Anasayfa » ”AYASOFYA’NIN PERDE ARKASI” NE MAKSATLA AÇTIRILDI VE HANGİ SONUÇLARI DOĞURACAKTI? ERBAKAN HOCANIN RÜYADA ANLATTIKLARI!

”AYASOFYA’NIN PERDE ARKASI” NE MAKSATLA AÇTIRILDI VE HANGİ SONUÇLARI DOĞURACAKTI? ERBAKAN HOCANIN RÜYADA ANLATTIKLARI!

Yazar: yonetici
0 Yorum 69 Görüntüleyen

AYASOFYA’NIN PERDE ARKASI… NE MAKSATLA AÇTIRILDI

VE HANGİ SONUÇLARI DOĞURACAKTI?

        

ERBAKAN HOCA'NIN RÜYADA ANLATTIKLARI!

      

FATMA BETÜL ERİŞKİN’İN RÜYASI – KONYA / 19.07.2020

Rüyamda: İstanbul'da oluyorum. Daha evvel gezip görmediğim eski, tarih kokan, yolları taşlarla örülmüş sokaklarda yürüyorum. Küçüklü büyüklü sokakların giriş-çıkışlarında beni etkileyen, sıcacık, huzur dolu eski taş mezarlar görüyorum. Her birine Fatiha okuyarak ilerliyorum. Bir süre sonra yorulduğumu fark edip, bir söğüt ağacının altına otuyorum. İçimden: “Keşke bir şişe soğuk suyum olsaydı!” diye geçiriyorum. Etrafa bakınıyorum, bakkal market vesaire de göremiyorum. İlerden bana yürüyen birini görüyorum. Yaklaşınca gelen Zatın Aziz Erbakan Hocamız olduklarını görüyorum. Mübarek ellerinde bir şişe su bulunuyor. Erbakan Hocamız su şişesini bana uzatıyor ve: “Hava sıcak, susuz da bir yere oturmuşsun!” buyurdular. Ben: “Aziz Hocam, buraya bilinçli olarak oturmadım ki. Yorulunca, ne çeşme ne market hesaplamadan oturuverdim!” dedim. Erbakan Hocamız: “İstanbul'da yazın, gündüz saatlerinde camii içlerini, sarayları veya dehlizleri tercih edeceksin!” buyurdular. Ben: “Sarayı, camiyi anladım da, dehliz nedir Aziz Hocam?” diye sordum. Erbakan Hocamız: “Dehlizler, bu cami saray vesaireleri birbirine bağlayan geçitlerdir. Kimi sulu, kimi kuru ama hepsi de serin serin olur!” buyuruyorlar. Elimden tutup beni kaldırdılar. Oturduğum yerdeki rögar kapağını kaldırıp açtılar, aşağıya atladılar ve bana da atlamamı talimat buyurdular. Ben, biraz korkup çekinerek atladım. Önde Erbakan Hocamız arkalarında ben, önce otuz kırk kadar taş merdivenle aşağıya indik, sonra sağı-solu, altı-üstü taşlarla örülmüş, kenarlarından su sızan, toprak kokan yollardan yürüdük. Ne kadar yürüdüğümüzü hatırlamıyorum, birden, içi su dolu, geniş geniş kanallara geldik. Ara ara su damlaması sesleri geliyordu. Ortam loş olduğu için etrafı net göremiyordum. Erbakan Hocamız: “Telefonunun ışığını yaksan da, neler varmış görüp anlasak!” buyurdular. Ben hemen telefonumun ışığını yaktım. Özenle örülmüş yer altı şehri gibi bir yer gördüm sanki. Erbakan Hocamız: “Burası nereye çıkıyor, bakalım bilebilecek misin?” buyurdular ve yukarıya doğru açılan bir rögar kapağını iterek açtılar. Demir basamaklardan yukarı çıktılar. Ben de arkalarından çıktım. Çıktığımız yer Ayasofya ve Yere Batan Sarnıcının ortası oluyordu. Ben: “Aziz Hocam, nereden ta nereye gelmişiz?” dedim. Erbakan Hocamız: “Bu yeraltı koridorlarını, Bizans İmparatoru Justinianus yaptırmış. Saraydan Ayasofya’ya, oradan da başka yerlere hep bu yer altı tünellerinden gider gelir, halk geliş gidişini görmediği imparatorun bir anda bir orada, bir başka yerde oluşunu onun azizliğine verirler, İmparatoru aziz zannederlermiş!” buyurdular. Beraberce Ayasofya'nın önce avlusuna, sonra içine girdik. Bomboş ve karanlıktı. İki ellerini birbirine vurarak içeride sayısız mum ve kandilin yanmasını sağladılar. Her yer aydınlanmıştı. Erbakan Hocamız: “İstanbul'da en çok nereyi özlemiştin?” buyurdular. Birçok yer saydım. Erbakan Hocamız: “Ayasofya’yı özlemedin mi?” buyurdular. Ben: “Aziz Hocam, burası genelde kalabalık ve basık, o yüzden çok iç açıcı gelmiyor bana. Birkaç kez geldim, fakat özlemediğim yerlerden biridir doğrusu” dedim. Erbakan Hocamız: “Ayasofya'nın geçmişini bilmediğin, değerini anlamadığın içindir! Sadık (Yamanoğlu) kardeşime de selamımı ilet. Lise yaşındaki gençlere Adil Düzen Eğitimini çok güzel düşünmüşler. Robotik kodlama vesaire fikirleri çok güzel ve gerekli fakaat; İstanbul’u, Fatih’i, Ayasofya’yı, Bizans'ı, Siyonizmi, Hak-Bâtıl mücadelesini temelden anlatmadan, bunların şuuruna vardırmadan üniversite sınavında birinci olsalar nee? Derecelerle üniversiteye yerleşseler nee? Plan ve programlarını oturtsunlar, “Bismillah” desinler. Niyetleri hayır akıbetleri hayır olur inşallah!” buyurdular. Bir sütunun önüne oturup, benim de oturmamı talimat buyurdular. Ben de oturdum. Uzun uzun, çok güzel ve yumuşacık bir ses tonu ile anlatmaya başladılar.

Erbakan Hocamız: “İmparator Justinianus daha evvel iki kez yapılıp birinde yakılan, diğerinde yıkılan Ayasofya'nın yerine büyük, ihtişamlı bir mabet-katedral yaptırmak ister. Bunun için tüm mimarlarını toplar. Emir verir. Sayısız proje ve çizimler yapılır. İmparator hiçbirini beğenmez. En son İsodoros isimli bir mimar, gece boyu bir proje üzerinde çalışır. Çizdiği hiçbir projeyi de beğenmez, yırtıp atar ve yorgunluktan uyuyakalır. Rüyasında, Ayasofya'nın son halini proje olarak çizer. Uyanınca, rüyasında gördüğü projenin aynını çizer ve imparatora götürür. İmparator çizimi beğenir, hızla yapımına başlanır. Bizans İmparatoru Justinianus, inşasına öncülük ettiği ulu katedralin (Ayasofya’nın) açılış günü, ana kapıda durur ve şöyle der: “Ey Süleyman, seni geçtim!” Kibir kokan bu cümleyi, milattan yüzyıllar önce, inşaatı tamamlanan Süleyman Tapınağını aşan bir mabet yaptırdığını düşünerek sarf eder. Ona göre Hz. Süleyman’ın (AS) mabedi “eski tapınak”, kendi eseri Ayasofya ise “yeni tapınak”tır. Yani yeni bir kıbledir.

Rockefeller ailesinin atası John Davison Rockefeller, İngiltere Kralı ile birlikte, 1936’da İstanbul’a gelir, Ayasofya’yı ziyaret eder. John Rockefeller, Yeni Dünya Düzeni fikrinin mimarı olan David Rockefeller’in dedesidir. Kral, Rockefeller ve yanlarında Ayasofya’yı ziyaret eden diğer isim, Ayasofya'nın müzeye dönüştürülmesinin gizli kahramanlarından Thomas Whittemore de vardı. Bu adam, Amerikan Bizans Enstitüsü’nün kurucusudur. Bu gizemli ziyaretten çok değil iki yıl önce, (son olarak 1934 yılının Ramazan ayında) Ayasofya, Kadir Gecesinde on binlerce Müslümanla dolup taşmış ve bu durum düşman için bardağı taşıran son damla olmuştur. Altı, içi, üstü kendilerince çok özel ve kutsal eşyalarla dolu olan bu ulu mabet, nasıl olurdu da halâ Müslümanlara secdegâh ve kıblegâh olabilirdi? Bir şeyler yapmak gerekirdi. İngiliz bayan gazeteci Grace Mary Ellison, o dönemin papası 11. Pius'un “Ayasofya'nın kilise olarak, en kötü ihtimalle müze olarak yeniden düzenlenip açılması” ile ilgili talebini Atatürk'e iletmek için Ankara'ya gelir. Ankara’da Mustafa Kemal Paşaya, Papanın barış için atılmasını istediği, kendilerince küçücük adımını ve arzularını söyler. Ardından Paşaya, Hristiyanlara karşı cömert davranışının ne ve nasıl olacağını? sorar. Ayasofya bir Hristiyan kilisesi olduğuna göre, Hristiyanların ruhani lideri Papaya geri verilip verilemeyeceğini sorar. Mustafa Kemal Paşa: “Eğer Hristiyan kilisesinin tek bir kolu olsa idi, Ayasofya şimdi bizim Müslüman geleneklerimizin en değerli parçası olmasına rağmen, belki karışık ve kirli oyunlarınızla bu mümkün olabilirdi. Fakat Hristiyan kilisesi mezhep olarak birbirlerine düşman o kadar çok parçaya bölünmüştür ki, bu meseleyi imkânsız hale getirmiş durumdadır. Bunlar Ruslar, Yunanlar, Anglikanlar vesaire, bizim topraklarımızda Ayasofya için savaşmaya kışkırtılacaklardır. Ve sizin barış adı altındaki öğütleriniz, sonu gelmeyecek bir çatışmaya yol açacaktır!” diyerek ustaca “Hayır” demenin yolunu bulmuştur. Buradan da anlıyoruz ki, Atatürk'e, Ayasofya'nın kilise yapılması defaatle teklif edilmiş, hatta bastırılmış, Atatürk bunu her defasında kesin bir dille reddetmiştir. Yıllar sonra üzerinde çokça düşünülmüş, türlü oyunlar, türlü baskılarla 1934 yılında Atatürk'ün başkanlık ettiği bir toplantıda (aralarında Masonların ve Sabataistlerin çoğunlukla bulunduğu) vekiller heyeti tarafından, Ayasofya'nın müzeye dönüştürülmesi kararı alınmıştır ve Atatürk yalnız kalmıştır. 28 Şubat sürecinde alınan kararlar nasıl ki kurulunun çokluğu ile alınmış, bizim tamamen isteğimiz ve imzamız dışında gerçekleşmişse, Ayasofya'nın müzeye çevrilmesi kararında da Atatürk’ün bulunduğu durum aynıdır. Onu en iyi biz anlarız!

Şimdi konumuza, Thomas Whittemore'a geri dönelim. Bu adam profesyonel bir arkeolog değildi. Fakat Bizans eserlerine ömrünü adamış birisiydi. Bize göre CIA tarafından haber elemanı olarak kullanılmıştı. Buraya geldiği dönemde ömrünü Bizans tutkusuna vakfetmişti. 1930’larda Amerikan Bizans Enstitüsünü kurmuştu. Enstitünün amacı; Bizans’tan kalan anıt ve eserleri bulmak, restore etmek, belgelerle muhafaza etmekti. 1931’de Ayasofya’daki Bizans mozaiklerini ortaya çıkarmak için girişimde bulundu. 1950’ye kadar mozaikle Ayasofya'nın dehlizlerinde saklananları vesaire bulmak, ortaya çıkarmak için uğraştı. Bu adamın mesleğini, kimliğini “şecere arkeoloğu” diyerek araştırın, karanlık ailesi ta 16. yüzyıla dayanır. Arkeolog maskeli meşhur casus Lawrence de bu karanlık ailedendir. Bunların mikro portresine kafa yoracak değiliz elbette ama şurası önemli; Ortadoğu üzerinde epey çalışmış, Whittemore'un casuslukta yapmış olduğunu bir diğer romancı; Lawrence Durrel'in 'İSKENDERİYE DÖRTLÜSÜ'nü çağrıştıran bir roman serisi vardır. İsmi de çok enteresan; “KUDÜS DÖRTLÜSÜ” Kendisini ümmetin çürümesine, İslami eser ve tarihin yok edilmesine adamış, eşcinsel bir çöp olarak yaşamış ve yine aynı çöplükte ölüp gitmiştir!” buyurdular ve oturdukları yerden ayağa kalkarak, Ayasofya’nın içini tek tek anlatarak bana gezdirdiler. Erbakan Hocam hem beni gezdirdiler, hem de anlatmaya devam ettiler: “Bu gördüğün yapıt, 916 yıl kilise olarak ibadete açık kalmıştır. Bu duvarlar içinde birçok zulüm, birçok haksızlık yaşanmış, kan akıtılmış, canlar alınmış, yapımında, dünyanın dört bir tarafındaki tapınaklardan getirilen sütunlar kullanılmış, temeli daha iyi tutsun diye kilolarca altın ve gümüşle atılmıştır. Bir savaş sırasında Ayasofya yıkılır ellerindeki hazinelere el konursa Ayasofya'nın temelindeki altın ve gümüşle Ayasofya yeniden yapılabilir, hatta bir şehir yeniden kurulabilir diye düşünülüp tasarlanmıştır.

İmparator, Hz. İsa'nın çarmıha gerildiğini düşündükleri haçı ve çarmıha gerdiklerinde kullandıkları çivileri Kudüs’ten getirtip, Ayasofya’daki gizli bölümlerden birine saklatmıştır. Sebebi ise; Hz. İsa'nın çarmıha gerilişinden kırk bin yıl sonra dünyaya, Ayasofya’ya inecek olmasına inanmasıdır. Bizim Hızır’ın (AS), parmağını sokarak Ayasofya’yı kıbleye doğru çevirdiğini inandığımız sütunun Hz. Meryem’in evinden geldiğine inanırlar. Ağlayan sütun adını verdikleri bu sütun, Hz. İsa’yı yakalayıp işkence ederek çarmıha gerip öldürdükleri haberini alan Hz. Meryem’in bu sütuna yaslanarak gözyaşı döktüğüne, gözyaşından bir damlanın isabet ettiği bu sütunda, kezzap değmişçesine eriyip büyükçe bir delik oluştuğuna inanırlar. Bu deliğe parmaklarını sokarak çevirdikleri takdirde, dileklerinin gerçekleşeceğine inanırlar. Oysa olay öyle değildir. Fatih Sultan Mehmet Han 1453’de İstanbul'u fethetmek için kuşatır. Günlerce süren kuşatmanın ardından, her yolu deneyip başarı sağlayamayan Fatih, iki rekât namaz kılıp duaya başlamış ve saatlerce düşünüp taşınmıştı. “Ne yapmalıyım acaba? Bu surları nasıl aşarım?” diye hayaller ve projeler üretmeye uğraşmıştır. Sonra askerini toplamış ve kalasları hazırlatmıştır. Yukardan aşağıya, Haliç’e doğru küçük aralıklarla bu ağaçlar dizilip, gemiler yağlanmış ve bu ağaç gövdelerinin üzerinden Haliç’e doğru dağlardan indirilmesi başarılmıştır. Bu olay küçük bir akıl işidir aslında. Fatih, aklını imanıyla kullanmıştır. “Bu gemiler karadan yürütülür!” der, yürütüleceğine inanır. Emri verdiği askerlerden bir tanesi bile: “Hiç gemi karadan yürütülür mü? Böyle iş olur mu?” diye karşı çıkmamıştır. Hepsi de komutanlarına itaat ve itimat ederek gemilerin karadan Haliç’e indirebileceklerine inanmışlardır. Ve hep dediğimiz gibi; İnanç tekeden süt çıkartır! Gemiler, karadan Haliç’e, yağ gibi süzülüp iner. Sabaha kadar soluksuz ve inançla çalışmanın ürünüdür bu. Sabah Bizans ordusu surlardan bakarlar ki, Osmanlı gemileri Haliç’e inmiş, surlara dayanmıştır. Artık yapacakları bir şeyin olmadığını anlamışlardır. Bir kısmı kendini öldürür. Bir kısmı surların altındaki dehlizlerden kaçmak için uğraşırken, su dolu dehlizlerde can verir. Sonuç: İnanıyorsanız üstünsünüz! Üstün geleceksiniz. “Hak gelecek, bâtıl yok olacak!” ayetinin tecellisi yaşanmıştır. Bir çağ kapanmış, yeni bir çağ açılmıştır. Ayasofya da yine bir çağın kapanıp yeni bir çağın açıldığı bu fetihte sembol olmuştur. Fatih’in talimatı ile onarıldı, temizlendi; camiye dönüştürüldü. Büyük bir incelik gösterildi, mozaiklerdeki insan figürlerinin üstleri ince bir sıva ile zarar verilmeden kapatıldı. Böylece tahrip edilmeden, günümüze kadar gelmiş oldu. İnsan figürü içermeyen mozaiklere ise hiç dokunulmadı. Artık cami olan Ayasofya’da ilk cuma namazı kılınması için toplanıldı. Fatih, hocaları, ordusu, inananlar… Hepsi büyük bir huzurla ve mutlulukla namaza toplanmışlardı. Akşemsettin Fatih’e baktı: “Hünkârım, fetih sizindir. İlk namazı kıldırmak da Size yakışır!” dedi. Fatih, kalabalığın önüne geçti. Ellerini kulak hizasına getirip, “Allahu Ekber” dedi. Ellerini indirdi, sonra ellerini yeniden kaldırıp “Allahu Ekber” dedi. Yine ellerini indirdi, sonra yeniden kaldırıp üçüncü kez “Allahu Ekber” diyerek namaza başladı. Akşemsettin: “Fatih, fetih sarhoşluğu ile gurura kapıldı galiba. Kaç kez ellerini indirip yeniden tekbir getirdi. Herhalde Fethin ağırlığını, Ayasofya’nın ağırlığını kaldıramadı!” diye düşünüp üzüldü. O sırada baktılar ki ikinci tekbirden sonra ellerini yeniden indirdiğinde; bir kişi Fatih Sultan Mehmet Han'ın kulağına bir şeyler söylüyor, sonra camiinin girişindeki sütuna doğru yürüyüp, sağ elinin başparmağını bu sütuna sokup gereğince çevirerek Ayasofya’yı cemaatin yönü kıbleye gelecek şekle getiriyor. Sonra gelerek Fatih Sultan Mehmet'in arkasına durarak üçüncü tekbirle birlikte namaza duruyor. Namaz bitip işin aslı sorulunca Fatih Sultan Mehmet: “Namaza başlamak için tekbir aldım, Kâbe gözümün önüne gelmedi. İkinci kez tekbir aldım, ama yine Kâbe gözümün önüne gelmedi. Üçüncü tekbiri almadan önce Hızır (AS) kulağıma eğilerek: “Caminin tam kıbleye doğru olmadığını, o sebeple gözümüzün önüne Kâbe’nin gelmediğini” söyledi. Sonra gidip o sütuna parmağını sokarak Allah’ın avnü inayetiyle yönümüzü Kâbe’ye çevirdi, biz de namaza başladık!” dedi.

Ayasofya'nın içerisinde Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (SAV) ile birlikte, dört büyük Halifenin isimlerinin bulunduğu devasa yuvarlak levhalar vardır. Cami, müzeye çevrildiği vakit, bu levhalardan kurtulmaya, Ayasofya’dan bunları çıkarmaya uğraşmışlardır. Fakat levhalar Sultan'ın talimatı ile Ayasofya'nın içinde ve Ayasofya'nın 361 adet olan kapısının hepsinden büyük yapılmıştır ki, bu levhalar dışarıya çıkartılmasın. Bu sefer levhaları kırarak çıkarmaya çalıştılar, fakat o günün teknolojisi ile kırmak için levhalara her vuruşlarında, Ayasofya'nın kubbesinde bir çatlak oluştu ve kırmaktan da vaz geçip her bir levhayı yeniden yerlerine astılar.

Sultan Abdülmecid tarafından, Ayasofya'nın ana kubbesinin 11 metre çapındaki alanına Nur Suresinin 35’inci ayeti hat şeklinde yazılmıştır ki; kıyamete kadar Ayasofya’ya girip, başını yukarıya kaldırıp bakan her göz: “Allah, göklerin ve yerin nurudur!” ayeti ile karşı karşıya gelecektir. Yapıdaki en önemli Osmanlı eklentisi ise, 1. Mahmut tarafından, 1739’da yaptırılan kütüphanedir. Bu kütüphanenin kapısında: “Ya Fettah” oymalı iki kulp vardır. Bu kütüphaneye “Hazine-i Kütüp” (Kitapların korunduğu oda) ismi verilmiştir!” buyurdular. Her detayı, yanına giderek, tek tek mübarek elleri ile dokunarak anlatmaya devam ettiler.

Erbakan Hocamız: “Yapının güney girişindeki kapıdan girince, üçüncü sütunun üzerine Hz. Hızır tarafından, onlara göre kıyametin kopacağı tarih, bize göre İslam’ın büyük fethinin ve zaferinin tarihi kazınmıştır. Onlar, bunu on sekizinci yevmi pazar, sene 1030 diye okumuşlardır. Tarihin aslı Allah katındadır. Ahmet (Akgül) de gidince bir bakabilir, tarih neyi gösteriyor!” buyurarak güldüler ve devam ettiler: “Şimdi gel, bir de Ayasofya'nın altına bakalım” diyerek bir kapak kaldırıp aşağı indiler. Ben de indim. Aşağısı 1,30’a 1,80 ölçülerde, her yeri taşlarla örülmüş tünellerden oluşuyordu. Bir kısmı sularla dolu, bir kısmı taşlık, toprak kokan çok güzel dehlizlerdi buralar. Erbakan Hocamız: “Bak, bu dehlizler, Ayasofya’yı Topkapı’ya, Tekfur'un Sarayına, Anemas Zindanlarına ve İstanbul’daki daha pek çok yere bağlar. Ayasofya’nın altında bulunanlar, üstünde bulunanlardan çok daha heyecan vericidir. Bu dehlizlerde neler olduğunu tek tek saysam, aklınız durur. Bu tünellerdeki ve dehlizlerdeki su kanallarına tüplerle dalınır, aksi halde savaşta kaçmak için bu dehlizlere dalan pek çok haçlı gibi boğulur gidersiniz! Bak, bu dehlizleri arkadaşlarına anlatamazsan, Göksel Gülensoy var. “Ayasofya'nın Derinliklerinde” isimli eseri, Ayasofya'nın altındaki dehlizleri araştırıyor 20 yıldır. Onun video kayıtları var. Oradan izlesinler, ne anlatmak istediğimi o zaman anlarlar.” buyurdular. Ben: “Aziz Hocam, bu dehlizlerde saklı olan en kıymetli şey nedir?” dedim. Erbakan Hocamız: “Ahit sandığı Ayasofya'nın altındadır mesela. Bunlar, (Haçlı Hristiyanları kullanıp kışkırtan Siyonist Yahudi Hahamlar) Ahit Sandığı ile yeniden Allah ile aracısız konuşabilmek için Ayasofya’yı isterler. Ayasofya’yı en çok isteyen, alttan alta hem siyasi bürokratik faaliyetler ve oyunlarla sürekli Ayasofya için en çok hile ve müdahale yapan millet Ruslardır. Ne ilginçtir ki, en çok ilgilenmiyor gibi görünen millet yine Ruslardır! (Ve tabi onları kışkırtan siyonist odaklardır.) Müze halinde iken kullanamayınca, bu sefer kendilerinin işine gelecek, rahatça hareket edecek, kendi ibadetlerini içinde yapabilecekleri bir dümenle, bu adamın Ayasofya’yı açmasına izin verdiler. Şimdi önümüzdeki günlerde Ayasofya'nın cami adı altında nasıl onların hizmetine verildiğini göreceksiniz. Bir hafta sonra Fatih gibi Ayasofya’da namaz kılacakmış!.. Sen kiim, Fatih'e benzemek kim! Ammaa gör bak nasıl olacak? Gör bak neler olacak? Sizin hıyanet için açtığınız kilitler, nasıl sizin üzerinize, nasıl iplerinizi tutanların üzerine vurulacak. Gör bak neler olacak! Gör bak nasıl olacak?” buyurdular. Dehlizlerdeki suların üzerinden yürüyüp gidiyorduk, o esnada uyandım.

      

Te’vili: Ayasofya’nın kuruluşundaki sinsi ve siyasi hesapları… Bizans Kralının ve onu kullanan siyonist odakların gizemli planlarını… Atatürk’ün hassasiyetine rağmen çoğu Mason ve Sabataist Bakanların hıyanet tezgâhını… Rusya’yı ve tüm Haçlı dünyasını kullanıp kışkırtan siyonist odakların ve işbirlikçi iktidarın şeytani heveslerinin kursaklarında kalacağını ve Adil Düzen Devriminin oldukça yaklaştığını anlatan kutlu bir rüyayı sadıkadır. Elhamdülillah…



























BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi