DÜNYA VE DOĞA KİRLETİLİP ÖLDÜRÜLÜYOR
Su, hava, toprak ve canlı kirleniyor;
Dünya ölüyor..
“Dünyadaki kirlenme böyle devam ederse, 100 seneden sonra, 200 seneye varmaz, belki de bütün dünyada canlı hayat kalmayacaktır. Dünya ölüyor..” (Bir Çevre Bilimi Profesörü)
Bugün anlatacağım meseleyi daha iyi anlayabilmeniz için bir örnek verelim. Çadırlarda yaşayan göçebe halkın tuvaleti yoktur, ihtiyacı da yoktur. Çünkü kırlarda göçebe hayatı yaşıyorlar. Ya çıkıp kırlarda hâcetlerini görürler veya bir kap kullanır, sonra atarlar. Ama İstanbul’da veya benzeri bir şehirde yaşıyorsanız, hâcetinizi bu şekilde gideremezsiniz. Kanalizasyon şebekesi yapmak zorundasınız. Bunu da tek başınıza yapamazsınız, birleşeceksiniz ve ihtiyacınız olan kanalizasyon şebekesini öyle yapacaksınız. Yani ‘ortaklık’ kuracaksınız.
Çağımızdaki ‘sanayi toplumu’ ve ‘modern hayat’ dünyasında pislik sadece insanlarda ve hayvanlardan dışarıya atılmamaktadır. Onlardan çok daha fazla ve çok daha kötü olarak ‘sanayi artıkları’ çevreyi kirletmektedir.
1. Sanayi tesislerinin bacalarından havaya kötü gazlar atılmaktadır. Bunlar rüzgar vasıtasıyla her tarafa götürülmekte ve yağmurlarla yere inmekte, bitki köklerinden veya midelerden canlıların bedenlerine girmektedir. Hava o kadar bozuluyor ki, insanı bırakın, hayvanlar ve bitkiler bile yaşayamaz duruma gelmektedir.
2. Sanayi sıvı artıkları da sulara atılmaktadır. Sular başka bitkilerin kökleri ile canlılara girmekte, onları yiyenler de zehirlenmektedir. Denizlerde dahi havadan daha beter bir şekilde su kirlenmesi olmaktadır.
3. Naylon ve lastik gibi çürümeyen maddeler toprağa atılmakta, ayrıca diğer katı atıklarla toprak da zehirlenmektedir. Havayı teneffüs eden bitkiler çürüyünce zehirlerini oraya akıtmaktadırlar.
4. Nihayet, canlılar suni gübre, ilaçlama, gen aktarma ve denemeleri, radyoaktif atıklar tüm canlıları zehirlemektedir.
Hâsılı, sanayileşmeden önce SU, HAVA, TOPRAK ve CANLI kirli değilken, şimdi bunların hepsi kirlenmektedir. İnsanlar, hayvanlar ve bitkiler başta olmak üzere, tüm canlılar âlemi sağlığını ve hayatiyetini kaybetmektedir. Dünyamız yavaş yavaş ölmektedir…
Bir Fransız çevre bilimi profesörü, Almanya’daki bir bilimsel toplantı sonrasında bize demiştir ki;
“Dünyadaki kirlenme böyle devam ederse, 100 seneden sonra, 200 seneye varmaz, belki de bütün dünyada canlı hayat kalmayacaktır. Dünya ölüyor.. Sizin insanlığın bu sorununa bulabildiğiniz bir çare ve çözüm var mı?..”
Bu teşhis ve tesbitleri yaptıktan sonra,şimdi bunlara nasıl bir çare, çözüm ve tedavi bulacağız?
1- Bunun için ‘AR-GE merkezleri kurup araştırmalar yapmak gerekir.
2- Araştırma sonuçlarına göre uygulamaya yönelik ortak yatırımlar yapmak gerekir.
3- İnsanların bu konuda eğitilmesi ve iyi bir çevre bilincine kavuşturulması gerekir.
4- Bütün bunlardan sonra da, en iyi şekilde otokontrol yapılması gerekir.
Batı dünyasında ‘tekel ekonomisi’ vardır, ‘büyük işletmeler’ vardır. Çevre ile ilgili bu çalışmaları onlar yapıyorlar. Konan zorlayıcı kanunlarla da orta ve küçük üreticileri yani işletmeleri devreden çıkarıyorlar. Onların sisteminde çevre kirliliğine karşı alınması gereken tedbirleri büyük firmalar alacaktır. Türkiye’de de bunu sadece büyük firmalara yaptırmak istiyorlar.
Türkiye’de ‘orta ve küçük esnaftan’ bu çevre çalışmalarını yapmalarını istemek, onları iflas ettirmek demektir. Çünkü, bugünkü şartlarda onlardan yapmaları mümkün olmayan imkânsız bir şey isteniyor. Onlar da bunu yapamıyor. Yapamayınca, çevre felâketi adım adım geliyor…
Bu durumda ne yapılacaktır?
Çevre felâketinin çare ve çözümü nedir?
Gelin, İstanbul esnafı veya bulunduğumuz şehir esnafı olarak, yaptığımız cirodan 1’ini ‘çevre kirliliği’ sorununun çözüm araştırmaları ve uygulama projelerine ayıralım. Biz küçük ölçekli esnaf olarak, orta ölçekli esnaf olarak kalalım; ama ‘çevre kirliliği’ sorununa karşı, güçlerimizi birleştirerek ‘ortaklık sistemi’ çerçevesinde ‘büyük işletme’ gibi hareket edelim. Nasıl? Bunun nasılı üzerinde duralım.
Hemen diyeceksiniz ki;
“Türkiye’de para toplanır ve yerine harcanmadan hortumlanıp yenir, yok edilir Bizdeki yöneticiler onu değerlendiremezler Sorun çözülmez. Biz sadece verdiğimizle kalırız..”
“Dünyadaki kirlenme böyle devam ederse, 100 seneden sonra, 200 seneye varmaz, belki de bütün dünyada canlı hayat kalmayacaktır. Dünya ölüyor..” (BİR ÇEVRE BİLİMİ PROFESÖRÜ)
İnsanlar, hayvanlar ve bitkiler başta olmak üzere, tüm canlılar âlemi sağlığını ve hayatiyetini kaybetmektedir. Dünyamız yavaş yavaş ölmektedir…
Bu sorunun cevabı ve meselenin çözümü için şöyle bir mekanizma önerilebilir:
1. Öyle bir ortaklık sözleşmesini size getirelim ki; çalmak isteyenler çalamasınlar, hortumlayıp yok etmek isteyenler bunu yapamasınlar. Sistem ve mekanizma ânında yolsuzluk ve suiistimalleri tesbit edip devre dışı bıraksın.
2. İşe küçükten başlayacağız, kenardan başlayacağız. Başarılı olursak genişleteceğiz. Küçükten başlamak demek; ya az ortakla başlamak demektir, ya da yüzde bir değil de, binde bir ile başlamak demektir. Başardıkça çalışmamızı genişletiriz veya büyütürüz.
3. Ortaklar temsilcilerini her zaman değiştirebilecekler. Temsilcileri aracılığı ile işletmeyi kontrol edip denetleyebilecekler. Yeter sayıda temsil ettiği ortak kalmayınca, temsilcinin temsilciliği sona erecektir.
4. Ortaklığa girme ve çıkma serbest olacaktır. Çok az katkıda bulunanlar katkılarını durdurabileceklerdir. Bu uygulama bu teşebbüslerin denetimi olacaktır. Böylece halkın desteğini çekmesiyle işletme de kapanır.
“Ya zarar edersek?” diyebilirsiniz. Zarar etmeyi göze almadan hiçbir iş yapılamaz. Zarar etmeyi araştırmaya, yani ‘AR-GE/ Araştırma Geliştirme’ çalışmasına sayacaksınız. Çünkü bu yapılan yeni bir denemedir ve her halükârda bu çalışmadan bir şeyler öğrenilebilir.
Bizim böyle ‘çevre kirliliği sorunları’ başta olmak üzere, pek çok ekonomik ve sosyal sorunlarımızı çözecek tesbit ettiğimiz 25 GENEL HİZMET vardır.
Bu 25 Genel Hizmeti yapacak KOOPERATİFLER kurmak zorundayız…
Yoksa, biz de bütün dünya ile birlikte helâk olacağız…
Bugünkü yazımızda bu 25 hizmetin sadece isimlerini sayalım:
I – 1) Organize sorumlusu KOOPERATİF BAŞKANI.
II – 2) EVRAK ve 3) DEMİRBAŞ kayıtları, 4) ZİMMET ve 5) ENVANTER muhasebesi.
III – 6) İLMÎ, 7) AHLÂKÎ, 8) MESLEKİ ve 9) SAVUNMA eğitimleri, Teminatlı Ehliyet.
IV – 10) TAKİP, 11) ARAŞTIRMA, 12) AMBAR ve 13) KASA hizmetleri.
V – 14) BASIN, 15) YAYIN, 16) ULAŞTIRMA ve 17) HABERLEŞME hizmetleri.
VI – 18) PLANLAMA, 19) SAĞLIK, 20) BAKIM ve 21) GÜVENLİK hizmetleri
VII – 22) NOTERLİK, 23) KONTROL, 24) SORUŞTURMA ve 25) HAKEMLİK hizmetleri.
Bu hizmetlerin nasıl olacağı ve ne şekilde yapılacağı ile ilgili olarak, her ‘GENEL HİZMET’ için 10 A4 (dosya) sayfası bilgi, yani tam 250 (ikiyüzelli) sayfalık bilgi yazılmıştır. ASKON, MÜSİAD, İTO, Tahtakale ve Eminönü esnafı başta olmak üzere, konu ile ilgilenen herkesle bu bilgi ve birikimlerimizi paylaşmaya hazır ve âmâdeyiz… Bu çalışmaları ve uygulamaları yapacak olan ‘ORTAK BİR KOOPERATİF’ kurup da büyük işletme gibi hareket edilmedikçe, küçük ve orta ölçekli esnaf uzun zaman ayakta kalıp yaşayamaz.
Fransız çevre bilimi profesörü, lisân-ı hâl ile; ‘Batı sanayi toplumu ve uygarlığı’ olarak, sizin de görüp yaşadığınız üzere ‘biz dünyayı kirlettik, hâlen de kirletmeye devam ediyoruz..’ dedikten sonra, soruyor: “Dünyadaki kirlenme böyle devam ederse, 100 seneden sonra, 200 seneye varmaz, belki de bütün dünyada canlı hayat kalmayacaktır. Dünya ölüyor.. Sizin insanlığın bu sorununa bulabildiğiniz bir çare ve çözüm var mı?..”
Evet, 150-200 yıl sonra ölüp yok olacak olan dünya için bir çare ve çözümümüz var mı?.
SU, HAVA, TOPRAK VE CANLI KİRLENİYOR; DÜNYA ÖLÜYOR..
Çare ve çözümümüz varsa, mesele yok; hemen uygulamaya başlayalım…
Çünkü, fazla vakit kalmadı, bir an önce çalışmaya başlamak gerekiyor…
Evet, dünya bizi bekliyor…[1]
Küresel Kirlenme Sürüyor
Uluslararası Saydamlık Örgütü’nün 2005 yılı için açıkladığı “Küresel Yolsuzluk Raporu” ile birlikte dünyanın pekçok ülkesini kanser hücresi gibi saran yolsuzluk illeti yeniden gündeme geldi.
Uluslararası Saydamlık Örgütü, dünya genelinde kabul görmüş organizasyonların yayınladığı araştırma raporları başta olmak üzere çeşitli kaynaklardan topladığı bilgi ve belgeleri değerlendirerek her yıl yolsuzluk raporu yayınlıyor. 2001 yılında yayınlanan küresel yolsuzluk endeksinde Türkiye 3.6 puanla 54. sırada yer alıyordu. 2001 yılı raporuna göre Brezilya, Bulgaristan, Kolombiya, Uruguay ve Kosta Rika bile Türkiye’den daha iyi durumda gözüküyordu.
2005 yılı küresel yolsuzluk raporunda ise Türkiye 146 ülke arasında 77. sırada yer alıyor. Türkiye, Mısır, Benin, Mali ve Fas ile aynı sırayı paylaşıyor. En az yolsuzluk yapılan ülkelerin başında 2001 yılında olduğu gibi 2005 yılında da yine Finlandiya, Yeni Zelanda, Danimarka, İzlanda, Singapur, İsveç ve İsviçre geliyor.
Yolsuzluğun ekonomik, sosyal ve siyasal maliyetleri
Yolsuzluk sadece ekonomik alanda değil sosyal ve siyasal hayatta da önemli tahribatlara yol açmaktadır. Yolsuzluğun ekonomik maliyetleri arasında, kaynak tahsisinde kamu yararı yerine politik ve kişisel çıkarların ön plana çıkmasını, verim kayıplarının artmasını ve yabancı sermayenin gelmemesini saymak mümkündür.
Sosyal açıdan ise yolsuzluk hukuk sistemine ve devlete olan güveni sarsmakta, ahlaki değerleri çöküntüye uğratmakta, gelir dağılımının bozulmasına yol açmaktadır. Yolsuzluk siyasal açıdan da önemli tahribatlara neden olmakta, hukuk devletinin temel ilkesi olan eşitlik ilkesi çiğnenmekte, demokrasinin şeffaflık unsuru gözardı edilmekte, kamu idaresinin vatandaşa hesap verme sorumluluğu zedelenmekte, başarısız olan iktidarların yasal olmayan biçimde ekonomik güç elde ederek iktidarda kalma süreleri uzamaktadır.
Görüldüğü gibi yolsuzluk, basite alınabilecek bir sorun değildir. Ülkelerin maddi ve manevi açıdan tahribata uğramasına neden olmakta, demokrasinin işleyişine zarar vermektedir.
Uluslararası kuruluşlar da yolsuzluğun pençesinde
Yolsuzluk sadece ülkelerde değil uluslararası kuruluşlarda ve dünyanın dört bir yanına adeta ahtapot gibi yayılmış olan çok uluslu şirketlerde de yaygın olarak görülmektedir. Uluslararası kuruluşlardaki yolsuzluklar, küresel sisteme zaten az olan inancı, iyice yok etmektedir.
Küresel yolsuzluk raporunda uluslararası kuruluşların özellikle inşaat ve yardım alanında karıştığı yolsuzluklara dikkat çekilmektedir. Raporda Irak’ta büyük şirketlerin yürüttüğü projelere değinilmekte ve “çok acil önlemler alınmazsa, Irak’taki uygulamalar tarihin en büyük yolsuzluk skandalı olabilir” uyarısı yapılmaktadır.
Savaş bile yolsuzluk akbabaları için fırsat olmakta, yakılıp yıkılan yerleri yeniden yapmaya talip olan büyük şirketlerin bir süre sonra yolsuzluk batağına saplandıkları görülmektedir. Uluslararası kuruluşların dünya genelinde felaket bölgelerine yaptıkları yardımlarda da sıklıkla yolsuzluk iddiaları ile karşılaşılmakta, depremzede ya da Afrika’da açlıkla boğuşan bir çocuğun rızkına rahatlıkla el uzatıldığı bilinmektedir.
Küresel Sistemin Vicdanı Yok
Yolsuzluk hastalığını, faturayı sadece kişilere yükleyerek açıklayamayız. Yolsuzluk hastalığının temelinde “küresel sistemin adaletsiz altyapısı” yatmaktadır. Küresel sistemin “eşitlik duygusu” yoktur ve “herkesin insan onuruna yakışır şekilde yaşama hakkı olduğu” fikrine inanılmamaktadır.
Küresel sistem “güce” inanmakta, güçlüden yana tavır almaktadır. Küresel sistemin vicdanı yoktur, onun için aç çocuğun rızkına el uzatmakta, savaştan çıkmış insanlara yapılan yardımlara göz koymakta sakınca görmemektedir.
Adaleti tesis etmeden, yolsuzluğu önlemek mümkün değildir. Küresel yolsuzluğun panzehiri, gelir dağılımında ve yönetimde adaleti sağlamaktır.[2]
Bush ve Siyonist Amerika, sosyal kanserleşmeye yol açıyor
Bir canlının bünyesinde kanser nasıl oluşur? Kanserojen bir madde etki yapar, bu etki ile vücudun sağlam hücresi, biyolojik yapıya isyan ederek, diğer hücreleri ve vücudun diğer organları aleyhine, nizam dışı büyümeye başlar ve kanserleşir neticede o organizmayı yer bitirir.
Gezegenimizdeki hukuk sistemleri de eksiği fazlası olmakla berâber, İnsan Hakları konusunda önemli sayılacak gelişmeler kaydetmiş, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Avrupa İnsan Hakları anlaşmalarıyla, kânûn devleti, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü aşamalarından geçerek insanlığı 21’inci yüzyıla taşımış olan canlı organizma gibidir.
Ancak bu asrın eşiğinde, bu organizma tehli bir kanser hastalığına yakalanmıştır. Bu hastalık bilindiği gibi şöyle başladı:
Önce, Amerika’daki ikiz kuleler vuruldu. ABD Başkanı Bush, bu fâcia karşısında ilk beyanatında, “Bu olayın fâillerini araştırıp bulacağız, onları yargılayıp lâyık oldukları cezalara çarptıracağız” diyerek insan haklarının, hukuk devletinin ve hukukun üstünlüğünün gösterdiği normal yoldan gidileceğini ifâde etti.
Bu aşamada görüldüğü gibi, insan haklarının kanserleşmesi gibi bir belirti yok idi. Fakat ABD eski dışişleri bakanlarından Kissinger, Bush’a adeta komut verir gibi sert bir çıkış yaptı:
– Düşünme Vur… Dedi. İşte bu komutla işler çığırından çıktı. Eğer Bush, Siyonist Kissinger’in tavsiyesine uymayıp ciddi birdevlet adamına yakışacak şekilde hareket etmiş olsaydı dünyamız medeniyet yolunda geriye gitmeyip ileri gidecekti. İnsanlık bu akibeti meçhul, kanlı badirelere sürüklenmeyecekti. Ama tam tersine Bush; hak, hukuk, adalet, hukukun üstünlüğü prensiplerini çiğnedi. Tetkiksiz, tahkiksiz, yargılamasız, önce Afganistan’ı vurdu sonra hiçbir haklı sebep olmadığı halde Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nı da hiçe sayarak Irak’ı işgal etti, yüzbinleri aşkın masum Müslümanın kânına girdi. Ve girmeye devam ediyor.
İşte bu olay insanlığın müşterek eseri olan hukukun kanserleşmesidir. Bir kanser hücresinin vücudun biyolojik yapısına isyan ederek, o yapıyı tahrip etmesi, yiyip bitirmesi ne ise, buna benzer bir tehnin insan hakları genelinde ortaya çıkmasıdır.
Şu günlerde ise, kanser artık ikinci aşamaya gelmiş metastas yapmıştır. Bush’un ikinci kez seçilmesi ve etrafına Rumsfeld ve Condoleezza gibi en müfrid şahinleri alarak Ortadoğu’yu hatta Asya ülkelerini, dolaylı dolaysız, hileli hilesiz, kanlı kansız her türlü metodları uygulayarak istilaya başlaması olayı ile karşı karşıya gelmiş bulunuyoruz.
İşe bakın ki ABD Dışişleri Bakanı Rice, biz bu operasyonları, herkese demokrasi ve insan hakları getirmek için yapıyoruz diye takdim ediyor.
Tekrar ediyoruz bu kanserleşme olayı, yalnız Ortadoğu ülkeleri için değil bütün insanlık için mutlaka önlenmesi gereken bir tehdir. İnsanlık âlemi bu bakımdan 21’inci asrın başında büyük bir imtihanla karşı karşıyadır. İnsanlığın kurtarılması, insan haklarının ve hukukun üstünlüğünün tekrar sağlanması dünyaya egemen kılınması kaçınılmaz olmuştur.
Bu yapılmadığı veya yapılamadığı taktirde, insanlık, insan hakları ve hukukun üstünlüğü konusunda, daha önce elde ettiği bütün kazanımlarını kaybedecektir.
Bush ve taraftarları ne diyor? Dünya iki cepheye ayrılmıştır, Bizden yana olanlar vardır, karşımızda olanlar vardır.”
– “Tahkikat yapmayacağız, haklı kimdir haksız kimdir, terörist kimdir, masum kimdir, ayrım yapmayacağız. Kimden şüphelenirsek onu derhal vuracağız yani. Su gibi kan dökeceğiz.”
Bu ne demektir? Biz teröristlerin, metodlarını gözü kapalı uygulayan bir ilkel ve kör kuvvetiz demektir.
Guantanamo, esir ve işkence kampı, bu kanserleşmenin odağıdır. Şu halleriyle Bush ve çevresindekiler, ABD’nin bir zamanlar hukukun üstünlüğü ve insan hakları uygulaması konusunda, Avrupa hukukuna bile örnek olan ABD’nin en yüksek dereceli mahkemelerine ve hatta Süp RemKort’a bile karşı gelmekte ve kafa tutmaktadırlar.
Bu sebepten, bu kontroldan çıkmış olan gidişata mutlaka dur denilmelidir.
Mutlaka hukukun üstünlüğü sağlanmalıdır. Zira bilindiği gibi, bir kişinin haksız olarak öldürülmesi, bütün insanlığın öldürülmesi hükmündedir.[3]
‘Kumar ekonomisi ülkeyi batırıyor
Farz ediniz ki, Anadolu’nun bir şehrinden 10 000’er YTL’si olan 100 genç İstanbul’a gelmiş, bir iş kurmak istiyor. 10 000 YTL ile İstanbul’da bir iş kurulamaz. Bunlar hep birlikte ‘ne yapalım?’ diyorlar ve bu meseleyi çözüme kavuşturmak için düşünmeye başlıyorlar. Onar bin liramızı birleştirelim, bir milyon YTL sermayemiz olur, bununla yüz kişiyi çalıştıran bir iş kurabiliriz, diyorlar. Misal olarak söylersek, bunun 500 bin lirası ile bir arsa alabilirler, 500 bin lira ile de doğrama makineleri ve taşıma araçları alırlar. Tek odalı ve mutfaklı, 2000 dolara mal olan bahçe tipi küçük ‘ahşap dinlenme evleri’ üretebilirler. Başlangıç olmak üzere 100 kadar ev üretirler. Sonra bir ‘dinlenme yeri’ yani ‘tatil sitesi’ ile anlaşır ve bu evleri orada kurabilirler. Böylece ‘ahşap dinlenme evleri işletmesi’ni kurmuş olurlar.
Böyle bir işletme seri olarak çalıştığı zaman, 100 kişiyi çok kolaylıkla istihdam edebilirler.
Başka bir iş üzerinde de anlaşmış olabilirler.
Mesela, hayvancılık yaparlar, tarım üretimi yaparlar, herhangi bir sanayi ürününü üretirler…
Her ne ise; bu 100 kişi ittifakla şuna karar verdiler:
“Biz bu paralarımızı birleştirmezsek, her birimizin tek başımıza iş bulmamıza veya iş kurmamıza imkân yoktur. Paralarımızı bir ortaklıkta birleştirirsek, işimiz yüzde seksen garantili gibidir…”
Artık memlekette iş olmadığı için geri dönmeleri de imkansızdır..
Bir araya gelip ortak olmazlarsa, ellerindeki bu on biner liralar bir-iki sene içinde biter, sonra hepsi açlıktan ölürler..
Bu durumda sorun nasıl çözülsün? Bu sermayeyi bir araya nasıl getirelim?
Bunun üzerinde tartışmaya başlıyor ve ikiye ayrılıyorlar;
MİLLÎ GÖRÜŞÇÜ ADİL DÜZENCİLER ve MANDACI LÂİKLER.
MANDACI LÂİKLER şöyle bir öneri getiriyor ve diyorlar ki;
“Gelin ‘kumar’ oynayalım. Yazı tura atalım. Yahut tavla zarı kullanalım. Parası biten devreden çekilsin. Kim kumarda kazanırsa, en son bütün parayı kim toplarsa, o iş kursun ve bize iş versin…”
Bu teklif makul gibidir. Ancak;
“Ya parayı toplayan kişi iş kurmazsa, yahut kurar ama bizi karın tokluğuna çalıştırırsa, hâlimiz ne olur?.”
Lâikler bu konuda ısrar ediyor ve ‘bundan başka çözüm yolu yoktur’ diyorlar.
MİLLÎ GÖRÜŞÇÜ ADİL DÜZENCİLER diyorlar ki;
“Gelin bir araya gelip güçlerimizi birleştirelim ve ‘ortaklık’ kuralım. Aramızdan beş temsilci oluşturalım. Onlardan biri başkan olsun. Biz onar bin liralarımızı bu ortaklığa yatıralım. Ortaklık iş kursun ve bize iş versin. Ayrıca, ‘sermaye kârı’ da bizim olsun.”
Bunlar çok mâkul bir öneride bulunmuş oluyorlar. Devamında diyorlar ki;
“Biz eğer paramızı kumarda kazanana verirsek, her şeyimizi kaybetmiş oluruz. Oysa ortaklıkta kazanma şansımız var. Kumardaki zengin kişi başarıya veya başarısızlığa ulaştığı zaman bizim onu denetleme imkanımız yoktur. Ama ortaklıkta ‘denetleme’ yapma ve başarısız yöneticiyi ‘değiştirme’ şansımız vardır…”
İşte bugünkü ‘dünya ekonomisi’ bu görüşlerin çarpıştığı bir dünyadır.
Amerika’da dünya ekonomisini yöneten 200 aile var. Dünyayı kumarhane hâline getirmiş, tüm insanlığı oynatıp sömürüyor. Sonunda dünyayı teslim alacak, tüm insanlar ‘ortak’ değil ‘işçi’ olacaklardır.
FAİZLİ EKONOMİ tamamen bir kumar oyunudur, ‘kumar ekonomisi’dir. Geliri üretime değil, sadece vergiye dayanan ekonomi, tamamen bir ‘kumar ekonomisi’dir.
Karşılıksız paraya dayanan ekonomi ‘sahte kumarhane ekonomisi’dir. Kumar ekonomisi olmasa da, en azından ‘tekel ekonomisi’dir. Sonunda tüm insanları köle yapan ekonomidir.
Türkiye’de elli yıldır devamlı olarak oluşturulan krizlerle ülkemiz bu ekonomiye doğru gitmektedir.
Pakistan’da olsak, İran’da olsak, Arabistan’da olsak, Mısır’da olsak, fazla endişelenmemize gerek yoktur. Ama TÜRKİYE ve İSTANBUL’da olanlar üzerinde dünyanın oynadığı oyun, ‘kumar’ oynatıp iflas ettirmek, sonra ‘açlık ve borçlanma ekonomisi’ ile II. SEVR’i dayatmak suretiyle soykırımına uğratmaktır.
İSTANBUL ve TÜRKİYE ESNAFI ile TÜCCARI;
-Ya kanser hastası gibi ‘kumar ekonomisi’ içinde ölümünü sancılar içinde bekleyecek;
-Yahut, “ORTAKLIK EKONOMİSİ”ni kabul ederek sağlığına kavuşup yaşayacaktır.
Bundan başka bir çözüm şekli ve çıkış yolu yoktur.[4]
İstanbul Yabancılaştırılıyor
İstanbul`un Zeyrek, Fener Ve Balat Semtlerinde Rum Evleri Restore Edilirken, Anadolu Yakasında Beykoz Belediye Başkanı Muharrem Ergül Eski Ermeni Mahallesi`ndeki Tarihi Evleri Restore Edeceğini Duyururken, Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Demircan, Başpiskopos Eşliğinde Çeşitli Etkinlikleri Yaparken Cihan Devleti Kurmuş Atamız, Ceddimiz Osmanlı`nın Mezarları Mahsun Kalmaya Devam Ediyor.
Yetkililerimiz Azınlıkların Yaşadığı Yerleri Onarıp Tamir Ediyor Ama Kendi Kültürümüzü Ve Değerlerimizi Unutuyor. Kültür Bakanlığı Ve Anıtlar Kurulu Adıyla Yapılanmalarımız Varken Bu Kurumların Ne Zaman Ve Nerede Çalıştıkları, Neler Yaptıkları Merak Ediliyor. Akp Hükümeti Ve Belediye Başkanları, `Diyalog Stratejisi Modası`na Uyarak Ermeni, Rum, Yahudi Vatandaşlarımızın Eskiden Yaşadıkları Tarihi Semt Ve Eserleri Korumak İçin Adımlar Atadursun; İstanbul`u İstanbul Yapan Özellikleri Bulunan Tarihi Eserlerimiz Ve Değerlerimizin Yüzüne Kimse Bakmıyor.
Tarihi Eserler Şarapçılara Teslim
Sokak Aralarında Kalmış Eserlerimiz, Çeşmelerimiz, Mezarlıklarımız Ani Bir Kararla Yok Edilirken Ve Göz Önünde Olanlara Da Kimse Dokunmazken Çoğu Zaman Tinercilere, Evsizlere Ve Şarapçılara Ev Sahipliği Yapıyorlar. Başbakan Erdoğan, Belediye Başkanlığı Zamanında Engellerle Karşılaştığını Söyleyerek İstanbul`daki Tarihi Eserlerin Harabeliğine Dikkat Çekip Yetkililere Çattığı Günleri Unutmuşa Benziyor. Zira Bakanlık Ve Diğer Kurumlar, İstanbul`da Başta Ceddimizin Mezarlıkları Olmak Üzere Tarih Adına Neyimiz Varsa Görmezden Geliyor.
İstanbul`un Silüeti Kimi Rahatsız Ediyor
İstanbul Büyükşehir Belediyesi`nin Pek Düşünceli Başkanı Kadir Topbaş, Yüzlerce Yıllık Siluetiyle Beyinlere Kazınan İstanbul`a Yeni Silüetler (Semazen Ve Fatih Sultan Mehmet Heykeli) Arama Çabaları `Sanki Mevcut Eserlerimizin Tüm Sorunları Bitirilmiş De Göstermelik Ve Gösterişlik İş Yapma Hevesiyle Yeni Maceralara Atılıyorsunuz` Yorumlarına Yol Açıyor. Bu Durum, “İslam`ın En Önemli Başkentlerinden Biri Olmuş İstanbul`un Camilerden Oluşan Ve Derme Çatma Modern Binaların Çirkinliğine Her Gün Haykıran Asaleti, Birilerini Rahatsız Etmiş Olmalı” Şeklinde Değerlendirilirken İstanbul`un Gözyaşları Akmaya Devam Ediyor. Bütün Bunları, Vatandaşın Çoğu Ekmek Derdine Düştüğü İçin Fark Edemezken Duyarlılık Gösteren Vatandaşlarımız `Biz Evlatlarımıza Nasıl Bir Şehir Bırakacağız` Şeklinde Soruyorlar.
II. Abdülhamit`e Saygısızlık
Vakıflar Genel Müdürlüğü`nün Talimatıyla Tüm Camilerdeki Tarihi Eserlerin Toplanacağı Belirtildikten Sonra Gerekli İşlem Yapılırken Tarihi Duyarlılıktan Oldukça Uzak Tavırlar Da Görüldü. Yıldız`daki Hamidiye Camii`nde Bulunan Iı. Abdülhamit`e Ait Tablolar Ve Diğer Tarihi Eserler Kamyonla Sıradan Eşyalar Gibi Taşınırken, Taşıyan Kişilerin Eserleri Üstüste Koydukları Ve Üzerlerine Oturdukları Gözlendi. Yıldız Teknik Üniversiteli Öğrencilerin Tepkisini Çeken Olaydaki Görevlilerin Tutumu, Yetkililerimizin Eserlerimize Gösterdiği Duyarlılığa () Eşdeğerdeydi.
Eyüp Sultan`da Fuhuş Pazarlığı
Eyüp Sultan`da Peygamber Efendimizi (Sav) Evinde Ağırlayan Büyük Sahabe Eyüp El Ensari Yatıyor. İstanbul`u Fethetmek İçin Gelen Sayısız Sahabe Efendilerimizin De Eyüp Ve Çevresinde Bulunduğu Kabul Ediliyor. Eyüp`te Ziyaret Edilen Türbeyi Her Gün Binlerce İnsan Ziyaret Ediyor. Ama Bu Alan Tamamen Denetimsiz. Eyüp Meydanı Uzun Zamandır İğrenç Fuhuş Pazarlıklarına Ev Sahipliği Yapıyor. Yetkililerimiz Bunları Görmüyor Ya Da Görmezden Geliyor. Mezarlıkların Hali Perişan. Her Tarafta Bali Kutuları, Bira Şişeleri Ve Envai Çeşit Pislik Dolu. Ne De Olsa Gece Olunca Başıboş Kalıyor Koca Meydan. Pislik İçindeki Mezarlıklar Temizlenmiyor. Buralarda Can Güvenliği De Yok. İşadamı Üzeyir Garih`in De Bir Mezarlıkta Öldürüldüğünü Hatırlatalım.
Envantersiz Mezarlar İşgal Altında
Uzmanlar, İstanbul’daki Tarihi Mezarlıklarla İlgili Bir Envanter Olmadığını Belirtiyorlar. İstanbul`da Rantı Yüksek Yerlerdeki Mezarlıklar, Geceleri Bekçisiz Kaldığı İçin Talan Ediliyor. Önce Taşları Ortadan Kaldırılan Mezarlar Daha Sonra Başkasına Satılıyor. Sökülüp Götürülen Mezar Taşları İse Ya Dekorasyon Malzemesi Oluyor Ya Da Molozların Arasından Çıkıyor. İstanbul’daki Tarihi Mezarların Maddi Ve Manevi Değerine Rağmen Ne Sayılarına Ne De Yerlerine Dair Resmi Kayıt Var. Sahipsiz Kalan Tarihi Mezar Taşları Yurtdışına Kaçırılıyor, Hoyrat Kişiler Tarafından Parçalanıyor Ya Da Zengin Bir Ailenin Evinin Bahçesinde Bir Çeşmeye Dönüştürülüyor. Pahalı Mezar Yerleri, Üzerindeki Mezarlar Parçalanıp Yok Edilmek Suretiyle Ve Yasa Dışı Yollarla El Değiştiriyor. İstanbul’daki 204 Mezarlıktan Sadece 170’inin Bekçisi Var. Sayılarının Yetersiz Olması Nedeniyle Bazı Yerlerde Bir Görevli Birbirine Yakın İki Mezarlığa Birden Bakıyor. Mesela, Karacaahmet Mezarlığı’nın Genişliği 650 Dönüm. Böylesi Geniş Mezarlıklarda Bir Bekçi Yetersiz Kalıyor. Sonuç Olarak Mezarlıklar Tinercilerin, Bağımlıların İşgaline Uğruyor. Tarihi Kabristanları Tahrip Edenler Arasında Ruhsatsız Mezar Açanlar Da Var. Bazı İddialara Göre, Bu Kişiler Önce Mezar Taşlarını Talan Ediyor, Tepkiyle Karşılaşmazlarsa Taşları Ortadan Kaldırıyor. Bir Süre Sonra Gazeteye Bir Yakınlarının Mezar Tapusunu Kaybettiklerine Dair İlân Veriyor Ve Yasa Dışı Yolla Tapu Alıp Mezar Yerini Başkasına Satıyorlar. Yetkililer, “O Kadar Çok Tarihi Mezar Var Ki, Hangisi Nerede Onu Bile Tespit Edemiyoruz” Diyorken İstanbul`un Tarihini Adeta Toprak Altına Sokuyoruz.[5]
[1] Milli Gazete / 29.30 – 03 2005 / R. Nuri Erol
[2] Milli Gazete / 30 03 2005 / Abdullah Özkan
[3] Milli Gazete / 30 03 2005 / S. Arif Emre
[4] Milli Gazete / 31 03 2005 / R. Nuri Erol
[5] Milli Gazete / 31.03.2005 / İslam Arslan