Anasayfa » AYASOFYA İSTİSMARI, ERDOĞAN’I KURTARACAK MIYDI?

AYASOFYA İSTİSMARI, ERDOĞAN’I KURTARACAK MIYDI?

Yazar: yonetici
0 Yorum 269 Görüntüleyen

AYASOFYA İSTİSMARI,

ERDOĞAN’I KURTARACAK MIYDI?

        

Yusuf Halaçoğlu’nun Ayasofya İddiaları!

Habertürk canlı yayınında Ayasofya’nın ibadete açılmasına yönelik tartışmalara değinen Yusuf Halaçoğlu, Ayasofya’nın sahte belgeler ile müzeye dönüştürüldüğünü savunurken, bu caminin ibadete açılması gerektiğini açıklamıştı. Türk Tarih Kurumu eski Başkanı ve 24. 25. ve 26. dönem Milletvekili Yusuf Halaçoğlu, Habertürk’te Gün Ortası programına telekonferans yöntemi ile bağlanarak, Ayasofya tartışmalarına ilişkin görüşlerini aktarmıştı. Ayasofya’nın ibadete açılmasına ilişkin iki defa soru önergesi verdiğini hatırlatan Halaçoğlu, Türkiye’de ibadet edilmese dahi açık olan kiliseler olduğunu ve çanların çalınmasına izin verildiğini belirterek, Avrupa’dan gelen tepkileri sıralamıştı. Halaçoğlu’nun, “Ayasofya ibadete açılırsa ne olacak. Şu an zaten cami. Atılmış sahte imzalar ile burası müze yapılmış.” şeklinde konuşması kafaları karıştırmıştı. Canlı yayında bir belgeyi de yayınlayan Halaçoğlu, söz konusu kararnamedeki Mustafa Kemal Atatürk’ün imzasının sahte olduğunu vurgulamıştı. “Atatürk’ün imzası var ama imzada K. Atatürk şeklinde imza, ama karar Soy Adı Kanunu’ndan önce atılmış.” diyen Halaçoğlu’na şunu sormak lazımdı: İyi de bu durumda Atatürk’ü istismara kalkışan ve ona istemediği kararları uygulatan hangi odaklardı? Kaldı ki, Mustafa Kemal, soyadı kanunundan 1 ay kadar önceden K. Atatürk imzasını zaten kullanmaya başlamıştı. Üstelik Atatürk o zor süreçte Ayasofya’yı müze statüsüne sokarak kilise yapılmaktan kurtarmış ve ileride tekrardan cami yapılmasına zemin hazırlamıştı.

İYİ Parti adına Grup Başkanvekili Müsavat Dervişoğlu, Ayasofya’nın ibadethane olarak kullanılması amacıyla Meclis araştırma önergesi veriyorlardı. Ayasofya’nın ibadete açılmasını destekleyen ifadelerin yer aldığı araştırma önergesinde Dervişoğlu, “Gazi Meclisimizde kurulacak araştırma komisyonu vasıtası ile Ayasofya Camisi’nin Müslümanlar için ibadethane olarak kullanılması hususunda çalışmaların ivedilikle başlatılması gerekmektedir” diyorlardı. Önerge üzerine İYİ Parti’den Yavuz Ağıralioğlu, AKP’den Orhan Atalay söz alıp Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılmasını destekleyen konuşmalar yapmışlardı. Hatta CHP’li Faik Öztrak bile karşı çıkmamıştı. Ama hayret, bunun üzerine AKP Grup Başkanvekili Mehmet Muş söz almış, Danıştay’da devam eden dava sürecinin beklenmesini istediklerini hatırlatarak, bu önergeyi desteklemeyeceklerini açıklamıştı. Ve tabi herkes şaşkınlığa uğramıştı. Oysa istismarcılık ve riyakârlık AKP’nin karakter mayasıydı.

AKP’nin Ayasofya Konusundaki Samimiyetsiz Kurnazlığı!

Evet, Meclis’te enteresan bir olay yaşanmıştı. İYİ Parti, kurnazca bir “samimiyet testi” yaparak, AKP’nin ipliğini pazara çıkarmıştı. Konu; Ayasofya’nın ibadete açılmasıydı. İnsanımız çok uzun yıllardır Ayasofya’nın yeniden cami haline getirilmesini ve ibadete açılmasını istiyorlardı. Ancak “her nedense” AKP ellerinde sayısal güç olduğu halde bunu bir türlü yapamamışlardı.

Anlaşılan bir baskın seçime hazırlanan Erdoğan ve kurmayları, Ayasofya’yı saf inançlı kesimler üzerinde bir propaganda amacıyla kullanacaklardı. Oysa daha bir yıl bile olmadı, “Sultanahmet’i dolduralım önce de sonra Ayasofya’ya da bakarız” diyerek, bu yöndeki talepleri gereksiz bulmuşlardı. Ama bu sefer, “Ne yapalım hukukun gereği böyle oldu” diyerek bir kolaycılığa kaçmışlardı. Evet Danıştay’ın önünde bir Ayasofya dosyası vardı. Bunun kararı 2 Temmuz’da (2020) verileceği konuşulmaktaydı. Saraya yakın çevrelerin topluma pompaladığına göre, bu yargı kararına göre durum şekillenmiş olacaktı. Saray yazarları, “Bu iş bitti, Erdoğan, yargı karar verdikten sonra Ayasofya’yı ibadete açacak” diye yazıp duruyorlardı. Bu aslında açıkça yargıyı baskı altına almaktır, ancak bunun tam bir oyun olduğu, önceki gün yapılan bir “samimiyet testi” ile ortaya çıkarılmıştı. İYİ Parti, Meclis’e, “Ayasofya’nın ibadete açılması” için bir önerge verdi. Ama AKP “ret” oyu verirken, Ayasofya’nın açılması için yancılık yapan MHP ise “çekimser” kalmıştı. AKP Grup Başkanvekili Mehmet Muş ise, “Danıştay kararına göre karar vereceğiz, konuyu Temmuz ayında ele alacağız” deyip çıkmıştı.

Şimdi gelelim en önemli noktaya; Danıştay’ın önündeki dosya, Ayasofya’yı müze haline getiren 1934 yılına ait kararnamenin iptali ile alâkalıydı. Bir vakıf, bu kararnamenin sahte ve usulsüz olduğu iddiasındaydı. İşte Danıştay, bu konuyu karara bağlayacak. Karar iptal yönünde çıkarsa, Ayasofya’nın yeniden cami haline getirilmesi için başka kararlar alınması gerekli olacaktı. Oysa Mecliste AKP ve MHP o kararnamenin iptali söz konusu olmadan da Ayasofya’yı ibadete açabilecek güçte bulunmaktaydı, ama AKP bu yola hiç başvurmamıştı. Sözde “yargıya bağlılık” adı altında, toplumun bir bölümüne havuç sunulmaktaydı. İYİ Parti’nin teklifinin hiç görüşülmemesi ve topun taca atılması ile AKP’nin Ayasofya konusunda sadece oyun oynadığı ve halkın inançlarını sömürdüğü gerçeği kanıtlanmış olmaktaydı.

Daha da önemlisi; AKP milletvekilleri, kendilerine ait bir iradelerinin olmadığını da kanıtlamışlardı. Bugün Ayasofya’nın açılışına karşı çıkan milletvekilleri, muhtemelen Temmuz ayı geldiğinde saraydan gelen işarete göre davranacaklardı. İYİ Parti’nin yaptığı samimiyet testi sonunda sınıfta kalan AKP milletvekilleri, hiçbir konuda emir almadan tek bir işlem bile yapamayacaklarını da cümle âleme göstermiş durumdalardı.” diyerek sinsi siyaset müptezelliğine ve AKP’nin samimiyetsizliğine dikkat çeken Can Ataklı’nın: “Erdoğan’ın, Erbakan’dan kurtulmak için dış güçlerce parlatıldığını” itiraf eden sözleri oldukça anlamlıydı.

Babacan, yarın bu söylediklerini unutmamalıydı!

Erdoğan’ın gidici olduğuna inanan bazı çevreler, “yeni kurtarıcı” olarak Ali Babacan’ı pompalamaya çalışıyorlardı. Aslına bakarsanız 2000’lerin başında oynanan oyun, yeniden sahneye taşınmıştı. Hatırlayınız; bir Amerikan projesi olarak, Türkiye’de “daha İslami görünümlü” bir iktidar dayatması yapılmıştı (ve AKP böyle ortaya çıkmıştı). Erbakan ekolü “fazla milli olduğundan”, daha yumuşak, daha uyumlu ve egemen güçlerin taleplerini daha sorunsuz yerine getirecek bir iktidara ihtiyaçları vardı. İşte AKP bu maksatla oluşturuldu, Erbakan yerinden edildi, toplumda yaratılan algıyla Türkiye’de iktidar ilk kez gerçek anlamda siyasal İslamcı (yani Din istismarcısı) görüşe bırakıldı. Geçen sürede elbette Batı’nın tüm talepleri karşılandı. Ancak görünen o ki, egemen çevrelere göre bu iktidar yoruldu, yıprandı ve eskiye oranla uyumu azaldı.

Şimdi bunu değiştirmek için yeniden kollar sıvandı. Nasıl Erbakan’ı indirmek için içeriden bir ekip bulunduysa, şimdi de aynı yöntemle hareket başlatıldı. Erbakan’ı indiren ekipten birileri, şimdi Erdoğan’ın karşısına çıkarıldı. Aslında Erdoğan’dan hiçbir farkı olmayan Ali Babacan’ın, günlerdir medyada pohpohlanarak reklamı yapılmaktaydı. Oysa bugün Erdoğan’dan kurtulmak için bir başka siyasal İslamcıya sarılmak, yağmurdan kaçarken doluya tutulmaktı” diye sızlananlara; iyi de şimdi sormak lazımdı: Erbakan aleyhine tezgâhlanan 28 Şubat postmodern darbesini hazırlayan dış güçleri, ve onların hamiyetsiz ve haysiyetsiz iş birlikçilerini niye hararetle alkışlamışlardı?

Kimler “Aman, Ayasofya elden çıktı!” diye bağırmaktaydı?

“İstanbul’un kurucusu Bizans Kralı Konstantin olmaktaydı. (Yıl 306-337) Kendisi çok tanrıya inanmaktaydı. Kesinlikle Hristiyan değil, Pagan kültürle yetiştirilmiş bir insandı. Hatta “Güneş Tanrısı” diye kendi heykelini bile yaptırmıştı. Ancak Ayasofya’nın yapılmasına karar veren İstanbul’un kurucusu Konstantin değil, onun oğlu Constantius’tu. İnşaatı o başlatmış, yapımı 34 yılda tamamlanmıştı.

Ayasofya, Roma bazilikası formunda; ahşap çatılı, dikdörtgen planlı tasarlanmıştı. O yılların İstanbul’unun kilit noktasına; Büyük İmparator Sarayı, Hipodrom, Milium Sütunu, en önemli cadde Mese’ye hakim noktaya yapılmıştı. Adına, Hz. İsa’nın “Tanrısal bilgeliğini” ifade eden “Ayasofya” adını koymuşlardı. Açılış günü içine altın ve gümüşten birçok eşya yerleştirildi, altın sırmalı ve kıymetli taşlarla süslü örtüler serildi, kapılara sırma işlemeli perdeler asılmıştı. Yıl: 360’tı. 395 yılına gelindiğinde İstanbul, Doğu Roma’nın başkenti yapılmıştı. Batılı tarihçiler, “Bizans…” diye bir isim bulmuşlardı. Oysa Bizans adlı bir köy var ama “Bizans İmparatorluğu” diye bir isim yok. Gerçek olan: Doğu Roma İmparatorluğuydu. Yani Anadolu coğrafyasıydı. İstanbul’un kurulmasının ve Ayasofya’nın yapılmasının Yunanistan’la tarihsel bir bağı da bulunmamaktaydı. Yunanistan da o yıllarda Doğu Roma’nın sadece bir bölgesi olmaktaydı ve aynı dili konuşuyorlardı. Batılı tarihçilerin çarpıtması ve eski Yunan kültürünü köpürtüp öne geçirmesi ile Ayasofya’nın ve İstanbul’un Yunanlı olduğu sahte tezini kurgulamışlardı. Böylece Yunanistan bedavadan Ayasofya’ya sahiplenmeye başlamıştı.

İstanbul, Doğu Roma’nın başkenti yapılınca, Ayasofya da kentin sadece dini değil politik, sınıfsal ve toplumsal olaylarının odak noktası halini almıştı. İmparatorun karısı imparatoriçe Eudoksia, İstanbul patriği Jean ve tahtın arkasındaki güç hadım harem ağası Eutropius arasında iktidarı ele geçirme kavgası kızışmıştı. Tartışılan en önemli konu, Hz. İsa’nın tanrısal kişiliği olmaktaydı. Bir taraf, “Hz. İsa Allah’tır” diyordu. Diğer taraf, “Hz. İsa Allah’ın oğludur” demekteydi. Öbür taraf “Hz. İsa sadece Allah değil, aynı zamanda İnsandır. Annesi Meryem de hem Allah’ın annesi ve hem insan İsa’nın annesidir” diyordu. Tartıştılar. Sonunda “Allah-Oğul-Kutsal Ruh” üçlemesi böyle oluştu. Ve büyük komutan (ve Peygamber müjdesine mazhar kutlu insan) Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul’u 1453 yılında fethetti, Ayasofya’yı da camiye çevirdi. Mustafa Kemal Atatürk döneminde de “Müze” yapıldı. 1991 yılında Turgut Özal döneminde ise hem müze ve hem de öğle ve ikindi namazlarının kılındığı ve Kur’an okunduğu “müze-camiye” dönüştü.

Ve şimdi 2020’ye geldik. Tayyip Erdoğan yönetimi, ekonomiyi derin krize sokmuş, partisi halk desteğini yitirmeye başlamıştı. Tabanı giderek eriyordu. Erdoğan “Ayasofya’yı yeniden ibadete açmak” söylemini köpürtmeye ve tabanındaki erimeyi durdurmaya çalışmaktaydı. İYİ Partililer de karşı strateji geliştirip “Ayasofya ibadete açılsın diye” önerge veriyorlar, ama Meclis’te AKP milletvekilleri bu önergeyi reddediyorlardı.” diyen sözcü yazarı Necati Doğru yazısını şöyle bağlamıştı:

“Elde bir Ayasofya kalmıştı. Ayasofya da elden gitti!”

Şimdi bu yazara ve aynı kafayı taşıyanlara sormanın tam zamanıydı: “Elde bir Ayasofya kalmıştı, o da elden çıktı!” sözlerini; a) Yunanlılar adına mı? b) Yerli sabataist ve sosyalist takımı adına mı? c) Yoksa dolaylı olarak AKP’ye haklılık kazandırmak adına mı kullanmıştınız? Ayasofya cami olursa kimin elinden çıkmış olacaktı?

Türkiye Büyük Millet Meclisinde, hiç utanıp sıkılmadan: “Sadece Ayasofya değil, Sultanahmet Camisi de müze yapılmalıdır!” diyecek kadar küstahlaşan CHP milletvekili ve sözde hukuk profesörü İbrahim Kaboğlu ile işte bu yazar takımı, bilerek veya bilmeyerek dindar halkımızı AKP tuzağına iten figüranlar konumundalardı.

Soner Yalçın hâlâ yırtınıyordu: “Asıl kaybeden Erdoğan olacaktı!”?

Kaç kez daha yazacağım… Yalın gerçeği anlatamıyorum bir türlü: Odatv’yi kapatanlar… Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu’nu tutuklayanlar… Müyesser Yıldız’ı gözaltına alanlar… Sahiden ne yapmak istediğinin farkındalar mı? Gerçekte Odatv mi hedef? Yoksa;

-Asıl Türkiye’ye operasyon yapılmıyor muydu? -Asıl AKP’ye operasyon yapılmıyor muydu? -Asıl Erdoğan’a operasyon yapılmıyor muydu?

Başta Erdoğan olmak üzere AKP kurmayları bunu nasıl göremiyorlardı? Devlet Bahçeli operasyonun asıl hedefinin kendi ittifakları olduğunu ortağına söylemiyorlar mıydı? 

Odatv’nin Libya operasyonuna destek verdiğini dünya âlem bilip durmaktaydı. Peki…Bu derece göze sokarcasına zorlama casus suçlamalarının altında ne yatmaktaydı? Kırk yıllık ülkücü Müyesser Yıldız‘ın “casus” olduğuna hangi AKP’liyi, MHP’liyi inandıracaklardı? İktidarın hiç mi politik strateji bilen danışmanı kalmamıştı? Kimse sormuyor mu bunları? Duygularıyla değil siyaset aklıyla bir durup serinkanlı baksalar kavrayacaklardı:

Asıl hedef kendileri (yani Erdoğan) değil miydi?

Asıl hedef Türkiye istikrarı değil miydi? Bu operasyonlar, FETÖ’nün propaganda elini kuvvetlendirmeyecek miydi? Bu operasyonlar, FETÖ soruşturmaları-yargılamaları üzerine şaibe yaratmak isteyenlerin işine gelmeyecek miydi?”[1] diye feryat eden sosyalist, Darwinist ve Kemalist Soner Yalçın’ın bu Erdoğan uyarıları ve AKP’yi koruyup kurtarma çabaları, hangi milli ve insani kaygılara dayanmaktaydı? AKP iktidarının ve Erdoğan’ın aleyhine sonuçlar doğuracağından kuşkulandığı bu yanlış adımları(!) bunlara hangi odaklar attırmaktaydı?

Oysa Ayasofya tartışmasıyla: İktidar, suni gündemle bir taşla iki kuş vurma amacındaydı!

Ülkedeki ekonomik, siyasal ve sosyal bunalım üçgeninden kaçmak isteyen iktidar cephesi, Ayasofya tartışmasıyla kendine bir ‘nefes odası’ oluşturma çabasındaydı. Hedefte hem Cumhur İttifakı’nın seslendiği kitlenin konsolidasyonu sağlamak hem de Millet İttifakı’nı din-siyaset gerilimi üzerinden dağıtmak vardı.

1934 yılından günümüze kadar hâlâ müze olarak tüm dünyadan ziyaretçilerin ilgisini çeken UNESCO Dünya Mirası listesindeki Ayasofya, Cumhuriyet tarihi boyunca birçok kişi ve kurum tarafından siyasetin bir aracı haline getirilmeye uğraşılmıştı. İlk olarak 1967 senesinde İstanbul’u ziyaret eden Papa 6’ncı Paul’un Ayasofya’ya giderek dua etmesinin ardından Milli Türk Talebe Birliği, bu ziyaretin ertesi günü Ayasofya’da namaz kılmış, Müzenin statüsünün tartışılmaya başlandığı bu olaydan yıllar sonra, Osmanlı döneminde yapının dışına inşa edilen Hünkâr Kasrı, 1991’de ibadete açılmıştı. Temmuz 2016’da, Ayasofya’da Diyanet tarafından ‘sahur programı’ yapılması ve bunun devlet televizyonu TRT’de ekrana getirilmesinin ardından Yunanistan’dan tepki yağmıştı. Aynı sene Ekim ayında, ibadete açık olan Hünkâr Kasrı’na Diyanet tarafından imam atanmıştı. Ayasofya’nın tekrar cami olarak ibadete açılmasını savunanlar, haklı olarak buranın tapusundaki cami ibaresini kanıt gösteriyorlardı.

AKP iktidarının ilk yıllarında Batı devletleriyle oldukça olumlu bir ilişkisi olan Erdoğan, Ayasofya’nın ibadete açılması konusuna önceleri olumsuz yaklaşmıştı. Konuya dair geçmişte yaptığı açıklamalarda, “Sultanahmet’in boş olduğu, Ayasofya konusunun ise birilerinin oyunu olduğu” gibi ifadeler kullanmıştı.

29 Mayıs 2020’de Erdoğan’ın dev ekrandan bağlandığı Ayasofya’da “İstanbul’un Fethi’nin 567. yıldönümü etkinlikleri” kapsamında Fetih Suresi okutmuşlardı. Bu etkinliğin ardından Yunanistan yine haddini aşan açıklamalar yapmıştı. Yunanistan Hükümet Sözcüsü Stelios Petsas, ‘Fetih’ etkinliklerini bir ‘meydan okuma’ olarak yorumlamıştı. Sonunda Cumhurbaşkanı Erdoğan, TRT ekranlarındaki konuşmasında, Ayasofya’nın statüsü konusunda Danıştay’ın vereceği karara göre hareket edileceğini duyurmuşlardı. Ayasofya konusunda 1934 yılındaki karara itaat edilmesi gerektiğini söyleyen tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı ise “Çocuk oyuncağı değildir, politika aracı yapılmamalıdır, tehlikelidir. Bunu karşılayacak gücünüzün olması gerekir” değerlendirmesini yapmıştı.

Birçok kesim tarafından Ayasofya’nın statüsü konusunun tekrar gündeme gelmesi, AKP’nin gerek ekonomik gerekse de siyasal sıkışmışlığını aşmak için suni bir gündem yaratarak ‘dikkatleri başka yöne çekme çabası’ olarak yorumlanmıştı. AKP’nin son 3-4 yılda sıklıkla yaptığı gibi, Ayasofya üzerinden de kendi tabanı üzerinde etkili olacak bir motivasyon yaratmaya çalıştığı anlaşılmaktaydı. Ayasofya tartışmalarına MHP lideri Bahçeli’nin de üst perdeden dahil olması ve “Ayasofya’dan çan sesi değil, Allah’ın izni ile ezan sesi yükselecektir” ifadelerini kullanması, istismarın hangi boyutlara ulaştığının kanıtıydı. Bu noktada Erdoğan-Bahçeli ikilisinin, ülke idaresinde karşılarına çıkan ve kendi ittifaklarını dağıtma potansiyeli taşıyan gerçek problemleri, Ayasofya ve benzeri suni siyasal tartışmalarla perdelemek istediği de açıktı.

Herhalde Ayasofya tartışmasının bir başka hedefi de iktidar cephesinin muhalefet konumundaki Millet İttifakı’nda bir iç çatışma alanı oluşturmaktı. Millet İttifakı’na dahil olan partilerin din-siyaset ilişkisine olan farklı yaklaşımları, Erdoğan ile Bahçeli tarafından önemli bir koz olarak kullanılıp kışkırtılmaktaydı. Zaten Cumhur İttifakı’nın son dönemlerde sık sık din temelli tartışmaları gündeme getirerek, karşı cephede bir yarık oluşturma çabası sırıtmaktaydı. Ayasofya tartışmasından önce, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın eşcinselleri hedef alan sözlerinin ardından başlayan tartışma da bu maksatla kurgulanmıştı. Millet İttifakı’nın güçlü partileri olan CHP ve İYİ Parti tartışmalarda net bir tutum almaktan kaçınırken, Saadet Partisi ise eşcinsellere karşı olan reddiyeci konumunu ısrarla vurgulamıştı.

Ayasofya meselesinde de Millet İttifakı’nın net bir tutum almaktan kaçınacağı anlaşılmıştı. CHP Sözcüsü Faik Öztrak tarafından yapılan, “18 yıldır iktidardasınız. Şu anda parti devletini de kurdunuz. Tek adamın bir kararnamesine bakar iş. Bunu daha fazla istismar etmeyin. Bunun üzerinden siyaset yapmayın. Açacaksanız açın” şeklindeki açıklamaları da böyle okunmalıydı. Millet İttifakı’nın diğer bileşenlerinin konu hakkındaki görüşleri daha net olsa da ittifakı korumak adına temkinli yorumlar yapmaları dikkatlerden kaçmamıştı” tespitleri haklıydı.

Ayasofya tartışmaları gündemdeki sıcaklığını korurken Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu; “Ayasofya’nın kesinlikle uluslararası bir konu olmadığını” belirtip ABD’yi kastederek: “Kimse Türkiye’yi sorgulamasın. ABD gibi bir ülkenin Türkiye’yi sorgulaması abesle iştigal. Kendilerinde ırkçılık var, Müslüman düşmanlığı var, yabancı düşmanlığı var. Türkiye ise tam tersini yapıyor. Böyle bir durumda Ayasofya’nın tartışmaya açılması, fetihten 567 yıl sonra Ayasofya’yı hatta İstanbul’u tartışmaya açmak manidar” ifadelerini kullanmıştı.

Açıklamasının devamında Ayasofya’nın tapusunu gösteren Çavuşoğlu, “1972 UNESCO sözleşmesine baktığımızda o mülkiyetin bu şekilde cami ya da başka türlü kullanılmasına ilişkin bir şey yoktur. Bir derneğimiz Danıştay’a başvurdu. 2 Temmuz’da Danıştay kararını verecek. Burası bizim kendi egemenlik alanımız” şeklinde çıkışmıştı. Yunanistan’la yaşanan gerginliği de değinen Çavuşoğlu: “Esasen dini azınlıkların hakları konusunda sadece bize değil, dünyaya ders verecek en son ülkelerden biri Yunanistan’dır. Avrupa’da camisi olmayan tek başkent Atina’dır. Selanik’te sürekli açık bir cami bulunmamaktadır. Batı Trakya’da Türk azınlıkların seçtiği müftüler namaz kıldırdığı için ceza almışlardır. Oradaki Türk adını bile kullanamamaktadır. Yunanistan bu konuda üç kere mahkûm edilmiş durumdadır.” sözleriyle AKP iktidarının istismar amacını ve ucuz kahramanlık atılımlarını gizlemeye çalışmaktaydı.

Sonuç olarak,

Kanuni Sultan Süleyman döneminde, 40 çeşme sularının İstanbul’a ulaştırılması merasiminde, Zenbilli Ali Efendi’nin Sadrazama söylediği: “İslam’a ve ahlâka aykırı bazı Haçlı Batılı kanunları yersiz ve gereksiz olarak yasalarımıza sokmakla öyle bir halt işlediniz ki, bu içme suları kırk yıl aksa o pisliği temizleyemez!” ikazlarını şimdi AKP iktidarına hatırlatmak lazımdı: Siz zinayı ceza olmaktan çıkarmak ve eş cinselliği serbest bırakan İstanbul Sözleşmesini imzalamakla öyle çirkeflerin önünü açtınız ki Ayasofya’yı ibadete açsanız bile, bu günahlarınıza asla kefaret olmayacaktır. Ve bu, suni ve samimiyetsiz tavırlarınız sizi Allah’ın kahrından kurtaramayacaktır!..

 

 

 

 


[1] (Bak: https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/soner-yalcin/asil-kaybeden-5863248/)

AYASOFYA İSTİSMARI, ERDOĞAN’I KURTARACAK MIYDI?

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi