Anasayfa » BİR VEFAT, BİN HAKİKÂT!

BİR VEFAT, BİN HAKİKÂT!

Yazar: yonetici
0 Yorum 57 Görüntüleyen


   BİR VEFAT, BİN HAKİKÂT!


Zenginliğine rağmen sadeliği seçen, magazin malzemesi olmak istemeyen, yerine göre dengeleri gözeten, devamlı güler yüzlü ve alçak gönüllü tavrıyla sevilen ve saygı gören Rahmetli Mustafa Koç, bir kalp krizi sonucu bu dünyadan ayrılıp, Mahkeme-i Kübra'ya uğurlanmıştı. Annesinin başına gelenleri hiç unutamadığı ve o mahcubiyeti üzerinden atamadığı çehresinden sezilen, öyle ki aile albümünde bile annesi Çiğdem Meserretçioğlu (Simavi) ile ilgili hiçbir fotoğrafa rastlanmadığı söylenen Mustafa Koç, zaten ortağı olduğu küresel Siyonist sermayenin güdümünden çıkmak istemiş miydi, yoksa zaten bu sömürü şebekesinin gönüllü bir temsilcisi miydi? Bunu en iyi yakın çevresinden öğrenme imkanı vardı.

İşbirlikçilik; yani kendisinden daha güçlüye teslimiyetçilik ve hizmetçilik, ama halka ve alt tabakaya ise kendilerini kahraman göstermecilik, çağımızda en yaygın ve maalesef en saygın karakter haline gelmiş durumdadır. Asilkan Siyonist Yahudilerin Türkiye mümessilleri Hürriyet'in eski sahipleri Sedat Simavi'lerin oğlu Haldun Simavi, villalarına misafirliğe gelen, üstelik anne tarafından kuzen oldukları bilinen Rahmi Koç'un güzel hanımı Çiğdem Koç'u zorla alıkoymuş, 1. sınıf işbirlikçi koca Vehbi Koç gelinlerine bile sahip çıkamamış, Rahmi Koç karısını mecburen boşamak zorunda kalmış, böylece Mustafa, Ömer ve Ali Koç bebeklerin anneleri, yine mecburen Haldun Simavi'nin nikâhına alınmıştı. Normalde Koç'ların böyle bir acıyı ve utancı unutmaları mümkün değildi. Ama Siyonist baronlara öyle karakol, mahkeme ilişemezdi, onlara hukuk işlemezdi, çünkü onlar Gizli Dünya Devleti'nin Türkiye genel valileri yerindeydi.

Amacım, kesinlikle bu aileyi ve hiç kimseyi üzmek ve rencide etmek değildir; bu vesile ile bazı aslı bozuk güç sahiplerinin eline fırsat geçince ne denli insafsız ve pervasız olduklarını çarpıcı bir örnekle göstermektir. Ve zaten bu konular Merhum Mustafa Koç'un vefatı münasebetiyle özellikle internet medyasında çeşitli şekillerde gündeme getirilmiştir. O dönemde konuşulanlara ve kulislere yansıyanlara göre, hatta Rahmetli Vehbi Koç'un:“Keşke bizim de kendimizi savunacak bir gazetemiz olsaydı!.” diye yakındığı söylenmektedir.[1]

Vefatından bir gün önce Ankara'da Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda Mustafa ve Ali Koç'lar eşleriyle birlikte Erdoğan'ların misafiriydi. Bu özel ve uzun görüşme bir resmiyet gereği değil bir samimiyet ziyaretiydi. Bu bir mecburiyet ve mazeret söyleşisi değil muhabbet ve meveddet sohbetiydi. AKP iktidarı boyunca (13 yılda) Yönetim Kurulu Başkanlığını yaptığı Koç Holding’i tam yedi misli büyütmesinin sırrı işte bu samimiyet ve özel münasebette gizliydi. Herhalde Savunma Sanayi'miz ve güvenlik güçlerimiz için Koç Holding'in montaj fabrikalarında üretilen ve PKK mayınlarına çarpınca teneke topuna çevrilen sözde zırhlı araçları da söz konusu etmişlerdi!… Hani Mustafa Koç, Wikileaks belgelerine göre “AKP 2011 seçimlerinde çoğunluğu yitirebilir; ardından AKP+MHP ya da AKP+CHP koalisyonu kaçınılmaz hale gelir” diyerek ABD Ankara Büyükelçisi Yahudi James Jeffrey ile bu konuda görüşmeler yürütmekteydi. Üstelik Rahmetli Mustafa Koç PKK ile barış sürecini canu gönülden destekleyen birisiydi…

Bakın Mustafa Koç yaşasaymış, Davos'ta şunları konuşacakmış!

Mustafa Koç'un ölümü öncesi hazırladığı ve Davos Zirvesi'nde yapmayı planladığı konuşmanın tam metni ortaya çıkmıştı.[2]  Mustafa Koç'un Davos Zirvesi'ndeki konuşma için hazırladığı metinde “cinsiyet eşitliğine ve kadınların özgürleşmesine” vurgu yaptığı anlaşılmıştı.

Türkiye'deki ekonomik ve sosyal sıkıntılar, ahlaki ve ailevi tahribatlar, 2,5 milyon Suriyeli mültecinin dramı ve sorunları, Güney sınırımızda ve Akdeniz havzasında yapılan 3. dünya savaşı hazırlıkları… Maalesef bunların hiç birisi Rahmetliyi ırgalamamış, Davos'ta yapacağı konuşmanın tamamını “cinsiyet eşitliğine ve kadın özgürlüğüne”ayırmıştı!?

Efendim nankörlük etmeyin, bakın bunların döneminde hava alanları, karayolları, yeni binalar, konutlar, hastaneler, üniversiteler yapılıvermiştir. Evet doğru, bazı kısmi ve geçici rahatlamalar getirilmiştir. Ama bunlar sorunları kökten aşıcı ve kalıcı hizmetler değildir. Milli Sanayi devrimine ve bağımsız teknoloji üretimine yönelik gerekli ve gerçekçi girişimlere hiç yönelinilmemiştir. Bütün milli kazanımlarımız çoğu yabancılara peşkeş çekilmiş, dış borç beş misli artıvermiş bir ülkede yapılan yollar ve hava alanları, orayı dolaylı sömürge haline sokmak isteyen dış güçlerin o ülkeyi kolay sömürme ve yönetme amaçlı girişimlerdir. Ah keşke bu tespit ve endişelerimde yanılmış olsaydım. Keşke AKP yetkilileri, dış güçleri oyalamak, milli ve mutlu çıkışlara zemin hazırlamak ve zaman kazanmak için böyle davransalardı… Bilseniz bunu ne kadar isterdim. Ama maalesef gidişat, hem aklın ve vicdanın hem de Kur'an'ın ters istikametindeydi.

Joe Biden Şeytanı ve emir kulları!

Resmiyette ABD'nin Başkan Yardımcısı, hakikatte ise yönetimde asıl söz sahibi olan Yahudi Joe Biden, Büyük İsrail hedefinin, BOP (Büyük Ortadoğu Projesi'nin) ve Büyük Kürdistan hayalinin takipçisi ve tatbikçisi bir Siyonist stratejistti. Türkiye'ye gelmeden bir hafta önce sözde IŞİD'e karşı Irak'taki bir mevzide PKK teröristleriyle ABD askerlerinin kol kola görüntüleri ajanslara servis edilmişti. Şırnak'ta PKK sığınaklarında Amerikan yapımı insansız bir hava aracı ele geçirilmiş, bunun PYD üzerinden PKK'ya verildiği tespit edilmişti. Gizli Dünya Devleti'nin (ABD Yahudi Lobilerinin) temsilcisi Joe Biden, Başbakan ve Cumhurbaşkanı'nın peşin hatırlatmalarına rağmen PKK'nın Suriye kolu PYD'yi düşman ve terörist tanımadıklarını küstahça ve üstüne basa basa beyan etmişti. Bütün bunlara rağmen, yandaş yazarlarda ve yalaka yorumcularda milli gayret ve haysiyet o denli azalmıştı ki, Siyonist Biden'in PYD'yi terörist değil müttefik saymasına hiç alınmamış ve aldırmamış, ama niye kendilerini adam yerine koyup muhatap almadığına üzülmüşlerdi. Yetmezmiş gibi, Başkentimiz Ankara'ya gelmeye tenezzül etmeyen bu küstah Gavurun ayağına Sn. Başbakanın ve Cumhurbaşkanının İstanbul'a koşuvermesi, acaba hangi milli hamiyet ve hakimiyetle izah edilebilirdi? İşte Gizli Dünya Devleti dediğimiz bu denli etkiliydi. Ve hele Joe Biden Yahudi’sinin, Güneydoğudaki terörü bastırma operasyonlarında PKK'yı haklı, TSK'yı haksız gösteren sözde akademisyenlerin bildirisini destekleyen açıklamalarına rağmen, Onunla görüşülmesi, Türkiye'yi gerçekte kimlerin yönettiğinin bir resmiydi.

Kaldı ki Joe Biden aslında Suriye sorununu çözüm (yani Suriye'yi çözme-bölme) masasına çağırmakta kararlı oldukları PYD'ye, Türkiye'nin de razı ve hazır olması gerektiğini iktidar yetkililerine aşılamak ve halkı buna alıştırmak ve PKK ile yeniden çözüm sürecini başlatmak için gelmişti. Geliş nedeni hem Cumhurbaşkanı hem Başbakan tarafından önceden bilinmekteydi, sözde itirazları ise “ne yapalım elimizden geleni yaptık, ama bütün dünyayı karşımıza alamazdık!” mazeretine meşruiyet üretmek içindi. Ve şimdiden söyleyeyim, sonunda AKP PYD ile birlikte Suriye'yi bölme masasına davet edilince, ya buna bir kılıf geçirecekti veya saf dışına itilecekti. Veya PYD başka bir isim altında toplantıya gidecekti. Zaten Yeni Şafak yazarı ve AKP yalakası Ali Bayramoğlu,“PYD'yi PKK'dan ayırmak ve Onun Suriye masasına oturmasına karşı çıkmamak” gerektiğini konuşup yazmaya başlamış vaziyetteydi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “PYD Suriye barış görüşmelerine katılamaz” çıkışlarına rağmen, BM Suriye Özel Temsilcisi’nin yetkilendirdiği bir görevli, PYD Eş Başkanı Salih Müslim’i Cenevre görüşmesine önce davet etmiş, sonra bunu ertelemiştir.

Amerika-Avrupa ve Rusya Siyonizm'in sağ ve sol kolları yerindeydi!

Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, 2015'e dair dış politika değerlendirmesi yapacağı yıllık basın toplantısında Suriye görüşmeleri hakkında: “Suriye'de süren savaşın sona ermesi için Cenevre'de yapılacak toplantıya PYD'nin katılmaması, bu toplantıdan beklenen sonuçların alınmayacağı anlamına gelir. Zira Kürtler Suriye halkının önemli bir bölümünü teşkil etmektedir” diyerek Türkiye'ye karşı ABD ile aynı görüşü dile getirmiştir.

Milliyet yazarı Nihat Ali Özcan, PKK olarak gördüğü 47 bini bulan PYD'liye, Rusya ve Batılı müttefiklerin silah, eğitim ve teçhizat yağdırdığını belgelerle belirtmiştir.

Çünkü, Rusya ve ABD'nin PYD sevgisi, İslam ve Türkiye düşmanlığının bir neticesidir

Cenevre'de başlaması planlanan Suriye barış görüşmelerinde ABD ve Rusya'nın PYD'yi masaya davet etme düşüncesine Türkiye'nin şiddetle karşı çıkması Siyonistlerin kararını değiştirmemiştir. “Bu günlerde, Rusya ve müttefiklerimiz Amerika ve Avrupa sıkı işbirliği içindedir. Sayıları 47 bini bulan PYD’liye -siz onu PKK okuyun- silah, eğitim ve teçhizat gönderilmekte, yumuşak harp malzemelerinin bir kısmının da Türkiye üzerinden bu terör örgütüne gittiği bilinmektedir. Askeri kapasitesi her geçen gün artan PKK’nın, Türkiye’ye siyasi ve askeri maliyetinin ne olacağını ileride göreceğiz. Gerçi bu durumda bile müttefiklerimizin “kitaba uygun ve yeni” hikâyeler uydurmaları beklenmektedir!” Sözde sosyalist ulusalcıların ve Rusya hayranı Aydınlıkçıların suskunluğu ise dikkat çekicidir.

Türkiye'nin sömürge valisiymiş gibi davranan Siyonist Joe Biden İstanbul'da AKP, CHP ve HDP’li “seçilmiş isimler”i, gazetecileri ve sivil toplum temsilcilerini “yuvarlak masa” etrafında ayrı ayrı toplayıp talimatlar vermişti. Biden’ın toplantılarında ülkemizin en önemli meseleleri konuşulurken içişlerimize doğrudan ve açıkça müdahale edilmişti. Özellikle “Güneydoğu’muzu” gündem yapan Joe Biden, adeta “işgal valisi!” havası estirmişti. ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın “yuvarlak masa”sına, partilerini temsilen; AKP’den Galip Ensarioğlu, Orhan Miroğlu, CHP’den Fikri Sağlar, Sezgin Tanrıkulu ile HDP’den Leyla Zana, Ayhan Bilgen ve Altan Tan oturup kapıkulu edasıyla patronlarını dinlemişlerdi. Halkın karşısında her fırsatta birbirlerini sert ifadelerle eleştiren Meclis’imizdeki siyasi partilerin temsilcilerini aynı masada buluşturan ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, Sn. Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın açıklamalarını yok farz etmişti.

Başbakan Davutoğlu ve Biden arasında Haritalar üzerinde aralarında askeri yetkililerin de bulunduğu geniş katılımlı kritik bir görüşme gerçekleşmiş ve Avrupa'nın güvenliği Kıbrıs'a bağlanıvermişti

Başbakan Ahmet Davutoğlu ve ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden görüşmenin ardından kameraların karşısına geçmişti. Davutoğlu, “Bugün çok değerli bir dostumuzu, stratejik ortağımız, model ortağımız ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’i ülkemizde ağırlamaktan büyük bir memnuniyet duyuyoruz” demekten haya etmemişti. Davutoğlu, Biden’le görüşmeleri hakkında ise, “Dostlarımız ve müttefiklerimiz geldiğinde tabii ki herkesle görüşmeler yapabilir. Bu konuda kendilerinin temaslarında hiçbir olağanüstülük görmüyoruz” diyecek kadar fasitleşmiş ve basitleşmişti. Türkiye ile “Dakik olarak hem fikiriz” diye söze başlayan Biden ise PKK ile mücadele konusunda Türkiye’ye destek mesajı verip PYD'yi kollayacaklarını ima etmişti. Biden’ın Avrupa’nın güvenliğini Kıbrıs’a bağlaması ve Kıbrıs’ta “çözüm” için Türkiye’ye büyük görev düştüğünü hatırlatması ise son derece ilginçti.

Irak'ı bin bir türlü yalanla istila edip yakıp-yıkan ABD, şimdi da aynı ülkeye yüklü miktarda silah satışı gerçekleştirmişti.

Türkiye'ye gelen Joe Biden bu küstahça girişimleri yürütürken, ABD Savunma Güvenliği İşbirliği Ajansı'ndan yapılan açıklamada, yaklaşık 33 bin F-16 mermisi, savaş gereçleri ve lojistik desteği kapsayan 1 milyar 950 milyon dolarlık silah satışını ABD Dışişleri Bakanlığı'nın onayladığı kaydedilmişti. Bu arada Küstah Siyonist Joe Biden'in çağrısına dörtnala koşan üçüz kardeşlerden AKP, CHP ve HDP milletvekillerine rağmen, milli haysiyete ve hassasiyete uygun davranıp bu toplantılara katılmayan MHP'yi tebrik ve takdir etmek gerekirdi.

Bir de hiç utanmadan sıkılmadan kalkıp: “ABD tarihinin gördüğü en yeteneksiz Başkanlardan Obama’nın yardımcısı Joe Biden ülkemizde bazı bitmiş sömürge gazetecileriyle konuşmuş ve o gazeteciler de Biden’a yalakalık yaparak ve yalvararak Türkiye’ye Amerikan müdahalesi istemişler. İşte bunlar bu kadar zavallı ve rezil tiplerdir. Biden onlara Beyaz Saray’da ayakkabı boyacılığı işi verse mutlu olurlar. Her gün Amerikalıların pabuçlarını parlatırlar. Bu arada yine bitmiş, artık ismi bile hatırlanmayan bir başka sömürge gazetecisi de Biden’ın karısı bir kafede kendisinin ismini zikretti diye sevindirik olmuş” yandaş Star yazarı, yalaka Cem Küçük; “Biden niye bizi kabul buyurmadı?” diye sızlananların rezilliğini nasıl temizleyecekti? Ardından tam istismarcı mantığı ile: “İşte hem kanımızı emmek isteyen zalim sömürgecilere hem de bu sömürgeci küffarın aparatçikleri olan sömürge aydınlarına karşı temel direnç kaynağımız İslamcılıktır”[3]  diyen bu münafığa hatırlatalım.

Her türlü haksızlık ve ahlaksızlık kaynağı olan Haçlı AB kapısında bekçiliği kutsal hedef haline getirenler, Allah ve Peygamberle harp etmek olan FAİZ'ci düzeni dünya gerçeği bilenler, fuhuş ve eşcinselliğe meşruiyet kılıfı geçirmek sizin tarifinizle “İSLAMCILIK” yani Din istismarcılığı ve münafıklıktır, ama bunun İslam'la, Kur'an'la ve insanlıkla hiçbir alakası bulunmamaktadır.

Bunalan Pakistan'dan ABD çıkışı!

ABD Başkanı Obama'nın istikrarsızlığın süreceği ülkeler arasında saydığı Pakistan'dan yanıt gelmiş; Başbakan Navaz Şerif'in danışmanı Sertaç Aziz Senato'da yaptığı konuşmada ABD'ye ağır ithamlar yöneltmişti. “ABD bölgemizde kutsal savaşçıları kendisi oluşturdu ve bölgedeki istikrarsızlığa bilerek neden oldu” diye çıkışmıştı. Bakalım AKP'li Amerikan severler ne zaman akıllanacaktı!

Ama maalesef CHP ve MHP'den sonra HDP de Anayasa Uzlaşma Komisyonu'na 'evet' demişti!

Yeni anayasa çalışmalarına hız veren Davutoğlu’nun girişimi ilk meyvesini vermiş, AKP CHP, MHP ve HDP “yeni anayasa” için oluşturulacak komisyonda birlikte hareket etmeyi kabul etmişlerdi. Böylece Haçlı AB dayatması Bölünme Anayasası'nın temel taşları birlikte döşenecekti.

Kemal Kılıçdaroğlu çok çiğ ve çirkin bir üslupla Cumhurbaşkanı'ndan“Diktatör bozuntusu” diye söz etmişti… Sn. Erdoğan ise muhtarlar toplantısında Kılıçdaroğlu için şunları söylemişti: (Sözleri aynen devletin Anadolu Ajansı’nın haberinden aktarıyorum):

“Kesinlikle girmemem gereken bir tartışma var. Ama karşımdaki kişinin cevap vermediğim (takdirde) kendisinin haklı olduğunu düşünecek ve hatta buna inanacak kadar cahil ve ahlaksız olduğunu bildiğim için mecburen temas etmek zorundayım…” “Bazı insanlar vardır ya, hani yüzüne tükürsen yağmur yağıyor der. Bu da işte böyle pişkin bir tip…” “Neresinden tutsanız elinizde kalan bir zavallı… Herhangi bir eseri olmadığı için bunun akıl derecesini ölçemiyoruz. Hatta akıl sağlığının yerinde olup olmadığını da bilmiyoruz.  Serseri mayın gibi ne zaman kime bulaşacağı belli olmuyor. Milletin zaten yok saydığı bu zatı ben niye adam yerine koyayım ki…”

Haçlı ve ahlaksız AB dayatması Yeni Anayasa için hemen uzlaşıveren, Siyonist Biden'den talimat alsınlar diye milletvekillerini gönderen AKP ile CHP ve HDP'nin ve hele tarafsız olması, ağırlık ve saygınlığını koruması gereken ve bu konuda yemin eden Sn. Cumhurbaşkanı ile Kılıçdaroğlu'nun bu edepli ve seviyeli(!) atışmaları, elbette kendilerine biçilen rolün gereği idi. “Üslubu lisan – aynıyla insan”, yani insanın başkasına hitap tarzı ve tavrı onun ayarını gösteriyordu. Oysa güya sürekli kınadıkları ve karşı çıktıkları PKK'nın keskin nişancılarının AB ülkeleri ve İsrail'de eğitilip gönderildikleri tespit edilmişti.

Bütün bunlar; faizci-rantiyeci sömürü çarkına karşı çıkan “dindar kahraman” rolüne gerçeklik kazandırmak ve halkı avutup uyutmak için atıp tutmaları “demokrasi dalaveresinin” bir gereği idi. Seçim süreçlerinde, oy devşirmelerde ve ekran vitrinlerinde hacılarla, hocalarla, dervişlerle, mürşitlerle beraber görünenler, geceleri faizci rantiyecilerle beraberlerdi. Sözde koyu Kemalist (dikkat, gerçek ve samimi Atatürkçü değil), katı laikçi, kuru sosyalist ve müzmin Cumhurbaşkanı ve Başbakan karşıtı Bay Yılmaz Özdil, Rahmetli Mustafa Koç'un ölümüyle ilgili 22 ve 23 Ocak 2016 tarihli iki yazı döşenmişti. Dikkatle okunduğunda, Sn. Başbakan ve Cumhurbaşkanıyla vefat eden zata bakış açılarının ve yaklaşımlarının aynı olduğu görülecekti. Çünkü Kur'an'ın haber verdiği her asırdaki ve çağımızdaki Firavuni sömürü sistemlerinin elemanları, aynı zihniyetin değişik kişileriydi. Bunlar görünüşte ters ve zıt yönde birbirini çeviren aynı çarkın dişlileri gibiydi.

Bu durum Kur'an'da önemle dikkat çekilen her çağdaki Firavun Düzeni'nin tipik bir örneği idi.

Firavun: Siyonist Lobileri ve Masonik merkezleri gibi ülkelere ve hükümetlere yön veren Gizli Derin Devletleri temsil etmektedir.

Karun: Faiz, rantiye ve haksız ihale yoluyla aşırı zenginleşen, Siyonistlerle siyasiler arasında köprü rolü üstlenen haramzadelerdi. TÜSİAD'çılar gibi.

Haman: Liyakatine ve milli hassasiyetine göre değil, derin güçlere ve işbirlikçi hükümetlere hizmetine ve sadakatine göre yüksek bürokrasiye atanan kimselerdi.

Hatta sözde demokratik hilelerle ve toplumun yönlendirilmesiyle halka seçtirilen milletvekili ve hükümetler bile bu sınıfa dahildi.

Bel'am: Makam ve menfaat hatırına dini prensipleri ve ilmi gerçekleri eğip büken ve işbirlikçi iktidarların hıyanetlerine fetva üreten ilahiyatçılar, tarikatçılar ve üniversite hocaları Bel'am taifesidir.

Cünud: Milli ihtiyaçların ve ülke halkının değil, derin odakların çıkarlarını gözeten, komuta kademesi dış güçlerce eğitilip şekillenen asker ve polis gibi güvenlik güçleridir.

Hakkında yolsuzluk iddiaları olan belediye başkanlarını incelemeye alan AKP'de Davutoğlu'nun, “Eşini, işini ve evini değiştirenden şüphe ederim” diye uyarması bir kokuşma habercisidir!

  AKP yönetiminin, haklarında yolsuzluk, fuhuş ve rüşvet iddiaları olan belediye başkanlarının dosyalarını parti müfettişleri aracılığıyla incelemeye aldığı belirtilmiştir. Önceliklerinin dürüstlük ve hakkaniyet olduğunu söyleyen Başbakan Davutoğlu'nun, belediye başkanlarını, “Eşini, işini ve evini değiştirenden şüphe ederim” diye uyardığı öğrenilmiştir. Anlaşılan bu konudaki büyük dosyaları küçük operasyonlarla perdeleme ve erteleme yoluna gidilmektedir!

Dengeler dahisi, millet ve memleket dertlisi Mustafa Kemal'in şüpheli ve şaibeli ölümü üzerine Milli Derin Devlet lağvedilip Türkiye Siyonist merkezlerin ve Masonik mahfillerin güdümüne itilmişti. Ama Efsane Başbakan,Rahmetli Erbakan Milli Devlet organizesini yeniden inşa etmişti. İşte Mustafa, Ali ve Ömer Koç'lar henüz bebek iken, anneleri Çiğdem Hanımı zorla malikânesine kapattığı halde (okuduklarıma ve araştırmalarımıza göre herhalde 1968-69 seneleriydi) koca Koç'ların bile gıkını çıkaramadığı Eski Hürriyet'in sahipleri Simavi'lerin başında bulunduğu Kirli Derin Devlet bu sayede tasfiye olunup Özal döneminde İsviçre'ye gitmeye mecbur edilmişti. Bu Siyonist şeytanların ve kiralık şarlatanlarının bitmeyen Erbakan kini işte bu sebeplerdendi. Herhalde Kahraman Ordumuzun şuurlu ve onurlu komutanlarından, milli şuur ve onur sahibi yüksek bürokratlardan, farklı partilerdeki duyarlı ve cesur siyaset adamlarından, haysiyet ve hassasiyet sahibi bilim adamlarından oluşan ve sürekli kendini ve ekibini yenileyip canlı kılan bu milli yapı 28 Şubat'ta devre dışı edilmek istenmiş ve AKP Milli Görüş'ün talebesi ve takipçisi jelatiniyle iktidara getirilmiştir. Ancak Milli Organize; teknolojik, ekonomik, psikolojik ve sosyolojik yönden daha da güçlenip etkinleşerek, ama zahiren biraz daha perde gerisine çekilip stratejik bir sabırla olayları ve oluşumları yönlendirirken tarihi hamleyi yapacak şartların oluşmasını beklemektedir ve artık o mutlu ve kutlu güne doğru gidilmektedir. Bugün küreselleşme safsatasıyla bütün insanlık Siyonizm'in sömürü saltanatına köleleştirilmiş vaziyettedir. Aziz Erbakan Hocamızın 40 cilt kitap kapasitesindeki “Artık ya bütün dünyaya sözünüzü geçirecek bir güce ulaşacaksınız, ya da değil kendi bölgenizde, ülkenizde hatta bir köyde bile bağımsız politikalar ve Adil projeler uygulayamazsınız” Bu nedenle dünyaya hükmeden Siyonist ve emperyalist güçlerle tarihi bir hesaplaşma kaçınılmazdır ve oldukça yakındır. Bu kapışma 1. ve 2. dünya savaşı gibi öyle milyonlarca insanın öldürülmesi, ülkelerin tahrip edilmesi şeklinde yaşanmayacak, sadece süper şeytanların Akdeniz'e yığdıkları uçak gemilerinin, nükleer füzelerinin, savaş ve saldırı sistemlerinin hazırlanan teknoloji harikalarıyla çalışmaz hale getirilmesi ve ele geçirilmesi böylece ABD, AB ve İsrail'in hezimeti ve etkisizleştirilmesi şeklinde olacaktır. 

Joe Biden'in programları Armageddon'a hazırlık mıydı?

Batılıların Armageddon, Müslümanların Melheme-i Kübra -Büyük hesaplaşmadedikleri savaşın Hatay- Suriye hattında ve Akdeniz havzasında geçeceği bilinmekteydi. ABD, İngiltere ve Fransa'nın nükleer füzeler taşıyan uçak gemilerini, bu bölgeye hızlıca intikal edecek şekilde Kızıldeniz karşısında, Körfez civarında ve Cebelitarık'ta hazır beklettikleri haber verilmekteydi. İsrail zaten bu yöndeki tüm tedbirlerini almış vaziyetteydi. Artık Akdeniz'de sular iyice ısınıvermişti. BM’nin 1 Ocak için ateşkes çağrısına az bir zaman kala bu ülkede söz sahibi olmak isteyen ülkeler harekete geçmişti. Akdeniz'e Türkiye ve Suriye dışında 13 ülke daha savaş gemilerini göndermişti. Amerikan, İngiliz, Fransız ve Rus jetlerinin her gün bomba yağdırdığı bölgeye Almanya, Kanada, Hollanda, Belçika ve İran’ın dışında Çin de gelip yerleşmişti. Türkiye ise çıkması muhtemel yangın için mecburen teyakkuza geçmişti.

Sözde Suriye'deki iç savaşa çözüm için Viyana'da yapılan görüşmeler ve Birleşmiş Milletler'in 1 Ocak 2016 itibariyle başlatılmasını istediği ateşkes sonrasında bölgenin geleceğinden pay kapma hevesi bu ülkeleri Doğu Akdeniz'e çekmişti. Adeta Suriye'ye giriş bileti haline gelen 'IŞİD' ve 'terörle mücadele' gibi gerekçelerle, onlarca gemiyle yüzlerce savaş jeti bölgeye iletilmişti. Koalisyon ülkeleri Suriye'deki hava operasyonları için genellikle İncirlik Üssü'nü kullanmak isterken, Fransa ise buna ek olarak Charles De Gaulle uçak gemisini Doğu Akdeniz'de konuşlandırmış vaziyetteydi. Paris saldırılarının ardından sevkiyata hız veren Fransa, jetler için İncirlik'i de kullanmak istemekteydi. Fransa'nın diğer talebi ise nükleer yakıtlı uçak gemisine Mersin'deki Taşucu Limanı'ndan lojistik destek sağlayıvermekti. İngiltere ise dış operasyon tezkeresinin parlamentoda onaylanmasından sadece 57 dakika sonra Suriye'yi bombalamaya girişmişti. Güney Kıbrıs'taki Akrotiri Üssü'nden havalanan İngiliz jetleri Suriye'deki operasyonlarına hız vermişti. Bölgeye 16 savaş uçağı daha gönderecek olan İngiltere, NATO ittifakı kapsamında İncirlik'i de kullanmak peşindeydi. Türkiye'ye daha önce patriot hava savunma sistemi gönderip kısa süre sonra geri çeken Almanya, Suriye'de operasyon için parlamentodan tezkereyi geçirmişti. Almanya 'IŞİD'e karşı savaş için' 1200 asker, 6 tornado, bir yakıt ikmal uçağı ve bir savaş gemisi göndermişti. Doğrudan çatışma planlamayan Almanlar, 'Augsburg' firkateyni ile Fransız uçak gemisini takip edeceklerdi.

Tam bir Haçlı İttifakı!

IŞİD operasyonlarına 2014 Eylül'ünde katılan Belçika da uzun bir aradan sonra Suriye'ye askeri birlik ve F-16 uçaklarını gönderme kararı vermişti. Kuzey Irak'ta özel birlikleriyle Peşmerge'yi eğiten Kanada, savaş gemisiyle de Akdeniz'e yerleşmişti. ABD'nin operasyona çağırdığı Hollanda'nın da koalisyona katılması kesinleşmişti. Hollanda, bir yıldır Irak'ı bombalamak için kullandığı 8 adet F16 uçağını Suriye'ye yönlendirmişti. Henüz Suriye'de hava gücüyle varlık göstermeyen İtalya ise 1 savaş gemisiyle Akdeniz'de teyakkuzda beklemekteydi. Suriye'de en çok operasyon düzenleyen ABD Irak'ta ise bu ülkenin güvenlik güçlerini eğiten 3 bin 500 kadar askerini Suriye'ye yönlendirecekti. Suriye hava sahasının şu anki en büyük hakimi ise Rusya görünmekteydi. Viyana görüşmelerinin ardından hava operasyonlarını artırarak Türkmenleri, Suriye muhalefetini ve sivil halkı bombalayan Ruslar, burada İran ile birlikte önemli bir askeri güç olarak varlık göstermekteydi. Rusya'ya destek için İran'ın da iki düzine savaş uçağını Suriye'ye gönderdiği bilinmekteydi. Bütün bunların dışında masaya oturanlar arasında Çin de savaş jetleriyle Rusya'nın yanında boy göstermeye niyetliydi ve önümüzdeki günlerde bölgeye J-15 uçaklarını gönderecekti. Çin'in Akdeniz'e savaş gemisi göndermesi de gündemdeydi.

Paris saldırılarının ardından Suriye açıklarına uçak gemisi Charles De Gaulle'ü gönderen Fransa'nın, Akdeniz'de 2 muhrip gemi, 1 firkateyn ve 1 de istihbarat gemisi hazır beklemekteydi. İtalya'ya ait 1 firkateyn ile 1 denizaltının Akdeniz'de konuşlu olduğu öğrenilirken, İngiltere, Belçika, İspanya, Kanada, Portekiz, Yunanistan ve Hollanda'nın ise birer gemileri Suriye açıklarında demirlemişti. Suriye hava sahasındaki hareketlilik, denizde daha da yoğun biçimdeydi. Suriye'de çatışmalar başladıktan sonra Akdeniz, üzerindeki firkateyn varlığıyla tam bir savaş gölü haline gelmişti. Türkiye ise mecburen Akdeniz'e 20'si muhrip, 14'ü yardımcı gemi olmak üzere toplam 34 gemi yerleştirmişti. Bu gemiler arasında 3 korvet, 1 denizaltı, 1 hücumbot ve 1 de firkateyn sürekli hareket halindeydi. Suriye'nin Lazkiye bölgesinde hava üssü ve Tartus'ta da deniz üssü bulunan Rusya, 13 gemisiyle Akdeniz'deydi. Bu gemilerden 4'ü muhrip, 9'u ise yardımcı gemiydi.

ABD'nin Akdeniz'de görev yapan büyük savaş gemisi şu anda 3 taneydi ama bunlara 3 muhrip daha eklenecekti. Meşhur uçak gemileri ise bölgeye yakın körfezlerde bekletilmekteydi.

Suriye'de uluslararası güçlerin varlığı artarak devam ederken, çıkacak yangının Türkiye sınırlarını etkilememesi için Türk Silahlı Kuvvetleri azami teyakkuz halindeydi. PYD'nin Fırat'ın batısına geçmesi halinde Mehmetçik müdahale edecekti. Fakat öncelik sınır hattına verilecekti. Bu kapsamda Bolu ve Kayseri komando tugaylarından birlikler bölgeye yönlendirilmişti. Sınır hattı insansız hava araçları, hattın gerisi ise Göktürk-2 keşif ve gözetleme uydusu ile markaja alınmış vaziyetteydi. Evet, Siyonist güdümlü hemen her Haçlı Batılı ülke uçak gemisiyle ve saldırı sistemleriyle Akdeniz'deydi. Gemiler korkunç birer silah deposu haline getirilmişti. Birinde kazaen meydana gelecek bir patlama bile ortalığı ana-baba gününe çevirecekti. Bunların tek bahanesi DAEŞ denen kendi ürettikleri bir projeydi. Bu proje, kestirmeden şöylece anlatılabilirdi. 28 Şubat Post Modern Darbesi'ni ilân edebilmek için bahane üretenler “Aczmendiler” diye bir taifeyi sıkça gündeme getirmişlerdi. Bunlar birden yanımızda-yöremizde bitiveren ürkütücü tiplerdi. Bu tipler üzerinden rejimin tehlikede olduğu ilan edilerek 28 Şubat yapılıvermiş, Siyonist odakların adamları köşe başlarını tutunca da Aczmendiler bir anda yok oluvermişti. İşte DAEŞ de, dünyanın Aczmendisidir. DAEŞ, burnuna petrol kokuşan ve Büyük İsrail hizmetine koşan devletlerin bölgeye gelmesi için kurgulanmış insafsız bir terör şebekesidir. Yarın vazifesi bitince kaybolup gidecektir.

a) Yükselen İslam imajını lekelemek, Müslümanları kötü göstermek,

b) Bölgemizdeki yeraltı zenginliklerini ve petrolü sömürmek ve kontrolünü ele geçirmek,

c) Büyük İsrail hayalini gerçekleştirmek üzere, özellikle Türkiye'yi etkisizleştirmek üzere tezgâhlanan bu girişimler, inşallah zalim güçlerin hezimetiyle sonuçlanıverecektir. Çünkü Akdeniz kocaman bir petrol gölü gibi, tek bir kibritle alevlenecek duruma getirilmiştir.

Süper Şeytanların başlattığı savaşların asıl nedenleri ise şunlardır:

A- Siyasi-politik yönden

1- Giderek güçlenen ve emperyalizme diklenen ülkeleri savaşla yıpratıp hizaya sokmak,

2- Savaştırılan ülkelerin petrol ve diğer kaynaklarına konmak,

3- Bölge ülkelerinin kendi aralarında siyasi, ekonomik ve stratejik ittifaklar kurmalarına mani olmak,

B- Ekonomik yönden:

4- Ellerindeki silah ve ilaç stoklarına pazar oluşturmak,

5- Yeni silah sistemlerini deneme imkânı bulmak,

6- Yıkılan şehir ve kasabaların imar ihalelerini almak ve inşaat malzemelerini satmak.

C- Stratejik Yönden:

7- Bölge ülkelerini etnik ve mezhebi olarak kışkırtmak, ayrıştırmak ve parçalamak,

8- Bu yeni devletçikleri kendi kontrollerine almak,

9- Böylece Nil'den Fırat'a Büyük İsrail hedefine kavuşmak,

Teknoloji harikalarıyla zalim güçlerin hezimete uğratılması ve hizaya sokulması yakındır ve kaçınılmazdır!

“Andolsun, Firavun âline (ve zalim yöneticilerine) de uyarılar gelmişti.”

“(Ancak) Bizim ayetlerimizin tümünü yalanlayıvermiş (zulüm ve küfürde diretmiş)lerdi. Biz de onları Aziz ve muktedir olan (Allah’ın) yakalayışıyla yakalayıp (düzenlerini devirmiştik).”

“(Şimdi, ey bu çağın gafil ve cahilleri!) Sizin kâfir (yöneticileriniz ve süper güç)leriniz onlardan daha mı hayırlıdır? Yoksa sizin için kutsal kaynaklarda (kurtulacağınıza ve başıboş bırakılacağınıza dair) bir beraat mı var ki? (Aynen Firavunlar gibi, bugünkü sömürücü ve saldırgan zalimleri de devirmeyelim ve yerin dibine geçirmeyelim?)”

“Yoksa onlar: “Biz, ‘birbiriyle yardımlaşıp öcünü alan’ (ve mutlaka başarılı olan) ‘Güçlendirilmiş bir Cemiyetiz’ (Birleşmiş Milletleriz)” (diye mi güvenip böbürlenmektedir?)”

“(Oysa) Yakında o ‘Birleşik Cemiyet’ bozguna uğratılacak ve arkalarını dönüp kaçacak (delik arayacak vaziyete ve hezimete düşeceklerdir).”

“Daha doğrusu onlara vaat edilen (asıl azap) saati yaklaşarak (gelmektedir). O saat ki, ‘kurtuluşu mümkün olmayan çok korkunç bir intikam’ vaktidir ve çok acı bir (akıbettir).”

“Hiç şüphesiz (her asırdaki mücrim sapkınlar) suçlular-günahkârlar, bir sapmışlık (dalalet) ve çılgınlık içindedirler. (Kamer: 41-46)

“Oysa onlar, çeşitli hizip (parti)lerden (toplanıp meydana getirilmiş) şunun şurasında hezimete mağlubiyete mahkûm edilmiş, kalabalık (ve kof) bir ordudan (NATO ve BM gibi şeytani organizasyondan) ibarettir.” (Saad: 11)

“(Ey Nebim şu kuvvetine güvenip helak olan) Orduların haberi (tarafımızdan) sana geldi mi? (Görevin ümmetine anlatmaktır.)”

“(Hani şu) Firavun ve Semud (ordularının, ki nasıl bir akıbete uğramışlardı?)” (Buruc: 17-18)

Bazı rivayetlerde “Bir Müslüman ülkeye (işaret Türkiye'ye) güya dış tehditlerden korunmasına ve kendini savunmasına yardımcı olmak bahanesiyle Doğu Akdeniz havzasına yayılacak olan Haçlı-Siyonist (NATO) birliklerinin, sonunda bir anda ahdini (ittifak sözleşmesini) bozup güya müttefiki olan İslam ülkesine (Türkiye’ye) saldıracağı, bunun üzerine Antakya’nın Amik ovasında tarihi bir kapışma yaşanacağı ve bu savaşı Müslümanların kazanacağı”[4]  şeklindeki bilgi ve haberler bir mucize gibidir ve bu hadisi şerif bölgemizdeki ve ülkemizdeki gelişmelere dikkat çekmektedir. 

Melhame-i Kübra, kelime manası olarak “çok büyük yaralanma ve kanlı savaş” anlamına gelmektedir. Bu konuda değişik tasvirleri ihtiva eden hadisler rivayet edilmiştir. Diğer kıyamet alametleri gibi bu da müteşabihtir, kesin olarak tayin edilmesi kolay değildir.Melhame-i Kübra, kıyamet öncesi Mehdiyet Medeniyetinin bir alameti olarak; değişik zaman dilimlerinde ve farklı şekillerde ortaya çıkan, farklı şekillerde aktarılan ve farklı versiyonları olan bir kavram da olabilir. Hadislerin farklı rivayetleri bu farklı olaylara da işaret etmiş olabilir. Hadis kaynaklarında geçen özellikleri nazara alındığında bu olayın Türkiye topraklarında ve Hatay’ın Amik ovasında gerçekleşeceği beklenmektedir. Konuyla ilgili Muaz b. Cebel’den şu hadis nakledilmiştir; Resulullah (a.s.m) şöyle bildirmiştir:                        

“Melhame-i Kübra hadisesi, Kostantin’in (tekrar) fethi (yani Türkiye’nin Adil Düzen yönetimine geçmesi) ve Deccal’in zuhur etmesi (olaylarının hepsi) yedi ay içerisinde meydana gelir.”[5]

Bu hadisi şerife göre:

a- Önce Hatay’ın Amik Ovasında Siyonist-Haçlı güçlerle kanlı bir hesaplaşma yaşanacağı,

b- Ardından Konstantin’in (İstanbul ve Türkiye’nin) manevi işgalden ve işbirlikçi hain hükümet ve zihniyetlerden tekrar kurtulup, milli bir yönetime kavuşacağı,

c- Sonrasında ise, Deccalizmin (Siyonizmin ve zalim güçlerin) tepelenip bölgemizin İslam ve insanlık âleminin huzura ulaşacağı anlaşılabilir.

Siyonist Haçlı Batılılar “Armegedon Savaşı”nı “Tanrıyı KIYAMETE zorlamak” gibi saçmalıklarla yorumlayıp, ABD-İsrail fanatiklerini bu “Ortadoğu harbine” yönlendirmektedir. Güya “tanrıyı kıyamete zorlamak” ya da “Mesih'i dönmeye mecbur bırakmak” için çoğu ABD Başkanlarının da sıkı sıkıya bağlı olduğu Protestan fundamentalizmi, Armegedon çılgınlığını körüklemektedir. Onlara göre Hz. İsa’nın gelmesi için de bu üçüncü milenyum başında mutlaka “Armegedon” denen o nihai savaşın çıkması gereklidir. Siyonist Hıristiyan sayılan Protestanların hedefi “Tanrı'ya kıyamet için yardımcı olmak üzere Armegedon savaşının fitilini ateşlemektir. Tabii onları bu şekilde yönlendiren asıl Siyonist Yahudilerdir.” İşte bu şeytani girişimler Türkiye'yi de doğrudan ilgilendirmektedir. Çünkü bu kıyamet savaşı Ortadoğu'da patlayacak, Amik ovasında yaşanacak ve bu savaş Kudüs yakınlarındaki Magedon Tepesinde sona erecektir! Armegedon Savaşının Müslüman ordusunun İsrailoğullarına saldırmasıyla çıkacağı işlenmektedir. Protestan Siyonistler, Armegedon Savaşı’nda İsrail’in desteklenmesi gerektiği görüşündedir. Onlara göreHz. İsa da ‘İsrail Arslanı’ olarak dünyaya gelecektir. Yani bizim beklediğimiz Hz. İsa ile Haçlı Protestanların beklediği İSA, çok farklı şahsiyetlerdir. “Yahudiler, Müslümanlara karşı Armegedon Savaşı’nı kazanmadıkça, Hz. İsa tekrar yeryüzüne dönmeyecek” diyen Siyonist Haçlılara göre Hz. İsa’nın dönmesi için de bu savaşın körüklenmesi gerekmektedir. Ancak bu savaşı önce Hz. İsa olmadan Yahudilerin kazanması öngörülmektedir. Onun için Protestanlar ile İsrail arasında sıkı bir işbirliği, dini nedenlerden dolayı mecburidir.

“Sonunda onlar (Siyonist ve emperyalist odaklar) hiç istemedikleri ve beklemedikleri halde, HAK gelecek ve Allah’ın emri (ve İslam’ın hâkimiyeti) zahir olup galebe edecektir”(Tevbe: 48) ayeti de bu hakikati haber vermekte ve ebced müjdesi 2016 ve 2017’yi göstermektedir.

Adil bir düzenin kurulması ve uygulanması!

Şeytani güçlerin şerlerinin defedilmesi ve fitnenin etkisizleştirilmesinin ardından ülkemizde, bölgemizde ve yeryüzünde Adil bir Düzen uygulanacak ve yeni bir medeniyet başlayacaktır. Farklı Din ve düşünceden, ayrı köken ve kültürden bütün insanların huzur, hürriyet, bolluk ve bereket içinde yaşayacakları Yeni bir Dünya kurulacaktır.

Adil Düzen: Doğruları esas alarak ve yanlışlardan sakınarak hazırlanmıştır. Peki doğru ve yanlışların tespitinde hangi ölçüler kullanılmıştır?

1- Aklıselim, 2- Müspet ilim, 3- Tarihi deneyim birikim, 4- Vicdani kanaat ve tatmin, 5- Mevcut Batı medeniyetinin akla, hukuka ve ahlaka uygun verileri (örf ve adetleri), 6- İlahi din öğretileri.

Bu beş temel değer ölçüsünün ittifakla-ortaklaşa; iyi, güzel, gerekli, hayırlı ve yararlı bulduğu şeyler DOĞRU, ama hepsinin kötü, çirkin, zararlı ve yıkıcı bulduğu şeyler YANLIŞ kabul edilmiştir. Aklı ve vicdanı olan hiç kimse bu ortak neticelere karşı gelemeyecektir. İşte biz Milli Çözüm ekibi olarak bu ölçülere uygun Adil Düzen kitabımızı hazırladık, İngilizce, Rusça (yakında Japonca, Arapça, Almanca, Fransızca, İspanyolca ve Farsça) tercümelerini 70 ülke devlet ve hükümet yetkililerine gönderdik. Ayrıca Adil Düzen'e ve tabi ülkemizin gerçeklerine ve gereklerine uygun Yeni bir Anayasa taslağı hazırlayıp ilgili komisyona ilettik. (Elhamdülillah.)

 



[1] Bak: Cüneyt Arcayürek'in aktardıkları, internethaber, 22.01.2016,  Mustafa Koç'un Adı Bilinmeyen Annesi

[2] 26.01.2016, internethaber

[3] 25.01.2016,  Star

[4] Ramuz el Ehadis 258/3

[5] Ebu Davud, Melahim,Tirmizi Fiten, 58























BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi