Anasayfa » BU EŞBAŞKAN’LARDAN ÇEKTİĞİMİZ

BU EŞBAŞKAN’LARDAN ÇEKTİĞİMİZ

Yazar: yonetici
0 Yorum 83 Görüntüleyen


           BU “EŞBAŞKAN”LARDAN ÇEKTİĞİMİZ


HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ı yaptığı ‘özyönetim’ açıklamalarından dolayı eleştiren Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan, “Bölücü örgütün siyasi uzantıları mevcut konjonktürden istifadeyle ağızlarındaki baklayı çıkarıvermiştir. Bu eşbaşkanın yaptığı açık ve net olarak bir provokasyondur, ihanettir” buyurmuşlardı. Sn. Cumhurbaşkanı, Suudi Arabistan’a gerçekleştirdiği ziyaret öncesi Atatürk Havalimanı’ndaki basın toplantısında “Enerji, güvenlik, terörle mücadele, ekonomik ve ticari meseleler gündemimizin en önemli başlıklarını teşkil ediyor. Türkiye olarak enerji kaynaklarımızın çeşitlendirilmesinden tutunuz, arz güvenliğimizin güçlendirilmesine kadar önem verdiğimiz bu konuları değerlendireceğiz. Son hadiseler uzun süredir planladığımız bazı adımlara hız vermemizi sağladı” diye konuşmuştu. “Görüşmelerimizde Suriye, Irak, Yemen, Libya başta olmak üzere bölgemizdeki kritik konularla ilgili değerlendirmelerde bulunacağız” diyen Erdoğan şunları aktarmıştı. Suriye’de yaşanan son gelişmelerin ardından PKK terör örgütünün Türkiye’nin birlik ve beraberliğine yönelik iştahının kabardığını belirterek. “PKK’nın Suriye kolu PYD, YPG’nin elde ettiğini düşündüğü bazı kazanımları ülkemize taşıma gayreti, son terör olaylarının gerisindeki sebeplerden biridir. Biz bunlara fırsat vermedik, asla da vermeyeceğiz. Güvenlik güçlerimiz başarılı operasyonlara imza atıyorlar. Yurtiçi ve yurt dışında etkisiz hale getirilen terörist sayısı 3 bini aşmış vaziyette. Bu operasyonlar ülkemizde terörü tamamı ile yok edene kadar, bölgeye refah huzur getirinceye kadar kararlı bir şeklide, milli güvenliğimiz için tehdit olmaktan çıkarıncaya kadar devam edecektir.”

“Bu Eşbaşkanın yaptığı ihanettir” çıkışı!

Açıklamasında HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ı da eleştiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bölücü örgütün siyasi uzantıları mevcut konjonktürden istifadeyle ağızlarındaki baklayı çıkarmaya başladılar. Bu süreç maskelerin düştüğü, gerçek yüzlerin görüldüğü bir süreçti. Malum Eşbaşkan Rusya ziyareti sonrası kulaklarına üflenen suflelerin de etkisi ile olsa gerek bir takım hezeyanlar ifade etmiştir. Bu eşbaşkanın yaptığı açık ve net olarak bir provokasyondur, ihanettir. Türkiye üzerinde operasyon yapmak isteyen herkes, boynunun ölçüsünü almıştır, bunlar da alacaktır. Terör örgütü ve kuklası olan siyasetçiler bu noktada attıkları adımlarda yaptığımız uyarılarla ‘dikkatli olmalıdır’ derken, bunlar tam aksini icra etmişlerdir. Biz bu açıklamaların gerçek sebebini de biliyoruz. Bu tür açıklamalar kazdığı hendeğe gömülen terör örgütünün başarısızlıklarını örtme çabasıdır” ifadelerini kullanmıştı.

Bu sözler bize Sn. Erdoğan’ın, Başbakanlığı sürecinde üstlendiği ve bunu 27 yerde resmen ifade ve ifşa ettiği “BOP Eşbaşkanlığını” hatırlatmıştı. Biliyorsunuz BOP, Türkiye dâhil otuz kadar İslam ülkesini parçalamayı amaçlayan bir ABD planıydı. Yani bir zamanlar Türkiye’miz dâhil otuz İslam Ülkesinin parçalanması planının eşbaşkanlığını yapan zat şimdi daha küçük ölçekli bir bölücü projenin (Sivil ve siyasi PKK’nin) eşbaşkanı olan Demirtaş’ın hain olduğunu vurgulamaktaydı. Doğrudur, çünkü eşbaşkanlığınmanasını ve maksadını çok iyi bilen ve fiilen yürüten bir insandı.

Rusya’ya giden Selahattin Demirtaş’ı Başbakan Davutoğlu da ‘Bu tam bir ihanet’diyerek suçlamıştı. Türkiye’ye ambargo uygulayan Rusya’ya giden HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Başbakan Ahmet Davutoğlu’ndan sert tepki almıştı. Demirtaş’ın Lavrov ile masaya oturmasını çok ağır şekilde eleştiren Ahmet Davutoğlu “Bu tam bir rezalettir, tam bir ihanettir” ifadelerini kullanmıştı.

Amerika’dan dönüp Rusya’ya gidip gelen Selahattin Demirtaş daha da şımarmıştı!

Oysa PKK ve yandaşları bu güne kadar “ayrı devlet”i telaffuz etmekten özenle kaçınmışlardı. Herhalde bu çok önemli “aşama”yı olgunlaşmadan gündeme getirip ‘harcamaktan’ çekiniyorlardı. Çünkü, “Güneydoğu’da bir Kürt devleti” fikrinin Türkiye’de göreceği tepkiyi iyi biliyorlardı. Şimdi Eşbaşkan Demirtaş “Özyönetim, özerklik, özel statü, Kürt devleti…” çağrısı yaptığına göre anlaşılan Amerika ve Rusya “Artık vaktin geldiğini” kulağına fısıldamışlardı. Ve zaten ABD Başkan Yardımcısı Yahudi asıllı Joe Biden'den Türkiye için gelen Musul ve Başika açıklaması soğuk duş etkisi yapmıştı. Biden, Türk askerlerinin bulunduğu Başika kampına IŞİD saldırısı sonrası Irak Başbakanı İbadi’yi arayıp arka çıkmış ve “Türk askerlerinin konuşlandırılması için Irak’tan onay alınmadığını” belirterek Türkiye’ye askerlerini bir an önce çekme uyarısında bulunmuşlardı.

PKK’nın yeni oluşumu YPS'yi devreye sokması!?

Bölücü terör örgütü PKK’nın, il ve ilçe merkezlerinde asker ve polise karşı çatışmaları yürüten YDG-H'yi lağvederek YPS adıyla yeni oluşumu uygulamaya koyması kesinlikle bir dış talimattı. Selahattin Demirtaş’ın “Özerk yönetim ve arı devlet” açıklamalarının ardından bu yola başvurmaları anlamlıydı. Güneydoğu ve Doğu Anadolu'daki bazı il ve ilçe merkezleri başta olmak üzere eylemlerinde YDG-H unsurlarını sahaya süren PKK, yeni bir oluşumu uygulamaya koymuşlardı. Kandil'de yetiştirilen kadroların yurt içindeki yerleşim merkezlerinde eylemlerinde aktif görev alan ve halen sokağa çıkma yasağı uygulanan yerlerde güvenlik güçleriyle doğrudan çatışan YDG-H yapılanması sona erdirilip il ve ilçe merkezlerinde çatışan YDG-H kadrolarına destek veren kırsal kadrolar ile YDG-H kadroları tek çatı altında toplamış ve YPS (Yekineyen Parastina Sivil) yani “Amed (Diyarbakır) Sivil Savunma Birlikleri” adını almıştı. PKK Eşbaşkanı Selahattin Demitaş’ın, “Kürdistan kurulacak” küstahlığı ardından Figen Yüksekdağ “Öz yönetim”in bir hak olduğunu zırvalamıştı. Hızını alamamış “Sadece Cizre’de değil, Ankara’da Rize’de de Öz Yönetim ilan etmek bir haktır” demeye başlamıştı. Bu girişimlere dış talimat dememiz dikkate alınmalıydı. Artık HDP’nin bir Türkiye'nin partisi olmadığı kesinlik kazanmıştı. HDP bütün Kürtler'in partisi de asla sayılamazdı. HDP, bağımsızlık hayalleri kuran ve çok azınlıkta kalan “bir kısım Kürtler'in” partisi ya da bağımsızlık isteyen Marksist-Leninist çağdışı bir terör örgütü olan PKK’nın “halkla ilişkiler ocağı ve irtibat bürolarıdır.” Çünkü Selahattin Demirtaş, Belki Kürtler'in bağımsız devleti de olacak federal devleti de, kantonları da özerk bölgeleri de”demeye başlamıştı. Fezlekeden kaçmak için “belki” kelimesinin ardına sığınmıştı. Anayasa Mahkemesi sorarsa da “ben Kuzey Irak'ı kastettim” deyip sıyrılacağını sanmaktaydı” tespitleri yerden göğe haklıydı.

Selahattin Demirtaş’a öz yönetim soruşturması!

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Suçları Soruşturma Bürosu, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın “özerklik” konusundaki açıklamaları ile “Kobani bahanesiyle isyan çağrısında bulunduğuna” yönelik yazılı basında çıkan haberleri ihbar kabul edip resen soruşturma başlatarak, soruşturma evrakını Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Parlamenter Suçlar Bürosuna göndereceğini açıklamıştı. Soruşturmanın, Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) “Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar“a ilişkin maddeleri ile “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” ve “suçu ve suçluyu övme” suçları kapsamında başlatıldığı vurgulanmıştı.

Yargıtay'dan HDP'ye kapatma uyarısı!

Yargıtay Başsavcılığı da, DBP’ye parti tüzüğünde yer alan bazı maddelerin anayasa ve yasalara aykırı olduğu gerekçesiyle bir uyarı yollamıştı. Uyarı, HDP’ye mesaj olarak algılanmıştı. MHP Genel Sekreteri İsmet Büyükataman, Demokratik Toplum Kongresi (DTK) bildirisi ve HDP eşbaşkanlarının söylemlerine tepki göstererek, “Terör örgütünün siyasi temsilcilerinin dili uzadı, bu kadar pervasızca meydan okumaları karşısında Türkiye eğer bir hukuk devleti olsaydı savcıların harekete geçmesi gerekirdi” sözleri milli vicdanın sesini yansıtmaktaydı.

Selahattin Demirtaş Niye Kıvırmıştı?

Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun yeni anayasa için CHP'ye ziyareti sonrası HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş şaşırtan bir açıklama yapmıştı. HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, hükümet tarafından iptal edilen yeni anayasa görüşmesi randevusunun yeniden gündeme alınması için çağrıda bulunması kafaları karıştırmıştı. Selahattin Demirtaş’ın, yeni anayasa ile ilgili olarak “Yeni anayasa ve Kürt sorununun çözümü için biz görüşme taraftarıyız” demesi acaba açılan soruşturmalardan dolayı olmasındı…

ABD, AKP’yi 3. lige mi atmıştı?

Suudi Arabistan merkezli “Teröre karşı İslam ittifakı”na Türkiye de katılmıştı. Bu oluşumu “İslam NATO’su” diye alkışlayanlar ya çok saftı veya gerçeği saptırmaya çalışmaktaydı. Çünkü bu bir ABD programıydı ve Türkiye dışında katılan ülkeler dolaylı ve masrafsız bir biçimde HAÇLI NATO’nun güdümüne sokulmuşlardı. AKP Türkiye’si ise böylece ligden kaydırılmıştı. Artık özellikle İslam ülkelerine yönelik NATO operasyonları Suudi merkezli yeni oluşumun eliyle yaptırılacaktı. Yani AKP iktidarı, direk ABD’den değil, Suudi’den talimat alacak ve yol açtıkları tahribatları da Amerika’nın değil İslam’ın sırtına yıkılacaktı.

Tam bu sırada Irak’tan Türkiye’ye Başika tehdidi bir rastlantı mıydı?

Irak Dışişleri Bakanı İbrahim el Caferi'nin Türkiye'ye yönelik Başika tehdidi elbette bir Amerikan kışkırtmasıydı. Caferi’nin, Türkiye birliklerini çekmezse askeri operasyon olabilir sinyali acaba yeni İslam NATO’suna fiili çatışma alanı açmanın bir hazırlığı mıydı? İbrahim el Caferi, Türkiye'nin Musul yakınlarındaki Başika Kampı'ndan askerlerini çekmesi talebini tekrarlamıştı. Caferi, “Aksi takdirde Bağdat'ın askeri operasyonu düşünmek zorunda kalacağını” açıklamıştı. Associated Press'in haberine göre; Caferi’nin, Bağdat’ın, durumu barışçıl araçlarla halletmek istediğini belirterek, “Fakat başka bir çözüm kalmazsa, bize savaş dayatılırsa, egemenliğimizi savunmak için bunu da düşüneceklerini” söylemesi bir Amerikan tezgâhı olarak yorumlamak lazımdı.

ABD’yi hala “Model Ortak” sayan AKP kendi kuyusunu kazmaktadır!

“ABD, Suriye-Irak hattında PKK, PYD, YPG, İŞİD ve hatta Esed ile birlikte hareket etmekte; PYD’yi stratejik ortak olarak desteklemekte ve ona silah yardımında bulunmaktadır. ABD, “model ortaklık” kapsamında, Türkiye’de de çok farklı STK ve Cemaatleri Taksim Kadife Darbe sürecinde kullanmıştır. Özetle işin felsefi boyutuna baktığımızda Model Ortaklık, toplumların ABD tarafından şekillendirilebilmesi için ABD’ye yeni imkânlar ve müdahale etme hakkı tanımaktadır.”

Model Ortaklık Müslümanlar Arası Çatışmayı Amaçlamıştır.

Bush yönetimi ‘önleyici savaş’ doktrini ile gelecekte kendisine rakip olabilecek İslami potansiyel ile vaktinden önce, ‘Terörle Küresel Savaş’ çerçevesinde hesaplaşmak ve bu gelişmeyi engellemek, hatta yok etmek amaçlıdır. Ancak benimsenen strateji, İslam coğrafyasının belli bölgelerinin kan gölüne dönmesine sebebiyet vermiş olmasına rağmen, ABD yönetiminin çok korktuğu Kur’an-Sünnet merkezli İslami kimliğin uyanmasına, bütün ülkeleri etki altına almasına yol açmıştır. Uyanan sadece Müslüman aydın kesim değil, uyanan bir halk ve bir ümmet vardır. ABD için en korkulu olan bir halkın uyanması, kendi kimliğini araması ve kimliğinin gerektirdiği sistemi inşaya çalışmasıdır” diyen yazarımız haklıdır. Model Ortaklık fikrinin teorik temelleri ABD’de yayınlanan RAND raporlarına dayanmaktadır. “Sivil Demokratik İslam, Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler Raporunun Üçüncü Bölümünde “Önerilen Strateji”başlığı altında izlenecek yolun, Müslümanlar arası savaşa dayanması gerektiği çok açık bir şekilde ortaya koyulmaktadır. İşte Suud merkezli “Teröre karşı İslam ittifakı” ABD derin devletinin bir stratejik-Siyonist kurumu olan RAND uzmanlarınca hazırlanmıştır.

“-Öncelikle modernistleri destekle. Onlara düşüncelerini belirtmeleri ve yayınları için geniş bir platform sağlayarak İslam vizyonlarının gelenekçi anlayışa baskın olmasını sağla. Çağdaş İslam’ın yüzü olarak modernistler görülmeli, gelenekçiler değildir.

– Laikleri seçici ve dikkatli bir şekilde desteklemelidir.

– Laik, sivil ve kültürel kurumları ve programları cesaretlendir. Burada fundamentalistlere karşı gelenekçilere de arka çık ve bu iki grup arasında oluşabilecek ittifakları engellemelidir. Gelenekçilerin arasında ise modern sivil toplumla daha uyumlu kesimleri desteklemelidir. Mesela, bazı İslam hukuku ekolleri bizim adalet ve insan hakları anlayışımızla çok daha uyumlu görülmektedir.

– Son olarak fundamentalistlerin zayıf taraflarına hücum ederek onlarla kesin bir mücadele içine girmelidir.

– Fundamentalist ve gelenekçilerin İslâm’ı açıklama ve yorumlama konusunda oluşturdukları tekelin kırılmasına yardım etmelidir.

– Bir internet sitesinde günlük sorunlara cevaplar yazabilecek modernist Dinci aydınlar buluvermelidir. (Bu Modernist İslam fikirlerinin yayılması içindir.)

– Modernist aydınları kitap yazmaları konusunda teşvik etmelidir.

– Modernistlere ait ülke giriş kitaplarının fundamentalistlerinki kadar yaygın olması için destek vermelidir.

– Modernist Müslümanların İslam’ın nasıl olması gerektiği konusundaki fikirlerinin yayılması için radyo, TV. gibi popüler yerel medya organlarını yönlendirmelidir.”[1]

Raporda öngörülen, Müslüman Potansiyeli parçalamak için, “Modernist”, “dünyevileşmiş” olanlarla işbirliği yapmak, geri kalanları kendi aralarında çatıştırarak bertaraf etmek; yani Müslümanı Müslümana kırdırmak hedeflemektedir. İşte Suud merkezli “Teröre Karşı İslam İttifakı” ABD derin devletinin bir stratejik-Siyonist kurumu olan RAND uzmanlarınca şekillendirilmiştir.

Maalesef Obama dönemi, İslam coğrafyası için daha sancılı ve sıkıntılı geçmiştir ve böyle olmaya da devam edecektir. Toplumun değişik kesimleri arasında fitne ve fesadın yaygınlaştırılması, kitleleri, ABD menfaatleri istikametinde kullanmak, yeni yol olarak seçilmiştir.ABD, her zaman tek yanlı menfaatlerini önemsemiş, her seferinde, İslam coğrafyasının her yerinde, Türkiye’ye ihanet etmiş ve halâ ihanet etmektedir. ABD’nin, halâ, model ortak kabul edilmesi anlaşılabilir değildir. ABD ile ilişkiler, 11 Eylül İkiz Kulelerin vurulmasından sonra ABD Başkanı Bush’un “100 yıl sürecek Haçlı seferleri başlatılmıştır” şeklinde kullandığı ve 100 yıllık bir stratejik hedeflerini göz önüne alarak değerlendirilmelidir. Fundamentalist: Kutsal kitapların sadece metinlerine bağlı kalıp akılcı yorumlarına ve çağdaş yaklaşımlara şiddetle karşı olma halidir. Burada ise “Aşırı İslamcı, katı şeriatçı” anlamında söz edilmiştir. Batılılara göre ABD, AB ve İsrail’in güdümüne girmeyen bütün Müslüman kesimler Fundamentalist gösterilmektedir.

34 ülkeden oluşan yeni İslami ittifakın içinde, ittifakın mimarı ve lideri pozisyonunda Suudi Arabistan’ın olduğu görülmekte, Türkiye, Pakistan, Mısır, Nijerya ve Malezya gibi D-8 ülkelerinin Erbakan çizgisinden kaydırılmaya çalışıldığı sezilmektedir. Bu ülkelerin dışındaki diğer İttifak üyesi ülkelerin adları ise şu şekilde: “Bangladeş, Somali, Sudan, Katar, Maldivler, Sierra Leone, Gine, Benin, Filistin, Lübnan, Komor Adaları, Çad, Kuveyt, Ürdün, Moritanya, Togo, Tunus, Nijer, Cibuti, Senegal, Libya, Yemen, Mali, Gabon, Birleşik Arap Emirlikleri, Fas, Somali ve Bahreyn’dir.” Maalesef bu listeye İran dâhil değildir. Dolayısıyla bu oluşum hemen bir “Sünni İttifak” olduğu şeklinde lanse edilmiştir. Peki, İran’ın bu İttifak’a dâhil olmaması ne anlama geliyor? Süreç İslam dünyasının kendi içinde yeni bir bölünmeye, hatta bir iç savaşa mı işaret etmektedir? İttifakla ilgili olarak “dengeleri değiştirebilecek bir adım” ifadesi bu bağlamda ne anlama gelmektedir? İttifak’tan “kara operasyonu” açıklaması Suriye, Irak ve Yemen’i ne kadar içine alıyor vaziyettedir? soruları da elbette önemlidir.

Türkiye’yi İsrail’e yaklaştırmak için tertiplenen Rus ambargosu resmen başlamıştı!

Nihayet Rus doğalgazını Türkiye üzerinden Avrupa pazarlarına taşıması planlanan Türk Akımı doğalgaz boru hattı projesi Rusya tarafından askıya alınmıştı. Rusyadoğal gaz akışını keser mi, Mersin Akkuyu’da yapılması planlanan nükleer reaktör projesi durdurulur mu gibi sorular da halâ yanıtını bulamamıştı. Uçak krizinin faturası henüz enerji sektörüne yansıtılmamıştı ama inşaat, tekstil ve turizm başta olmak üzere çeşitli sektörler krizden etkilenmeye başlamıştı. Derken itibarıyla Rusya, Türkiye’ye uygulayacağını açıkladığı yaptırımları da yürürlüğe sokmuş durumdaydı.

-Türk firmaları Rusya’da bina inşa edemeyecek, mimarlık ya da tasarım faaliyetlerinde bulunamayacaktı.

-Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları Rusya’da seyahat ve otelcilik sektörlerinde çalışamayacaktı.

-Türk firmalarına devlet ve belediye ihalelerine girme hakkı tanınmayacak, firmalar ormancılık ve kerestecilik alanlarında faaliyet yapamayacaktı.

-Portakal, domates, soğan gibi çeşitli meyve ve sebzeler ile tavuk ürünlerinin Türkiye’den ithalatı yasaklanacaktı.

-Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Rusya’ya vizesiz girişleri kaldırılacaktı.

Suudi muhabirin Rusya sorusu Dışişleri Bakanımızı niye kızdırmıştı?

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Suudi Arabistan ziyaretinde Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Rusya'nın Suriye'deki operasyonlarıyla ilgili soruları yanıtlayamayınca kızmaya başlamıştı. Bakan Çavuşoğlu, Suudi bir gazetecinin Rusya'nın Suriye'de yürüttüğü operasyonlar ve DEAŞ'a karşı kurulması düşünülen İslami koalisyona katılıp katılmayacağı yönündeki sorularına cevap verirken, aynı gazetecinin “Türkiye, Rusya'nın Suriye'de sivil halka yönelik saldırılarına neden sessiz?” sorusu üzerine çuvallamaya ve hırçınlaşmaya başlamıştı. Rus uçağının düşürülmesinin ardından Türkiye-Rusya arasında sular durulmazken, Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu yaptığı açıklamada Suriye'ye müdahalenin Fırat Nehri'ne kadar süreceğini açıklamıştı. Rusya’nın Suriye PKK’sı PYD’yi destelediği de açıktı. Oysa Türkiye, çeşitli muhalif grupların bulunduğu Fırat’ın batısını ‘Kırmızı çizgi’ ilan etmiş durumdaydı. Suriye'nin kuzeyinde Rojava’nın savunma gücü YPG’nin liderliğindeki Demokratik Suriye Güçleri (DSG), Türkiye’nin kırmızı çizgi ilan ettiği Fırat Nehri’nin batısına geçerken bir hamle de batıdan doğuya doğru yapılmıştı. Hatay’a sınır olan Afrin kantonundaki YPG, Arap ortaklarıyla birlikte Azez’e doğru iki yerleşim merkezinin kontrolünü ele geçirmiş bulunmaktaydı.

Rus doğalgazına alternatif İsrail mi olacaktı?

Rusya krizi, sanki Tel Aviv-Ankara arasındaki yakınlaşmayı hızlandırmak için çıkarılmıştı ve İsrail-Türkiye Boru Hattı görüşmelerine çoktan başlamıştı. Rusya krizi üzerine hızlanan İsrail ile Türkiye arasındaki yakınlaşmada doğalgazın önemli etkisi vardı. İsrail için en ekonomik yol, gazını Türkiye’ye taşımak; Türkiye ise gazda kriz yaşadığı Rusya’ya alternatif oluşturmak çabasındaydı. Bu yüzden Tel Aviv-Ankara arasındaki yakınlaşma, İsrail-Türkiye Boru Hattı görüşmelerini hız kazandırmıştı. 2016’da bir gaz anlaşması yapılırsa, İsrail gazı 2019’da Türkiye pazarına girmiş olacaktı. İsrail Başbakanı Netanyahu'nun özel temsilcisi Dore Gold, “Üzerinde uzlaşılan ve halen müzakere edilmekte olan konular vardır. Anlaşmaktan başka çaremiz kalmamıştır”diyerek, yılladır AKP iktidarının İsrail’le gizlice yürüttüğü görüşmeleri açığa vurmuşlardı. Siyonist Dore Gold, Türkiye ile İsrail arasında yoğun görüşmeler yapıldığını açıklamıştı. İsrail'de yayın yapan Jerusalem Post gazetesinin haberine göre, Londra merkezli Suudi Elaph internet haber sitesine konuşan Gold, “Üzerinde uzlaşılan ve halen müzakere edilmekte olan konular vardır, ancak işler doğru yönde ilerliyor ve sonuca ulaşılacaktır” diyerek gizli gerçekleri vurgulamıştı. Hatırlayacaksınız AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Ömer Çelik’in, partisinin Merkez Karar Yönetim Kurulu toplantısının ardından yaptığı açıklama hem şaşkınlık, hem de kızgınlıkla karşılanmıştı. Terör devleti İsrail için, “Kuşkusuz İsrail devleti ve İsrail halkı, Türkiye’nin dostudur” diyen Çelik, dostu düşmanı resmen birbirine karıştırmış. Ve AKP’nin gerçek yüzünü yansıtmıştı. Çelik’in açıklamasındaki “kuşkusuz” ifadesi ise, İsrail’in dostluğunun “sorgulanamaz” nitelikte olduğu şeklinde yorumlanmıştı.

ABD ve AB gibi işgalcilerin kara kuvveti Peşmerge olacaktı!

“Uluslararası koalisyonun karadan savaşan gücü Peşmerge olduğunu belirten IKBY peşmerge Bakanlığı, ABD’nin Peşmergeye yaklaşık 200 milyon dolarlık askeri teçhizat göndereceğini ve askeri eğitime de 3 ay içinde başlanacağınıaçıklamıştı. DAEŞ ile mücadele yalanıyla Peşmergeye destek veren ülkelerin başında Almanya, ABD, Fransa ve İtalya vardı. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Peşmerge Bakanlığı Genel Sekreteri Cabbar Yaver, ABD’nin 2016 yılında Peşmerge güçlerine 200 milyon dolarlık askeri yardımda bulunacağını belirterek, “Kuveyt üzerinden Kürdistan’a gelecek silahların kullanılması için askeri eğitime yeni yılda start verileceğini vurgulamıştı. Aynı süreçte Mesut Barzani ve Beşiran Barzani peşpeşe ve devlet töreniyle Ankara’da ağırlandığına göre, acaba AKP iktidarı bu hıyanetlerin gizli ortağı ve Türkiye ayağı mıydı?

Hatırlanacağı gibi; 31 Mayıs 2010’da Siyonist yönetim, Akdeniz’de uluslararası sularda, Gazze’ye insani yardım götüren Mavi Marmara isimli gemimize saldırmış ve 10 vatandaşımızı şehit etmişti. Sayın Erdoğan bu işe çok öfkelenmiş ve İsrail’le ilişkilerin normale dönmesi için üç şart öne sürmüştü:

1- İsrail özür dileyecekti.

2- Tazminat ödeyecekti.

3- Gazze’ye ablukadan vaz geçecekti.

Aradan beş yıl geçti. Maalesef yine tükürdükleri yalanıvermişti. Dışişleri Bakanı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ile İsrail Başbakan’ı Benyamin Netenyahu’nun özel temsilcisi Joseph Ciechanover ve MOSSAD Başkanı Yossi Kohen Zürih’te gizlice görüşmüşlerdi. Maalesef Türk kamuoyu, 16 Aralık’ta gerçekleşen görüşmeyi İsrail basınından öğrenmişti. Yani “One Münit” mumu da böylece sönüvermişti. Türkiye ile İsrail’in pazarlık masasının üzerinde bulunan şartların tamamına yakını İsrail’in taleplerini içerirken yeni bir tehlike ise eşikteydi. Bir taraftan Türkiye üzerinden geçecek İsrail doğalgaz hattı ile Avrupa’nın doğalgaz ihtiyacı karşılanırken, diğer taraftan İsrail’in bu kıyağı karşısında AB tarafından 2009’da Türkiye’ye dayatılan ve bugüne kadar buzdolabında bekletilen Fırat ve Dicle suyu projesi sayesinde Türkiye’nin su kaynakları İsrail’e akıtılıverecekti. İktidar sözcüleri istedikleri kadar İsrail ile anlaşmaya varıldığı yolundaki iddiaları, “Henüz anlaşma yok, görüşmeler sürüyor” diye yalanlayıp dursa da… AKP Sözcüsü Ömer Çelik, “Kuşkusuz İsrail Devleti dostumuz” sözünü, “Devletlerarası ilişkilerde inişler ve çıkışlar olabilir” diye tevile çalışsa da artık bunlar kimseye inandırıcı gelmemekteydi. Çünkü orta yerde İsrail Başbakanı Netanyahu tarafından yapılan açıklamalar çok netti. Netanyahu, bizimkilerin yok dediği anlaşma çerçevesinde Türkiye’nin HAMAS üst düzey askeri yöneticisi Salih El Aruri’yi sınır dışı ettiğini söylemişti. Kısaca dindar ve kahraman AKP, gaflet değil hıyanet içindeydi.

Bu iktidar ülke çıkarlarını koruyamamaktadır!

Türkiye'nin, başta 1926'da imzalanan Ankara Antlaşması ile kazandığı Irak'ta asker bulundurma ve tampon bölge kurma hakkına rağmen Obama'dan gelen “askerini Irak'tan hemen çek” talimatı karşısında eğilip bükülen AKP’nin bu yalpalamaları karşısında asker haklı olarak tedirgindi. Oysa 1926 Ankara Antlaşması 29 Mart 1946 tarihli Dostluk ve İyi Komşuluk Anlaşması ile perçinlenmişti. 1946 tarihli anlaşmanın 6'ncı maddesinde sayılan 6'ncı ek protokolün 1. maddesi: ''…Taraflar, iki memleket arasındaki hududun her iki yanında 75'er kilometrelik bir bölgede çıkacak ve hudut münasebetlerinin ahengini bozacak mahiyetteki her türlü olay ve anlaşmazlığın çözülmesini sağlamak hususunda anlaşmışlardır.''

Aynı protokolün 11. maddesi: ''…hudut bölgelerinin öteki tarafın güvenlik ve ülke bütünlüğüne karşı yöneltilecek hareketler için kullanılmasına, her birinin kendi toprağında kendi takdirine bırakılan uygun tedbirlerle karşılıklı olarak engel olmayı taahhüt ederler.''

14. maddesi: ''Taraflar hududu, silahlı şahısların taarruzlarına karşı korumak için bütün faydalı tedbirleri almayı taahhüt ederler.''

Türkiye ve Irak arasında 7 Ağustos 2007'de imzalanan mutabakat muhtırasında da:

“İki Başbakan, terörizmle mücadele konusundaki ortak kararlılıklarını vurgulamış, bu çerçevede PKK/KONGRA-GEL terör örgütü dâhil olmak üzere Irak'ta faaliyet gösteren tüm terör örgütlerinin ve faaliyetlerinin tecrit edilmesi, pasifize edilmesi ve mevcudiyetlerine son verilmesi amacıyla her türlü çabayı göstermek hususlarındaki mutabakatlarını teyit etmişlerdir. Her iki ülke, hukuki ve adli konularda, 5 Haziran 1926 tarihinde imzalanan Ankara Antlaşması, 29 Mart 1946 tarihinde imzalanan Türkiye ve Irak Arasında Dostluk ve İyi Komşuluk Antlaşması ve 19 Eylül 1989 tarihinde imzalanan Türkiye Cumhuriyeti ile Irak Cumhuriyeti Arasında Hukuki ve Adli İşbirliği Sözleşmesinin yürürlükte olduğunu kabul etmişler, BM Güvenlik Konseyi'nin 2001 yılı 1373 sayılı, 2004 yılı 1546 ve 1566 sayılı ve 2005 yılı 1624 sayılı kararlarının tam olarak uygulanması hususundaki taahhütlerini yerine getirecek olmalarının yanı sıra, terör gruplarının gerçekleştirdikleri terör eylemlerine karşı etkin bir şekilde mücadele etme konusunda ortak bir iş birliği yapma arzusuna sahip olmalarını ayrıca belirtmişlerdir.” Buna rağmen AKP ülke çıkarlarına ve kendi imzalarına sahip çıkamamaktadır.

Mehmet Şimşek: “AB’ye üyelik yetmez avroya da geçmeliyiz” diyerek, AB uğruna bağımsızlığımızı tehlikeye atmaktan sakınmadıklarını açığa vurmuşlardır.

Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, açılan 17. Fasılla AB sürecinin canlandığını vurgulamıştı. Şimşek, AB’ye üye olmanın da yetmediğini, aynı zamanda avronun para birimi olarak kabul edilmesi gerektiğini açıklamıştı. Bütün bunlar Türkiye’nin milli vasfını ortadan kaldıracak adımlardı. AB’nin ekonomik işgal komiserleri Türkiye’ye teşrif buyuracaktı! Avrupa Birliği bakanı ve başmüzakereci Volkan Bozkır, Mart ayının ortasında yapılacak ekonomi üst düzey platformu kapsamında, 6 AB komiserinin Türkiye’ye geleceğini hatırlatmıştı. Bozkır, özel bir TV kanalında yayınlanan bir programda gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunurken AB ile yeni dönemde yılda iki zirve gerçekleştirileceğini belirterek bu zirvelerin öncesinde çeşitli üst düzey platformların da devreye gireceğini duyurmuşlardı.

Sn. Erdoğan’ın “Türkiye NATO toprağıdır” demesinin ardından tüm NATO üslerinin açılması ve diğer hava alanlarının NATO kullanımına sunulmasının AKP’nin 2002’deki “fabrika ayarlarına dönmesi” ile ilgili olup olmadığı tartışılmaktadır.

24 Ekim 2003 Prag’da gerçekleştirilen ‘NATO ve Büyük Ortadoğu’ adlı konferansta, NATO Konseyi Daimi Üyesi R. Nicholas Burns’ün yaptığı ‘Yeni NATO ve Büyük Ortadoğu’ adlı konuşmasında, NATO’nun yeni görev alanının, “Büyük Ortadoğu Coğrafyası” olduğunu ve NATO ülkelerine asıl tehdidin bu coğrafyadan geleceğini ifade etmiştir. Bu yaklaşımla ABD, Büyük Ortadoğu Projesi’ni en az zayiatla uygulayabilmek için pek çok ülkeyi projeye, “Kaostan Kaynaklanan Düzen Projesi” kapsamında, “taşeron olarak” dâhil etmeye çalışmaktaydı. ‘Akdeniz Diyalogu’ bu kapsamdadır. Zaten İslam, 1995 yılında, NATO tarafından “düşman ve tehdit” olarak ilan edilmiş durumdadır. 2003 yılından itibaren her fırsatta NATO, Büyük Ortadoğu’da konuşlanmaya çalışmaktadır. NATO’da yapılan tüm değişikliklerle, ABD, NATO aracılığıyla İslam coğrafyasını parçalayıp işgal etmek amacındadır. Bu niyet, bütün çıplaklığı ile ortada dururken NATO’nun Irak-Suriye hattına müdahil olması için çağrı yapmak, üsleri ve hava alanlarını açmak, 21. asır seküler Haçlı Seferleri’ne yardımcı olmak anlamını taşır. Turgut Özal’ın Irak’taki göç dalgasını bahane ederek NATO’yu göreve çağırması ile Türkiye’ye gelip yerleşen Çekiç Güç, hem PKK’nın hem de Kuzey Irak’ın bugünkü şeklini almasının temellerini atmıştır. Aynı deneyimi tekrar yaşamak büyük bir hata olacaktır.

PKK-PYD ve İŞİD; ABD-AB-NATO-İsrail-İngiltere koruması altında büyümüş, bölgenin başına bela olmuşlardır. Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan, kesin bir dille, Musul–Başika Kampı’na gönderilen askerlerimiz, “çekilmeyecek” dedikten sonra, ABD’nin müdahale etmesi ile askerimizin geri çekilmeye başlaması, ABD’nin Türkiye’ye açıkça düşmanlık tavrıdır. ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’in, “Türk askerleri, Irak topraklarına Bağdat’ın rızası alınmadan girdi. Türkiye ve Irak’ın diyalogu artırıp gerilimi düşürmesi, şu anda her zamankinden daha önemlidir. ABD, Irak’ın toprak bütünlüğüne saygı duyuyor. Türkiye’den de aynısını bekliyoruz” demesi, tam bir küstahlıktır.

NATO, Türkiye ile Suriye-İran ittifakını savaşa sokarak, savaşı da bir mezhep savaşına dönüştürerek, bölgede Sünni-Şii eksenli derin bir fay hattı oluşturmak hesabındadır. Suud önderliğinde kurulan ve İran’ı dışta tutan “Teröre Karşı İslam İttifakı” kurulması, “İslam’ın İslam’la savaşından” başka bir sonuç doğurmayacak, bölgeyi mezhep eksenli bir savaşın içine atacaktır. NATO Genel Sekreteri, Stoltenberg’ın (08.12.2015) konuşması, bunu doğrulamaktadır:“Suriye’deki çatışma, Batı ve İslam dünyası arasındaki bir savaş değil, radikalizm ve terörizme karşı savaştır. Bu savaşta Müslümanlar ön cephede bulunmaktadır. Kurbanların çoğu Müslüman ve IŞİD’e karşı savaşanların çoğu da Müslümandır. Yani Bizim görevimiz Müslümanları biri birine boğuşturmaktır.”[2]

AKP’nin “Çözüm Süreci” gafleti ve ruh sefaleti yüzünden maalesef zırhlı binekler, havada helikopterler yüzlerce polis ve askerler olmadan, bırakın sade vatandaşı, devlet erkânı bile Doğu ve Güneydoğuda birçok il merkezine, mahallesine ilçelere ve beldelere artık gidememektedir. Şimdi sormak gerekir: “Gidemediğiniz yer ne kadar sizindir?”Eğitim yapamadığınız, okulları açamadığınız, mahkemeleri çalıştıramadığınız, vergi elektrik ve su parası alamadığınız, sokaklarında ve pazarlarında dolaşamadığınız bu vatan topraklarını Çözüm Süreci safsatasıyla PKK’ya peşkeş çekenler kimlerdir?

“Bazı çevrelerin “hıyanet, ülkeyi bölmek, başkanlık karşılığında vatanın bir parçasını satmak…” diye niteleyerek siyaset malzemesi yaptığı bu süreç, halkın istemediği ve istemeyeceği hiçbir şey verilmeksizin en azından büyük ölçüde mal ve can kaybını önleyerek bölgeye huzur ve ümit getirmiştir. Daha ziyade dış etkenlerin ve karşı taraftaki çok başlılığın sebep olduğu “çözüm sürecinin kesilmesi ve yeniden silahlara dönülmesi”nin sorumlusu hükümet değildir. Baştan beri vazgeçilemez şart silahlı unsurların çekilmesi olduğu halde ve söz de verildiği halde bu yapılmamış, daima silah bir tehdit unsuru olarak devrede tutulmuş, az olsa da eylemlere devam edilmiş, sonunda da PKK tarafından süreç terkedilmişir”[3] diyerek AKP’nin bu gaflet ve dalaletine halâ mazeret ve keramet kılıfı uydurmaya çalışan Hayrettin Karaman’ların yüzleri herhalde kızarma özelliğini yitirmişti. O süreçte, askeri yetkililerin “PKK’lılar toplu kalkışma için yığınak yapıyorlar bunlara müdahale edelim ve önleyelim” şeklinde yüzlerce talebin valilerce nasıl geri çevrildiğinin ve bile bile bu hıyanet girişimlerine geçit verildiğinin hesabının sorulmayacağını sananlar, başlarına neler geleceğini yakında göreceklerdi.

Suudi Arabistan'dan tehlikeli İran kararı!

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı, İran ile ilişkilerini kestiklerini açıklamıştı. Suudi Dışişlerinin açıklamasında Suudi Arabistan’da bulunan İranlı diplomatların 48 saat içinde ülkeden ayrılması çağrısı yapılmıştı. Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil Cübeyr, isyancı Şii din adamlarını idam edilmesi üzerine Tahran ve Meşhed'deki büyükelçilik ve konsolosluk binalarına saldırılar sonrası İran ile tüm diplomatik ilişkileri kestiklerini duyurmuşlardı. Kısaca ABD önceki Irak-İran savaşı benzeri yeni bir İran-Suudi Arabistan savaşını kışkırtmaktaydı. Bu durum Şii-Sünni savaşına yol açacak ve Türkiye kendisini bir şeytan tezgâhının içinde bulacaktı.

Rusya sürekli kışkırtmaktaydı!

Yunanistan’da yayımlanan Etnos gazetesi çarpıcı bir iddia ortaya atmıştı. Buna göre, Ege’de Limni Adası açıklarında Yunan savaş uçakları ile 3 kez “it dalaşı”na giren 2 Türk F-16 savaş uçağının radarlarının, bölgede seyreden bir Rus kruvazöründeki S-300 füzeleri tarafından “kilitlendiğini” duyurmuşlardı. Rusya ile başının daha fazla belaya girmesini istemeyen Türkiye bu alçaltıcı tacizi gizlemek zorunda kalmıştı. Anayasanın askıya alındığı hiçe sayıldığı, ülkenin mevcut anayasaya göre değil, hayal ettiği Başkanlık esaslarınagöre yönetmeye ve buna “fiili durum” demeye başlandığı bir süreç, iki eşbaşkan eliyle Türkiye’yi çok tehlikeli bir iç ve dış savaşa kaydırmaktaydı.

İşte siz “tarihi barış ve kardeşlik projesi” palavrasıyla milleti uyuturken sadece bir PKK mağarasında şunlar depolanmıştı:

“100 litre sıvı yağ, 190 kilo kuru fasulye, 90 kilo turşu, 420 kilo pirinç, 183 adet İran menşeli peynir, 15'i toprağa gömülü olmak üzere 65 adet damacana su, 50 kilosu toprağa gömülü olmak üzere 200 kilo tuz, 700 kilosu toprağa gömülü olmak üzere 1150 kilo un, 60 kilo çay, 40 kilo zeytin, 20 adet ketçap, 20 adet mayonez, 40 kilo mercimek, 200 adet maya, 50 kilo çerez, 45 kilo salça, 200 kilo bulgur, 10 kilo pekmez, 10 kilo tahin, 20 adet limon tuzu, 480 kilo patates, 250 kilo soğan, 2 kilo baharat, 50 kutu 750 gramlık konserve, 15 kilo kavurma, 200 kilo makarna, 75 kilo nohut, 200 kilosu toprağa gömülü olmak üzere 520 kilo şeker, 23'ü toprağa gömülü olmak üzere 35 adet 12 kiloluk mutfak tüpü, 10 adet piknik tüpü, 12 adet tüp başlığı, 1 adet 4'lü ocak, 1 adet sanayi tipi ocak, 1 adet ekmek pişirmek için kullanılan sac tava, 40 adet bardak, 4 adet büyük tencere, 4 adet tepsi, 100 adet tabak, 50 adet çatal, 56 adet bıçak, 12 adet ağrı kesici iğne, 6 adet mide iğnesi, 19 adet serum takımı, 10 adet mide ilacı, 10 adet şurup, 10 adet diş fırçası, 15 takım askeri kamuflaj, 10 adet örgüt giyim malzemesi, 5 adet çeşitli ebatlarda kilim, 12 adet battaniye, 5 adet murç, balyoz, kürek, kazma ve çeşitli tahkimat malzemeleri, 4 şampuan, 15-20 adet deforme olmuş örgütsel doküman, 2 adet ilaçlama pompası, 5 kilo silah bakım yağı, 250 metre beyaz naylon, 23 adet met, 15 adet leğen, 24 adet malzeme bidonu, 150 adet boş çuval, 20 adet iğne iplik takımı, 100 metre çadır bağlama ipi, 50 kilo deterjan, “Şimdi zerre kadar izanı ve vicdanı olanlar söylesindi. BDP (PKK) eşbaşkanıyla BOP eşbaşkanından hangisi daha tahripçi ve tehlikeliydi?

 


[1] Bernard, C. “Sivil demokratik İslam, ortakla, kaynaklar ve stratejiler, Rand Milli Güvenlik Araştırma Bölümü, 2003,S:63 / Milli Gazete – Prof. Dr. Burhanettin Can – 27.11.2015.

[2] Bak 18 Aralık 2015 Milli Gazete – Burhanettin can

[3] 03 Ocak 2016- Yenişafak















BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi