güvenliğini sağlamak, İsraile yönelik
muhtemel saldırıları karşılamak ve Türkiye ile İranı kapıştırmaktır.
Önce Libyada NATOnun ne işi var? Libyalı kardeşlerimize
saldıranların yanında olamayız diyen AKP, sonunda Fransa ve ABDnin kuyruğuna
takılmaktan sıkılmamıştır.
Şimdi ise, Batılılar Libyanın zenginlik kaynaklarının
peşinde diyerek, ortak olduğu suçtan ve sorumluluktan kurtulmaya
çalışmaktadır.
Filistini tanımak dünyanın vicdan borcudur
Filistin, Yaser Arafat zamanında veya sonrasında kaç kere
tanındı bunu hatırlayan var mı? Bu tanınmalar, hep heyecan uyandırdı, ancak
sonuç alınamadı. Bugün görülüyor ki onlar, tanıma değil tiyatro oynamakmış.
Her defasında Filistinli hüsrana uğradı. Ardından büyük zulümler yaşadı.
Filistin, insanlık için kanayan bir yaradır.
İnşallah, bu defa 20 Eylül 2011 tarihinde BMde tiyatro
oynanamayacaktır. Bu defa Filistin, eşit bir dünya devleti olarak tanınacaktır.
Bu defa mazlum ve çilekeş Filistin milletini ivazsız ve garezsiz olarak
destekleyen 80 milyonluk bölge lideri Türkiye vardır. Türkiye başbakanı Recep
Tayyip Erdoğan, 19 Eylülde BM 66. genel kurul toplantısında üye devletlerin
diplomatlarına ve onların şahsında da dünyanın vicdanına seslenecek, o vicdanları sarsacaktır. Başbakanımız,
hedefe yüklenerek tavizsiz, riyasız ve cesur bir konuşma ortaya koyacaktır.
Diyebiliriz ki o gün, BMnin 66 yıllık mazisinin en muhtevalı ve en kararlı
konuşması yapılacaktır. Böylece Doğunun gamsızlarıyla Batının insafsızları
Somaliyle kara kıtanın aç insanları için uyandırılmaya ve utandırılmaya
çalışılacak, Palmer Raporunun bizim zaviyemizden gündeme dahi alınmayacak kadar
ciddiyetten mahrum olduğu bir kere daha anlatılacaktır. Terörde ise yüzlere
ayna tutularak Türkiyenin çalınmış yıllarına işaret edilerek teröristlere
destek veren ülkelerin canı acıtılacaktır.[1] Diyenler bir kere daha hayal
kırıklığına uğramıştı.
Yüzde 75 Filistini tanıyor
Tanımayan Cephe
ABD
AB Ülkeleri
İsrail
Japonya
Tanıyan Cephe
Rusya
Çin
İran
Türkiye
Suriye
Hindistan
Brezilya
Venezüella
Dünyada son durum
BMye üye 193 ülkeden 126sı Filistini bağımsız ve egemen
bir devlet olarak tanıyor. Bu ülkelerin toplam nüfusu 5,2 milyarı geçiyor ve
dünya nüfusunun yüzde 75ine denk geliyor. Tanınma için, BM Genel Kurulunda
üçte ikilik bir çoğunluğun lehte oy kullanması gerekiyor. Bu da 128 ülkeye
karşılık geliyor. Filistinin bağımsızlığını 6 ülkenin daha tanıması
bekleniyor. Bu durumda ABDnin karşı oyu işe yaramıyor.
Haritada dikkat çeken noktalar:
Harita, dünyanın Filistin konusunda, Kuzeybatı ve Güneydoğu
şeklinde iki ayrı kutba bölündüğünü çok açık bir şekilde ortaya koyuyor. Bu
bölünme dünyada Suriye, Libya ve birçok konudaki cepheleşmeye de ışık tutuyor.
Türkiyenin komşularından Filistini tanımayan birkaç ülke
arasında Ermenistan, Yunanistan ve İsrail bulunuyor.
ABDnin Latin Amerikadaki sadık müttefikleri Meksika ve
Kolombiya Filistini tanımazken, Venezüella cumhurbaşkanı Huga Chavezin
öncülüğünde sol ve sosyalist hareketin adım adım iktidar olduğu diğer ülkeler
Filistini tanıyor.
ABDnin uzak Asyada vazgeçilmez müttefikleri Japonya ve
Güney Kore Filistini tanımazken, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (Kuzey Kore)
ve Çin Filistini tanıyor.
Kara kıta Afrikada Filistini, -Kamerun haricinde-
tanımayan tek ülke, batı baskısıyla Sudandan koparılan Güney Sudan oluyor.
ABD, bir yandan Filistin devletini onaylayan ülkelerin
sayısını 128'in altında tutmaya çabalarken, diğer yandan Filistin Devlet
Başkanı Mahmud Abbas'ın BM'ye başvurmasını engellemeye çalışıyor.
ABD yine İsraili kolluyordu
Amerikan yönetimi bir yandan Filistin'i bağımsız devlet
olarak tanıyan ülkelerin sayısının 128'e çıkmaması için çabalarken, diğer
taraftan Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın BM'ye başvurmasını engellemeye
çalışıyordu. Üçte ikilik bir çoğunluk sağlandığı anda, ABD'nin karşı oyu işe
yaramıyordu. Bu nedenle ABD yönetimi, Rusya ile Çin başta olmak üzere birçok
ülkenin girişimlerini engellemek amacıyla, yeni bir diplomatik hamleye
hazırlanıyordu. New York Times gazetesinin haberine göre, Obama yönetimi, İsrail
ile Filistin yönetimi arasındaki barış görüşmelerinin tekrar başlaması için bir
öneri geliştiriyordu. Washington görüşmelere yeniden başlanması halinde,
Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbasın, Filistin devletinin tanınması isteğini
BMye götürmekten vazgeçeceğini umuyor. Ancak “çok geç kalmış”
olabileceklerini de kabul ediyordu.
Veto tehdidi çaresizlik göstergesi sayılıyordu
Amerikan yönetimi, Filistin devletinin ancak İsrail ile
yapılacak görüşmeler sonunda tanınmasını istiyor ve konunun Güvenlik Konseyine
gelmesi halinde, veto yetkisini kullanma tehdidinde bulunuyordu. Ancak ABDnin
BM Genel Kurulunda Filistin devletinin oy hakkı olmayan devlet olarak
tanınmasını engelleme gücü yoktu. Oy hakkı olmayan devlet statüsü, Filistin
yönetimine BM kuruluş ve toplantılarında temsil edilme olanağı sağlıyordu.
Obama yönetiminin, Filistin devletine karşı çıkmak zorunda kalması halinde,
Arap dünyasında esecek Amerikan aleyhtarı havadan kaygı duyduğu da
anlaşılıyordu.
Baskı için özel elçi gönderiliyordu
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbasın Başdanışmanı Yaser
Abed Rabbo, ABDnin baskıları bizim BMye başvurmamıza engel olamaz diyordu.
Rabbo, Beyaz Sarayın David Hale ve Dennis Ross adlı iki elçiyi bölgeye
yolladığını ve İsrail ile Filistin arasında yeni barış görüşmeleri yapılması ve
Abbasın BMye başvurudan vazgeçmesi için baskı yaptığını belirtiyordu. Ayrıca,
İsrailin Filistindeki Yahudi yerleşimcilere silah dağıttığını vurguluyordu.
Bağlantısızlar tanıyordu
Mısır Dışişleri Bakanı Muhammed Kemal Amr, Bağlantısızlar
Hareketinin, BM Genel Kurulunda Filistin Devletini tanıyacağını ve tanınmasına
destek vereceğini açıklıyordu. Sırbistan Dışişleri Bakanı Vuk Yeremiç de
ülkesinin Filistin konusunda görüşünün açık olduğunu ve bu ülkeye her türlü
desteği verdiklerini ve vermeye devam edeceklerini söylüyordu.
Çinden destek geliyordu
Çin, Filistinlilerin bağımsız devlet kurmasını desteklediğini
açıklıyordu. Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Cian Yü,Filistinin bağımsız bir
devlet kurmanın vazgeçilmez bir yasal hakkı olduğunu vurguluyordu.
Ankara, muhtemel İsrail senaryolarına hazırlanıyordu
İsrail'in Mavi Marmara baskını dolayısıyla özür dilememesi
karşısında hukuki ve diplomatik tedbirler içeren B planını devreye sokan
Türkiye, bundan sonraki süreçte muhtemel senaryolara da hazırlık yapıyordu.
Ankara'nın kanaatine göre İsrail er ya da geç Türkiye'den
özür dileyecek ve tazminat ödeyecekti. Bu süreçte İsrail, Türkiye'nin
açıkladığı 5 önemli yaptırımdan geri atım atmasını isteyecekti. Bunların
arasında Tel Aviv yönetimi açısından en önemlisi İsrailli asker ve yetkililer
aleyhine açılan davaların iptaliydi. Zaman'a konuşan bir Türk yetkiliye göre,
İsrail “Özür ve tazminata hazırım. Ama ilişkilerin normalleşmesini
istiyoruz. Açıklanan yaptırımlara artık gerek kalmadı” diyordu. Kısaca AKP
iktidarı, ABDnin ve Yahudi Lobilerinin baskısıyla, İsraille yeniden uzlaşmak
için bahane arıyordu.