Anasayfa » (BİNALİ) YILDIRIM’LARIN OFFSHORE YATIRIMLARI VE YERLİ ARABA YUTTURMACASI

(BİNALİ) YILDIRIM’LARIN OFFSHORE YATIRIMLARI VE YERLİ ARABA YUTTURMACASI

Yazar: yonetici
0 Yorum 218 Görüntüleyen
 
 

(BİNALİ)
YILDIRIM’LARIN OFFSHORE YATIRIMLARI VE YERLİ ARABA YUTTURMACASI

 

Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan ile görüşen dünyaca ünlü iş adamı, elektrikli otomobil pazarının öncü ismi Yahudi asıllı, CIA ve MOSSAD’la irtibatlı; Tesla Motor’un CEO’su Elon Musk, Anıtkabir’i ziyarete koşmuşlardı. SnErdoğan’ın ve dünyaca ünlü iş adamı, elektrikli otomobil pazarının öncü ismi Tesla Motor’un CEO’su Elon Musk’la görüşmesi “Yerli Otomobil” sahtekârlığının perde arkasını aralamıştı. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı ve Sözcüsü İbrahim Kalın, görüşmede Türksat 5A ve 5B uydularının uzaya fırlatılmasının yanı sıra elektrikli otomobil meselesi, sürdürülebilir enerji, Tesla ve SpaceX firmalarıyla Türkiye’deki firmaların yapabileceği ortak çalışmalar hakkında görüş alışverişi yapıldığını açıklamıştı. Elon Musk, görüşmenin ardından Anıtkabir’i ziyaret etmiş; Instagram hesabından bir fotoğraf paylaşan Musk, “Atatürk Anıtkabir” yorumunu paylaşmıştı.

Gerçek sahibinin CIA ve MOSSAD olduğu ve Siyonist Yahudi zihniyetli Mark’ın sadece bir vitrin olduğu, dünyaca saygın CHIP dergisi tarafından ispat edilen Facebook; Kuzey Afrika ülkelerine ucuz internet hizmeti vermek iddiası ile uydu göndermeye çalışmaktaydı. Bu uyduyu İsrail firması Spacecom’a yaptırmıştı. Spacecom da uyduyu uzaya fırlatma işini, özellikle son yıllarda bu sahada NASA’ya ve Siyonistlere uçuk fark atmış Ruslara değil de, yine Siyonizm’in bir aktörü olan Elon Musk’ın SpaceX firmasına havale etmesi kafaları karıştırmıştı. Oysa yıllardır NASA bile Ruslardan yardım almadan ve Rusların roketlerini kullanmadan uzaya roket/uydu fırlatamamıştı.

Resmen açıklanmasa da çoktan iflas etmiş durumda olup, kendi uzay roketlerini bile yapamaz bir haldeki NASA yerine; aslında askeri bir kurum olup Siyonistler tarafından tam anlamı ile kontrol edilen NASA yerine, özel firma olan ve şimdi gelip Sn. Erdoğan’la “Yerli Araba” konusunda buluşan Elon Musk’un SpaceX üzerinden bir şeyler yapmaya çalışan Siyonizm’e, Ruslardan sonra bir darbe de UFO’lardan geldiği ve roket daha yerde iken çok çok süratli ve küçükçe bir teknolojik UFO tarafından imha edildiği konuşulmaktaydı. Bu acayip teknolojik UFO Rusların da kontrolü dışındaydı. Çünkü Ruslar üzerinden NASA, Uluslararası Uzay istasyonuna kargo ve özel teknoloji göndermek istediğinde de yine böyle küçük ve teknolojik bir UFO devreye girmiş ve roket iyice havalandıktan sonra imha etmişti ve o anlar da kameralara yakalanmıştı.

Acaba bu yüzden mi Siyonistlerin Hollywood’u, Siyonistlerin Amerika’sını dünyaya “demokrasi, özgürlük, adalet” dağıtan bir devlet ve uzaylıları da “canavar ve cani” olarak tanıtmaktaydı?

Elon Musk: Kendisi Trump’un danışmanları arasındaydı. Elon Musk Güney Afrikalı Yahudi asıllı Amerikalı mühendis, mucit, yatırımcı ve girişimci olarak tanıtılmaktaydı. SpaceX’in kurucusu ve Tesla Motors ile PayPal’ın kurucu ortaklarındandı. Hayret Türkiye’de PayPal yasaklıydı ve Sn. Erdoğan bu yasaklı şirketin sahibiyle, güya yerli otomobil konusunu görüşmek üzere buluşmuşlardı.

İtalyan FIAT firması ile KOÇ’un işbirliği ile yapılacak yabancı otomobile “yerli” bir isim takılacak ve AKP hayranları “milli araba yaptık” diye avutulacaktı, daha önce Erbakan’a %100 yerli Devrim otomobilini yaptırmamak için Koçlarca hazırlanan ve kaportası eşek yemi olan Anadol da, işte böyle bir aldatmacaydı.

Ülkemize vahşice saldıran PKK ve Amerika’yı güya tehdit ederken Sn. Erdoğan’ın söylediği “Oralarda sakındığı bir şey olan varsa şimdiden tedbirini alsın!” sözlerini gafletle alkışlayan zavallılar vardı. En az bunun kadar trajikomik olan ve milletin aklı ile dalga geçilen bir diğer husus ise ağızda sakız olan yerli araba palavrasıydı. Güya babayiğit diye sunulanların başında Tuncay Özilhan vardı ki kendisi 28 Şubat’ta TÜSİAD başkanı olarak Siyonistlerin babayiğidi olduğunu ispatlamıştı. Bugün tekrar kendisine babayiğit unvanını verenlere gelince anlaşılan kafa yapıları da, perde arkası patronları da, mayaları da aynıydı. Yanında hala teneke araba üreten meşhur damadın şirketi Kırac grubu, açılımı İngiliz motor şirketi olan BMC (ki bugün bile dış kaynaklı) gibi elin arabasına taşeronluk yapmaktaydı.

Şimdi hala zerre kadar iz’ânı ve vicdanı olanlara hatırlatmak lazımdı; Erbakan Hoca’nın Refah-Yol iktidarına bir yıl bile dayanamayıp, ABD Yahudi Lobilerinin talimatıyla yıkmak üzere malum ve mel’un 28 Şubat kalkışmasına arka çıkan ve alkışlayan bu Tuncay Özilhanlar ve Koç’un damatları, niye acaba Recep Erdoğan’ın iktidarını ve hükümdarlığını devamlı kılmak üzere -hem de 15 yıllık güya dinci döneminden ve üstelik BOP Eşbaşkanlığından vazgeçip ABD, İsrail ve AB’ye kurusıkı diklenmesinden sonra bile- Onun Başkanlık oylarını arttıracak bu sözde “yerli araba” sahtekârlığına gönüllü taşeronluk yapmaktalardı?

Erbakan Efsanesine ve Ağır Sanayi Hamlesine en çok bu faizci rantiyeci takımı karşıydı. Erbakan Hoca Yeniden Büyük Türkiye’yi kurmak için 1977 yılında meşhur Ağır Sanayi Hamlesini başlatmıştı. Türkiye’yi lider ülke yapmak için yola çıkmıştı. Sıfırdan başlayarak, borç alarak değil, kendi paramızla, milli imkânlarımızla bu büyük tarihi hamleyi başarmıştı. Çok kısa bir süre içinde 70 tane fabrikayı tamamlayıp hizmete açmıştı. Ağır Sanayi Hamlesi 200 fabrikalık bir programdı. Ama Siyonist sömürü merkezleri ve yerli Sabataist şebekeler, Güneş Motel oyunlarını tezgâhlamış, koalisyon ortağı çürük çıkmış, 12 kişi öbür partiye geçirilip bakan yapılmıştı. Böylece Meclis’te çoğunluğu kalmayan hükümet yıktırılmıştı.

“Yerli Araba” palavrasında, Sn. Erdoğan’ın işbirlikçilik ortağı Elon Musk kim olmaktaydı?

Elon Musk 1971 senesinde Güney Afrika Cumhuriyeti’nin başkenti Pretoria’da doğmuşlardı. Babası Güney Afrikalı bir Protestan, anası Kanada asıllı bir Yahudi olmaktaydı. Kendi imkânlarıyla yazılım dillerini öğrenen Musk, henüz 12 yaşındayken yazmış olduğu bir bilgisayar oyununu (Blastar) $500’e satarak ilk ticari başarısını sağlamıştı. Orta öğrenimini Bryanston High School’da tamamladıktan sonra Pretoria Boys High School’a başladı ve buradan mezun olduktan sonra, üniversite eğitimi için önce Kanada’ya taşındı ve 1992 senesinde Queen’s University’de iki yıl eğitim aldı. Buradaki eğitiminden sonra University of Pennsylvania’da işletme ve fizik okumak için Kanada’dan ayrılıp Amerika’ya geçiş yaptı. The Wharton School of the University of Pennsylvania’da Ekonomi alanında lisans diplomasının yanı sıra University of Pennsylvania, School of Arts and Sciences’dan da, Fizik alanında yan dal diploması aldı. Doktora yapmak için Silikon Vadisi bölgesine taşındıysa da Siyonist Yahudi Baronların teşvik ve talebiyle İnternet ve Uzay alanında yoğunlaşmaya başladı.

Elon Musk, 2002’nin Haziran ayında Uzay Araştırma Teknolojisi üreteceği SpaceX’i (Space Exploration Technologies’) kurup NASA’nın sivil taşeronluğunu kapmayı başarmıştı. SpaceX, roket teknolojisinin durumunu ilerletmeye odaklanmış roket teknolojilerine yönelik fırlatma araçları üreten bir şirket konumundaydı. Bu şirketin ilk fırlatma araçları, Falcon 1 ve Falcon 9; ilk uzay aracının adı ise Dragon’du. SpaceX, Uluslararası Uzay İstasyonu’na (Internatıonal Space Station) bir araç gönderen ve yanaştıran ilk ticari şirket olarak tarihe adını yazdırmıştı.

Elon Musk Dünyanın en güçlü Yahudileri arasındaydı!

Amerikalı dünyaca ünlü ekonomi dergisi Forbes, dünyanın en güçlü isimleri listesini açıklamıştı. Bernanke, Brin, Netanyahu da bu listede yer alan Yahudiler arasındaydı.

Amerikalı Forbes dergisinin her yıl yayınladığı dünyanın en güçlüleri listesinde (Kasım 2013) Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, ABD Başkanı Barack Obama’yı geride bırakarak dünyanın en güçlü kişisi seçildiği açıklanmıştı. Amerikalı ekonomist ve Merkez Bankası Başkanı Ben Shalom Bernanke 7’nci sırada yer alarak ilk 10’a giren tek Yahudi sayılmıştı. Yayınlanan listede, Google’ın kurucularından Sergey Brin 17’nci sırayı alarak, ilk 20’de yer aldı. Obama bu listede bulunan 72 kişi arasında 2’nci sırada yerini almıştı. İlk beşte yer alan isimlerin arasında Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, Papa Francis ve Almanya Başbakanı Angela Merkel bulunmaktaydı.

Listede yer alan diğer Yahudi isimler arasında: Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg (24.), İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (26.), Goldman Sachs CEO’su Llyod Blankfein (27.), New York Belediye Başkanı Michael Bloomberg (29.), Space Exploration Technologies kurucu ve CEO’su Elon Musk (47.), Oracle CEO’su Larry Ellison (58.), New York Times Yönetici Editörü Jill Abramson (68.) ve Merkez Bankası Başkan Yardımcısı ve Merkez Bankası’nın gelecek başkanı Janet Yellen (72.) vardı.

Putin de Erdoğan’ı “Kandıranlara” Katıldı!

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Suriye’de askeri operasyonlara devam edeceklerini ABD ve Rusya’ya bildirdiklerini açıklamıştı.

Bunun anlamı, Büyük İsrail’in kurulması için bölgemizin karıştırılması; Suriye, Irak, Arabistan ve Türkiye’nin parçalanması planlarına Amerika ve Rusya taşeronluk yapmakta, ama bunu danışıklı dövüş şeklinde uygulamaktaydı!

Lideri olduğu Likud partisinin toplantısında konuşan İsrail terör şebekesi Başbakanı Binyamin Netanyahu, “Sınırlarımızı biz kontrol ediyoruz, ülkemizi biz koruyoruz ve bunu yapmaya devam ediyoruz. İsrail’in güvenlik ihtiyaçlarına göre Suriye’de – güneyi de dahil – operasyonlara devam edeceğimizi başta Washington ve Moskova olmak üzere dostlarımıza bildiriyoruz.” sözleriyle bunları açığa vurmaktaydı. Yani Sn. Erdoğan’ın stratejik müttefiki ABD de, taktik müttefiki Rusya da, aynı Siyonist odakların hizmetkârlarıydı. Netanyahu’nun bu açıklaması, Vietnam’da bir araya gelen Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye konusunda ortak bir metne imza attıklarını açıklamalarının ardından yapılmıştı.

Sn. Erdoğan’ın 13 Kasım 2017 Rusya ziyaretinden hemen sonra, “ABD’nin Rusya’ya yönelik yeni yaptırımlarının, TürkAkım ve Kuzey Akım 2 de dahil olmak üzere boru hattı projelerinin tamamlanmasına yönelik risk oluşturduğu”nun açıklanması, aslında Rusya’nın Türkiye’ye yönelik bir tehdidi olarak algılanmıştı.

Rus enerji şirketi Gazprom tarafından yayınlanan raporda ABD’nin Rusya’ya yönelik yeni yaptırımlarının şirketin yabancı yatırımcılarını olumsuz yönde etkileyebileceği vurgulanmıştı. Yaptırımlar nedeniyle TürkAkım ve Kuzey Akım 2 gibi projeler de dahil olmak üzere tüm boru hattı projelerinin tamamlanmasına yönelik riskler oluştuğuna işaret edilen raporda, “Söz konusu risklerin doğru bir şekilde analiz edilebilmesi için ABD Hazine Bakanlığının yaptırımların kapsamını açıklığa kavuşturması gerekmektedir.” ifadesi kullanılmıştı.

Rusya Savunma Bakanlığınca yapılan yazılı açıklamada, kilometrelerce uzunluktaki DEAŞ konvoyunun 9 Kasım’da Suriye’nin Deyrizor kentine bağlı Ebu Kemal’den, Suriye’nin Irak sınırındaki Sabha Vadisi’ne doğru ilerlediğinin tespit edildiği açıklanmıştı. Rusya’nın, konvoya yönelik ortak askeri operasyon yapılması için iki kez ABD öncülüğündeki koalisyona başvuru yaptığı belirtilen açıklamada, “ABD’liler, DEAŞ’lıların gönüllü olarak teslim oldukları gerekçesiyle herhangi bir askeri operasyon yapılmasını mutlak suretle reddetti” ifadesi yer almıştı. Yani ABD DEAŞ’ı resmen korumaktaydı.

Öte yandan Rusya Dışişleri Bakanlığının açıklamasında, DEAŞ konvoyunun yer aldığı öne sürülen uydu görüntüleri de kullanılmış ancak sonra bu görüntüler silinip çıkarılmıştı. Bakanlık daha sonra önceki görüntülerinin ‘hatalı’ olduğunu belirterek, DEAŞ konvoyuna ait olduğu öne sürülen yeni görüntüler yansıtılmıştı. Rusya ziyaretinde Sn. Erdoğan konuşurken, kasıtlı ve kasıntı bir tavırla iki ayağını öne uzatıp üst üste koyarak terbiyesiz bir tavır takınan Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Moskova’da basın mensuplarına yaptığı açıklamada, ABD’nin Ebu Kemal’den kaçan DEAŞ’lı teröristleri ilk kez korumadığını daha önce de bu tür yaklaşımlarına şahit olduklarını vurgulamıştı. Yani İsrail hesabına danışıklı dövüş yapan ABD ve Rusya (aynen AKP-CHP gibi) birbirlerini suçlayarak Müslümanları oyalamaktaydı.

Böyle bir süreçte; Ucuz kahramanlık yapmak ve bilgiçlik taslamak üzere: “Türkiye’nin yaşadığı sıkıntıların altında, Misak-ı Milli sınırlarımızdan verilen tavizler yatmaktadır. (Musul, Kerkük ve Ege’deki 12 ada kastedilerek) O tavizler verilmeseydi, bugünkü sorunların hiçbiri olmayacaktı…” şeklindeki kof çıkışlar, samimiyetten de ciddiyetten de uzaktır. Ülkemizin, Atatürk’ün dehası sayesinde, çok zorlu bir kurtuluş savaşından onurlu çıktığı, bağımsızlık ve bekamızın uluslararası tescilli tapusu olan Lozan anlaşmasını en az taviz ve zayiatla, ama mutlaka imzalamak durumunda kaldığı bir ortamın şartlarını düşünmeden, bugün çıkıp palavra sıkmak kolaydır ama, basit ve bayağı bir tavırdır. Kaldı ki iktidar, 100 yıl öncesini suçlayıp sızlanmak makamı değil, şikâyet ettiği ve beğenmediği durumları düzeltme fırsatı ve imkânıdır. Haydi görelim, hile veya hıyanetle taviz verildiğini iddia ettiğiniz Ege adalarımızı, Musul ve Kerkük topraklarımızı geri alın da, sizi alkışlayalım… Yoksa şarlatanlık yapmayın…

“Yerli Otomobil” seçim palavrasıydı!

Yerli otomobil meselesinin yeniden gündeme gelmesi üzerine “Erbakan’ın yaptığı Devrim”i hatırlatanlar çıkmıştı. İlk yerli otomobilimiz olan Devrim belki Necmeddin Erbakan Hocamızın bizzat ve doğrudan bir eseri sayılmazdı, ama hiç şüphesiz, yerli otomobil davasının öncüsü Erbakan’dı. 1961’de bu davayı dönemin devlet başkanı olan Cemal Gürsel’e aşılayan da Erbakan’dı. Dolayısıyla, Erbakan’ın Devrim’e vesile oldukları, Onun düşünce ve projelerinden büyük ölçüde yararlanıldığı açıktı. Devrim otomobilinin imali sürecinde Erbakan Hoca’nın bedenen ve fiilen yer almamış olması veya bilerek devre dışı bırakılması, Masonların ve rantiyeci baronların baskısıyla: Ulaştırma Bakanlığının, Erbakan’ı bu işten dışlaması, Rahmetli Hoca’nın Devrim Otomobili’nin fikir babası olduğu ve dolaylı payı bulunduğu gerçeğini inkâra yeterli sayılmayacaktır. 1961 senesinin Haziran ayı ortasıydı ve “Milli otomobilin ilk numuneleri 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı törenlerine yetiştirilecek” haberleri basında yer almıştı. Yani yaklaşık dört ayda yapılması hesaplanmıştı. Neticede bu vazife Devlet Demiryolları kadrolarına bırakılmış ve imalat yeri olarak Eskişehir Cer Atölyesi kararlaştırılmıştı. Devrim’in ilk iki numunesi gerçekten de 29 Ekim 1961 Cumhuriyet Bayramı’nda görücüye çıkmıştı. Bundan iki gün sonra, dönemin ‘milliyetçi-mukaddesatçı’ gazetelerinden Yeni Sabah’ta Devrim hakkında şöyle bir haber-yorum yayınlanmıştı: “İlk Türk otomobilinin, Devlet Başkanı Cemal Gürsel’in arzusuna uyularak kuvveden fiile çıkması, bu imalata taraftar ve muhalif olan iki zümre arasında geniş akisler husule getirmiştir. Gürsel’in ‘Bir aşağılık duygusu ile bizde otomobil yapılamaz diyenler utansın’ sözünden utanması icabedenler Türk otomobilinin imalatını kendi menfaatlerini düşünerek baltalamak isteyenlerdir…”

Devrim adı verilen bu otomobilin seri olarak imalinin mümkün olup olamayacağı hakkında bilgisine başvurulan İstanbul Teknik Üniversitesi Motorlar Kürsüsü Doçenti Necmettin Erbakan ise bu konuda tarihi açıklamalar yapmıştı.

Devlet Başkanı Gürsel’in yakından bildiği ve Türk otomobilini gerçekleştirecek çalışmaları sebebi ile kendisine geniş itimat beslediği hatta bu vazifeyi bir devlet bakanlığı payesinde yürütmesini arzu ettiği Erbakan’ın yorum ve yaklaşımları:

“Eskişehir Cer Atölyesinin üç ay insanüstü gayret sarf ederek meydana getirdiği iki otomobil, iki özellik taşımaktadır. Birincisi, bizde otomobil yapılamaz diyenlere güzel bir cevaptır. İkincisi, bu işi yapacaklara cesaret kazandırmıştır. Fakat otomobil, İstanbul Teknik Üniversitesi Motorlar Enstitüsüne sorulmadan yapılmıştır. Üzerinde çalışan arkadaşların otomobil ihtisası bulunmamaktadır. Cer Atölyesi 1946’da üç dizel motor yapmış, fakat asıl işi Devlet Demiryollarına hizmet olduğundan seri imalata başlayamamıştır. Eskişehir’deki hareket bizim davamız için atılmış önemli bir adımdır. Fakat üç ayda bir otomobil motoru imali imkânsızdır. Teknik birçok hataları olduğunu kabul etmek lazımdır. Zira otomobil süt sağma makinesi veya dikiş makinesi değil, can taşıyan makinadır. Emniyetli olması lazımdır. Bizim on aydır üzerinde çalıştığımız dava ve program başkadır. Biz binanın maketini yaparak övünmek yerine aslını meydana getirmek gayretinde idik. Aslı dediğim şey seri imalattır. Eskişehir’de arkadaşların yapmağa muvaffak oldukları otomobili tetkik ettikten sonra bunun bizim planlarımıza göre seri şekilde imal edilip edilmeyeceğini söyleme imkânımız olacaktır. Bu maksatla biliyorsunuz 9 firma oto sanayii için birleşmeğe hazırdır. İlerideki iltihaklarla bu rakamın 36’ya yükseleceğini tahmin ediyorum. Cer Atölyesi ilk adımı atmıştır. Şimdi iş memleket sanayiine bilhassa bunu yapmağa muktedir firmalara düşmektedir.” (Yeni Sabah, 31 Ekim 1961)

“O arabayı Erbakan yapmadı” başlığı atarak Rahmetli Hoca’nın Ağır Sanayi Hamlelerinin ve Milli Kalkınma Projelerinin önemini küçültmeye ve sinsi bir algı operasyonuyla Erdoğan’ın “Yerli Araba” safsatasını büyültmeye çalışan Hakan Albayrak, yandaşlıktan yardakçılığa kaymaktaydı. MHP Adana Milletvekili Muharrem Varlı’nın, “Şimdi, yerli otomobilden bahsediliyor, çok güzel, ama sen et ithal ederken yerli otomobil yapmanın hangi anlamı var?” sorusuna içerleyip:

“Demek ki Muharrem Bey Almanya’da milletvekili olsaydı Mercedes, BMW ve Volkswagen üretiminin durdurulmasını isteyecekti. Çünkü; Almanya geçen sene 3.5 milyon ton et ithal etmişti” diyen Hakan Albayrak’a “Eğer utanmazsan, istediğini yap ve yaz!..” hadisini hatırlatmak lazımdı. Motorlarını ve mekanik aksamını dışarıdan ithal etmek üzere Siyonist Elon Musk ile görüşmeler yapan Sn. Erdoğan’ın: Kaporta sacını bile dışarıdan alacağı uyduruk “Yerli Araba”sını, Mercedes, BMW ve Volkswagen ayarında göstermek, riyakârlık ve yalakalıktan öte, tüm haysiyet ve hassasiyet damarlarının dumura uğraması ve vicdan ayarlarının laçkalaşmasıydı. Milli Tarım ve Hayvancılığın kökünü kurutup Türkiye’yi buğday, saman ve hayvan ithaline mecbur bırakan, Sırbistan gibi gâvur ülkelerden alınan sığırların besmelesiz ve “şok”lama suretiyle murdar kesim yapıldığı ve çok miktarda domuz eti karıştırıldığı tartışılan AKP iktidarının “Yerli Araba” yutturmacasını Almanya ile kıyaslayan ve bir zamanlar sinsice ve edepsizce sataştığı Erbakan Hocayı, şimdi utanmadan istismara kalkışan adamların akıl ve ahlak ayarını bozulmamış vicdanlara sormak lazımdı.

Binali Yıldırım ABD ziyaretinde Yahudi Lobilerine rapor mu sunmuşlardı?

Başbakan Yıldırım “kanaat önderleri” diye Yahudi Lobileriyle buluşmuşlardı. Sn. Yıldırım, ABD’ye yaptığı resmi ziyaret çerçevesinde Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği ikametgâhında “kanaat önderleri” diye Yahudi Lobileriyle toplanmışlardı. AA’nın haberine göre; programda Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak da yer aldı. Başbakan Yıldırım, programda konuşma yapmıştı.

Türk-Amerikan ilişkilerinin değerlendirildiği toplantıya katılanlar arasında, %90 ABD Derin Devleti Siyonist Yahudi Lobilerinin önde gelen isimleri: Atlantic Council Irak Görev Gücü Üyesi, Emekli General Michael D. Barbero, Atlantic Council Başkanı Howard Beasey, Hariri Vakfı Başkanı Rafik Bizri, Brookings Institution Kıdemli Uzmanı Colin Bradford, National Democracy Institute Başkan Yardımcısı Shari Bryan, Heritage Foundation Başkan Yardımcısı James Jay Carafano, Lexington Institute Başkanı Mac Carey, Middle East Institute Başkanı Wendy Chamberlin, Heritage Foundation Dış Politika Direktörü Luke Coffey, American Council on Renewable Energy Başkan Yardımcısı Todd Foley, Atlantic Council Yönetim Kurulu Üyesi Boyden Gray, ABD Dışişleri eski Müsteşar Yardımcısı Muavini Douglas Hengel, Atlantic Council Rafik Hariri Merkezi Başkanı Frederic C. Hof, Jamestown Foundation Başkanı Glen Howard, Eurasia Center Kurucu Başkanı Gerard Joseph Janco, WINEP Kıdemli Uzmanı James Jeffrey, Gryphon Partners Kurucu Başkanı, CSIS Yönetim Kurulu Üyesi Zalmay Khalilzad, National Strategic Studies (INSS) Stratejik Araştırmalar Merkezi Direktörü Denise Natali, Princeton University Yakın Doğu Çalışmaları Öğretim Üyesi Michael Reynolds, Global Policy Institute Başkanı Paolo von Schirach, Refugees International Başkanı Eric Schwartz, Sloane ‎International Institute for Strategic Studies Direktörü Leigh Morris, ABD Dışişleri eski Müsteşar Yardımcısı Muavini, Brookings Institute Kıdemli Uzmanı Amanda Sloat, Halifax International Security Forum Başkanı Peter Van Praagh, German Marshall Fund Kıdemli Uzmanı, APCO Worldwide Başkan Yardımcısı, Joshua Walker, Emekli Temsilciler Meclisi (TM) Üyesi, TM Türkiye Dostluk Grubu Kurucu Eşbaşkanı Ed Whitfield, Albright Stonebridge Başkan Yardımcısı Fariba Yassaee, SETA Vakfı Genel Koordinatörü Burhanettin Duran, Turkish Heritage Organizasyonu Başkanı Ali Çınar yer almıştı.[1]

Acaba Binali Yıldırım’ın“ABD ile stratejik müttefiklik esaslarına bağlıyız, Rusya’dan alacağımız S-400 füzeleri bu dostluğu asla bozmayacaktır, PKK-PYD’ye silah verilmesi halkımızda huzursuzluğa yol açmaktadır” anlamındaki ezik ve stratejik tavırları nasıl okunmalıydı?

Sn. Binali Yıldırım’ın ve Ailesinin “Yeni Gemileri ve Offshore Serveti” ile ilgili iddiaları yanıtlaması ve kanıtlaması lazımdı!

“Başbakan Binali Yıldırım’ın ailesinin finansal ilişkileri araştırıldığında, daha önce varlıkları bilinmeyen üç Malta gemisi de dahil olmak üzere en az 11 kargo gemisini ve Hollanda’daki yedi gayrimenkulü içeren, yaklaşık 140 milyon avro değerinde bir malvarlığı ortaya çıkmaktadır” iddiaları halâ yanıtını aramaktaydı: (Bak: Zeynep Sentek, Craig Shaw 24 Mayıs 2017)

2009’un Ağustos ayında, o sırada Ulaştırma Bakanı olan Binali Yıldırım, Barbaros Denizciler Derneği’nin iftar yemeğinde bir konuşma yapmıştı. Etrafında ülkenin tanınmış denizcilik şirketlerinin sahipleri vardı. Orada Sn. Binali Yıldırım şöyle uyarmıştı: “Yabancı bayraktan Türk bayrağına geçmek için üç ay süre tanıdık, bu süre zarfında Türk bayrağına geçenlerden para almıyoruz. Mazeret ortadan kalktı. Türk bayrağına geçmeyenler ısrar ederlerse biz burada iyi niyet görmüyoruz. Denizcilik Müsteşarlığımız bu konuda çalışıyor da.”

Aynı iftar yemeğinde, Binali Yıldırım konuşmasını yaparken onu birkaç metre uzaktan dinleyenlerden birisi de, Oğlu Erkam Yıldırım’dı. Erkam Yıldırım’ın tam da bu konuşma yapılırken Hollanda Antilleri’nin bayrağını dalgalandıran en az bir gemisi vardı. Kargo gemisi ‘City’, Yıldırım’ın Antiller’de kurulu ve gerçek sahibi gizlenen offshore şirketi üzerine kayıtlıydı. 2009’dan sonra ailenin yabancı bayraklı gemi filosu daha da büyümeye başlamıştı. European Investigative Collaborations’ın (EIC) Malta Files projesi kapsamında Yıldırım ailesinin serveti üzerine yapılan araştırma, aileye ait olup Malta ve Hollanda’da bulunan, yabancı bayraklı ve yabancı ülke şirketlerine kayıtlı en az 11 kargo gemisinin varlığını ve dolayısıyla ailenin gemilerden gelen ve 100 milyon doları geçen servet miktarını ortaya koymaktaydı. The Black Sea’nin araştırması aynı zamanda ailenin banka kredisi kullanmadan, nakit olarak, Hollanda’da yedi adet gayrimenkul satın aldığını da ortaya çıkarmıştı.

Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanı olduğu yıllarda İDO’nun başına getirdiği Yıldırım, 2000 yılında feribot büfelerinin işletmesini yakını Yılmaz Erence’ye verdiği iddiasıyla görevden alınmıştı.

Buna rağmen Binali Yıldırım, 2002 yılında AKP meclise girdiğinde yeni hükümetin ilk Ulaştırma Bakanı olarak atanmıştı. Bakanlığı sırasında ailesinin sahip olduğu gemiler ve denizcilik şirketleriyle ilgili birçok iddia ortaya atılmıştı. Mecliste milletvekillerinin sorularına yanıt vermeyen Yıldırım, sonunda 2013’te CNN Türk programında Cüneyt Özdemir’e işlerini çocuklarına bıraktığını, çocuklarının denizcilikle uğraştığını ve gemi işlettiğini açıklamış, ancak aile şirketlerinin ne kadar para kazandığı ya da kaç gemisi olduğuyla ilgili yorum yapmaktan kaçınmıştı.

Bir politikacının ailesi, on yıl gibi bir süre içinde 140 milyon avroluk bir malvarlığını nasıl kazanırdı?

Yıldırımların offshore maceralarının ilk izlerini Malta’da 1998’e kadar sürenler vardı. İddiaya göre 1998 yılında amca Yılmaz Erence, aileye yakınlığıyla bilinen armatör Salih Zeki Çakır, Erdoğan’ın belediye başkanlığı günlerinden danışmanı Ahmet Ergün ile eski milletvekili ve yargıç Abbas Gökçe, Malta’da Tulip Maritime Limited adında bir şirket kurmuşlardı. Şirket eskiydi ve büyük ihtimalle ucuza alınmış Silver Fish adında bir gemiye sahip bulunmaktaydı. Bu gemi Tulip Maritime tarafından satın alındıktan ve işletildikten birkaç yıl sonra söküme yollanmıştı. 2000’lerin başında artık aileyle bağlantısı bulunan birçok şirket ve gemi konuşulmaktaydı. Bu gemilerin büyük bir kısmı ya söküme yollanmış ya da başka şirketlere satılmıştı. 2010 ve sonrasına gelindiğinde ise Yıldırımların talihi daha da açılmış ve servetlerine servet katmaya başlamışlardı. Servetleri arttıkça şirketlerinin alım gücü de artmış – The Black Sea tarafından kayıtları bulunan ve değeri 1.9 milyon ve 33 milyon dolar arasında değişen 11 geminin altısı banka kredisi olmadan satın alınmış olduğu anlaşılmıştı.

11 geminin tamamı Malta ve Avrupa’nın vergi cenneti olarak bilinen Hollanda’da kurulu offshore şirketler üzerine kayıtlıydı. Bu iki ülke de, esnek vergi yasaları ve denizcilik sektörüne sağladıkları avantajlarla tanınmaktaydı. Malta’da bulunan Mifsud and Sons Limited adlı aracı firma, Yıldırım ailesinin ülkede bulunan dört şirketini temsil ediyor konumdaydı. Bu şirketler Dertel Shipping Limited, Nova Ponza Limited, Rory Malta Limited ve Nova Warrior Limited olmaktaydı. Bu kabuk şirketlerin yönetimi, 9 Haziran 2016’da, Binali Yıldırım başbakan atandıktan iki hafta sonra, Mifsud and Sons’ın Simon Mifsud’dan Binali Yıldırım’ın yeğeni Süleyman Vural’a devredilmesi kafaları karıştırmıştı.

Bu Malta şirketlerinin üçünün içinde daha önce kamuya hiç açıklanmayan üç gemi nedense gizli tutulmaktaydı. Rory Malta Limited MV Shark, Nova Ponza Limited MV Ponza, Nova Warrior Limited ise MV Frezya S adlı geminin sahibi kim olmaktaydı?

Rory Malta ve Nova Ponza’nın hissedarı, 2015’te Yılmaz Erence ve oğlu Rıfat Emrah Erence tarafından kurulan Ceren Danışmanlık Denizcilik olduğu anlaşılıyordu. Dertel Shipping ve Nova Warrior’ın hisselerinin sahibi ise Hollanda Antilleri Curaçao’da Kurulu South Seas Shipping NV adlı şirket çıkıyordu. Bu şirket, açık kaynaklardan bakıldığında CMT Shipping NV adlı başka bir Antiller avukatlık şirketi tarafından kurulmuş gibi görünüyor ve gerçek sahibine ulaşmak mümkün olmuyordu. Bu yöntem, şirketlerin asıl sahiplerini gizlemek için sıklıkla kullanılıyordu. Bir şirket bir diğerinin içine konuyor, böylece hâlihazırda vergi cennetlerinde gizli kapaklı duran şirketlere bir gizlilik duvarı daha örülmüş oluyordu. Ancak bu offshore şirketin gerçek sahibi Malta sicil kayıt belgelerine bakınca anlaşılıyordu: South Seas adına evrakları bizzat Erkam Yıldırım imzalıyordu! Malta’daki bu gemilerin değeri iki milyonla üç milyon dolar arasında değişiyordu. Ailenin Hollanda malvarlığına bakıldığında ise bu üç gemi devede kulak kalıyordu. Malta’dan Hollanda’ya geçtiğimizde, gemilerin toplam değeri bir anda 130 milyon dolara ulaşıyordu. Üstelik gemilerin çoğu kredi kullanılmadan alınmış oluyordu.

erkan yıldırım 1

Erkam Yıldırım’ın Hollanda bağlantısı ve Zealand Shipping Muamması!

Erkam Yıldırım’ın Hollanda bağlantısı daha önce gazetelerde çıkmış ve bu ülkedeki toplam malvarlığı sorgulanmıştı. Hollanda’nın şirket kayıtları ve diğer açık kaynaklar incelendiğinde Erkam Yıldırım’ın bu ülkede kayıtlı gemileri ve evleri olduğu anlaşılmaktaydı. Yine Erkam Yıldırım’ın sahip olduğu Castillo Real Estate BV adlı şirket üzerine kayıtlı toplam altı emlâk ve Yıldırım’ın üzerine kayıtlı bir ev bulunmaktaydı. Yıldırım, Almere’de kendi şirketi Zealand Shipping’in ofisi de dahil olmak üzere iki bina ve bir ev, Utrecht’te iki ev, Schoonhoven’de bir ev ve Lahey’de bir dükkân sahibi olduğu kayıtlıydı. Tüm bu mülklerin toplam değeri ise tapu kayıtlarına göre 2.16 milyon avroya ulaşmaktaydı ve hiçbiri satın alınırken kredi kullanılmamıştı.

Ailenin Hollanda bağlantısının en kârlı işini ise Zealand Shipping üzerinden yürütülen denizcilik faaliyetleri oluşturmaktaydı.

Erkam Yıldırım, kayıtlara göre; 2007’de kurulan Zealand Shipping’in Haziran 2014’e kadar sahibi ve müdürü olarak görünüyordu. Holland Investments Cooperatif UA, Zealand Shipping’i 2014’te satın alıyor ve şirketin müdürünü değiştiriyordu. Ancak bu değişiklik sadece kağıt üstünde kalıyor, Erkam Yıldırım, Holland Investments’ın gerçek sahibi ve sicil kayıtlarına göre şirketin 129.8 milyon dolarlık malvarlığını yönetiyordu. Şirket kayıtlarına göre aile aynı zamanda Holland Investments üzerinden, gemi işletmeciliği yapan Q-Shipping BV’nin de yüzde 30 hissesine sahip oluyordu. Q-Shipping’in bir diğer hissedarı ise İstanbul’da AVS Global Ship Supply’ın Yılmaz Erence’yle beraber ortağı olan denizci Abdülvahit Şimşek oluyordu. Q-Shipping BV ve bağlı şirketleri şu anda toplam 20 gemi işletiyordu ve bu gemilerin hiçbiri Türk bayrağı taşımıyordu.

Geçtiğimiz seneye kadar Zealand Shipping’in Hollanda bayraklı 10 gemisi vardı. Ocak 2016’da, Kolin Şirketler Grubu iki gemiyi satın almıştı. Zealand Shipping ve bağlı şirketlerinin filosunda şu anda sekiz gemi bulunmaktaydı. Bunlardan Zealand Almere, Zealand Amsterdam ve Zealand Rotterdam 2012 ve 2013’te yeni alınmıştı. Zealand Ariane ve Zealand Alexia 2014’te ikinci el satın alınmıştı. Zealand Beatrix, Zealand Delilah ve Juliana da 2010 ve 2011 yıllarında sipariş edilip filoya katılmıştı. 57.300 tonluk aynı tip Rotterdam, Amsterdam ve Almere, filodaki en pahalı ve en büyük gemiler sayılmaktaydı. Hollanda sicil kayıtlarına göre, Amsterdam gemisi Kuveyt Türk Bankası’nın verdiği 33 milyon dolarlık krediyle alınmıştı. Kuveyt Türk’ün yüzde 18 hissesi Vakıflar Genel Müdürlüğü vasıtasıyla devlete ait olduğu unutulmamalıydı! Bir diğer banka kredisi de; 16.700 tonluk kuru yük gemisi Juliana için, Yapı Kredi Bankası’ndan alınan 17 milyon 160 bin dolardı.

Yıldırım ailesinin gemilerini ve diğer serveti nasıl kazandıklarına dair, yukarıdaki itham ve iddiaları yanıtlaması gerekirken, bildik ve klasik cümlelerle geçiştirmeye çalışması kuşkuları daha da arttırmaktaydı.

Bir garip Cami bağışı ve Dini hizmetlerin Offshore girişimleri için istismarı!

Yıldırım ailesinin Hollanda şirketlerinden biri Pendik Belediyesi’ne bağış yapmak için de kullanılmıştı. Temmuz 2014’te Cumhuriyet’ten verilen habere göre İstanbul’da kurulu Elia Spa Kozmetik A.Ş., Pendik Belediyesi’ne daha sonradan AKP’den milletvekili seçilecek olan avukat Serkan Bayram aracılığıyla 1.75 milyon lira [o günün kuruna göre 600 bin avro] bağış yapmak istediğini ulaştırmıştı. Bağışın kabul edilebilmesi için belediye meclisinin bu parayı Ahmet Yesevi mahallesinde adı Amine Hatun olacak bir cami yapımında kullanmayı kabul etmesi lazımdı. Bağış belediye meclisinde sorunsuz olarak kabul edilip karar alınmıştı. Oysa o güne kadar bu çapta bir bağışa hiç rastlanmamıştı. Elia Spa Kozmetik, Ocak 2014’te Hollanda merkezli Neshatech BV tarafından kurulup faaliyete başlamıştı. Herkesten gizlenen konu ise Neshatech’in Erkam Yıldırım’ın Hollanda şirketlerinden biri olmasıydı.

Bağışı cami yapımı şartıyla kabul eden Pendik Belediyesi projeyi de kendisi hazırlamıştı. Ancak 1.75 milyon liralık caminin bir anda 5.72 milyonluk bir inşaata dönüşmesi şaşırtıcıydı. İhaleyi Ağustos 2015’te Mehmet Turgut Erdoğan adlı müteahhit kazanmıştı. Aradan geçen süre zarfında ihaleye ve sözleşmeye ne olduğu bilinmiyor ancak cami inşaatı şu anda Pendik Belediyesi’nin kendi firması Penyapsan A.Ş. tarafından yürütülüyor durumdaydı. Penyapsan’ın yönetim kurulunun beş üyesinden üçü ise bir yandan da AKP meclis üyesi olmaktaydı. Oysa, Kamu İhaleleri Kanunu’na göre, seçilmiş üyelerden oluşan yönetim kuruluna sahip belediye şirketleri kendi belediye sınırları içindeki ihalelere katılamazdı. Ya hu neler olmaktaydı ve bu ülke nereye kaydırılmaktaydı?

Offshore Bankacılığında Siyonist sermaye parmağı!

Sömürgeci dünya ticaretinde bir yılda yetmiş iki trilyon dolarlık bir küresel para dolaşmaktadır. Dönen bu küresel paranın yarısı Offshore merkezleriyle piyasaya sokulmaktadır. “Nedir Offshore?” diye sorarsanız, Wikipedia’ya göre; Kıyı bankacılığı diğer adıyla “off-shore banking”, ülke dışında sağlanan fonların yine ülke dışında kullandırılmasını amaçlayan ve sektörle ilgili her türlü yasa ve yönetmeliklerin dışında kalan serbest bankacılık olarak tanımlanmaktadır. Yani Eşinden para saklamak isteyen zenginler, ülkesinden vergi kaçıran ya da kaçırmak isteyen büyük şirketler, yurtdışında gizli operasyon yürüten istihbarat birimleri, geleceğini garantiye almak isteyen siyasetçiler, aldığı rüşvetleri saklamak zorunda kalan bürokratlar, milyon dolarlık bonusları gözlerden uzak tutmak isteyen özel sektörün CEO’ları gibi paranın izini kaybettirmek isteyenler için değişmeyen tek bir adres vardır ki; Offshore bankacılığıdır.

Buna benzer nedenlerden dolayı insanlar Offshore bankacılığını kullanma ihtiyacı duyarlar. Derin Ekonomi Dergisi’nin Mayıs 2016 tarihli 12. sayısında Türkiye’den Offshore bankacılığını kullanan Türk şirketlerine yer verdiği habere göre;

“Türk şirketleri Offshore’u yoğun olarak kullanmaktadır. Garanti, İş Bankası, Yapı Kredi, Akbank, Vakıfbank dâhil 11 Türk bankası vergi cennetleri olarak bilinen Lüksemburg, Malta ve Bahreyn’deki Offshore hesaplarında 142 milyar lirayı yönetiyor durumdadır. Bu tutar Türkiye’nin GSMH’sinin yüzde 5’inden çok daha fazladır. Arçelik, Vestel, Anadolu Efes, Koç Holding, Doğan Holding, Boyner, Ülker, Botaş gibi Türk şirketleri dâhil olmak üzere Türkiye’nin büyük sermaye gruplarının birçoğunun Offshore’da şirketleri bulunmaktadır.”

IMF tarafından tespit edilen 50 offshore ülkesi vardır. Bu elli ülkenin 29’u İngiliz İmparatorluğu’nca kontrol altındadır. Yeri ve saati geldiğinde politik operasyonlara da hizmet eden bu sistemin üst aklı Rothschild ailesi ve kadife devrimin mimarı George Soros olduğu bilinip durmaktadır. Bu sistemle, yurtdışında para gizlemek isteyen politikacılara, krallara, işadamlarına önce “kesin gizlilik” vaat ediyor ve tuzağa çekiyorlar. Sonra, kendilerine meydan okuyan liderleri topluca infaz ediyorlar.

2013 yılında İsviçre’de swissleaks üzerinden basına sızdı bu gizli hesaplar. Sonra 2016’da Panama belgeleriyle (Panama Papers) sızdırıldı. 2016 yılında Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu’nun (ICIJ) web sitesinde yer alan bilgilerden ve yaptıkları açıklamalardan anlaşıldığına göre bu operasyonun (sızdırmanın) finansal destekçisi George Soros, ABD Hazine Bakanlığı, İngiltere ve Almanya gibi ülkeler bulunmaktaydı. Sızdırmanın temelinde iki amaç vardı. Birincisi, orta ve büyük ölçekli şirketlerin vergi kaçırması nedeniyle vergi gelirleri ABD, İngiltere, Almanya gibi devletlerin bütçelerini sarsmaya başlamıştı. 2008 küresel krizden dolayı da meydana gelen vergi kayıpları da söz konusu olunca, bu devletler gizli zulaların peşine düşmeye mecbur kalmışlardı.  İkinci sebep ise, tek kutuplu dünyada güvenlik ve ekonomik hegemonyasını pekiştirmek isteyen Amerika’nın kendi kontrol alanındaki menfaatlerine zarar vermeye başlayan ülkelere ve siyasi liderlere karşı yürüttüğü düşük yoğunluklu finansal savaştı. (Derin Ekonomi Mayıs 2016, sayı 12)

Londra, Amsterdam (Hollanda), Panama, Singapur, Malta, Hong Kong, Cayman adaları gibi merkezlerde dünyadaki tüm politikacılara, zenginlere, uyuşturucu baronlarına, sanatçılara, futbolculara “kesin gizlilik” pazarlayan binlerce hukuk bürosu ve finansal aracı şirketi bulunmaktaydı. Bu Offshore bankacılığı yanında bir de Offshore şirketleri vardı.[2] İşte Rıza Zarrab ve Halk Bank Offshore sistemleri, Binali Yıldırım’ın çocukları ise Offshore şirketleri ile alakalıydı.

Acaba, “Tayyip Erdoğan Trump’la daha yeni konuşmuşken Başbakan’ın Amerika seyahati nereden çıkmıştı?” Aslında Başbakan sırf Zarrab olayını konuşmak için Amerika’ya uçmuşlardı. Ama bunu açıkça yazamıyorlardı, hukuki sorumluluğu vardı. Ama sonunda bu gerçekleri bizzat Başbakan ağzından kaçırmıştı. Gezinin asıl amacının Zarrab konusunu görüşmek olduğu bizzat Binali Yıldırım tarafından açıklanmıştı. Yıldırım Washington’dan New York’a uçakla giderken yanına aldığı gazetecilere “Zarrab konusunu konuştuğunu, tutuklamaların sahte belgelerle ve haksız biçimde yapıldığını” anlatmıştı. Pence ise buna karşılık “papazı ve tutuklu konsolosluk görevlisini” hatırlatmış, Yıldırım ise “Biz de hukuk devletiyiz” diye yanıtlamıştı. Buradan şu anlam çıkmaktaydı; Amerika Rıza Zarrab olayında geri adım atmıyordu, buna karşılık biz de papaz ve tutuklu konsolosluk görevlisi hakkında bir şey yapmayacaktık… Buraya kadar olanlar resmi açıklamalardan çıkan sonuçlardı. Ama bu konuya farklı yaklaşanlar da vardı:

Çünkü Binali Yıldırım’ın esas amacı Zarrab olayını çözmek olan Amerika gezisi bu anlamda başarılı bir sonuca varmıştı. Edinilen bilgilere göre avukatları ile yapılan görüşmelerde Zarrab’ın Erdoğan ve aile fertleriyle ilgili hiçbir suçlayıcı ifade kullanmayacağının garantisi alınmıştı. İddialara göre Zarrab’la ilgili kanıtlar arasında bazı telefon konuşmalarının tapeleri de bulunmaktaydı. Bu tapelerde Zarrab’ın üçüncü kişilere Erdoğan’la ilgili söylediği bazı sözler de yer almaktaymış. İktidarın yoğun çabası sonucu Zarrab bu telefon konuşmaları kendisine sorulduğunda “Ben Erdoğan’la bunları hiçbir şekilde konuşmadım. Ama işimi yapabilmek için üçüncü kişilere sanki Erdoğan’la da konuşuyormuşum gibi yaparak onları etkilemeye çalıştım” diyerek Erdoğan ve ailesini aklayacakmış… Bu durum Pence ile görüşmede de dile getirildikten sonra ilgili birimlere de daha sonra aktarılmış. Amerikan resmi yetkilileri mahkemeye baskı yapamayacaklarmış, ama mahkeme başkanının Rıza Zarrab’ın bu açıklamalarına olumlu yönden ve Türkiye’yi zora sokmayacak biçimde yaklaşması konusunda ricada bulunacaklarmış…

Bazı kaynaklara göre: “Bu tür bir anlaşma olabilecek en iyi anlaşmaymış. Zaten Amerikan resmi yetkilileri ancak bu kadarını başarabileceklerini düşünüyorlarmış… Federal Mahkeme Beyaz Saray’dan bu yönde gelen bir talebe çok soğuk bakmayacakmış…” İyi de bütün bunların karşılığında ne gibi tavizler sunulacaktı. Herhalde Zarrab konusunda derin bir nefes alan iktidar bir süre sonra papazı ve konsolosluk çalışanını serbest bırakacaktı. Ama belli ki önce 26 Kasım günü mahkemedeki durum ortaya çıkacak ve sonuca göre davranılacaktı. Artık Zarrab konusu tehdit ve tehlike olmaktan çıktığı an karşı tavizleri vermek pek zor olmayacaktı. Bu arada Halkbank’a ağır bir ceza gelebilir, Zarrab anlaşma ile kurtulurken bankanın genel müdür yardımcısı ağır ceza alabilir, Türkiye’de yaşayan bazı kamu görevlilerine gıyaplarında cezalar yağabilir, ama muhtemelen fark etmez, onlara da yol kazası deyip kapatılırdı.[3]

Değerli okurlarımız hatırlayacaktır; aylar ve yıllar önce ABD’de Rıza Zarrab ve Halk Bank tutuklamaları gerçekleşince: “Bunlar AKP iktidarına ve kurmay takımına yönelik şantaj amaçlı ve büyük tavizler koparma hesaplı adımlardır. Suç dosyaları tescilli elebaşların ise, devlet ve millet aleyhine ve şahsi emeller hedefine bunlara razı olup uzlaşacakları bir süreç yaşanacaktır.” dediğimiz tespitler aynen çıkmıştır.

Bu arada, ABD’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından Woodrow Wilson International Center for Scholars’ta Ortadoğu Programı Direktörlüğünü yürüten Türkiye uzmanı Henri Barkey hakkında yakalama kararı çıkarılmıştı. ABD İstanbul Başkonsolosluk görevlisi Metin Topuz ile Osman Kavala’yı tutuklatan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, ‘Kızıl milyarder’ lakaplı Osman Kavala’nın tutuklandığı Gezi Kalkışması, 17-25 Aralık kumpasları ile 15 Temmuz darbe girişimi soruşturmasında tarihi bir karar almıştı. Star gazetesinin haberine göre, 15 Temmuz’da Büyükada’da darbe toplantısı tertiplediği ve darbeyi organize ettiği öğrenilen Barkey’in Türkiye’ye adım atar atmaz gözaltına alınacağı basına sızmıştı. Gezi şiddet eylemlerinde finansörlük yaptığı gerekçesiyle tutuklanan Osman Kavala ile Barkey’in birçok kez görüştüğü saptanmıştı. Kavala’nın sorgusunda ise; Barkey ile neden görüştüğünü açıklayamadığı ve onlarca kez bir araya gelmelerine rağmen görüşüp görüşmediğini hatırlamadığını ancak randevu defterine bakarak bu bilgileri doğrulayacağını söylediği anlaşılmıştı. Bütün bunlar; “Rıza Zarrab’ı konuşturmayın ve Fetullah Gülen’i geri yollayın, aksi halde biz de karşı tedbirler alırız!.” şantajı olmasındı…

Milli ve Yerli Araba(!) üretme hazırlığına başlayan ve ülke ekonomisini şaha kaldıran kahraman AKP iktidarının resmi rakamlarla ayarı ve aynası!

 

T.C. BAŞBAKANLIK HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI

 

İç Borçlanma Stratejisi (Ağustos – Ekim 2017)

Finansman Programı (Sayı: 2017/117 Tarih: 31 Temmuz 2017)

Ağustos – Ekim 2017 dönemi için öngörülen iç ve dış borç itfa programı ile söz konusu ödemelerin finansmanına ilişkin veriler aşağıda yer almaktadır:

Ağustos ayında toplam 6,0 milyar TL’lik iç borç servisine karşılık toplam 8,7 milyar TL’lik iç borçlanma yapılması programlanmaktadır.

Eylül ayında toplam 7,5 milyar TL’lik iç borç servisine karşılık toplam 10,9 milyar TL’lik iç borçlanma yapılması programlanmaktadır.

Ekim ayında toplam 13,6 milyar TL’lik iç borç servisine karşılık toplam 19,7 milyar TL’lik iç borçlanma yapılması programlanmaktadır.

İç Borçlanma Stratejisi (Eylül – Kasım 2017)

Finansman Programı (Sayı: 2017/129 Tarih: 31 Ağustos 2017)

Eylül – Kasım 2017 dönemi için öngörülen iç ve dış borç itfa programı ile söz konusu ödemelerin finansmanına ilişkin veriler aşağıda yer almaktadır:

Eylül ayında toplam 7,5 milyar TL’lik iç borç servisine karşılık toplam 11,3 milyar TL’lik iç borçlanma yapılması programlanmaktadır.

Ekim ayında toplam 13,6 milyar TL’lik iç borç servisine karşılık toplam 19,7 milyar TL’lik iç borçlanma yapılması programlanmaktadır.

Kasım ayında toplam 4,2 milyar TL’lik iç borç servisine karşılık toplam 6,1 milyar TL’lik iç borçlanma yapılması programlanmaktadır.

 


[1] 8 Kasım 2017

[2] İshak Beyazay 11 Kasım 2017 / Milli Gazete

[3] İktidar Zarrab konusunda derin bir nefes aldı – Can Ataklı – 11.11.2017

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi