D-8 YENİ BİR DÜNYA DÜZENİ
“Hiç bir Peygamber ümmetini,
Deccal fitnesi kadar büyük bir teh ile korkutmamıştır” Hadisiyle haber
verilen Despotizm`e ve Adem (as)`dan beri şeytanın en büyük saltanatı olan
Siyonizm`e karşı, onurlu ve şuurlu bir direniş ve diriliş mücadelesi olarak başlayan
Milli Görüş hareketi, çileli ve çetrefilli bir süreçten sonra önce hükümete,
şimdi de D-8`ler projesiyle evrensel bir medeniyete dönüşüyor. Dünya çapındaki
siyonizmin zulüm ve sömürü düzenini değiştirecek, İslami ve insani değerleri
yerleştirip yürütecek, böylece bozulan tüm dengeleri yeniden düzeltecek olan
SİLM – BARIŞ medeniyetine doğru hızla gidiliyor. Ve Erbakan mutlu sona yürüyor.
Her dinden, her kavimden ve her
seviyeden bütün insanların birlikte barış ve bereket içinde yaşaması ve
evrensel bir hürriyet ve haysiyet ortamına ulaşılması hedefini güden Milli
Görüş hareketi, NUHUN GEMİSİ yerindedir. Bu gemiye binenler selamet sahiline
ve mutluluk menziline ulaşacak, dışarıda kalanlar ve düşmanlık yapanlar ise,
zulmet deryaları ve hıyanet dalgaları arasında mahvu perişan olacaktır.
Theodor Herzl`in 27 Ağustos 1897
yılında İsviçre`nin Basel kentinde, dünyanın dört bucağından gelen, iki yüzü
aşkın Yahudi delegenin huzurunda hedeflerini açıkladığı ve temellerini attığı
siyonist hakimiyeti, 2. Dünya Harbi sonunda Rusyanın Karadeniz kıyısındaki
Yalta şehrinde yapılan bir anlaşma ile fiiliyata dökülmüş ve tüm dünyanın ABD,
Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin gibi siyonist lobilerin etkili olduğu beş ülke
tarafından, sevk ve idare edilmesine ve sömürülmesine ve bütün bunların
Birleşmiş Milletler kılıfı altında yürütülmesine karar verilmişti.
Şeytandan ders alan Kabbalacı
siyonist hahamların kehaneti doğrultusunda 1897deki Basel Kongresinden tam 100
sene sonra, 1998 yılında ise, Nil`den Fırat`a Büyük İsrail`in kurulması
projeleri çizilmişti. Bu şeytanî heveslerin ilk planları Osmanlı`yı yıkmak,
İkincisi de Türkiye`yi parçalamak idi. Bu maksatla önce despotik usuller, sonra
da demokratik hilelerle ülkenin başına bela ettikleri hain yöneticiler eliyle,
ahlaki ve manevi değerleri tahrip etmişler, sağ-sol, İlerici-gerici,
alevi-sünni, asker-sivil, Kürt-Türk, Laik-dindar gibi suni ayrımlarla milleti
kamplara bölmüşlerdir.
Mason localarından, malum rejim
hocalarına, PKK eşkıyalarından, sahte tarikat istismarcılarına, siyasi parti
başkanlarından, sivil örgüt ve sendika ağalarına, medya patronlarından, mafya
babalarına, rantiyeci ve kan emici karunlardan, bürokrasi kodamanlarına kadar,
şer cephesinin tamamı Refah-Yola hücuma geçmişlerdir ve maalesef etkili ve
yetkili kesimlerden satın aldıkları ve kiraladıkları isimlerle, ülkeyi
yıpratmaya ve yıkmaya girişmişlerdir. İşte bu yüzden, önlerindeki en büyük
engel olarak gördükleri Milli Görüş hareketini ve Erbakan hükümetini saf dışı
etmeye karar vermişlerdir.
Ancak Milli Görüş`ün Muhterem
Lideri Erbakan Hoca`nın tuttuğu projektörler sayesinde, milletimiz bugüne kadar
oynanan bütün gizli ve kirli oyunların farkına varmış, her sınıf ve seviyeden
insanımız, artık kendi köküne, kimliğine ve kültürüne sahip çıkmaya
yönelmiştir. Öyle ise 1998 ve sonrası devran, İsrail`in hakimiyetine değil,
İslam medeniyetine doğru dönmektedir ve işte masonların ve münafıkların kasıtlı
olarak önemsiz gibi göstermeye çalıştıkları D-8`ler, bu yeni ve muhteşem
medeniyetin motoru mahiyetindedir.
Evet, tekrarlayalım ki, Milli
Görüş ve D-8`ler NUH`UN GEMİSİ gibidir.
“Hz. Nuh (as) gemisini
yaparken de, kavminin ileri gelenleri, her uğradıklarında onunla alay ediyorlar
(ve boş hayaller peşinde olduğunu söylüyorlar)dı. Hz. Nuh (as) onlara şöyle
cevap veriyordu: “Şimdilik
bizimle alay edebilirsiniz. Ama bir gün gelecek sizler pişman ve perişan
olacaksınız. Artık rezil ve rüsvay edici azabın kime geleceğini ve sürekli
hakaretin kimlere ineceğini, yakında bilecek ve göreceksiniz.”[1]
Öyle ise ey insanlar ve özellikle
inananlar.. Haydi geliniz ve acele ediniz… Nuhun gemisine giriniz. “Ben yüksek dağlara sığınır, böylece azgın dalgalardan ve
boğulmaktan kurtulurum.”[2] diyen akılsızlar gibi, bugün de
Amerikaya ve İsrail`in güdümündeki masonik kurum ve şahıslara güvenip de,
Nuhun Gemisi yerindeki Milli Görüş hareketine ve medeniyetine sırt
çevirmeyiniz..
Hz. Nuh`un Gemisi`ni, sonunda
selamet durağına ve bereket diyarına ulaştıran Allah (cc), Milli Görüş
hareketini de çok yakın bir gelecekte başarı ve barış menziline
kavuşturacaktır.[3]
Öyle ise, ey mason kuklaları ve
siyonist uşakları… “Haydi
hepiniz birden bütün hile ve hazırlıklarınızla geliniz ve hücuma geçiniz
Elinizden gelirse hiç fırsat vermeyiniz Ama sonunda her şeyi ve herkesi
yularından yakalamış (ve ezel takdiriyle programlamış) olan, Allah`ın kudreti
ve nusreti karşısında mutlaka yenilecek ve ezileceksiniz.”[4] Kim bilir mutlu sona yaklaşırken,
herkesin ayarı iyice ortaya çıksın diye ve Milli Görüş`ün farkı iyice
anlaşılsın diye, kısa bir fitne ve fetret dönemi daha yaşanabilir. Sabır ve
sükûnetle, bu dönem de aşılacak ve büyük bir sandık ihtilaliyle ve milletimizin
hür iradesi ile saadet sabahına varılacaktır..
12 Eylül öncesi Hocamızdan dinlediğim bir olayı şimdi tekrar hatırlıyor
ve anlatmak istiyorum:
Mimar Sinan, meşhur şaheseri Selimiye Camii`nin temellerini atar ve su
basamağına kadar yükseltir. Mimar Sinan`ı çekemeyen bir kısım haset ve hıyanet
ehli padişaha gidip, “Sultanım Mimar Sinan, zannedildiği gibi bilgiç ve
becerikli bir kimse değildir. Başka ustaların ve isimsiz kahramanların marifet
ve maharetini kendisine mal edip, haksız servet ve şöhret peşinde koşan
birisidir diyerek onu etkilemeyi ve mimarın aleyhine döndürmeyi başarırlar. Bu
olaydan haberi olan Mimar Sinan, hem kıyamete kadar ayakta kalmasını istediği
caminin temelleri iyice otursun, hem de bu iftira anlaşılsın diye, inşaatı
bırakır ve kayıplara karışır. Onun kaçtığını söyleyen hasetçilere ise, padişah
şöyle der;
“Önemli değil. Madem ki asıl işi yürüten başka ustalar idi. Onlar
devam ettirsinler..”
Ne var ki, ustaların ve kalfaların Selimiyeyi bitirmeye değil, Mimar
Sinanın projesini anlayıp çözmeye bile akılları yetmez… Asıl marifet ve
maharet sahibi Mimar Sinan olduğu kesinlik kazanınca ve onun farkı ve fazileti
herkes tarafından anlaşılıp dört gözle aranmaya başlayınca, o zaman
kendiliğinden ortaya çıkar ve eserini tamamlar..
Acaba, Hocanın bu kısa süreli ayrılışı da, muhteşem dönüşüne bir
hazırlık mıdır?
Ya, D-8ler, ya bu dert ezer
İçinde bulunduğumuz dünyadaki çarpıklıklar, mevcut global sömürü
sistemini iflas ettiğinin göstergesidir. Hiç kimse bu dünyanın adil temeller üzerine
kurulduğunu iddia edemeyecektir. Bugün dünyamızda yaklaşık 6 milyar insan
yaşıyor. Bu insanların hepsi eşit yaratılmasına rağmen, nimetlerin bölüşümüne
gelince, hiç de eşit olmadıkları çok açık bir şekilde gözler önündedir.
Emperyalist ve siyonist dünya düzeninin
fotoğrafı şöyledir:
Mustazafların (ezilen ve sömürülen haklar) durumu:
– Bugün dünya
nüfusunun neredeyse üçte biri, 2 milyar insan sefalet (açlık, hastalıklar, kötü
beslenme) içerisinde yaşıyor. Her gün 150,000 insan ölüyor. Bunların 40,000`i
çocuklar oluşturuyor.
– Yaklaşık 800
milyon insan her gün aç yatıyor ve yaklaşık 500 milyon insan kronik olarak kötü
beslenmeden dolayı hasta. Ancak diğer yandan, 1,7 milyar insanın en az 15 kilo
vermesi gerekiyor
– Endüstriyel
ülkelerde bile 100 milyondan daha fazla insan yoksulluk sınırının çok çok
altında yaşıyor.
– 1.5 milyar
insan içilebilecek derecede temiz sudan mahrum bulunuyor
– 2.4 milyar
insan doğru düzgün bir sağlık kontrolüne sahip değil ve tedaviye ulaşamıyor.
– Her gün
ortalama 30,000 çocuk tamamen önlenebilir hastalıklardan dolayı ölüyor.
– 1990`lı
yıllarda toplam 13 milyon çocuk çatışmalarda arada kalarak can verdi. Bu rakam
II. Dünya Savaşından bu yana yapılan çatışmalarda ölen insan sayısından çok
daha fazladır. İnsanlığın kökü kurutuluyor
– Gelişmiş
ülkelerde bile okul çağına gelmiş 160 milyon çocuk çelimsiz ve yanlış
beslenmiş, bulunuyor
– 840 milyon
yetişkin çocuk okuma yazma bilmiyor. Bunların 538 milyonu ise kadınlardan
oluşuyor.
– 1990`lı yıllardan sonra 54 ülkenin kişi
başına düşen milli gelirinde azalma yaşanıyor.
– Son on yılda 21 ülke, yaşam
beklentisi ve okuma yazma açısından incelendiğinde geri gittiği gözleniyor.
– Örneğin Zimbabwe`de ortalama
yaşam beklentisi 1970`li yılların başında 56 iken bu rakam 1990`lı yıllarda
33,1`e kadar düşmüştür. Bu rakamı İngiltere için kıyasladığımızda 72`den
78,2`ye ulaştığı anlaşılıyor.
– Yaklaşık 110 milyon karamayın 68
ülkede patlamamış olarak kurbanlarını bekliyor.
– Dünyada tescilli yaklaşık 23 milyon insan öldürücü ve dermansız
HIV/AIDS virüsü taşıyor. Bunların 93`ten fazlası ise gelişmiş ülkelerde yaşıyor.
Müstekbirlerin
(zulmeden ve sürekli sömüren odakların) sorumsuzluğu
Diğer yandan bugünkü global elitler bu fakirliği çok kısa bir zamanda yok
edebilecek kadar zenginliğe sahip bulunuyor. Ama hiç oralı olmuyor.
Dünya toplam üretimi yaklaşık 31.5 trilyon dolar olarak biliniyor.
Fakirliğin ortadan kaldırılması için gereken kaynak; dünya üretimini
yüzde 1i Yani 315 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor. Yani müstekbir
(siyonist ve emperyalist) zalimler kazançlarının yüzde birini harcasa insanlık
kurtuluyor. Ama hiçbiri buna yanaşmıyor.
Sadece ABD, yılda 10 T$ (Trilyon Dolar) mal ve hizmet tüketiyor.
– Dünyanın ilk 10 zengininin
toplam serveti $ 133 milyar dolar. Bu rakam, gelişmemiş ülkelerin (nüfusu
yaklaşık 2.5 milyar) toplam üretiminin yaklaşık 1.5 katına denk düşüyor
– En fakir 20 ülkenin borçlarının
tamamı $ 5.5 milyar ki bu bir Euro Disney inşa etmenin maliyetinden düşük
bulunuyor
– Yoksulların sosyal imkanlara tam
olarak kavuşabilmesi için gereken kaynak 80 milyar dolardır ki bu dünyanın en
zengin 7 insanının gelirinden daha azdır.
– Gelişmiş altı ülkenin köpek ve
kedi mamaları için 9 günde harcadığı para $ 700 milyon dolardır.
– Günümüz
dünyasında mutlu putlu bir azınlık:
* 92 milyar
doları ıvır-zıvır yiyecekler için,
* 66 milyar
doları kozmetik için ve
* Yaklaşık 1
trilyon doları da, saldırma amaçlı silahlanma için harcamaktadır. Oysa bütün
geri kalmış ülkelerin barınma karın doyurma ve sağlıklı içme suyuna kavuşma
gibi acil sorunlarının çözümüne sadece 50 milyar dolar yeterli olacaktır.
Gelecek Karanlık Gözüküyor
– UNDP`nin araştırmasına göre,
2015 yılında eğer mevcut global düzen devam ederse günde 1 doların altında bir
gelirle yaşayacak olanların sayısı dünya nüfusunun yarısını oluşturacak. Onun
için başta enerji kullanımı olmak üzere birçok kaynağın bölüşümünün şimdiden
adil kriterler üzerine yeniden yapılması gerekmektedir.
– ABD Enerji İdaresi`nin
hazırladığı rapora göre, küresel enerji talebi 2025 yılına kadar yüzde 54
artacak, varil fiyatı ise nominal 51 dolar olacak. Petrol ve diğer enerji
kaynaklarına olan talep genel olarak gelişmekte olan ülkelerden gelecektir.
– Bugün dünyada 2 milyar insan
klasik enerji kaynakları ile (odun, tezek, çerçöp) ısınma ve yemek pişirme
işini sürdürmekte ve sürünmektedir.
– Diğer bir ifade ile dünya
nüfusunun yüzde 40`ı modern enerji hizmetlerinden yoksun, ezilmektedir.
Afrika`da bu rakam yüzde 80`e çıkıyor. (Afrika`nın toplam nüfusu yaklaşık 900
milyon)
– 2 milyar insan kırsal kesim
şartlarında yaşıyor. Elektrik ve elektriğin getirebileceği kolaylıklardan
faydalanamıyor.
– Sadece 800 milyon nüfuslu
gelişmiş ülkelerde 2015e “iyi” hazırlanıyor.
– Fakir bölgelerdeki insanlar
gelirlerinin zengin bölgelerde yaşayanlara göre çok daha fazlasını enerji için
harcıyor.
– Fakir bölgelerdeki enerji
kaynakları çevreyi zengin bölgelerdekine nazaran daha çok kirletiyor.
– Yoksul bölgelerdeki kadınlar
zengin bölgelerdekine göre çok daha fazla meşgul oluyor ve yıpranıyor ve
dolayısıyla yeni neslin yetişmesi de eksik oluyor.
– Yoksul bölgelerde HIV-AIDS gibi hastalıklar çok daha hızlı yayılıyor.
İşte bütün bu problem ve perişanlıkların tek
ve örnek çaresi, Erbakan Hocanın D-8 Projesidir.
Daha önce Erbakan Hocanın tarihi D-8
Projesini yok sayan talihsiz tavırlara karşı şunları yazmıştık:
1- Kasıtlı ve
hesaplı bir gayretle; D-8`ler gibi tarihi ve talihli bir girişimi ve siyonist-emperyalist
güçlerin en çok çekindiği İslam Birliği Projesi, sanki yok sayılmıştır. 130
sayfalık koca dergide yirmi yazardan hiçbirisi: “Avrasya” seçeneğinin
değerlendirildiği bir konuda nasıl olmuş da “D-8`leri” hiç
hatırlamamıştır.
2- İlmin onuru ve doğruya ulaşma yolu;
tarafsızlık ve ön yargısızlıktır. Oysa Jeopolitik`in Avrasya`da neler oluyor?
sorusunu ve konusunu irdelediği 30. sayısında maalesef ve maalesef, yazarların
“tarafsızlık ve ön yargısızlık” şartlarına aykırı davranmaları oldukça
acıdır ve güven (itimat ve itibar) kaybına neden olmaktadır.
3- Şayet
“bazı önemli örnekler ve fiili gerçekleri, bir takım çevrelerden gelecek
kınamalardan veya malum ve melun merkezlerin kızmasından korkarak”
görmezlikten gelinmiyorsa, bu durum da, olgun ilim ve dava erbabına hiç
yakışmayan, daha düşündürücü ve onur düşürücü bir tavırdır.
4-Yok eğer
“içinde İslam olan, Kur`an kokusu taşıyan, her projeden uzak durmalıyız.
Bunlar ülkemizin ve milletimizin mutlak yararına da olsa, asla yanaşmamak,
yazmamalıyız” şeklinde yamuk ve milletimizden kopuk bir kafa yapısına
kılıf geçirilmeye çalışılıyorlarsa; o zaman açıkça söyleyelim: Sizin niyetiniz ve hedefiniz ne
olursa olsun bütün gayret ve girişimleriniz siyonizmin kâr hanesine yazılacak
ve bunca emek boşa harcanmış olacaktır.
5- Kaldı ki;
“Bir
hakiki örnek, yüz hayali projeden evladır.” Çünkü hayali ve hamasi teklif
ve temennilerin
a) Ne derece
uygun bulunduğu
b) Ne ölçüde
uygulanabilir olduğu
c) Mevcut dünya şartlarına göre ne nispette
mümkün ve münasip olduğu henüz test ve tespit edilmemiştir.
Oysa:
Ekonomik,
sosyal, siyasal ve askeri yönden, henüz emekleme döneminde olan siyonist ve
emperyalist baskılara dayanacak gücü bulunmayan Orta Asya Türk
Cumhuriyetleri`nin, şimdilik hedef haline getirilmesin ve ürkütülmesin diye
ismen ve resmen yer almadığı; Bölgesel temsil ve hareket yeteneği olan, nüfusu
60 milyonun üzerindeki 8 İslam ülkesi bir araya getirilerek gerçekleştirilen
D-8`ler oluşumu:
Hayal değil,
gerçektir.
Temenni
değil, resmileşmiştir.
Fikir değil,
fiilidir.
Ve üstelik:
İlmi ve insani program ve kuruluşlara sahiptir.
6- Ve hele bir yazarımızın çok
beğendiğimiz ve tarihi bir reçete olarak değerlendirdiğimiz “Bizim
toplumsal formülümüz: Dini duyarlılıkta Hz. Muhammed`in, milli duyarlılıkta
Mustafa Kemal`in etrafında birleşmek” teklif ve temennisinin, tam da
işleneceği bir konuda ve yaklaşık 9 sayfalık yazısında bu formülün hiç gündeme
alınmaması da, bizleri üzmüş ve şaşırtmıştır.
7- Yanlış anlaşılmasın, bu
sözlerimiz; D-8`lerin girişiminin “Tenkidi yapılmayacaktır, yeni teklif ve
temennilere ihtiyaç kalmamıştır, daha tutarlı ve yararlı projeler üretmek için
uğraşmamalıdır” gibi bir mana taşımamaktadır. Amacımız sadece bu denli
samimi, seviyeli ve resmi bir oluşum, nasıl oluyor da yokluğa mahkûm
ediliyor? sorusuna yanıt bulmak ve dahi yanıltılmaya çalışılıyorsa, toplumu
uyarmaktadır.
8- Yirmi civarındaki değerli ve
dengeli aydınımızın ve araştırmacının hiçbirisini: “Avrasya Seçeneği ve
Türkiye`nin Geleceği” konusu üzerine kafa yorarken; D-8`ler gibi büyük bir
başarıyı, umutlu bir başlangıcı, hiç hatırlamaması, matematiksel olarak imkansız
olduğuna göre acaba; derginin etkili ve yetkili yöneticilerinden:
“Bu konuyu yazmayacaksınız,
yok sayacaksınız, kamuflaj yapmayacaksınız” yolunda ricalar veya en
azından bu yönde ima ve mesajlar mı almışlardır? Biz kimseyi sorgulamıyoruz.
Sadece soruyoruz ve samimiyete çağırıyoruz
9- “Avrasyacılık” ne
anlam taşıyor? sorusu da maalesef 130 sayfa içinde, yanıtlanıyor gibi
yapılmış, ama yeterli, gerekli ve gerçekçi bir cevap ortaya koyulmamıştır.
Elbette; ABD ve AB emperyalizminin ve İsrail siyonizminin farkına varılmış
olması, yeni ve milli çare ve çözüm arayışları, tebrik ve takdir edilecek
hususlardır.
Ancak:
Bu Avrasya Girişiminin veya Türk
Birliğinin:
a) Gerçekleşme şansı ve küresel
engelleri aşma programı nedir?
b) Ekonomik kalkınma ve refahı yaygınlaştırma prensip ve projeleri
hangileridir?
c) Bu ülkelerde ve birliktelikte,
nasıl bir siyasi yönetim ve denetim biçimi öngörülmektedir?
d) Nasıl bir temel hukuk ve adalet
düzeni düşünülmektedir?
e) Örnek ve yüksek bir İlim ve
eğitim sisteminin oturtulması ve yeni bir medeniyetin oluşturulması için hangi
bilimsel verilere sahiptir? sorularının maddeler halindeki yanıtları
“orijinal bir proje” olacaktır. Ve zaten: bu soruların karşılığı
olarak, biraz kapitalizmden, biraz sosyalizmden, biraz liberalizmden, biraz da
yozlaştırılan ve ilgisi olmadığı halde Atatürk`e yakıştırılan kemalizmden
araklanan stratejik ve pratik bir değeri bulunmayan, sloganik cümleler önümüze
konacaksa; bu durum, siyonist sömürü sermayesine ve Zalim Dünya Düzenine
dolaylı köleliğe devam anlamı taşıyacaktır.
10- Yeri gelmişken D-8 oluşumunun, sadece İslam Birliği değil, Türki
Cumhuriyetleri de kucaklayan Avrasya projelerini, hatta hatta Güney Amerika
ülkelerini ve tüm mazlum milletleri kuşatan “Yeni Bir Dünya” ile
ilgili program ve prensiplerin ve yukarıda sıralanan soruların ilmî yanıtları
ve kanıtları olan bilgileri sizlerle paylaşmak, tartışmak ve katkılarınızdan
yararlanmak için hazır olduğumuzu hatırlatmakta da fayda vardır.
Sonuç olarak:
Basit kaygılardan ve fasit önyargılardan
kurtulamayanlar; nefislerinin ve kirli fikirlerin tutsağıdır. Böylesi, karamsar
korkularına ve karanlık kurgularına esir insanların, hürriyet devrimlerine
öncülük yapması olanaksızdır.
Gerçekler, güneş gibidir. Gözünü kapatanlar,
sadece kendileri karanlıkta kalacaktır.
Unutmayalım; Kuvay-ı Milliye ruhu;
İslamiyetçilerin, milliyetçilerin ve sosyalistlerin ortak paydalar etrafında
uzlaşma ve dayanışma şuurundan kaynaklanır.
İslam gibi; ilmi, insani, içtimai, fiili ve
tabii bir olguyu yok sayarak, milli ve haysiyetli bir değişimi sağlamak
imkansızdır. Ve İslama bakış açımız, millete bakış açımızı yansıtır.
Atatürkün tesbit ve tarifiyle: Fikri hür,
vicdanı hür olmayanlar, ilmi cesaretten ve insani ferasetten de uzaktır. Çünkü
cesaretin kaynağı, vicdani hürriyet; onun dayanağı ise, gerçekleri teslimiyet
ve sahiplenme anlayış ve ahlakıdır.
Siyonist ve emperyalist merkezlerin, Milli
Görüşü yok sayma veya saptırma gayretleri, elbette anlaşılır ve kendilerine
yakışır bir tavırdır. Ama Türkiyemizde MilliciUlusalcı bilinenlerin bu yola
kaymaları, kaygılandırıcıdır.
Herhangi bir girişimi ve gelişmeyi; tenkit
etmek, tamamlayıcı teklifler getirmek veya natif tedbirler üretmek, hem haktır,
hem de yapıcı ve akılcı bir davranıştır. Ama onu unutturmaya kalkışmak ve yok
saymak ve bunu toplumun yutacağını sanmak, sadece saflıktır ve insafa aykırıdır.
Dost acı söyler, ama ilacı söyler
Yüzümüze gülen düşmana değil, yanlışımızı
gösteren dostlara güven duymalıdır.
Batı emperyalizminin ve Irkçı siyonizmin,
zulüm ve sömürü hakimiyetine son verecek, Türkiye merkezli, Hak ve adalet
ekseni yeni bir barış ve bereket projesi, tarihi ve tabii bir gereksinimdir.
Eski İngiliz Başbakanı Teacher: NATOnun
kırmızı düşman rengi şu anda hükümsüzdür, ancak önümüzdeki gelişmelere bakarak
bu rengin yeşil olması kuvvetle muhtemeldir… diyerek batının tavrını ve
İslam düşmanlığını ilan etmiştir.
Böylece tarihi bir yönlendirmeye gidilmiştir.
Akabinde bu yönlendirmeyi destekleyecek birçok sözde bilimsel makale neşredilmiştir.
Bunlardan biri Profesör Owen Harriesin, FR dergisinin 1993 sonbahar sayısında
yayınladığı Amerikanın Sonu başlıklı makalesidir.
“Amerika`nın düşmanı artık
yok. Bundan sonra yarış da yok Dolayısıyla Amerika`da bir gevşeme
başlayacaktır. Bu gevşeme neticesinde de şu anda ellerinde olanı da yitirecek
ve bir çöküş sürecine girecektir.”
Önce, Tek
Kutuplu Dünya ile birlikte Küreselleşme/Globalizm sloganları ortaya atıldı.
Güya insanoğlunun sahip olduğu bilimsel ve teknolojik imkânlarla dünya artık
küçücük bir köy haline gelmişti. Ve dolayısıyla da tek bir pazar gereklidir.
İnsanlar bu sloganları tartışırken, semantik anlamları ile tartışıyor, bu
sloganların ardından ne geleceğini bilmiyordu.
İşte, ne yazık ki yeni oluşuma böyle yanlış
yol gösterilmiş olması, yeryüzünde barışın tesis edileceği yerde dünyanın en
hassas bölgelerinde yeniden savaşların başlamasına sebep olmuştur. Önce
İran-Irak Savaşı, sonra Körfez Savaşı, sonra Bosna katliamı, sonra Azerbaycan
ve Çeçenistan katliamları, bütün bu savaşların hep Müslüman topluluklara karşı
yapılması ve birçok Müslüman ülkelere uygulanan çeşitli ambargolar, Somali`de
Ruanda`da açlıktan ve sefaletten hayatlarını kaybeden insanlara karşı Batının
duyarsızlığı ve şimdi IRAK, İRAN, SURİYE bütün bu olanların hedefinin nedense
hep Müslümanlar olması dikkate alınacak ve Teacher`in yukarıda bahsi geçen
sözleriyle birlikte değerlendirilecek olursa, batıdaki oluşumların neden
başarıya ulaşamadığı kolayca anlaşılır.
D-8`lerin bayrağında yer alan 6 tane yıldız,
D-8 lerin temel ilkelerini sembolize
etmektedir
Bu ilkelerden her biri 20. Asır
boyunca hep yanlışlarda ısrar edilmesi ve bu ısrarın bir fayda vermemesi
yüzünden, artık dönülmesi gereken doğruları göstermektedir.
Bu gerçekler karşısında yeryüzünde
huzur, barış ve saadetin tesisi için artık temeldeki bu yanlışların
yapılmayacağı yeni bir yola girilmesi doğrulara dönülmesi zorunluluğu apaçık
ortaya çıkmış ve işte 15 Haziran 1997`de D-8`ler bu zorunluluktan kurulmuş ve
ortaya çıkmıştır.
İşte 20. asrın gerçekleri, yaşanan
olaylar, alınması gereken dersler, zorunluluk olarak D-8`in doğuşunu gerekli
kılmıştır.
D-8`ler 20. yüzyılın en önemli
olaylarından birisi, 20. yüzyılın 21. yüzyıla en kıymetli bir hediyesidir.
D-8`lerin kurulması, baştan sona
harpler ve çatışmalarla geçen 20. asrın sonunda, aydınlığa açılan bir kapı
gibidir.
20. Asırda
meydana gelen olaylardan alacağımız dersler:
1- Saadet için
materyalizm değil, maneviyatçılık esas alınmalıdır.
2- Saadet için
çatışma değil, diyalog esas alınmalıdır.
3- Toplulukların
saadeti için, çifte standart değil, adalet esas alınmalıdır.
4- İnsanların
mutluluğu için üstünlük, tekebbür değil, eşitlik esas alınmalıdır.
5- İnsanların saadeti için sömürü değil,
işbirliği esas alınmalıdır.
6-Toplumların
saadeti için baskı ve faşizmin değil, insan hakları, özgürlük ve demokrasinin esas alınması gerekmektedir.
D-8`lerin
bayrağında yer alan 6 tane yıldız D-8`lerin temel ilkelerini sembolize
etmektedir. Bu
ilkelerden her biri 20. Asır boyunca hep yanlışlarda ısrar edilmesi ve bu
ısrarın bir fayda vermemesi yüzünden, artık dönülmesi gereken doğruları
göstermektedir.
D-8`lerin
bayrağında 6 temel ilkeyi sembolize eden altı yıldızın anlamları şunlardır:
1- Savaş
değil, barış
2- Çatışma
değil, diyalog
3- Çifte
standart değil, adalet
4- (Tekebbür)
Üstünlük taslamak değil, eşitlik
5- Sömürü
değil, işbirliği
6- Baskı
ve tahakküm değil, insan hakları hürriyet ve demokrasi
Bu prensipler sadece D-8`lerin kendi prensipleri değil, Yeni bir Dünya`nınkurulmasının
da temel esaslarıdır.
D-8`lerin
özellikleri:
1- D-8`ler en yüksek seviyede küresel bir kuruluştur.
2- D-8`ler G-7`lerle çatışmak için değil, tam tersine;
Yeni Dünyayı birlikte kurmak için teşekkül etmiştir.
3- D-8`ler gelişmekte olan bütün ülkeleri ve ezilmekte
olan bütün halkları (ABD halkı dahil) kucaklamak ve aynı zamanda süratle karar alabilen dinamik bir yapıya sahip
olmak üzere kurulmuştur.
Ve 3 kademe ile
hedefe ulaşılması planlanmıştır:
a–
8 Ülkeden müteşekkil ilk çekirdeğin kurulması ve bu topluluğun dinamik bir
şekilde çalışması.
b- Bu
topluluğa en başta Türk Cumhuriyetleri ve diğer Müslüman ülkeler olmak üzere
bütün Müslüman ülkelerin, gelişmekte olan ve sömürülen (Brezilya, Hindistan,
Rusya ve Çin dâhil) ülkelerin katılımları ile nüfusların toplamı 5 milyarı
bulan (50 ülkenin hepsini temsil eden) bir topluluk haline gelmek.
c- G-8`lerle
D-8`lerin bir yuvarlak masa etrafında toplanarak 2. Yalta Konferansının
yapılması ve böylece D-8`lerin bayrağındaki 6 yıldızın temsil ettiği
prensipleri esas alan barış ve Adil Bir Düzen`e sahip Yeni Bir Dünya`nın
kurulması.
d- D-8`ler, üye ülkelerin iç işlerine karışmamak ve her
birinin bölgesel anlaşmalarındaki taahhüt ve haklarına halel getirmemek temel
prensibi ile kurulmuştur
e- D-8ler
gelişmekte olan bütün ülkelerin birlikte ve hızlı kalkınmalarını, uluslar arası
münasebetleri tanzim eden mekanizmalara katılım güçlerinin artırılması ve dünya
ekonomisindeki etkinliklerinin güçlendirilmesi ve halklarının daha iyi bir yaşamstandardına sahip olmasını sağlamak amacıyla
kurulmuştur.
f- D-8`ler
kurulur kurulmaz bütün üye ülkelerin dinamiklerini harekete geçirerek faydalı
projeleri süratle gerçekleştirmek üzere kurulmuştur.
Hedefleri açısından laf değil, iş üretmeyi benimseyen D-8`ler daha kuruluşu esnasında hangi
sahalarda hangi konulara öncelik vereceklerini uzmanlarıyla araştırmalar
yaparak olgunlaştırmışlar, her bir ülkenin hangi konuda yürütücü olacağı, hangi
projelerin gerçekleşmesine öncülük yapacağı plan ve programa bağlanmıştır.
Bu planlamada Türkiye`ye sanayi
sahasında atılım yapacak projelerin öncülüğü görevi verilmiştir.
Bütün ülkeler gibi Türkiye de D-8 projelerine heyecanla sarılmış ve 54.
T.C. Hükümeti döneminde bu sahada büyük adımlar atılmıştır.
Bütün D-8`ler için büyük önem taşıyan zirai ilaçlama
uçaklarının üretimi projesi, 54. Hükümet döneminde başarıyla
sonuçlandırılan projelerden birisi sayılmaktadır.
D-8 ülkelerinin
hedef olarak belirlediği bütün projeler üye ülkelerin kalkınmasına öncülük
edecek niteliktedir. Bunların biran evvel gerçekleştirilmesi D-8 hedefleri
bakımından gerek o ülke halkı ve gerekse insanlık için çok büyük önem
taşımaktadır.
Son 9 senede ne
oldu?
İşte D-8`ler 15 Haziran
1997`de bu
zorunluluklardan dolayı, açıklanan sebepler, özellikler ve hedeflere sahip
olmak üzere kuruldu. Kollarını sıvadı ve 9 sene elinden gelen gayretle çalıştı.
Bu esnada D-8`lerde ve G-8`lerde neler oldu.
1- Çalışmalar:
Zirve
Toplantıları:
15 Haziran 1997 İstanbul Zirvesi
1-2 Mart 1999 Dakka Zirvesi
25-26 Mart 2001 Kahire Zirvesi
18 Şubat 2004 Tahran Zirvesi
12-13 Mayıs 2006 Bali-Endonezya Zirvesi olmak
üzere 5 zirve toplantısı.
Dış İşleri
Bakanları Konsey Toplantıları: 9
adet Dış İşleri Bakanları Konsey
Toplantısı,
Komisyon
Toplantıları:
20 adet komisyon
toplantısı yapılmıştır.
Teknik
nitelikli toplantılar:
Çeşitli sektörlerde uzman
toplantısı, seminer ve eğitim programları (geçen yıl 70) şeklinde 82`ye yakın teknik
nitelikli toplantı düzenlenmiştir.
2- Ekonomik işbirliği ve ticaretin geliştirilmesi:
9 senelik dönemde D-8`lerin toplam
nüfusu, takriben 780 milyondan, 870 milyona, çıkarak takriben dünya nüfusunun
13.5i olmuştur.
Gayri Safi Milli Hâsılası, takriben 660 milyar dolardan, 862,5 milyar dolara, fert başına milli gelir 860 dolardan, 960 dolara,
İhracat 225 milyar dolardan, 448
milyar dolara, ithalat
225 milyar dolardan, 414.5 milyar dolara yükselmiştir.
Diğer bir ifadeyle dış ticaret
hacmi 450 milyar dolardan, 862.5 milyar dolarayükselmiştir.
Üye ülkeler arasındaki ticaret
1997`de 14,5 milyar dolar iken, 2004`te 33 milyardolara
yükselmiştir. Yani 6 yılda 127 artış göstermiştir.
3- Ortak Projeler:
Türkiye`de TAİ`nin zirai ilaçlama uçağı üretmesi,
Mısır`ın ticaret data bankı,
Pakistan`ın zirai alanlar için sanal alan network,
Endonezya`nın fakirliğin giderilmesi için internet
sitesi,
Nijerya`nın enerji konusunda web sitesi
4- Zirve
deklarasyonlarında batının yeryüzündeki adaletsizliği gittikçe artırmasından
bunları yapmaması, düzeltmesi gereğinden tekrar tekrar bahsedilmiştir.
D-8`ler bunları yaparken, 9 senede G-8`ler ne
yaptı?
10 sene evvel D-8`ler kurulurken yapılan konuşmalar ve 15.06.1997 tarihli
İstanbul Zirvesi Deklarasyonunda;
– İnsanlığın
barış ve adalete dayalı bir dünya ihtiyacının 3 Şubat 1945 tarihli Yalta Konferansı
ile 1990 arasında soğuk savaş nedeniyle kurulamadığı,
1990`dan D-8
kuruluncaya kadar geçen 7 senelik dönemde de batının, Yalta`dan sonra yürütülen
yanlış temel kabullerde ana değişikliği yapmayıp, yine yanlış prensiplerde
ısrar ettiği için barış ve adalet yerine sömürü, çatışma ve savaşların arttığı,
bu yüzden D-8`lerin kurulmasına zorunluluk doğduğu belirtilmiştir.
1997`den
2006`ya kadar geçen son 9 yıl esnasında ise başta ABD`yi yönlendirenırkçı
emperyalist dış mihraklar olmak üzere, onların etkisiyle G-8`ler dünyayı her
geçen gün daha da büyük bir sömürüye ve pek çok dünya bölgesinin savaş alanına
dönmesine sebep olmuşlardır.
Bu 10 senede
NATO bir savunma paktı olduğu halde geçen sene İstanbul`da yapılan toplantıda
belirtildiği gibi şimdi artık Fas`tan Endonezya`ya kadar bütün Müslüman
ülkeleri hedef alan bir saldırı kuruluşu haline dönüştürülmüştür.
Bu arada gerçek
dışı bahaneler ileri sürülerek Filistin`de 50 yıldan fazla bir zaman devam eden
katliamlara ilaveten, Afganistan ve Irak işgal edilmiş, buralarda her türlü
işkence ve şiddet uygulaması bütün hızıyla sürdürülmüştür. Bu 10 yılda başta AB
yönetimini yönlendirenler olmak üzere ırkçı emperyalist dış mihraklar dünyayı büsbütün sömürü ve çatışma alanı haline
getirmişler. Böylece insanlığın barış ve Adil Bir Düzen`e olan hasreti ve
ihtiyacı büsbütün artmıştır.
Bugün D-8`lerin niçin kurulduğunu, bunun zorunluluğunu ve bütün
insanlık için önemini D-8`lerin 9 yıl öncesine nazaran çok daha açık bir şekilde ve
şiddetle hissediyoruz.
Dünya nereye
sürükleniyor?
Aşağıdaki Birleşmiş Milletler,
Dünya Bankası ve uluslararası diğer kuruluşların yayınladıkları istatistikî
bilgiler Amerika yönetimine yön veren ırkçı emperyalist dış mihrakların insanlığı nereye sürüklediklerini
açıkça görmek bakımından yeterli bilgi vermektedir.
Bu gidişatın
temel sebebi:
Bu gidişatın temel sebebi 1990`dan
sonra tek kutup olunca ABD yöneticilerini yönlendiren ırkçı emperyalist dış
güçlerin G-8`ler
için altı ana prensip olarak, D-8`lerin tam aksine;
Barış değil, Savaş,
Diyalog değil, Çatışma,
Adalet değil, Çifte Standart,
Eşitlik değil, Üstünlük,
İşbirliği değil, Sömürü
İnsan hakları,
hürriyet ve demokrasi değil, Baskı ve Tahakküm ilkelerini
ana ilke edinmiş olmalarıdır.
G-8`lerdeki
değişiklik:
İşte 9 yılda G-8`ler adım adım,
kendilerini yönlendirenlerin etkisiyle değişerek, yukarıdaki prensipleri
benimseyecek hale dönüştüler. Bunları kamufle edecek çeşitli tabirleri
kullanmak suretiyle soğuk harp dönemindeki Sovyetler Birliği`ni aratacak şekilde
insanlığı karanlık bir istikamete doğru sürüklemektedirler.
Daha önce yapılan aşağıda
belirtilen toplantılarda;
1- ABD`de yapılan
8-12 Haziran 2004 Tarihli G-8 toplantısında bu
değişikliğin siyasi esasları,
2- “ABD ve AB İşbirliği ve uyum
toplantısı”yla bu
siyasi değişimin Avrupa Birliği`ne de kabul ettirilmesi.
3- İstanbul`da 28-29 Haziran 2004
tarihlerinde yapılan NATO Zirvesi toplantısında da bu değişikliğin askeri
yönleri tanzim edilmiş bulunmaktadır.
1) 9 yıl boyunca D-8`lerin zirve beyannamelerindeki daha adil bir
dünya düzeni talepleri ve feryatları hiçbir fayda vermemiştir.
2) Bu 9 yıl esnasında G-8`ler ABD
yöneticilerini yönlendiren dış mihrakların etkisiyle yukarıda belirttiğimiz 6
olumsuz prensibi benimsemişler ve bu meyanda eşitlik değil, üstünlük
zihniyetiyle, barışçı bir diyalogla yeni bir dünyanın D-8`ler ve G-8`lerin
yuvarlak masa etrafında toplanarak kurulması imkan ve teklifine karşı
mütekebbir bir tavır takınarak, “biz
emredeceğiz, siz uyacaksınız” yolunu benimsemiş
bulunmaktadırlar.
Bu durumda hali
hazır şartlar karşısında D-8`ler şimdi
önümüzdeki dönemde ne yapmalıdırlar:
Ulusal
Bağımsızlık Kurulu: (Milli Güvenlik Kurulundan Ayrı Olarak)
1- Müslüman ülkeler ortak siyasi iradesini
oluşturabilmek için:
D-8`lerin temel
prensibi olan diyalog yoluyla D-8`Ier çekirdek ülkelerinin siyasi
iradelerinin azimli bir şekilde ortaya koymasının sağlanması için gerekli
çalışmaların yapılması (Diyalog Enstitüleri ve bunların
koordinasyonu)
Bu enstitüler ve yapılacak olan
çalışmalar ile:
1) Yeni ve Adil bir Dünya
Düzeninin temel
esaslarının geliştirilmesi,
2) Bu temel esaslara göre Yeni ve Adil bir
Dünya Düzeninin şekillenmesi (Yeni
BM v.s),
3) G-8`lerin, başta Müslüman
ülkeler olmak üzere sömürdükleri ülkeler hakkında yaptıkları yanlış
propagandaların takibi ve bunların önlenmesi için gereken teşebbüslerin hayata
geçirilmesi,
4) D-8lerin ana prensiplerinin,
G-8lerdeki makul çevrelerle diyaloglar kurulması suretiyle G-8`lerin
yönetimlerine de benimsetilmesi.
2- Ekonomik sömürü ve ezilmişlikten kurtulabilmek
için, işbirliklerinin
artırılması, müşterek projelerin süratle ve azimle yürürlüğe konulması. Bunun
için (Ekonomik İşbirliği Enstitülerinin kurulması
ve bunların koordinasyonu) ve
yapılması lazım gelenlerin planlanması, alt yapısının hazırlanması;
1) D-8`lerin Müşterek Para Birimi
2) D-8`lerin yeni Dünya Bankası
Sistemi
3) D-8`lerin Yeni IMFsi
4) D-8`lerin Yeni Dünya Ticaret
Örgütü Merkezi
İş bölümü ve
el birliğiyle gerçekleştirilecek.
3- Teknolojik gelişmeyi sağlayabilmek için:
Hakların korunması ve savunulması
ancak teknolojik gelişmeyle mümkündür. Teknoloji bir rahmettir. Bunun için (Teknolojik Gelişme
Enstitülerinin kurulması, bunların koordinasyonu), yapılacak çalışmaların, bu meyanda Savunma Sanayindeyapılacak
çalışmaların (pilotsuz uçak v.s) iş bölümü yapılmak suretiyle
gerçekleştirilmesi.
4- Kültürel gelişme ve işbirliğinin düzenlenmesi
5- Kadın ve aileyi koruyup güçlendirecek tedbirlerin
geliştirilmesi için;
Gerekli birimlerin kurulması kararlaştırılmıştır.
[1] Hud: 38-39
[2] Hud: 43
[3] Hud: 48
[4] Bak: Hud: 55 – 56