DELİRDİNİZ Mİ SİZ?!!!
Bidende Rum Ağzı
ABDnin kipalısı rumları sevindirdi:
adada tek meşru hükümet var! Bidenin haddini aşan bu sözlerine Ankaranın
nasıl tepki vereceği merakla bekleniyor…
İsrail, AB ve Rum çıkarları için 52 yıl
sonra doğalgaz yataklarının sömürü için Kıbrısı ziyaret eden ABD Başkan
Yardımcısı Siyonist Joe Biden, Adadaki temaslarında KKTCyi yok saymaya devam
ediyor. KKTC bayrağı ile aynı fotoğraf karesine girmek istemeyen Bidenin,
Kıbrıs Türk Cumhurbaşkanı Derviş Eroğluyla yapacağı görüşme öncesi çirkin
açıklamalarda bulunması dikkat çekti. Eroğluyla görüşmesinin KKTCyi tanımak
anlamına gelmediğini söyleyen Biden Kıbrısın tek meşru hükümetinin
bulunduğunu, bunun da güneydeki Rum kesiminde olduğunu ve ziyaretinin bunu
değiştirmeyeceğini belirtti.
Biden,
KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlunu ziyaret etti.
Bu görüşme Eroğlunun diğer
kabullerinden farklı olarak KKTC Cumhurbaşkanlığı ek binasında gerçekleşti.
Sebebi ise ABDnin KKTCyi tanımaması.
Ziyaretin merkezinde İsrailin güvenliği
ve doğalgaz var
ABD Başkan Yardımcısı Joe Bidenın üç
günlük Kıbrıs ziyaretini değerlendiren Prof. Dr. Ata Atun, Joe Bidenın Türkiye
aleyhtarı bir politikacı olduğuna dikkat çekti.
ABD Başkan Yardımcısı Joe Bidenın üç
günlük Kıbrıs ziyaretini değerlendiren Prof. Dr. Ata Atun, Joe Bidenın Türkiye
aleyhtarı bir politikacı olduğuna dikkat çekti. Ziyaretin temelinde ise Doğu
Akdenizde bulunan doğalgazın Avrupaya taşınması ile İsrailin güvenliği
olduğunu söyledi.
ABD Başkan Yardımcısı Joe Bidenın üç
günlük Kıbrıs ziyaretini değerlendiren Prof. Dr. Ata Atun, Joe Bidenın Türkiye
aleyhtarı bir politikacı olduğuna dikkat çekti. Ziyaretin temelinde ise Doğu
Akdenizde bulunan doğalgazın Avrupaya taşınması ile İsrailin güvenliği
olduğunu söyledi.52 yıl aradan sonra ABDnin üst düzey bir yetkilisinin
Kıbrısa yaptığı ziyaret, Kıbrıstaki Türkler ve Rumların geleceği açısından
hayati öneme sahip. Prof. Dr. Atuna göre ziyaretin iki ana nedeni var:
Birincisi neden ABD, askerlerini bölgeden Asyanın güneydoğusuna kaydırdı.
Bölge boş kaldı. İsrail yalnız kaldı. Mısır ABDye sırt çevirdi ve Rusyaya
yöneldi. Bölgede İsraile yardımcı olabilecek sadece Türkiye var. İkinci neden
ise Doğu Akdenizdeki doğalgazı Boru ile Türkiyeye göndermek. Bir kısmını
Türkiyeye bir kısmını da Avrupaya satmak.
Türkiye
Aleyhtarı Biden
Joe Bidenın Kıbrıs ziyaretinden önce
Türkiyeye bakış açısına ve daha önce Türkiye aleyhindeki girişimlerine bakmak
gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Atun, Biden, çok çetin ve güvenilen birisi
değil. Türkiyenin lehine çalışacak biri hiç değil. 1975teki silah ambargosu
Türkiyeye uygulandığında bunun sorumluları arasında Biden de var. 1974 Barış
Harekâtından sonra nüfus oranına bakmaksızın silah satış onayını geçiren de
Bidendır. 2000de Türkiye 8 tane hücum helikopteri almak isterken ABD
senatosunda buna karşı çıkan tek kişi Biden olmuştur. Bütün Ermeni lobilerine
yardım eden, her 24 Nisanda Türkiye soykırım yaptı diyerek imza atan kişi
Bidendır dedi. 1999 yılında dönemin Başbakanı Bülent Ecevit Washingtonda
Temsilciler Meclisini ziyaret ettiğinde Biden şunları söylemişti: Siz ABDye
muhtaçsınız. Ancak ABDnin Türkiyeye gereksinimi yoktur. Kredi ihtiyacınızın
da olduğunu biliyoruz. Kıbrıs sorununu çözün, istenenleri yapın size yardım
edelim. Aksi takdirde hiçbir yere varamazsınız.
İsrail
Bölgede Yalnız Kaldı
Mısırın Rusya güdümüne girdiğine ve
bölgede güvenebileceği tek ülke kaldığını ifade eden Prof. Dr. Atun, ABD,
askerlerini bölgeden Asyanın güneydoğusuna kaydırdı. Bölge boş kaldı. İsrail
yalnız kaldı. Mısır ABDye sırt çevirdi ve Rusyaya yöneldi. Bölgede İsraile
yardımcı olabilecek sadece Türkiye var. Bu nedenle de İsrail, Mayıs 2010daki
Mavi Marmara olayından dolayı Türkiyeden özür diledi ve 21 milyon dolarlık
tazminat ödeyeceğini açıkladı. Bölgede bulunan doğalgaz var. İsrail, Türkiye ile
hem askeri hem ekonomik hem de jeopolitik işbirliği yapmak istiyor. Çünkü çok
yalnız kaldı diye konuştu.
Rumlarla
Denedi Olmadı Sıra Türkiyede
İsrailin Kıbrısta Rumlarla
çalışamayacağını anladığını söyleyen Prof. Dr. Atun, Önce Yunanistan ve Kıbrıs
Rum kesimi ile bunu yapmayı denedi. Askeri tatbikatlar yaptı. Karşılıklı
anlaşmalar yaptılar. Türkiyeyi güneyden kuşatmaya çalıştılar. Ama Yunanistan
ve Rum kesimi batak, çalışmayan, hazıra konmayı seven ülkeler. İsrail bunlarla
bu işi başaramayacağını anlayınca gözünü Türkiyeye çevirdi. Şimdi hedefinde
Türkiye var. Yardım için, destek içim tek güvenebileceği ülke Türkiye şeklinde
konuştu.
Türkiye
Güzergahı Daha Kârlı
Kıbrıs kıta sahanlığında çıkartılacak
petrolün en ucuz maliyetle Türkiye üzerinden Avrupaya taşınabileceğini
söyleyen Prof. Dr. Atun, Çıkartacağı doğalgazı Kıbrısın güneyinden Girite
oradan da Yunanistana taşıması olmayacak pembe bir roman. Gazı sıvılaştırırsa
bugün piyasada 330 ile 460 dolar arasında değişen doğalgazın 1000 metre küpü 600
dolara mal olacak. Tek seçeneği var. Gazı boru ile Türkiyeye göndermek. Bir
kısmını Türkiyeye bir kısmını da Avrupaya satmak ifadelerini kullandı.
Rumlarla
Türklerin Arasını Bulacak
Prof. Dr. Atun, ABDnin ve İsrailin
çıkarları doğrultusunda doğalgazın çıkması için bölgeye barış gelmesi şart. Bu
nedenle Biden Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimi ile arasını bulmak
zorunda. Bidenın Kıbrısa geliş nedeni Rum kesimine destek olmak. Ama Türkiye
ile de bir şekilde Kıbrıs sorununu çözmek için baskı yapmak. Eğer bunu
çözebilirlerse hem bölgeye barış gelmiş olacak hem İsrailin doğalgazı Türkiye
ve Avrupaya gidecek.
KAYNAK: http://www.milligazete.com.tr/haber/Bidende_Rum_agzi/321415#.U3_HYVV_vps
KIBRIS'IN STRATEJİK ÖNEMİ :
ERBAKAN ''KIBRIS EMRİNİ BİZ VERDİK HAZIR OLUN , YÜRÜYÜN DEDİK KIBRISA ÇIKARTMA EMRINI VERDIK''
YOUTUBE ÇALIŞMIYORSA BURADAN İZLEYEBİLİRSİNİZ:
KONUYLA ALAKALI KAYNAK MAKALEMİZ
AKP Bakanları Kuranla alay ediyordu!
Piyasaya servis edilen iki ayrı kasette yine Egemen Bağış vardı. İlkinde İranlı Reza Zarrabın kendisine gönderdiği 500 bin dolar yer almıştı. İranlı, güvenilir adamı Abdullah Happani ile konuşmaktaydı; konu, Egemene elden teslim edilecek olan 500 bin dolardı. Öncesinde Egemeni arayıp Müsaitseniz bir çayınızı içmeye geleyim diyor, olumlu yanıt aldıktan sonra adamı Abdullahı arıyordu. (Bu konuda bir kuşku olmasın diye belirteyim, İranlının bütün konuşmaları Türkçe yapılıyordu)
Reza: Abdullah 500 bin dolar hazırla. Ortaköyde sağlam bir adamınla gönder.
İş biraz gecikince Reza bozuluyor:
Saat 4de adamın yanına gidecem, gönder yaaa!.. Bugünkü ayakkabı kutusunda olsun. diye çıkışıyordu. (Daha öncekinde çikolata paketine konulmuştu!)
Sonra uyarıyor: Dolar yolladın di mi, sakın euro olmasın!.. diyordu. (Euro doların iki misli, malın ucuzunu gönderiyordu!)
İkinci kasetteki konuşmalar üst düzey AKPlilerin ayarını ve ahlakını yansıtıyordu. Tayyipin Bakanı Egemen Bağış bu kez Hürriyetin Ankara temsilcisi gazeteci Metehan Demirle konuşuyordu:
Bu edepsizlikleri sandıkla temizleyeceklerini sananlar aldanıyordu!
AKPnin Eski Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağışla Hürriyet gazetesi yazarı Metehan Demirin arasında geçtiği iddia edilen bir ses kaydı bunların din istismarından öte nasıl soysuzlaştıklarını ortaya koyuyordu. Söz konusu ses kaydında eski Bakan Egemen Bağış ve yazar Metehan Demir, Kuran-ı Kerim ayetleriyle edepsizce dalga geçiyordu. Hakkında rüşvet suçlamasıyla fezleke hazırlanan eski AB Bakanı Egemen Bağışın gazeteci Metehan Demirle yaptığı iddia edilen skandal konuşmalar, siyasi çekişme ve güç savaşının ötesine geçiyordu. İkilinin konuşurken Bakara Suresinin ayetlerinden (hâşâ) dalga geçerek bahsetmeleri, ayetleri alay konusu yapan ahlâksızlıkların gerçek ayarını yansıtıyordu. Dinimize uzanan bu namahrem eli, özel hayatın mahremiyeti kılıfını aşan bir niteliğe bürünüyordu. Bakanın boyunu da aşan bu rezaleti kulağının üzerine yatarak geçiştirebileceğini düşünen iktidar partisi tüm hücreleriyle bilmeli ki bu edepsizliklerin sandıkla temizleneceğini sananlar aldanıyordu. Çünkü sizin hasmınız, artık bizzat Kuran oluyordu.
Her cuma bir ayet sallayanlar sonunda nerede sallanacaklarını unutuyordu!
Ve la entüm ma ağbüd diye başlayıp daha sonra aklınca ayeti-i kerimeyle dalga geçmeye çalışan Hürriyet gazetesi yazarı Metehan Demire Egemen Bağış, Oğlum ben her gün her Cuma bir tane ayet sallıyorum diyor ve ekliyordu: Googlea gir, Kuranda atıyorum kardeşlik, Kuranda nankörlük, Kuranda bilmem ne diye ara hepsi çıkıyor. Oradan beğen bir tane salla gitsin demekten utanmıyor, sıkılmıyordu. İşte AKP buydu. Bu sözler, bu ülkede iki defa bakanlık koltuğunda oturmuş bir Adamın ağzından çıkıyordu. Her defasında yüzde 50si ile övünen bir hükümette bakanlık yapmış birisi bunları söylemişse, bu soytarılıktan çok öte açık bir soysuzluğu ve gizli bir gâvurluğu gösteriyordu. Bu Adam kalkıyor ve Allahın kitabıyla, kendisine oy veren milyonlarca insanı aptal yerine koyarak dalga geçiyordu. Surelerle dalga geçmek için anlamsız sesler çıkartan Demire Bağış, O Almancaya döndü Metehan diyerek destek veriyordu. Bakara Suresine Makara diyerek büyük bir hezeyana imza atan Bağış, yıllardır halkı İslâmi argümanlar ile nasıl kandırdığını da itiraf ediyordu.
İşte AKP Bakanı Egemen Bağış ve Metehan Demir arasında geçtiği iddia edilen o konuşma:
Egemen Bağış: Alo…
Metehan Demir: Sabah yemin ediyorum şu tweetini gördüm var ya, güne nurla başladım, duayla başladım.
Egemen Bağış: Ne güzel
Metehan Demir: Bakara Suresi 152, Ve la entüm… Valla abicim helal olsun.
Egemen Bağış: M.D. (Yanındakine kiminle konuştuğunu söylüyor) Beyhan da (Bağışın eşi) diyor ki; Kim bu sabahın köründe arıyor. İmana mı gelmiş dua ediyor diyor.
Metehan Demir: Abi böyle bir şey olabilir mi ya?
Egemen Bağış: Ayran yollayayım M.Dye diyor.
Metehan Demir: Vele entim ma ağbüd… ( Dalga geçiyor )
Egemen Bağış: Vela entim ma ağbüd deyip kendi kendine şeye yapıyor. Oğlum ben her Cuma bir tane ayet sallıyorum.
Metehan Demir: Ya bilmez olur muyum senin elinde bir kitapçık var oradan çakıyorsun biliyorum ya…
Egemen Bağış: Kitapçık yok lan Googlea gir, Kuranda atıyorum kardeşlik, Kuranda nankörlük, Kuranda bilmem ne diye search yap hepsi çıkıyor. Oradan bir tane salla gitsin.
Metehan Demir: Vel ağl asdfg asdfgh tırahun turuhun… ( Dalga geçiyor )
Egemen Bağış: Oo Almancaya döndü M.D
Metehan Demir: Vay be abicim. Vay be. Yıkıldım sabah sabah. Baktım bir de saatine 08:20de çakmışsın ya nasıl bir dini birikim ya.
Egemen Bağış: Ben sabah 05:00da çaktım bi tane.
Metehan Demir: Ve sabah uyuyarak, uyanıp Allahım Egemen Bağıştan bir ayet inse de ben de onu RT etsem deyip bekleyen 13 kişi de RT etmiş hemen anında.
Egemen Bağış: 150 kişi RT etmişti. Cumayı cıma yazmışım 08:20de yeniden attım manyak.
Metehan Demir: You ere great hero ya great hero no more games yani (Sen büyük kahramansın, daha fazla oyun yok).
Metehan Demir: Bakara 156.
Egemen Bağış: Bakara 156 (Kahkahayla gülüyor). Çarpılacaksın.
Metehan Demir: Her kim ki Egemen Bağışı sevmez, Allah en kısa zamanda onun belasını verir. Bakara 159. (dalga geçiyor)
Egemen Bağış: (Gülüyor).
Metehan Demir: Her kim ki Aydın Beyin o zor gününde onun yanında olur, o Allahtan her istediğini alır. Bakara 165. Bu Bakara iyi ya. Tövbe ya Rabbim, çarpılacağız şimdi.
Egemen Bağış: Makara iyi (Kahkaha atıyor).
Metehan Demir: Makara, makara ya vallahi. Tövbe estağfurullah, çarpılacağız şimdi.
Dört Mezhebe ve bütün müçtehitlere göre, insanı imandan çıkarıp küfre sokan bu edepsiz sözler bizlere şu ayetleri hatırlatıyordu:
O, size Kitap'ta: “Allah'ın ayetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğinizde, onlar bir başka söze dalıp geçinceye kadar, onlarla oturmayın (bu hain münafıklardan ayrılın), yoksa siz de onlar gibi olursunuz” diye indirdi. Doğrusu Allah, münafıkların ve kâfirlerin tümünü cehennemde toplayacak olandır. (Nisa: 140)
Ey iman edenler, sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi, alay ve oyun (konusu) edinenleri ve kâfirleri dostlar (veliler-yöneticiler) edinmeyin. Ve eğer inanıyorsanız, Allah'tan korkup-sakının. (Maide: 57)
İman edenlerle karşılaştıkları zaman: “İman ettik” derler. Şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise, derler ki: “Şüphesiz, sizinle beraberiz. Biz (Müslümanlarla) yalnızca alay ediyoruz.” (Bakara: 14)
İlahiyat Hocası ve Erdoğan fetvacısı Hayrettin Karaman gibileri, Kurana yönelik bu hıyanet ve hakaretlere cevap vereceklerine:
Bana ulaşan bilgilere göre yeni bir ses kaydı düzenlenmiş, bu kayıtta Başbakan sözde beni arıyor 'Devletin bekası için birini öldürmek caiz midir?' diyormuş, ben de bazı detaylar verdikten sonra 'Olabilir bir sakınca yok' diyormuşum. Sonra başbakan bu fetvayı(!) merhum Yazıcıoğlu'na uyguluyormuş.[1] diyerek kendilerini aklama peşinde koşuyordu. Oysa Kuran ayetlerine yönelik bu hakaretler, Başbakanın da karıştırıldığı güzel spiker Defne Samyeliyle ilgili çirkin iddialarından çok daha tehlikeli ve tahripkâr bir durumdu. Öcalana özgürlük, Güneydoğuya özerklik yolunu açan AİHM kararları, çok ağır yolsuzluk iddialarıyla ilgili AKPli Bakanların fezlekelerinin bile gündeme alınmaması konularında tek laf etmeyen İlahiyat Profları Recep T. Erdoğana yaranma yarışına giriyordu.
AKP yandaşı yazar Ahmet Taşgetirenden Egemen Bağışa istifa çağrısı geliyordu:
Ahmet Taşgetiren ses kayıtlarında Kuranla dalga geçtiği iddia edilen Egemen Bağış için sert bir çağrı yapıyor ve Tövbe et, siyaseti miyaseti bırak diyordu. Ama bu tipleri bağrında barındıran ve Bakan yapan Erdoğana hiç ses çıkarmıyordu. Böylece Akitten Yenişafakına bütün AKPli İslamcıların çifte standartları ve sahte tavırları da tescillenmiş oluyordu.
Mecliste yolsuzluk fezlekeleri okutulmadan reddediliyordu!
Dört bakanla ilgili fezlekeler konusunda Genel Görüşme açılması teklifi Meclis'te reddediliyor, böylece ileri demokrasinin, daha doğrusu Demokrasi derebeyliğinin ne olduğu bir kez daha anlaşılıyordu. Meclis Başkanvekili AKPli Sadık Yakut, muhalefetin karşı çıkmasına karşın, sürmekte olan dava gerekçesiyle suçlamaların okunmasına bile izin vermiyordu. Böylece AKPli vekiller, Erdoğanın talimatıyla kendi içlerinden dört kişiye yargı önünde aklanma fırsatı dahi vermiyordu. Eski Bakanlar iddia ettikleri gibi masum ve mazlumsa, bunu da öğrenme fırsatı neden engelleniyordu? Kirli çamaşırlar yıkanamayınca, üzeri örtülüyordu. Hatırlarsınız Tansu Çiller-Mesut Yılmaz birbirleri hakkında bütün yolsuzluk iddialarını ortaya döküyor, sonra anlaşıp üzerini örtme yoluna gidiliyordu. Acaba Çiller-Yılmaz örtünce kötü, Erdoğan örtünce iyi mi oluyordu? Güler, Çağlayan, Bağış, Bayraktar temizlenmiş mi oluyordu? Asıl tezgâh ise dikkatlerden kaçırılıyordu: Erdoğanın gerçek amacı 30 Mart sonrası Mecliste kendi soruşturma komisyonunu kurmak oluyordu. Burada bu dört eski bakan soruşturuluyor gibi yapılması, ancak 17 Aralıkta yolsuzluk soruşturması açan savcı, yargıç, polis ve diğer kamu görevlilerini ifade için çağırıp, onların soruşturulup sıkıştırılması hesaplanıyordu! Yani Hırsız var diyenlerin suçlu çıkartılıp susturulması planlanıyordu.
Kılıçdaroğlu'ndan şok Suriye iddiası geliyordu!
Samanyolu Haber'e konuk olan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Başbakan Erdoğan'ın seçim öncesi orduyu Cabar Kalesini koruma bahanesiyle Suriye'ye sokabileceğini söylüyordu. Kemal Kılıçdaroğlu, Suriyede bulunan Türkiyenin toprak parçası olan Cabar Kalesini koruma gerekçesiyle Türkiye'nin seçimlerden önce orduyu Suriyeye sokabileceği iddiasında bulunuyordu. Bu konuda bazı duyumlar aldığını söyleyen Kılıçdaroğlu, “Buradan Genelkurmay Başkanına seslenmek isterim; Türkiyeyi maceraya sokmayın diye sesleniyordu.
Tam bu sırada İsrail Suriyeyi vurmaya başlıyordu!
Golan tepelerinde 4 işgalci askerinin yaralanmasından Esad rejimini sorumlu tutan terörist İsrail, savaş uçaklarıyla Suriyeye 4 saldırı düzenliyor, saldırıda, Suriyenin 4 askeri noktası vuruluyordu. Yoksa Türkiyenin (İsrail ve ABD hesabına, Suriyeye askeri müdahalesine zemin mi hazırlanıyordu?
Kırımda sandıktan Rusya çıkıyordu!
Kırım Özerk Cumhuriyetinde düzenlenen referandumda oyların tümü sayılıyor, katılımcıların yüzde 96,7si Rusyaya evet diyordu. Rusya yanlıları sevinç gösterileri düzenlerken Kırım Tatarları referandumu boykot ediyordu. ABD ve Avrupa ise sözde Rusyaya yaptırım tehditleri savuruyordu. Ayrıca Kırım Parlamentosu, Bağımsız Kırım Cumhuriyetini ilan ettiğini açıklıyordu. Böylece AKP iktidarı Akdenizde Kıbrısa, Karadenizde ise Kırıma sahip çıkamıyordu.
Kırım Türkleri Rusların insafına mı terk ediliyordu?
Krizin içerisine Kırımın dâhil edildiği ilk günden bu yana herkesin aklına ilk gelen konu oradaki Tatar ve Müslüman unsurların karşılaşabileceği sorunlar oluyordu. Kolay değil, Kırımın düşmesini, İstanbulun anahtarının açılması olarak gören bir ecdadın torunları olarak, Kırım Türklerinin acılarını yüreğimizde duymamız gerekiyordu. Kendilerini yalnız bırakılmış hisseden kardeşlerimiz, Türkiyenin Kırım konusundaki düşük profilli siyasetini haklı olarak doğru bulmuyor ve eleştiriyordu. Türkiyeden beklediğini bulamayınca da maalesef Batının politikalarının bir parçası olma tehlikesiyle karşı karşıya kalınıyordu. Peki, AKP iktidarı kendisini nerede konumlandırıyordu? Bu doğrultuda Ankara seçim arifesinde başını ağrıtmamak adına, Türk halkının beklentilerinin aksine, Kırım Türkleri üzerinden politika üretmiyordu. Daha ziyade krizi bir Ukrayna meselesi hatta Avrasya güvenlik meselesi olarak ele alıyordu. Belki daha geniş bir perspektiften konu ele alınarak doğru yapılıyor; ancak burada Kırımlıların pratikte hiçbir destek göremediklerinden dolayı şikâyetçi olduklarını unutmamak gerekiyordu. Ukrayna demokrasisinin yanında olmak ya da siyasal diyalogu güçlendirmek için tüm platformlara destek çıkmak, Kırımlı mazlumların sorunlarını çözmüyordu. Sonuçta Kırım ve diğer İslam coğrafyasında bizlerden bir şeyler bekleyen insanları yine hayal kırıklığına uğratıyordu tespitleri maalesef gerçekleri yansıtıyordu.
Siyonist Yahudilerin ülkemiz ve bölgemizle ilgili girişimleri yoğunlaşıyordu!
İçinde Erdoğan'ın olmadığı, AKPden koparılacak bir grubun CHP ile birleştiği siyasi OLUŞUM hedefleniyor! iddiasını Ergün Diler şöyle besliyordu:
Paralel yapı, İstanbul sermayesi, CHP, MHP, BDP, Avrupa, Yahudiler bunu çok önceden masaya yatırdı! Kazananın onlar olacağı bir maçı başlatmak için ellerinden geleni hiç çekinmeden yapacaklar! Ukrayna onlar için UMUT oldu! Bunca acının yaşandığı UKRAYNA ise bizim için ayna oldu! Bakın Karadeniz'in karşı ucundaki ülkeyi ROTHSCHILD ailesi adına SOROS istedi! Yanukoviç ise “Hadi oradan!” dedi. O an ipler koptu! Özellikle SOL GRUPLARIN içinde çok ama çok güçlü olan AVRUPA düğmeye bastı! Ülke iç savaşın eşiğine geldi! Devlet Başkanı Yanukoviç gitmek zorunda kaldı! Soros'un kızı TİMOŞENKO içeriden çıktı! Yumruğunu masaya vurdu! Zafer SERMAYENİNDİ! Prensesleri sarışın Timoşenko, gücü eline almıştı! Peki, almıştı da ne yapmıştı! İşte gözden kaçan buydu! Soros'un belirlediği isimlerin hepsinin önünü açtı! Büyük bir tesadüf eseri bu önemli şahsiyetlerin tamamı YAHUDİLER'e bağlıydı!
Ihor Kolomoisky: 6 milyar doları var. Dnipropetrovsk Valisi oldu. Timoşenko zamanında onunla olan dostluğu sayesinde milyarlar kazandı. Privat Grubun sahibi… Ukrayna'da darbe olana kadar İsviçre'de yaşıyordu. Yahudi!
Yuriy Prodan: Timoşenko zamanında Enerji Bakanı'ydı. Yine Enerji Bakanı yapıldı. Kolomoisky'nin şirketlerinde yönetici. Hemen devlet yönetimindeki enerji birimlerinin özelleştirileceğinin sinyallerini verdi.
Kolomoisky'nin çalışanı olarak enerjinin başına getirildi!
Oleksandr Shlapak: Ekonomi Bakanı olarak atandı. O da Kolomoisky'nin şirketlerinde yöneticiydi. İlk iş olarak IMF'le masaya oturulacağını söyledi!
Yahudilerin yönettiği kuruma YEŞİL IŞIK yakmak zorunda kaldı!
Serhiy Taruta: Ülkenin en zengin 16. ismi. Maden yatırımlarının olduğu Donetsk'e atandı. Bu da Kolomoisky'nin uzaktan rahatça yöneteceği bir isimdi!
Rinat Akhmetov: Yanukoviç'in en büyük destekçilerindendi. Ama geçen yıl desteğini çektiğini açıkladı ve bir yıl içinde Yanukoviç devrildi, darbe oldu. 15,4 milyar dolar servetiyle dünyanın en zengin 47. ismi. Ukrayna'nın en zengini. Yeni yönetimde o da yer alacak. Soros'un çizgisine geldi! Diğer bakanlıklara da SOROS'un ve Almanya'nın kontrol ettiği isimler geldi! Yani 45 milyonluk kocaman bir ülkeye pranga vuruldu! Tıpkı eski Türkiye gibi! Ukraynalılar Bağımsızlık Meydanı'nda ülkeleri için öldüler! Öyle sandılar! Oysa kazanan SOROS ve arkadaki görünmeyen güç Rothschildler'di!
İnanın uzun süre Ukrayna kimin tarafından yönetildiğini anlamayacak! Bunu bilen ve gören sadece Putin! Tıpkı LENİN gibi İsviçre'den gelen milyarder, Timoşenko, bakanlar hepsi UKRAYNALI! Görünürde hiç sorun yok! Ama ilişkiler üzerinde seyahat edildiğinde IMF'ye, Soros'a, Rothschildler'e uzanırsınız! En arkada da Kraliçe vardır! Tıpkı bizdeki gibi! Bizde de ne Soros'u, ne Rothschild'i görebilirsiniz! Bizdeki BARON çok güçlü ve zengindir! Ama şirketlerinin DEFTERLERİNE bakıldığında İNGİLTERE'yi görürsünüz! Kayıtlıdır! Patron aslında İngiltere'dir! Ama Türkiye Cumhuriyet'i girip bakamaz! Girebildi mi? Girdi de sonuç alabildi mi? Mümkün değil! En azından şimdiye kadar olamadı! Bu ülkenin çocukları şehit olurken, cepheden cepheye koşarken ülkenin gerçek sahiplerinin kim olduğu hiç ortaya çıkmadı! Aynı şekilde MALTA'ya kayıtlı olan şirketler kimindir? Neden orası merkezdir! Masonik bağlantıların bir iki TIK üzerine çıkın ve düşünün! Dünyadaki belli sermaye grupları bir iki el tarafından yönetilir! Mesela Dünya Yahudi medyasına BAĞIŞ yapmak zorunda olanlar aynı zamanda onların ŞUBESİ'dir! Soros'un adına iş yapan ne kadar Ukraynalı ise bizde ki de o kadar TÜRK'tür! Ama bu topraklara bağlı değildir! Boğaz'daki BARON bunlara bağlı 736 büyük aileden biridir! Bu aileler emir büyük yerden geldiği için sadece PARA için ayakta durmazlar! Bunlar üzerinden ülkeler kontrol edilir! Bizde BAŞBAKANLARIN çoğu bunu bilmeden vefat edip ahirete göçtü!
Ne krizleri, ne darbeleri bu nedenle hiç anlamadık! Bakın sonunda gün Gezi olayları sırasında polisin tüfeğinden çıkan fişekle aylardır yoğun bakımda yatan bir evladımız can verdi! Herkes üzüldü, canı yandı! Annesinin feryatları yürek burktu! Acı ortaktı! Ama birileri bunu kirletmek için TWEET'lerle ortaya çıktı! Koca koca patronlar ölen BERKİN'in üzerinden siyasi mesaj verip “Ayağa kalkın!” diye halkı kışkırttı. Aynı anda İngiliz basını ve kontrol ettikleri malum basın hep aynı manşetlerle çıktı! Amaç Berkin üzerinden gerginlik yaratmaktı ve olayı tırmandırmaktı! Zaten Ergenekon'dan dolayı tahliye edilenler arasında bu tür gelişmeleri çok iyi yönlendirecek isimler de vardı! Önce patronlar arasında MUTABAKAT sağlanıyor, YALILARDA “Tamam!” kararı alınıyor, ardından sosyal medya, daha sonra da dünya YAHUDİ medyasının üyeliğini yapanlar devreye giriyordu! Bu sınıflarla mücadele için yola çıkan PARALEL YAPI da aynı koalisyona katılıyordu! BDP de “Bu kendi devletimizi kurmak için son şansımız!” diyerek DOĞU'yu alevlendiriyor, kapı kapı gezerek OY istiyordu! Hiç tesadüfe yer yoktu! Sadece bizler bunu bilmiyorduk! Gezi'de düğmeye basanlar yine devreye giriyordu. Yoksa CNN International yine TAKSİM'e konuşlanmazdı! Birinci hedefleri Erdoğan oluyordu! MASONLARIN ve kripto paralel yapının hükümran olmadığı bir ANKARA'yı ve milli iktidarı bunlar kabullenemiyordu. Türk ve Müslüman görünümlü YAHUDİLER'e çalışan bir ekip isteniyordu! Anlayacağınız bir yanda Erdoğan diğer yanda bütün ehli vatan hedef alınıyordu. Her nedeni fırsat bilip yaraları kaşıyacakları ve ortalığı karıştıracakları anlaşılıyordu! diyen bay çokbilmişe sorulması gerekiyordu:
1- Bu paralel yapıyı 12 yıldır palazlandıran ve devlet kurumlarında kadrolaştıran Sn. Recep T. Erdoğan değil miydi?
2- Bu kaos ve kargaşayı PKK özerk devleti kurmak için fırsat bilen BDP, bu günlere AKP iktidarı sayesinde gelmemiş miydi?
3- Kahraman Erdoğana savaş açtıklarını söylediğiniz küresel sermaye ve Yahudi Lobileri, Recep Beyin boynuna cesaret madalyası takıvermemişler miydi?
4- Erdoğanı BOP eşbaşkanlığına onlar seçmemiş miydi?
5- Dindar ve kahraman Erdoğan, Milli Görüşten ve İslam Birliği hedefinden sapıp-kaytarıp Haçlı Siyonist ABye girmeyi hayatının gayesi edinmemiş miydi?
Rusya, Kırım ve Karadenizden sonra Akdenize ve Kıbrısa konuşlanıyordu!
Ukrayna, Rusya için şüphesiz büyük önem arz ediyordu. Batıya kaptırılmaması gereken bir arka bahçe olarak görülüyordu. Rusyanın Ukraynada muhakkak koruması gerektiğini düşündüğü siyasi, ekonomik, enerji ve güvenlik ve askeri çıkarları bulunuyordu. Son hususta da en başta Kırımın Akyar Limanı (Sivastopol) ve çevresinde konuşlu bulunan Karadeniz Filosu ve bunun son gelişmeler sonucundaki geleceği öne çıkıyordu. Biz Sivastopola Akyar demeyi tercih ediyoruz; zira bu limanın yüzyıllardır kullanılan gerçek ismi buydu. Karadeniz Filosu, Rusyanın Akdeniz ve ötesindeki sıcak denizlere ulaşmasını sağlayan en önemli, en büyük filosu sayılıyordu. Filo, devrik lider Yanukoviç ile Rus lider Medvedev arasında 2010 yılında yenilenen anlaşma uyarınca 2017+25 yıl (yani 2042ye kadar) süreyle Rusyaya kiralanmış bulunuyordu. Üstelik bu anlaşma 2042den sonra da tarafların rızasıyla 5 yıl daha uzatılabilecek deniyordu. Ukrayna, bu anlaşmayı da Rusyanın baskıları ve kendisine Rusya tarafından sağlanan doğalgaz indirimleri ve uygun şartlar sonucu imzalamak zorunda kaldığı biliniyordu. Yeni yönetim, belki bu anlaşmayı ileride yeniden gözden geçirebilir deniyor, bu da şüphesiz Rusyayı çok rahatsız ediyordu. Rusya, özellikle Suriye meselesi ve Doğu Akdenizde son yıllarda ortaya çıkmaya başlayan yeni jeopolitik sebebiyle Karadeniz Filosuna artık çok önem veriyordu. Nitekim bu mülahazaları göz önüne alarak filoyu hem sayı ve hem de kalite bakımından çok daha güçlü hale getirmek için son 3 yıldır önemli adımlar atıyor, yatırımlar yapıyordu. Rusya, bunların da ötesine geçerek önceki yıl Akdenizde daimi olarak bulunacak ve görev yapacak bir filoyu tesis edeceğini, bu filonun ağırlıklı olarak Karadeniz Filosundan yapılacak aktarma ve destekle hayata geçirileceğini resmen açıklamış bulunuyordu.
Diğer yandan, Rusya bölgedeki deniz gücünü artırma stratejisine paralel olarak aynı zamanda bölgede kalıcı deniz ve hava üsleri arayışı içinde görülüyordu. Nitekim bu konuda Kıbrıs Rum Kesimi liman ve havaalanlarını kullanmayı düşünüyordu. Bu çerçevede son haberlere göre Kıbrıs Rum Kesimi yönetimi, Rusyaya Paphos yakınlarındaki Andreas Papandreou Hava Üssü ile Limasol Limanını savunma bakanlığının talebi üzerine Rusyaya kullandırma yönünde taslak anlaşma hazırlamış ve bunu onaylamış bulunuyordu. Sonuçta, Rusya hem Suriye (Tartus Limanı) ve hem de Kıbrıs Rum Kesimindeki muhtemel liman ve askerî kolaylıklar ile Doğu Akdenize kendi deniz damgasını vurmak, buradaki varlığını güçlendirmek için çalışıyordu. Rusyanın bu hamle ve planları bizi de şüphesiz ilgilendiriyordu. Zira Doğu Akdeniz ve buradaki her türlü askerî hareket, hamle ve faaliyetler Türkiyenin genel stratejik çıkarları ile doğrudan bağlantılı bulunuyordu.
Amerikada 9 yıl kalmama rağmen değil vatandaşlık, devamlı oturma ve çalışma müsaadesi dahi alamadım. Türkiyeye döndükten sonra Amerikalı avukatıma artık uğraşmamasını belirttim. Diğer iddiası ise hatırladığım kadarıyla, benim Amerikalı istihbaratçılarla ilişkim olduğuna dair idi. Altı ay FBIda tercümanlık yapıp her şeyi bildiğini zanneden Sibel Edmondsa gülmüştüm. Ben zaten ABDye CIA, NSA ve FBIa akredite MİT Temsilcisi olarak gitmiştim. Yani işim bu idi. Sibel Edmonds her ne kadar Türkiyeyi sevdiğini söylese de Türkler ve Türk resmi makamları hakkındaki iddiaları nedeniyle bir soruşturma da geçirmişti. Anladığım kadarıyla Sibel Edmonds o tarihten beri popülerliğini arttırmış ve Milli Güvenlik İhbarcıları «muhbirleri» Koalisyonu (NSWBC – National Security Whistleblowers Coalition) diye bir grup kurmuş. Bazı ihbarları nedeniyle de mükâfatlar kazanmış. Yani Türkiye dâhil büyük bir kitle tarafından takip edilmekte. Arkasında bazı organizasyonların olması da bir olasılık. Umarım Başbakan ve hükümet üyeleri sadece seçimle uğraşmayı bırakıp, Türkiyenin yerlerde sürünen itibarını korumak için harekete geçerler. Gülen Cemaatinin durumunu da aydınlatmak devletin öncelikli bir görevidir. Yoksa bu macera, çok can yakacak gibi diyen eski MİTçi Mehmet Eymürün önemsiz saydığıSibel Edmonds: CIAnın Erdoğan'ı neden hedef aldığını şöyle açıklıyordu:
“Uzun süre Türkiye'de yaşadım ve Türkiye iç politikasını çok yakından takip ediyorum. Ve doğrusu, benim “FBI muhbirlik” davamın konusu aslında “ABD-Türkiye arasındaki gizli görüşmeleri deşifre etmem”den kaynaklanıyor. Bu yüzden hem ABD'de ABD çıkarlarına zarar verdiğim, hem de Türkiye çıkarlarına zarar verdiğim gerekçesiyle iki ülkede de tamamen dışlandım. Amerikalı insanlar şaşırıyor, “Erdoğan önceleri bir melekken, nasıl oldu da ABD için şimdi bir şeytan, bir düşman haline gelebildi, bu sistem nasıl çalışıyor?” diye soruluyor. Oysa, CIA'nın kukla hükümetler kurduğu, onları kullandığı, ve ardından bir gecede onları nasıl yok ettikleri bilenen bir gerçek. Aynı şey Erdoğan'ın da başına getirilmeye çalışılıyor. Ah evet, bu durum pek çok Amerikalıya Donald Rumsfeld'in Saddam'la tokalaştığı o unutulmaz görüntüleri ve daha sonra gözden düştüğünde işgal ve yok edilişini hatırlatıyor. Aynı süreç, Erdoğan'la ilişkilerde de açıkça görülüyor. Ve Erdoğan'ın tasfiye süreci, Gezi Parkı olayları ile başlamış gibi görünüyor, ancak bir Gladyo Projesi: Fetullah Gülen şebekesini de unutmamak gerekiyor.
Peki, bu değişime neler sebep oluyordu? Erdoğan neden gözden düşürülüyordu?
Evet, bütün bunlar Gülen ve Erdoğan arasındaki kavgayla başlatıldı. Gülen cemaati AKP'nin hükümet olması için çok ciddi destek sağlamıştı. Erdoğan ve Gül'ün bütün bürokratları Gülen cemaatinin desteğiyle o noktalara taşınmıştı. Ancak burada şuna dikkat etmek gerekiyor, Gülen sadece bir semboldü; asıl önemli olan ve işi yapan Gülen markasıydı. Yani, “Gülen” markasının arkasına sığınarak iş yapılıyor ve Gülen de buna mecburen müsaade ediyordu. 1997'den sonra CIA Gülen'i oyuna dâhil ediyordu. (Çünkü Siyonist odaklar ancak ılımlı İslam sayesinde Erbakan tehlikesinden kurtulacaklarına inanıyordu!) Oysa Türkiyenin laik kanadına göre ise Gülen, Türkiye'de şeriat düzeni kurmak istiyor ve suçlarından dolayı aranıyordu. (Bu kof iddialar Güleni reklam etmekten ve halka sevdirmekten başka işe yaramıyordu) CIA onu Türkiyeden alıp ABD'ye getirdi ve ne tesadüf ki, CIA merkezinin hemen yanı başında geniş ve görkemli bir eve yerleştirdi. Gülen 15 yıldır ABD'de yaşıyor ve 30-40 milyar dolarlık bir ağı kontrol ediyor ve kimse gerçekten bu paranın nerden geldiğini bilmiyordu. Bu Gladyonun A planı idi. Bakınız, Gülen'in ABD dışında CIA ile birlikte açtığı okullar, camiler, medreseler birer birer kapatılıyor çünkü bu ülkeler, Gülen cemaatinin varlığının kendi ülkelerinin ulusal güvenliğine bir tehdit olduğunu, CIA ile ortak operasyonlarda kullanıldığını geç te olsa fark ediyordu. Gülen cemaati ve CIA bununla kalmadı tabii ki, Türkiye'de büyük bir medya ağı kuruldu, makam ve çıkar karşılığı satın almalar yoluyla, polis teşkilatına, hukuk ve askeri alanlara sızdılar. Ve işte bu güç ağı, yani Gülen ve CIA ortak hareketi, Erdoğan'ı parlatarak hükümete taşıyordu.
Aslında 97'de Erdoğan'ın üyesi olduğu Erbakanın partisi, (ABD kışkırtmalı) askerlerin müdahalesiyle kapatılıyor, Erdoğan (parlatılmak üzere) hapse atılmış iken, 2002'de bu kez askerler geri adım atıp sessiz kalıyor ve Erdoğan'ın başbakan olmasına yol açılıyordu. Peki, 1997-2002 arasında değişen neydi? Diye sormak gerekiyordu. Çünkü artık Gladyo B planına geçiliyor ve Gülen fiilen Amerikada bulunuyordu!?
Emekli İstanbul İstihbarat Müdür Yardımcısının itirafları: Başta İlker Başbuğ gibi komutanların ve diğer önemli Ergenekon-Balyoz tutuklamalarının talimatını Başbakan Erdoğan bizzat bana veriyordu!
Emekli İstanbul İstihbarat Müdür Yardımcısı olan ve Ergenekon tutuklamalarında önemli rol oynayan Ali Fuat Yılmazer, çıktığı televizyonlarda ve basındaki röportajlarında şu çarpıcı iddia ve itiraflarda bulunuyordu: Bütün (Ergenekon ve Balyoz) tutuklamalarından Sn. Başbakanın kesinlikle haberi vardı ve E. GKB Sn. İlker Başbuğun tutuklama kararı da özellikle kendisinin kararı ve ricasıydı. Ben o dönemde Sn. Başbakanla bizzat ve defalarca görüşüp bilgi aktarmakta ve Onun tercih ve talimatları doğrultusunda çalışmalar yapmaktaydım. Ve Sn. Başbakan her konuda arkamızdaydı!
Başbakan Erdoğan ise, bu iddiaların yalan ve düzmece olduğunu söylüyor, ama İstanbul İstihbarat Müdür Yardımcısıyla görüştüklerini inkâr edemiyordu. Şimdi sormak gerekiyordu: İçişleri Bakanı, Bakanlık Müsteşarı, İstihbarat Daire Başkanı, Emniyet Genel Müdürü ve İstanbul Emniyet Müdürü gibi onlarca ilgili makam ve yetkili bürokratı atlayıp bir ilin istihbarat müdür yardımcısıyla, Sn. Başbakanın Ergenekon ve Balyoz operasyonlarını tartışıp kararlar alması neyi gösteriyordu? Hani TSKya karşı bu kumpasları sadece Cemaat hazırlayıp uyguluyordu!?
Şimdi Erdoğan'a şu ihtimallerin dayatıldığı iddia ediliyordu:
1) Geri adım atacak, tükürdüklerini yalayıvereceksin.. Her şeyi geri saracak, İsrail'le ilişkilerini düzeltecek, Çin'den silah almaktan vazgeçeceksin. Bir daha Şangay şantajını dile getirmeyecek, Gülen'den özür dileyeceksin!
2) Sessizce istifa edip gideceksin. Çünkü biz hali hazırda senin yerine gelecekleri dahi belirledik. Şu ana kadar çalıp çırptığın paralar varsa, onları da beraberinde götürebilirsin. Senden öncekilerin de bize hizmetleri karşılığı çalıp çırpmalarına izin verilmişti. Paralarınla mesela İngiltere'ye gitmene müsaade edilecektir
3) Bunları kabul etmezsen, seni şu akıbetler beklemektedir: a) Kaddafi gibi, Saddam gibi yok edilirsin, silinir gidersin b) Mübarek gibi korkak bir şekilde teslim olabilirsin. Seni İngiltere'de bir hapishaneye göndeririz, yaşamının kalanını orda sürdürebilirsin İşte şu anda, Erdoğan bu seçeneklerle karşı karşıyadır. Bu seçenekler Kaddafi, Saddam ve Mübarek'e sunulanlarla aynıdır. CIA böyle çalışmaktadır. Senaryolar o kadar aynı, şaşmaz ve detaylarıyla benzer ki, insan neredeyse aynı şeyleri tekrar tekrar görmekten sıkılır. Ama aynı CIA'nın, Esad'a bu seçeneklerden hiç birini sunmadığını da unutmamalıdır. diyen Erdoğan yalakası yazar, acaba bu iddia ve ifşaatıyla, Sn. Başbakanı Daha önce iktidara taşınmak hatırına CIA MOSSADla işbirliği yapan, ama şimdi onların elinden kurtulmaya çalışan ve çırpındıkça batan bir işbirlikçi zavallı konumuna taşıdığını fark etmiyor muydu?
Fetullah Gülenin saplantı ve sapkınlıkları gün yüzüne çıkıyordu!
Fetullahçı yapılanmada 7 katlı piramidin 5. Tabakasına kadar yükselen Prof. Dr. Ahmet Keleş TV-NET- Haber Analizde şunları açıklamıştı:
Eskişehirde Risale-i Nuru iyi bilen Zübeyde Bacı yurtlarda kız çocuklarınca fazla sevilip sayılması üzerine Onu ve bağlı kız talebelerini derhal sokağa attırdı. Cemaat içinde çekirdekten öğrenilen bir özel şifre dil vardır, bunu sonradan öğrenmek ve çözmek imkânsızdır. Anadoludan özellikle seçilen çok zeki çocuklar, Devletin ele geçirilmesi için Ordu, Emniyet, Yargı, Üniversite gibi ihtiyaç duyulan okullara ve kurumlara yönlendirilir. Bunların tamamının sicili, başarı seviyesi ve özellikle Hocaefendiye tam teslimiyet derecesi tespit ve takip edilir. Turgut Özal döneminde, Devlet imkânları seferber edilip yurt içinde ve yurt dışında bu talebeler çok etkin ve yetkin görevlere getirildi ve örgütlendi. Öyle ki çok yüksek ve stratejik bürokratlar, devletten önce gizli ve özel bilgi ve belgeleri Hocaefendiye takdim ederdi. Bu bilgi ve belgelerin tamamı Hocaefendinin özel kasasında depo edilmiştir. Şifreleri sadece Onun elindedir. Kendisi dışında çok zorunlu durumlarda, birbirini tanımayan 3 ayrı kişiye de bu kasadaki şifreler verilir. Kimin hakkında ne gibi hamleler yapılacağı ve hangi kirli dosyaların piyasaya servis yapılacağı Hoca efendinin takdirindedir. Bütün bu çetrefilli işleri ve ilişkileri yürütebilmesi için çok etkin uluslararası çevrelerce desteklenmekte ve yönlendirilmektedir. Ve Fetullah Gülen kendisine Hz. Mehdiden bile katbekat üstün ve yetkin bir misyon biçmiştir, hiç kimseyi şerik kabul etmemektedir.
Kıbrısta ABD Türkiyeye tuzak hazırlıyordu!
CHP Genel Başkan Yardımcısı Faruk Loğoğlu, Kıbrıs Rum Devleti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasındaki müzakerelerin Türkiyenin dışarıda en zayıf olduğu dönemde yapıldığına dikkat çekerek, Böyle bir ortamda Amerikanın dahliyle müzakerelere başlıyoruz. Bu hayra alamet değildir diyordu. Loğoğlu, Kıbrıstaki en büyük sorunlardan birisinin mal-mülk meselesi olduğunu belirterek şunları söylüyordu: Eğer bu, tazminatlar yöntemiyle halledilecek bir konu olsa, yani kuzeydeki Rum mallarına yapılacak ödemeler, milyarlarca doları buluyor. Eğer bol miktarda petrol ve doğal gaz kaynakları çıkarsa bu da taraflar arasında adil bölüştürülürse bile bu, Türk tarafı kasasının peşin olarak boşaltılması anlamına gelebilir. Bu böyle mi, bilmiyorum. Sadece dikkatinize getiriyorum.” KKTC Washington Temsilciliğinin İngilizce resmi tanımlaması Representative of the Turkish Cypriot Community in Washington DC, yani Kıbrıs Türk Toplumunun Washingtondaki Temsilcisi şeklinde oluyordu. Aynı Amerika bizim uluslararası tapumuz sayılan Lozanı bile hala resmen tanımıyordu.
AİHM Öcalanın serbest bırakılması yolunu mu açıyordu?
AİHM Abdullah Öcalan'ın tutukluluk koşullarıyla ilgili başvurusunu karara bağlamıştı. AİHM Öcalanı kısmen haklı bulmuş ancak tazminat kararı çıkmamıştı. (AİHM), İmralı'da bulunan Abdullah Öcalan'ın, tutukluluk koşullarının ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmasının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırı olduğu iddiasıyla Ankara'ya karşı 2003 yılında Strasburg Mahkemesi önünde açtığı davada kararını açıklamıştı. 3'e karşı 4 oyla alınan kararda, Abdullah Öcalan kısmen haklı bulunmaktaydı. Mahkeme, 2009 yılından önceki dönemdeki tutukluluk koşullarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırı olduğu sonucuna varmıştı. AİHM, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla ilgili olarak ise şartlı salıverme olanağı tanınması gerektiğini vurgulamıştı. Acaba Apoyu serbest bırakma yolu mu açılmıştı?
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınçın yanıtlaması istemiyle Meclise yazılı soru önergesi veriliyordu:
Recep Tayyip Erdoğanın kızı Sümeyye Erdoğan, 17 Aralık 2013 tarihinde Ankaradaki ikametlerinin bulunduğu Subayevleri semtinden saat 08:01:04te kendisine ait 530 826xxxx numaralı cep telefonu ile Bilal Erdoğanın kullandığı 533 167xxxx numaralı cep telefonunu arayıp 14 saniyelik bir görüşme yaptı mı?
Bu görüşmenin üzerine Recep Tayyip Erdoğan, saat 08:02:56da Ankara Subayevlerindeki ikametinde bulunduğu sırada kullanmış olduğu 536 065xx xx numaralı telefondan İstanbul Kısıklıda bulunan Bilal Erdoğan ile 240 saniyelik bir görüşme yaptı mı?
Bilal Erdoğan da aynı gün İstanbul Üsküdar Emniyet Mahallesi ve Bulgurluda iken 530 364xxxx numaralı telefonundan Ankara Subayevlerindeki Recep Tayyip Erdoğanı arayarak saat 08:12:00da 73 saniye, 11:17:43te ise 160 saniyelik bir görüşme yaptı mı?
Sil talimatı verdiniz mi?
* Recep Tayyip Erdoğan İstanbuldaki paraların sıfırlanmasına yardımcı olması ve paraların dağıtılacağı adreslerin listesini vermesi için kızı Sümeyyeye aynı gün acilen İstanbula gitmesi talimatı ulaştırdı mı?
* 17 Aralık 2013te aynı gün THYnin saat 09.00daki İstanbul uçağına yetişmek için Esenboğa Havalimanına hareket eden Sümeyye Erdoğan, Esenboğa Havalimanı yakınında Akyurt Kavşağında iken saat 08:53:21de 50521586xx numaralı koruma polisi T.Acarı aradı mı?
* Sümeyye Erdoğan ve T. Acar, THYnin TK2123 sefer sayılı uçağıyla 17.12.2013 günü saat 09.00 İstanbula birlikte uçtular mı?
* Bu uçuşta Sümeyye Erdoğan Business Classta 01F, T. Acar ise 01D numaralı koltuklarda mı uçmuşlardı?
* TK 2123 sefer sayılı bu uçuşta eski bakanlardan Koray Aydın da 2D numaralı koltukta yani Başbakan'ın kızı ile arka arkaya seyahat ettiği doğrulanmış mıydı?
* Kızı Sümeyye Erdoğanın paraları sıfırlama işlemine yetişip yetişmediğini merak eden Recep Tayyip Erdoğan aynı gün saat 10.31.32de 530155XX XX numaralı telefonundan İstanbul Bağcılar İstoç Oto Center bölgesinde bulunduğu sırada kızı Sümeyye Erdoğanı arayıp 82 saniyelik bir görüşme yaptı mı?
* Bu görüşmenin ardından Sümeyye Erdoğan, 11:05:31de Kısıklıda bulunan abisi Bilal Erdoğanı arayarak paraları sıfırlamaya başlayabileceklerini hatırlattı mı?
* Gün içerisinde gelişmeleri Ankara ve Konyada takip eden Recep Tayyip Erdoğan gün boyunca Bilal Erdoğan ile saat 11:17:43, 11:44:26, 15:40:12 ve 23:15:58te tekrar görüştü mü? İstanbul Başsavcılığı, İstanbul Emniyet Müdürlüğüne 15 Aralık 2013 tarihi ve sonrasındaki telefon dinleme-izleme, sinyal bilgileri (HTS) kayıtlarını yok etme talimatını ne sebeple almıştı? Yok etme talimatındaki amaç HTS kayıtlarının tamamen silinmesi kasıtlı mıydı?
* Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığından: Türkiye İletişim Başkanlığı (TİB) üzerinden de 3 GSM şirketine benzeri biçimde HTS kayıtlarının silinmesi talimatı çıkmış mıydı?
* TİBin 5 yıl saklaması gereken söz konusu HTS kayıtlarını acilen silinmesini istemesinin gerekçesi neye dayandırılmıştı? Haberleşme Bakanlığı ve TİBin HTS kayıtlarının silinmesi talimatı, ilgili yasa ve yönetmeliğe aykırıydı. Yasaya açık aykırılık nedeniyle Türkiyedeki 3 GSM şirketinin de buna direndiği ve bu nedenle Abdullah Tivniklinin devreye girerek, GSM şirketlerini ikna etmeye çalıştığı iddiaları niçin hala yanıtlanmamıştı?
Artık iktidar yalakası ve Yenişafak yazarı Ali Bayramoğlu bile: AKP ve Tayyip Erdoğan'ın karşı karşıya kaldığı 'siyasi vurgun'la ilgili olarak sırtını dayadığı tek güç seçmeni kaldı. Başbakan bugüne kadar tüm seçim kampanyalarını bir kutuplaşma politikası, 'ya onlar ya biz' havası içinde yürüttü ve kazandı… Ancak bu kez ortada ciddi farklılıklar vardı ve yolsuzluk iddiaları herkesin kafasını karıştırmıştı. Ve anketler gösteriyor ki, insanlar kime ve neden oy verecek olurlarsa olsunlar, toplumun önemli kesiminde, yüzde 65'ninde bu konuda ciddi bir rahatsızlık ve huzursuzluk yaşanmaktaydı. AK Parti'nin alacağı oy miktarı, sanılanın ötesinde de olsa, bu rahatsızlığı gidermesi imkânsızdı. Ve AK Parti bu yükü taşımaya daha fazla dayanamazdı diyerek derin kuşkularını yansıtmaktaydı.
Bu ülkede Siyonist sermaye baronlarının ve medya patronlarının karşısına geçip Bir emriniz var mı Efendim? diyen Genelkurmay 2. Başkanlarına rastlandı. Bu Laik ve demokratik kılıflı rejimde dış güçlerin ve masonik çevrelerin temsilcisi olan pijamalı kurmayların kapısına kadar gidip Talimat ve tavsiyelerinizi bekliyorum diyen kiralık Başbakanlar iktidara taşındı. Bu ülkede BOPun eşbaşkanı olan boynuna Yahudi Lobilerince cesaret=esaret madalyası takılan sahte kahramanlar çıktı. Bu ülkede Büyük din adamı ve maneviyat erbabı kılıflı vitrin kuklası Hocaefendilere; CIA-MOSSADın İslamı yozlaştırma ve Müslümanları Protestanlaştırıp faizci kapitalizmin dindar dinarcıları haline sokma operasyonları yaptırıldı. Velhasıl bu değersiz ve dengesiz düzen artık yıkılmalı, milli ve haysiyetli bir dönem başlamalıydı!
[1] 20.03.2014, Yenişafak
YOUTUBE ÇALIŞMIYORSA BURADAN İZLEYEBİLİRSİNİZ: