Anasayfa » Azeri- Ermeni Çatıştırılmasının Anlamı: BOP’UN SON AŞAMASI; TÜRKİYE PARÇALANMALIDIR!

Azeri- Ermeni Çatıştırılmasının Anlamı: BOP’UN SON AŞAMASI; TÜRKİYE PARÇALANMALIDIR!

Yazar: yonetici
0 Yorum 311 Görüntüleyen

AKP iktidarının basiretsizlik ve beceriksizliği ve Siyonist odakların güdümündeki Amerika’nın BOP hedefli bilinçli şeytani stratejileri sonucu bütün komşularıyla sorunlu hale getirilen Türkiye son olarak Azerbaycan’dan işgal ettikleri Karabağ çatışmaları üzerinden Ermenistan’la da başı belaya sokulmaya çalışılmaktadır. Ermenistan’la Azerbaycan’ın birden bire savaşın eşiğine taşınması ve karşılıklı saldırıların başlatılması, Türkiye’yi kuşatma ve kışkırtma amaçlıdır. Daha önceki kırmızı çizgilerini yani Milli menfaatlerini tepeleyerek Irak’ın parçalanmasına ve Barzani Kürdistanı’nın fiilen tanınmasına mecbur bırakılan AKP iktidarı, şimdi de Suriye’nin parçalanmasına ve Rojava Kürdistan’ının kurulmasına razı ve hazır olmaya zorlanmaktadır. “Ya dediklerimizi yapacak, bizim politikalarımıza ayak uyduracaksın veya dört yandan kuşatılacak ve bütün komşularınla boğuşturulacaksın” tehdidiyle hizaya sokulmaya çalışılan Türkiye artık bir dönüm noktasındadır ve tarihi bir karar aşamasındadır. Ya milli ve haysiyetli bir duruşla yeniden tarihi misyonuna sahip çıkacak ve lider ülke konumuna taşınacak veya ABD ve İsrail’e boyun eğip özerklik kılıflı bölünmeye razı olacaktır.

Ermenistan Azerbaycan savaşını kim kızıştırmaktaydı?

Ermenistan Azerbaycan savaşı giderek kızışmaktaydı. Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki çatışmaların Dağlık Karabağ’ın başkenti Hankendi’ye sıçramasından korkulmaktaydı. Azerbaycan, askeri birliklerine Hankendi’ye saldırı için hazırlık emri vermiş durumdaydı.

Ermenistan Azerbaycan savaşında tansiyon bir yükselip bir alçalmaktaydı. Dağlık Karabağ bölgesinde Azeri ve Ermeni güçler arasında çatışmalar devam ederken taraflardan karşılıklı tehditler yağdırılmaktaydı. Ermenistan çatışmaların ‘topyekûn savaşa’ dönüşebileceğini ve Dağlık Karabağ’ın bağımsızlığını tanıyabileceğini söylerken, Azerbaycan Dağlık Karabağ’ın başkenti Hankendi’yi hedef almaya başlayabileceğini açıklamıştı. 1 Nisan’da başlayan ve hala devam eden çatışmalarda her iki taraftan da hayatını kaybedenlerin sayısı toplamda 46’ya ulaşmıştı. Dağlık Karabağ Cumhuriyeti üzerinde hem Ermenistan hem de Azerbaycan hak iddiasında bulunmaktaydı. Oysa uluslararası alanda Dağlık Karabağ, Azerbaycan toprağı olarak tanınmaktaydı.

TSK ile mutabakatından sonra Erdoğan’la kim uğraşıyorsa Aliyev’le de onlar mı uğraşmaktaydı?

TANAP diye bilinen ve Hazar’ın doğalgazını Gürcistan-Türkiye üzerinden Avrupa’ya ileten 11 milyar Dolar’lık projenin temeli 2015’te atılmıştı, 2018’de devreye girdiğinde dünya enerji dengeleri değişmiş olacaktı. Azerbaycan biraz daha kalkınacak, Türkiye’nin stratejik öneminde artış yaşanacaktı. Merhum Haydar Aliyev’in deyişiyle, “Bir millet iki devlet” gerçeği bir kez daha dosta-düşmana ispatlanacaktı. Ankara patlamasından sonra uçağına atlayıp soluğu Türkiye’de alan, Erdoğan ile o hepimizi duygulandıran kucaklaşmayı dünyaya gösteren Aliyev, neden bütün bunları yapmıştı?.. Türkiye-Azerbaycan kardeşliğini baştan beri istemiyorlardı. Komşusunun topraklarının yüzde 21’ini işgal etmiş Ermenistan’a sınırlarımızı açmamızı istemeleri, iki kardeşin arasına soru işaretleri sokma çalışmalarıydı. Bakü’de iki güçlü lobi oluşturup, (biri Rusya severler ekibi, diğeri ABD-İsrail hattında şekillendirilen ve artık hepimizin yakından tanıdığı “devlete sızmacılar” heyeti) ikili ilişkileri zehirleme gayreti de bundandı. Putin, meseleden memnun değil, bütün Türkiye-Azerbaycan ortak projelerinde yer alan Gürcistan’ı 2008 saldırısıyla cezalandırmaya çalışmış, şimdi Ermenistan’ı kullanarak müdahale zemini yaratmaya mı uğraşmaktaydı? Obama-Cameron-Netanyahu üçgeni, iki Türk devletinin birlikte yükselişine taktik olarak karşı değil ama, stratejik olarak bu gücün “kontrol edilebilir liderler”in elinde olmasından yanaydı, Erdoğan-Aliyev kardeşliği buna uygun bulunmaktaydı”[1] diyen yandaş yazar AKP’nin Ermenistan açılımlarını nasıl da unutmuşlardı. “Artık gözler bir kez daha Kafkaslara çevrilmiş durumdaydı. Yukarı Karabağ’da Azerbaycan ve işgalci Ermeni-Rus kuvvetleri arasında başlayan savaş, Ortadoğu merkezli bir seyir izleyen güç mücadelesinin Avrasya’nın derinliklerine doğru kayacağıyla ilgili mesajlar taşımaktaydı. Rus yakın çevresini hedef alan bu yeni süreç, Rusya’nın niçin Suriye’den kuvvetlerini apar topar çekmeye, buna karşılık Ermenistan’a yığınak yapmaya başladığıyla ilgili soruya da büyük ölçüde cevap sayılırdı. Kafkaslardaki “Son Kalesi”ni tahkim eden Rusya, Azerbaycan-Ermenistan arasındaki bu savaş ile kendisi üzerindeki savaşı cephe olarak burada karşılamaya çalışmaktaydı.

O halde, niçin Rusya’ya 2008’den bu yana alan açıldığı, akabinde İran’la sürdürülen müzakere sürecinin neden İsrail, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin ortaya koyduğu tepkilere rağmen bir anda hızlandırıldığı, ABD’nin burada İran ile nasıl bir yeni oyun kurgulamaya çalıştığı ya da en azından İran’ın burada süreçten ne tür beklentiler içinde olduğu sorulacaktır. Bu noktada şu tespitleri bir kez daha ortaya koymakta fayda vardır: 2008’den bu yana “Kafkasya-Karadeniz-Ortadoğu Üçgeni”nde Rusya kazanıyor gibi görünse de, aslında Rusya birçok cephede yürüttüğü mücadele ile “siyaset-strateji-araçlar” bağlamında derin bir ahenksizlik yaşanmaktadır. Dolayısıyla, Rusya’nın yürüttüğü güç mücadelesi sürdürülebilir olmaktan uzaktır. Rusya, imparatorluğunu yeniden ihya etmeye çalışırken ikinci dağılma sürecinin içerisine girmiş durumdadır. Batı ile yaşadığı kriz ve bunun Türkiye boyutu, Rusya’nın Balkanlaşma sürecini hızlandırmıştır. Batı’nın Rusya ile açıktan bir mücadeleye girmek yerine, işbirliğine dayalı, Rusya’yı zamana ve geniş bir mekâna dayalı yıpratma stratejisi burada dikkatlerden kaçmamaktadır. Görüldüğü kadarıyla Batı, Rusya’yı kendi içinde kontrollü bir şekilde önce bölme, sonrasında da ise bir takım bölgesel ittifakların parçası yapma, bunu reddetmesi halinde ise tamamen işlevsizleştirmeye yönelik bir planı uygulamaya koymuş bulunmaktadır” tespitleri tek yanlıdır ve sanki Amerika’yı aklama Rusya’yı suçlama kasıtlıdır.

Çünkü Ermenistan ve Azerbaycan orduları arasında çıkan çatışmada, helikopter, havan topu ve tankların kullanıldığı, çok sayıda ölü ve yaralı haberlerinin ulaştığı bir sırada Putin’in ateşkes çağrısı anlamlıydı.

Ermenistan ve Azerbaycan arasında yıllardır tartışma konusu olan Karabağ’da gerilim tırmandırılmıştı. Cephe hattında havan topu ve tankların kullanıldığına dair açıklamalar gelirken, iki tarafta da kayıplar olduğu açıklamıştı. Rusya lideri Putin, iki ülkeye itidal çağrısında bulunup her iki taraftan da ‘bir an önce’ ateşkese gitmelerini istemesi olumlu ve sorumlu bir yaklaşımdı. Hem Ermenistan hem de Azerbaycan savunma bakanlıkları, gerilimi tırmandıranın karşı taraf olduğuna dair suçlamalarda bulunurken, Rusya’nın ateşkes çağrısı iyi okunmalıydı.

Panama belgeleri ABD çıkışlı ve Putin’i yıpratma amaçlıydı!

WikiLeaks, Panama belgelerinin sızmasının ABD ve Soros fonlamasıyla yapıldığını yazmıştı. Hükümetler ve siyasiler hakkında yayınladığı gizli belgelerle dünya gündemini sarsan WikiLeaks, ‘tarihin en büyük ifşaatı’ olarak adlandırılan Panama Belgeleri’ne ilişkin açıklama yapmıştı. Açıklamada, Panama Belgeleri ile Putin’in hedef alındığı ve finansörünün ABD ile Soros olduğu vurgulanmıştı. WikiLeaks’in resmi Twitter hesabından Panama Belgeleri’yle ilgili yaptığı bu itiraflar gündemi sarsmıştı.

Putin tam 200 bin kişilik Muhafız Ordusu hazırlamıştı!

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, sadece kendisinden emir alan, silah kullanma yetkisine sahip 200 bin kişiden oluşan “Ulusal Muhafız Servisi”ni kurduğu açıklanmıştı. “Putin’in Tugayları” olarak adlandırılan güvenlik biriminin başına 13 yıl boyunca Rusya liderinin koruma şefliğini yapan Viktor Zolotov atanmıştı. Ulusal Muhafız Servisi’nin kuruluşunu, İçişleri Bakanı Vladimir Kolokoltsev açıklamıştı.

NATO’nun Suriye Açıklaması

NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Türkiye’nin terör örgütü IŞİD’e karşı oluşturulan koalisyona önemli katkılar sunduğunu belirterek, “Türkiye olmadan bu mücadele çok daha zor olurdu” açıklamasını yapmıştı. Jens Stoltenberg, düşünce kuruluşu Atlantik Konseyi’nin panelinde, Türkiye’nin IŞİD’le mücadeledeki rolü üzerine bir soruyu şöyle yanıtlamıştı: “Türkiye, IŞİD’e karşı savaşan koalisyonda yer alıyor. Türkiye askeri varlıklar sağlamasının yanı sıra örgüte karşı savaşta İncirlik Üssü ve diğerleri gibi altyapı üsleri sağlıyor. Dolayısıyla Türkiye olmadan bu mücadele çok daha zorlu olurdu.” Türkiye’nin sığınmacı krizinden en fazla etkilenen NATO üyesi ülke olduğuna işaret eden Stoltenberg, Türk halkının 3 milyona yaklaşan sığınmacıya ev sahipliği yaptığını hatırlatmıştı. Stoltenberg, Suriye’deki ittifakın NATO askerlerini ön cepheye sürmesinden ziyade yerel güçlerin kendi ülkelerini koruyabilmeleri noktasında destek sağlayabileceğini belirterek, yerel unsurların ittifak tarafından “hızlı ve etkin bir şekilde” eğitilmesi gerektiğini vurgulamıştı. Bu noktada Afganistan örneğini veren Stoltenberg, “Eğer Afganistan’da yaptığımız yanlış bir şey varsa, o da yerel güçlerin eğitiminde geç kalmamızdır” ifadesini kullanmıştı. Stoltenberg, otorite boşluğunun bulunduğu Libya’da IŞİD’in eylemlerine değinerek, “NATO, Libya’ya yardım etmeye hazır. Onlar bizim yardımımıza ihtiyaç duyacak” açıklamasını yapmıştı.

IŞİD’le savaşan Irak’a da yardım edilmesi gerektiğinin altını çizen Stoltenberg, “İstikrarlı bir Irak, örgütle mücadelede kilit nokta. Irak’a yardımda bulunmalıyız. Musul, örgütten alındıktan sonra bu kenti nasıl elde tutacaksınız?” diye uyarmıştı. Bütün bu açıklamalar NATO’nun Suriye, Irak ve Libya’ya müdahaleye hazırlandığı şeklinde yorumlanmıştı.

ABD İncirlik’teki personel yakınlarını boşaltmaya başlamıştı!

Pentagon’un Adana, İzmir ve Muğla’daki üslerde çalışan ABD’li personelin ailelerinin ülkeden ayrılması emrinin ardından Adana İncirlik Üssü’nde tahliyeler başlamıştı. Yoksa bölgemizde yeni ve geniş bir savaş mı çıkarılacaktı?

Erdoğan’dan Obama’ya PYD teklifi: “Sizin yerinize biz savaşalım!”

Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın ABD gezisine katılan gazeteciler arasında yer alan Hürriyet yazarı Verda Özer, Obama-Erdoğan görüşmesine dair ilginç iddiaları köşesine taşımıştı. Verda Özer, Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın ABD Başkanı Barack Obama’ya sunduğu iddia edilen PYD teklifinin detaylarını yazmıştı. Özer’in yazısından aktardığı iddialara göre, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Obama’ya “Gelin PYD’den vazgeçin. Onlar yerine biz, desteklediğimiz Arap ve Türkmen gruplarla birlikte IŞİD’e karşı karada savaşalım” önerisini sunmuşlardı. Türk askerinin karadan müdahil olması için de, ABD’nin havadan destek vermesi gerektiği hatırlatılmıştı. ABD ise bu teklife, mealen “PYD’den vazgeçmem” deyip çıkmıştı. Bunun sebebi ise, ABD Türkiye’nin Irak ve Suriye’de kalıcı ve etkili olmasından gocunmaktaydı.  Hatırlayın, 1. Körfez Savaşı sırasında Cumhurbaşkanı Özal’ın ısrarıyla tezkerenin Meclis’ten geçmesine rağmen, Türkiye Kuzey Irak’a son derece sınırlı müdahil olabilmişti. Zira ABD, Türkiye’nin müdahale alanını kısıtlamıştı. İşte bu yüzden ABD, Türkiye’nin uçuşa yasaklı bölge ve güvenli bölge önerilerine hâlâ burun kıvırmaktaydı!

Yetmez, Türkiye’ye rağmen ABD ve YPG kritik bölge için anlaşmıştı!

PYD kaynakları IŞİD’in elindeki Menbic ve Cerablus’un alınması için ABD ile YPG’nin anlaşmaya vardığını duyurmuşlardı. Basnews’e açıklamalarda bulanan Rojava yönetiminden üst düzey bir yetkili, “Demokratik Suriye Güçleri’nin (QSD) başat gücü olan YPG ile ABD’den üst düzey bir heyet, Kobanê’de yaptıkları görüşmede, Fırat’ın batısındaki bölgelerin IŞİD’in elinden kurtarılması konusunda anlaştı’’ itirafında bulunmuşlardı.

ABD’nin Rakka ve YPG açıklaması AKP kurmaylarını şaşırtmıştı!

IŞİD karşıtı koalisyonun sözcüsü, Rakka’yı, YPG’nin ana unsuru olduğu Demokratik Suriye Güçleri’nin almasını tercih edeceklerini vurgulamıştı. ABD öncülüğündeki IŞİD karşıtı koalisyonun sözcüsü Steve Warren, IŞİD’in Suriye’deki kalesi olan Rakka’yı ‘Suriye rejimi’ yerine YPG’nin ana unsuru olduğu Demokratik Suriye Güçleri’nin almasını tercih edeceklerini açıklamıştı.

İsrailli Ortadoğu uzmanından Suriye itirafları

Suriye savaşının İsrail devletinin işine yaradığını söyleyen Ortadoğu uzmanı Ordinaryüs Profesör Moshe Ma’oz’ Kürt otonom bölgesine de sıcak bakıldığını ve destek çıkıldığını açıklamıştı. Eski İsrail başbakanları ve parlamentosuna danışmanlık yapan Ortadoğu uzmanı Ordinaryüs Profesör Moshe Ma’oz’a göre, İsrail yönetiminde baskın kanaate göre Suriye savaşı İsrail’in işine yaramaktaydı. Ma’oz, “İsrail devleti içinde, ‘Bize düşman unsurlar birbirlerini öldürsün’ diye düşünen de bulunmaktadır, “Esed’e rüşvet veririz, onunla çalışırız’ diye düşünen de vardır” diyerek, İsrail’in, bölünmüş bir Suriye’yi tercih edeceğini vurgulamıştı. Siyonist Ma’oz, El Cezire’den Ayşe Karabat’a konuşurken; Bölünmüş ve küçülmüş bir Suriye arzuladıklarını ve tabii Kuzey’de DAEŞ ve Kürt Bölgeleri de olacağını vurgulamıştı. Suriye’nin bir kısmının da Nusra Cephesi kontrolünde kalacağını, ayrıca Dürziler’in de kendi Devletlerini kuracağını belirten İsrail uzmanı, Siyonistlerin gerçek planlarına AKP iktidarının nasıl taşeronluk yaptığını da böylece açığa vurmuşlardı.

Milli Gazete’deki 16 Nisan 2015 tarihli Yeni Ortadoğu’da “Kuklalar Savaşı” yazısında:

“12 Nisan 2015 tarihli New York Times’da yayımlanan makalesinde Ülkesinin radikal Husi milislerinin kuşatması altında olduğunu”” savunan Yemen eski Cumhurbaşkanı Mansur Hadi, burada asıl suçlunun da İran olduğunu açıklamıştı. Hadi, bu uyarısı ile aynı zamanda Batı kamuoyuna karşı “terör kartı”nı açmış ve Ortadoğu’nun en etkili örgütlerinden biri olan Hizbullah üzerinden; “Hizbullah demek, El Kaide demektir” anlamına gelen bir cümle kullanmıştı. Nitekim Ortadoğu’nun değişmez bir karakteri niteliği kazanmaya başlayan bu “kuklalaştırmadan” Mansur Hadi’nin de nasibini aldığı anlaşılmaktaydı. Husileri “İran’ın kuklası” olarak adlandıran Hadi’nin bir lakabı da, “Suudi Kuklası”ydı.

Yemen üzerinden BOP’a devam…

Aslında, bölgede yaşanan son gelişmelere daha geniş bir perspektiften bakıldığında Yemen’deki oyunun ve bu bağlamda Hadi’nin çağrısının BOP’da yeni bir aşamaya işaret ettiği anlaşılmaktaydı. Yemen ile bölgenin siyasi haritasında radikal bir değişikliği gerçekleştirmenin yolu ise başını Türkiye-Suudi Arabistan ile İran’ın çektiği bir Sünni-Şii savaşına bağlıydı. Bu olmadan, siyasi haritaya son şeklini vermek mümkün olmayacaktı. Obama yönetiminin 2012’den bu yana Türkiye’ye rağmen, hatta Türkiye’yi bir anlamda oyunun dışına iterek İran’a sağladığı rahatlık ve manevra alanı bu açıdan oldukça anlamlıydı. Bu bloğun arkasındaki asıl güç olarak ise ABD ön plana çıkmaktaydı. En büyük kazananı ise elbette İsrail olacaktı. Tüm gelişmeler İsrail’i daha güvenli kıldığı gibi, “Büyük İsrail Projesi”ni de, aynen İsrail devletinin kuruluş sürecinde olduğu gibi adeta Müslümanların eliyle inşaya çalışmaktaydı. İkinci grup ise, başını İran’ın çektiği ve Suriye ile Lübnan Hizbullahı ve Irak Şiileri başta olmak üzere, bölge Şiilerinin içinde yer aldığı ülke-gruplardan oluşmaktaydı. Arkasındaki asıl güç ise Rusya olarak gösteriliyordu. Asıl kazanan ise, yine İsrail olacaktı!” şeklinde isabetli tespit ve tahliller yapan Sn. Mehmet S. Erol’un, daha sonraları “Bölgedeki fitnelerden dolayı sadece Rusya’yı suçlayıcı, ABD ve İsrail’i sanki unutturmaya çalışıcı” bir çizgiye kayması şaşırtıcıydı. En yandaş yazarlar bile NATO’nun ve Amerika’nın perde arkasını ve şeytani amacını yazarken bunların tavrı mide bulandırıcıydı.

Senaryo çok önceden yazılmıştı. CIA Başkanı David Petraeus‘un göstermelik bir nedenle istifa edip ayrılması, gidip IŞİD’i kurması ve Bağdadi’yi kontrol altına alması hâlâ görmekte zorlandığımız ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI’nı başlatmıştı. Öyle bir hamle yapıldı ki her şey alt üst olacaktı… Her hareketin sebebini içeride arayanların asla ve kat’a anlamayacağı bir oyun kurgulanmıştı. Petraeus CIA’ya ait gizli bilgileri sevgilisine emanet bırakmıştı! Buradan bütün dünyaya mesaj aktarılmıştı: Herkesin ne yaptığını biliyoruz, izliyoruz. Günü gelince açıklarız…

Charlie Hebdo, Paris katliamları, Ankara saldırıları, Brüksel bombalamaları hepsi kurulacak olan yeni ve büyük dengenin ÖNCÜ sarsıntılarıydı… Merkezinde NATO yani Washington vardı. Bunu son Brüksel patlamalarında gördük. “IŞİD’in işi. İmza onlara ait” açıklamasını olaydan 50 dakika sonra Amerika yapmıştı. Yaklaşık 3 saat 40 dakika sonra Belçika hükümeti bunu tekrarlamak zorunda kalmıştı.
Brüksel NATO’nun kalbiydi ve burada CIA ile çalışan çok fazla BELÇİKALI yetkili vardı… Pek çoğu Amerika’da özel eğitim almıştı. Baskınlardan ve patlamalardan önce, yani IŞİD sahneye çıkmadan önce Washington, önünde durma ihtimali olan Rusya ve Çin’i petrol fiyatını düşürüp ekonomiyi yavaşlatarak uyarmıştı. Arap Baharı’nı başlatan CIA bu iki güçle doğrudan karşı karşıya gelmekten sakınmaktaydı. Rusya ve Çin kendi kulvarlarına çekilince IŞİD’in resmigeçidi başlamıştı. Kerpiç evden yönetilen IŞİD durmuyordu, durdurulamıyordu. Molenbeek’teki bir mahalle Avrupa’yı titretiyordu. 550 milyonluk Avrupa o gücüyle gidip IŞİD’in merkezi RAKKA’yı vuramıyordu. Karşılık veremiyordu. Onlar da biliyorlardı ki; rakip Müslüman görünümlü bu örgüt değildi. İki dünya savaşının galiplerinin bulunduğu kıta birkaç TERÖRİSTE yeniliyordu! Bizim de buna inanmamız isteniyordu! Nasıl NATO operasyonu olan PARALEL ile Ankara mücadele ettiyse şimdi herkes çok kapsamlı olarak hazırlanan plana karşı dik durmak durumundaydı! Kim yapabilirdi kestiremiyorum. Ama Türkiye ve Rusya buradan kârlı çıkan taraflar olacaktı. Adamlar İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra geldikleri Avrupa’dan neden hâlâ çıkmamışlardı? Görünürde düşman yoktu ama NATO’nun devamlı büyümesi hangi amaçlaydı?

ABD’den Rusya ve İran’a karşı sahtekârlık tavrı!

ABD, Rusya’nın İran’a savaş uçağı satışını BMGK’da veto hakkını kullanarak izin vermeyeceğini açıklamıştı. ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Thomas Shannon, Rusya’nın İran’a “SU-30” model savaş uçaklarının satışını engellemek için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) satışı veto edeceklerini açıklaması strateji uzmanlarınca “gündemi saptırma ve dikkatleri dağıtma” olarak yorumlanmıştı.

Türkiye’de, AKP iktidarı ve özellikle Erdoğan karşıtı uluslararası bir komplo varsayımına tutunan yeni bir yandaş aydın kesimi bu iddiaları sürekli gündemde tutmakta böylece Sn. Erdoğan’a milli taraftar toplamaktadır. Ancak biz şimdi farklı bir soru soralım. Varsayalım ki bu anlatılan komplo harfiyen doğru ve tutarlıdır. Yine varsayalım ki Türkiye’nin düze çıkması da ancak ve ancak Erdoğan’ın liderliğiyle mümkün olacaktır. Ve yine varsayalım ki bu komplonun varlığını savunan aydınların amacı da gerçekten komplonun bitirilmesini sağlayıp, Türkiye’yi düze çıkarmaktır. Soru şu: Bütün bu varsayımlar doğru kabul edildiğinde söz konusu aydınların söylem ve tutumu istenen sonucun elde edilmesini sağlar mı? Eğer karşınızda ABD’den Avrupa’ya ve oradan Rusya’ya uzanan, onlarca ülkenin desteklediği bir komplo varsa belki ilk düşünmeniz gereken bu koalisyonda bir çatlak yaratmaya çalışmaktır. Ama bunu geçelim, çünkü karşımızda kötü niyetinden taviz vermeyen bir şer koalisyonu olduğu varsayılıyor. Bu durumda savaşmaktan başka yol kalmamaktadır. Dolayısıyla bu savaşa olabildiğince güçlü bir biçimde hazırlanmak istemeniz doğaldır. Bu ise tüm Türkiye halkının AKP ve Erdoğan etrafında olabildiğince bütünleşmesini gerekli kılmaktadır. Acaba Erdoğan ve onu sevenler nasıl davranırsa bunu sağlama ihtimali artacaktır? Örneğin kutuplaştırmayı artırmak, halkın yarısını ‘öteki’ saymak, bizlerle aynı fikirde olmayan herkesin ‘terörist’ olduğunu imaya çalışmak akılcı bir yöntem sayılır mı?” diye hatırlatan yazarın soruları ise hâlâ yanıtını bulamamıştır. Sadece aşağıdaki yorumlarla kendilerini haklı çıkarmaya çalışmışlardır:

● 8 Haziran 2004: Başbakan Erdoğan, (Bush’un özel davetiyle G-8 Zirvesi’ne katıldı) Washington’a gitti. PKK, ateşkesi bozdu ve karakola saldırdı. 3 şehidimiz vardı.

● 7 Aralık 2009: Başbakan Erdoğan, Obama ile resmi görüşme için Washington’a gitti. Tokat Reşadiye’de 7 askerimiz şehit bırakıldı.

● 30 Mayıs 2010: Başbakan Erdoğan, Güney Amerika resmi ziyaretine çıktı. PKK, İskenderun Deniz Komutanlığı’na saldırdı. 6 askerimiz şehit oldu. (Mavi Marmara da aynı gün.)

● 13 Nisan 2010: Başbakan Erdoğan, Nükleer Güvenlik Zirvesi için Washington’a gitti.
PKK, bu kez Samsun’un Ladik ilçesinde 2 polisimizi şehit etti.

● 20 Eylül 2011: Başbakan Erdoğan, BM için New York’a gitti. 3 terör saldırısı yapıldı.

● Washington’da Obama ile görüşmesinden birkaç saat önce yine PKK saldırdı. Diyarbakır’da polis servisine düzenlenen saldırıda 7 polisimizin canına kıyıldı…

Bütün mesele Ortadoğu’yu kimin yöneteceği sorusunda saklıydı. Avrupa mı, Amerika mı? Her iki taraf da son sözü söyleyebilmek için kesinlikle ve kesinlikle Ankara’yı yanına almak zorundaydı. Müslüman, demokrat, devlet geleneği olan, tarihi misyonu bulunan, kalabalık nüfus barındıran, güçlü ve etkili orduyla korku salan, para gücüyle söz sahibi olabilen sadece Ankara’ydı. Belki Türkiye şu an süper güç sayılmamaktaydı; oyunları kuran ülke konumuna henüz taşınmamıştı, ama yazılan senaryoları bozabilecek tek güç konumundaydı” yorumları da gerçekleri yansıtmaktaydı.

Türkiye’nin potansiyel imkânlarını ve gelecek fırsatlarını, mevcut iktidarın ve Sn. Erdoğan’ın hazır imajı gibi sunmak da ayrı bir istismardır ve umutları ucuza pazarlamaktır.

Brüksel ve Paris’teki patlamaları CIA ile NATO yaptırmıştı. Kimseden “TIK” çıkmamıştı. Orada bombalarla, silahlarla burada ise hem bombalarla hem manşetlerle sonuca gitmek istiyorlardı… Brüksel’de PKK’nın kurduğu çadır öncesinde de tepkiler üzerine kaldırılmış sonra tekrar yerine konmuştu. Terörle sarsılan DEVLET bir ülkenin canını yakan teröre destek veriyordu. Çadır yeniden kuruluyordu ve bu manşetlerden de duyuruldu. Yani NATO merkezi Brüksel, Ankara’ya “Terörle daha uğraşacaksınız. Kürt kartı benim istediğim şekilde çözülmedikçe de canınız yanacak” mesajı veriyordu. Fehriye Erdal’a orada kol kanat gererek de “Hem PKK’ya hem de operasyonlarımda kullandıklarıma sahip çıkarım” diyordu. Gözaltına alınan Rıza Sarraf olayı da böyleydi… “Ankara istenilen dış politika çizgisine gelsin” diye sopa olarak kullanılıyordu. Tabii biz burada Amerika’yı adalet dağıtan mekanizmanın kendisi olarak görüyorduk… Irak’a, Suriye’ye, Libya’ya, Afganistan’a, Bosna’ya bakmadan… Oysa büyük devletler sadece çıkarlarına bakar. Sarraf olayı da böyle… Babek Zencani, İran Merkez Bankası Başkanı’nın şoförlüğünü yapıyordu. Güvenilir bir isimdi. Belli ki çalıştığı kurum ve kişiler destek verdi. Önü açıldı. Zencani ambargo altında inleyen İran’ın petrollerini paravan şirketlerle satmaya koyuldu. Hepsi devletin güvendiği kişilerden seçiliyordu.

Babek’in sattığı şey BEYTÜL MAL yani devletin malıydı. Zencani bir süre sonra raydan çıktı. Tankerler açıkta beklerken İran’a mesaj gönderip “Alıcı ülke acilen indirim istiyor” diyordu. Öyle büyük indirimler alıyordu ki Tahran çaresiz kalıyordu. İndirimler servet olarak Babek’e geliyordu. Babek fiyatı düşürdükçe, ambargo altındaki yönetim mecburen “evet” dedikçe Zencani paraya para demiyordu… Götürülen, daha doğrusu çalınan İran’ın petrolden alacağı olan paraydı… Tabii manşetler bu olaylara böyle bakmıyordu. Zencani, İran’da yalnız değildi. Pek çok önemli isim ile iç içeydi. Yan yanaydı. Eğer Sarraf-Zencani ortaklığı varsa bu İran’ın iç meselesiydi. Çünkü onların başı ağrıyacaktı… Paranın miktarı bilinenden çok daha fazlaydı…

Ama medya verdiği gözlüğü kullanmamızı sağlardı. Amerika’nın ne yapıp edip İran’ı böleceği konuşulmazdı. Atılan manşetler, yapılan yayınlar beynimizin bir LOB’unu esir alırdı. Operasyon buydu. “Zihni ele geçirdik mi ülke ne ki” diye bakarlardı.

Dönelim tekrar Brüksel’e, Patlamalara bakalım. Bombalar ne zaman patladı? 22 Mart’ta… NATO’nun en üst rütbeli ve en önemli isimleri o gün izinliydi!? Bu kadar da değil üstelik. Bu isimlerin asistanları da o gün ortada yoktu. Mesela NATO’daki gücü bilinen General Mark Schissler o gün izne ayrılıyordu! Mazereti de kendisi de ortada yoktu. Amerika’nın NATO’daki çok etkili askeri olan General Philip Breedlove da 22 Mart’ta ortalarda görülmüyordu. Saldırılardan hemen sonra Danimarka, İrlanda, Polonya, İspanya, İsveç ve Hollanda gibi ülkeler BİRLİK’ten çıkmak istediklerini söyledi. Almanya- Fransa her türlü teminatı verdi. “Burnunuz kanamayacak!” dedi. Bakalım şimdi ne olacak? Söz yerine mi gelecek ya da o sözü birileri birilerine yedirecek mi?”[2]

Eh madem NATO’nun ayarını ve amacını biliyorsanız söyleyin bakalım; o halde Akdeniz ve Ege’den Avrupa’ya ulaşmaya çalışan Suriyeli göçmenleri yakalayıp tekrar Türkiye’ye kapatsın diye NATO’yu göreve çağıran… Ve aynı NATO’nun Suriye’ye müdahale etmesini savunan Sn. Recep T. Erdoğan hangi saftaydı ve neyin hesabındaydı?

Peru’da Ricardo Salazar diye bir adam çıkmış. Bu adamın “kehanetleri” aynen tutarmış… Kendisine “yeni Nostradamus” diyenler bile varmış. İşte bu Ricardo Salazar’ın iddiasına göre, önümüzdeki aylarda gökyüzünde çok büyük bir meteor dünyaya yaklaşacakmış… Bir bahane ile Çin de Japonya’ya saldıracakmış… 15 ya da 17 Mayıs 2016 günü, sabaha karşı saat 02.20’de (dakikası da belli ha!), bu meteor Puerto Rico açıklarında denize düşecek, yani dünyaya çarpacakmış. (Dokuz kilometre çapında ama “çok büyük” diyorlar.) Bu elbette büyük depremler ve tsunamiler yaratacak, 1 milyar 200 milyon insan yok olacakmış… Bu arada (bir yandan da Çin-Japon savaşı sürüyor), tam da 16 Haziran 2016 tarihinde Rusya ve Çin bu sefer el ele verip ABD’ye saldıracaklarmış… Böylece Üçüncü Dünya Savaşı çıkacak, fakat yalnızca dört ay sürecek ve savaşı Rusya-Çin ittifakı kazanacakmış… Dünya savaşının bitiş tarihi 25 Ekim 2016 olacakmış… Bununla da kalmıyor, 2018 sonu – 2019 başları gibi Rusya bir de İsrail’e saldıracakmış…

Sadece Amerika’yı değil, tüm dünyayı sarsan 11 Eylül saldırılarından iki gün sonra 14 Eylül 2001 tarihli Milli Gazete’de çok ilginç bir başyazı hem de meşhur “yıldız” imzasıyla yayınlanmıştı. Hem İkiz Kulelere çarpan uçakların, hem de bundan kısa bir süre önce Eyüp mezarlığında suikasta uğrayan Yahudi işadamımız Üzeyir Garih’in “cep bıçaklarıyla” halledilmiş olmasına, yani süper güçlerin ve son sistem teknolojilerinin işe yaramadığına vurgu yapılan çarpıcı bir başlık kullanılmıştı:

Bıçakların Kerameti!

Amerika’da meydana gelen saldırıların rengi netleşmeye başladı. Bütün dünya saldırıların son derece profesyonelce düzenlendiğinde hem fikir. Yine dünya kamuoyu tarafından paylaşılan ortak bir görüş daha var; o da ABD’nin şapşallığı, ya da çuvallamasıydı… Her şeyden önce saldırı bugüne kadar izlenen ABD patentli filmlerin tipik bir kopyasıydı. Dahası, saldırılarda izlenen yol Yeni Dünya Düzeni adına çalışan stratejistlerin bugüne değin yazıp çizdiklerinin de aynısıydı…

Saldırı ve saldırı sonrası süreçte dikkat çeken iki önemli ayrıntı vardı. Bunlardan birisi, ülkede tam bir yıkıma yol açacak saldırıları “Dünyanın en güvenlikli ülkesi”nde çok rahatça yapabilecek kadar profesyonelleşmiş(!) bir kadronun geride bıraktıkları ipucuydu!? Ölüme giden bu profesyonel kadro nedense yanlarına bir valiz alıp içerisine Kur’an-ı Kerim koymayı ve onu da havaalanında unutmayı ihmal etmiyordu… Ve ABD’nin beynini vuran saldırılardan zamanında haberdar olamayan CIA, FBI ve hatta MOSSAD, saldırıdan 24 saat sonra sabotajcıların isimlerini şak diye tespit edebiliyordu… İkinci önemli nokta da İsrail’in saldırıların hemen akabinde yaptığı açıklamaydı. Bütün dünya henüz olayın “bir film denemesi” olacağını düşünecek kadar şaşkınken İsrailli yetkililer yaptıkları açıklamada “İslami teröre karşı ortak mücadele” çağrısında bulunmuşlardı. Bu çok önemli ve çok dikkat çeken bir ayrıntıydı.

İsrail’in çağrısına ilk tepkinin NATO’dan gelmesi şaşırtıcıydı. Sözde dünyanın en ciddi kurumlarının başında gelen NATO, tarihinde ilk kez henüz belli olmayan bir düşmana karşı savaş kararı almıştı… Komünizmin yıkılmasıyla birlikte “yeni düşman” olarak İslam’ı tarif eden NATO’nun egemen güçleri, şimdi, bu henüz bilinmeyen düşmanın vurulacağı hedefleri bir bir sıralamaya başlamıştı. Nereler bu hedefler arasındaydı? Cevabı çok açık: Afganistan, Cezayir, Irak, İran, Filistin… (ve tabii asıl hedef Türkiye.)” Yani bizim coğrafyamız, bizim topraklarımız. Oysa aynı zihniyetin sahipleri, bu coğrafyada yıllardır bütün dünyanın huzur ve refahını arzulayıp çalışan insanlara (başta Erbakan’a) da geçit vermemiş, fırsat tanımamışlardı.

Türkiye dikkatli olmalıdır. Bu iğrenç senaryonun en önemli ayağı bizim canevimizi, Güneydoğu bölgemizi içerisine alacak şekilde hazırlanmıştır. Bir bıçakla Garih’i katledip Türkiye’mizin huzuruna kastedenler yine bir bıçakla ABD’nin göbeğinde binlerce insanı katledip bütünüyle İslam dünyasının huzuruna kastetmek üzere yola çıkmışlardır.”

 


[1] Ardan Zentürk / Star / 4 Nisan 2016

[2] Takvim / Ergün Diler / 31.03.2016

https://www.millicozum.com/mc/duyurular/azeri-ermeni-catistirilmasinin-anlami-bopun-son-asamasi-turkiye-parcalanmalidir

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi