ATATÜRKÜN VASİYETİNE
NİÇİN UYULMADI? VE ANIT-KABİR NEDEN ÇANKAYA DA İNŞA OLUNMADI?
Muhtelif vesilelerle kaydettiğimiz gibi yine tekrar
belirtelim ki: Cumhuriyet devrinin bazı önemli olayları (ve özellik arz eden
ayrıntıları) henüz karanlıktadır. Hatta yalnız Cumhuriyet devrinin değil, daha
gerilere giderek denilebilir ki, imparatorluğumuzun son yıllarının nice
olayları da aydınlığa kavuşamamıştır.. Bu karanlık kalan hadisata ışık
tutabilmek vazifesi yarının gerçek tarihçesine kalmakta ve bu mühim vazife gün
be gün zorlaşmaktadır.. Zira Mustafa Kemal Paşanın yağma edilen evrak-ı
metrükesi misali, nice tarihi vesikalar kaybolmakta, bu arada olayların içinde
yaşamış zevat, şaşılacak bir gafletle hatırat yazmadan birer birer aramızdan
ayrılmaktadırlar
Bu bakımdan bugünün ve yarının gerçek tarihçisinin vazifesi
zordur ve TARİH ŞUURUna sahip her fert, bu zor vazifeye yardımcı olmakla
mükelleftir.
Daha önce İsmet İnönünün Cumhurbaşkanı seçilmesini
incelerken, bu seçimin Mustafa kemal Paşanın arzusu hilafına gerçekleştiği
üzerinde durmuştuk
Şimdi bir başka iddiaya temasla yine, yerine getirilmeyen
bir vasiyeti kaydedecek ve Mustafa Kemalin neden Çankayaya gömülmediğini, bu
vasiyete kimlerin niçin muhalefet ettiğini inceleyeceğiz.
Cumhuriyet devrinin mühim simalarından, gazeteci ve
mebus Falih Rıfkı Atay, Anıt-Kabrin Ankaradaki yerini tesbit için kurulan
komisyon azasındandır ve Falih Rıfkının bu mevzuda yazdıkları; bu konuyu
çeşitli yönleriyle aydınlatmaktadır.. Evvela onu dinleyelim. Diyor ki, Falih
Rıfkı:
- Atatürk, kendisinin öldükten sonra, Çankayada
köşkün hemen başucundaki bir kaya parçası altına gömülmesini vasiyet etti. Ben
bu vasiyeti duyanlardanım. Yaşayan iki tanıktan biri: Umum Kâtibi Hasan Rıza
Soyak, İkincisi: Sayın Afet İnandır. Yeni Millet Meclisi projesi ile bir
de, Cumhurbaşkanlığı saraycığı tasarlandı. Ve Atatürkün emri ile bu yapıya,
yatak odaları bölümü de eklenmiş idi. Atatürk öldükten sonra velinimetine
adeta düşman kesilen Refik Saydam, bir gün önce yeni efendisi İsmet Paşayı
köşke taşımak için paçaları sıvamıştı. Biz diretmeye kalktık. Bir komisyon
kuralım, dediler. Bu komisyonda, vasiyet meselesini ortaya attım. Üyelerden
çoğu direktifli idi. Hiç unutmam, bir Çorum milletvekili: Ölmüş olanların
iradesi yürümez demişti. Ona verdiğim cevap hatırımdadır: Bize bir vatanı
veren adamdan, Partisi bir mezarlık toprağı mı esirgeyecek? Ne olur canım,
diyorduk. İnönünün evi de hayli büyük. Yeni başkanlık binası bitinceye kadar
evinde oturur. Atatürkün köşkünü hem müze yaparız, hem de büyük devlet
yetkililerini orada kabul ederiz, dedikse de dinletemedik. İnönü hemen köşke
taşındı. Daha eski Kuvay-ı Milliye konağına da, hiç kimsenin hiçbir zaman
sevmediği Umumi Kâtibi yerleşmiş idi.
Komisyonda bulunan Falih Rıfkı Atay-kendisinin bana
anlattığına göre-Atatürkün Çankayada gömülmek istediğini ve bu dileğini
adeta bir vasiyet şeklinde tekrar ettiğini hatırlatır, buna karşı
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Kemal Gedeleş de: İnönüye, (Onu tahrik ve
tahkir etmek için) demek ki Sana sadece bir türbedarlık vazifesi verilecek
diye söylenir dururmuş. Nihayet, dönüp dolaşmış, Cumhurbaşkanlığı Genel
Sekreterinin ısrarlı teklifi üzerine bugünkü Anıt-Kabrin yeri kabul edilmiş ve
ortada dolaşan söylentilere bakılacak olursa, Kemal Gedeleş bu teklifi yaparken
bir taşla iki kuş vurmuş; yani, hem bir yandan İsmet Paşayı türbedar olmaktan
kurtarmış, öbür yandan şimdi Anıt-Kabrin bulunduğu semtteki arsalarını
değerlendirmek imkânına kavuşmuştur
Yakup Kadri Karaosmanoğlunun hatıratında şöyle bir
kayıt da vardır. Der ki: Halk vicdanında derin tepkiler uyandıran başka bir
mesele daha vardır ki, oda Atatürkün yıllar ve yıllarca Etnografya Müzesinin
eşyaları arasında bırakılışı ve şanına layık bir Anıt-Kabir inşası işinin, her
baştan savma işler gibi, bir komisyona havale edilip halkın uyutulmasıydı.
Bu satırlardaki gerçeğe, İsmet Paşanın Reisicumhur
seçildikten sonraki icraatını, yani MİLLİ ŞEFlik devrini incelerken yine temas
edeceğiz. Bu arada Atatürkün yıllar ve yıllarca Etnografya Müzesinin eşyaları
arasında bırakılışının nedenlerini inceleyeceğiz
Geçelim şimdi Anıt-Kabir
inşası işinin, her baştan savma işler gibi bir komisyona havale edilip halkın
uyutulmasına
Anıt-Kabrin yerini tespit için kurulan komisyonda üç
milletvekili vardır: 1- Ankara Mebusu F. Rıfkı Atay, 2-İstanbul Mebusu Selah
Cimcoz ve 3-İçel Mebusu Ferid Celal Güven
Bu komisyon, aralarında Ankaranın
imar planını yapan Prof. Yansenle Güzel Sanatlar Akademisi hocalarından Prof.
Bruno Tavtın da bulunduğu eksperlerin fikirlerini sormuş, verilen mütehassıs
raporlarını incelemiş ve hazırladığı raporda Anıt-Kabir inşası için en münasip
mevkinin Çankaya olduğu üzerinde durmuştur.. İlk defa Cemal Kutay tarafından
açıklanan bu raporun tam metni şudur:
Hükümetçe teşkil olunan komisyon, Ankara şehrinin
imar planını yapan şehirci profesör ile iki mimar, bir heykeltıraş ve diğer
mütehassıslardan Anıt-Kabir yeri için fikir sormuştur.
Mütehassıslar, Etnografya Müzesinin bulunduğu yerin
böyle bir abide için muvafık olmadığı hususunda hemen hemen müttefiktirler
Bizler, mütehassısların bu kararına iştirak ediyoruz.
Mütehassıslar, istasyon arkasındaki tepeyi (şimdiki
yeri) tasavvur bile etmemekte haklı idiler. Sonra da teklif olunan tepe
hakkında, ilk raporları imza etmiş olanlardan Ankarada bulunanlar; kati red
cevabı vermişlerdir. Bizler bu red cevabına ve onun mücib sebeblerine iştirak
etmekteyiz.
Konuyla ilgili uzmanların ekseriyetinin fikri:
Çankaya mevkiinde toplanmıştır. Çankayadaki binalar grubundan herhangi bir
suretle istifade edebilmek ihtimalini düşünen Nafia Fen Heyeti (Bayındırlık
tekniker ve mühendisleri), Köşk yolları ile ilişkisi olmayan bir yer
seçmişlerdir. Eski Köşkün diğer tarafında, su depolarının bulunduğu tepe de
aynı vasıflara haizdir. Bizim fikrimizce Çankaya üstünde karar vermek, fakat
tam muvafık yerinin seçimini Abide Müsabakasına iştirak edenlerle münakaşa
ederek tayin etmek daha doğru olur.
Atatürk, bütün hayatında Çankayadan ayrılmamıştır.
Çankaya, şehrin her tarafına hâkimdir ve Milli Mücadele, kurtuluş ve
inkılâplarımızın hatıralarına ayrılmaz bir suretle bağlıdır. En muhteşem abideler
inşasına müsaittir. Hulasa, maddi-manevi bütün şartları münasiptir. Atatürkü
ölümünden sonra Çankayadan ayırmayı haklı gösterecek hiçbir sebep bulamadık.
Onun için bizler, Çankaya fikrinde ısrar ediyoruz.
Falih Rıfkı Atay, Selah Cimcoz ve Ferid Celal
Güvenin imzalarını taşıyan bu rapor, ne gibi bir muamele görmüş, seçilen
komisyonun bu raporuna neden itibar edilmemiş ve Anıt-Kabrin bugünkü yeri,
kimler tarafından nasıl tespit edilmiştir? Böyle bir rapor varsa, bu rapor
nerededir ve kimler tarafından hangi mucip sebeplere (hangi gerekçelere)
dayanılarak hazırlanmıştır?..
Baş tarafta kaydettiğimiz gibi, bu olay Cumhuriyet
devrinin karanlık meseleleri arasındadır ve aydınlığa kavuşması yarının gerçek
tarihçesinin himmetine kalmıştır..[1]
Şimdi Atatürk istismarcılarına ve sahte devrim
simsarlarına soralım:
· Rahmetli Atatürke; kendi vasiyet
ettiği ve manevi huzur bulacağına kanaat getirdiği Çankaya Köşkü bahçenin
mütevazı bir köşesi neden Ona reva görülmemiştir?
· İsmet İnönünün Ben mezar
bakıcısı ve türbedarı mı olacağım sözleri, içindeki Atatürk nefretinin ve onun
prensip ve projelerine düşmanca muhalefetin bir ifadesi değil midir?
· Sn. İnönü ve ekibi, kendilerine
koca bir vatanı ve en yüksek makam ve imkânları bırakan, Atatürkten bir
karışlık mezar yerini esirgemekteki, asıl amaçları; Onu fiilen yaptıkları
gibi, fikren de öldürmek ve uydurma bir Kemalizm safsatasıyla: Aziz Milletimizi
Atatürkten küstürmek ve ürkütmek midir?
Türkiye Cumhuriyetinin Siyon Devleti Olarak
Kurulma Gayretinin Belgesi
M. Kohen Tekinalp itiraf ediyor
Yahudilerin Türkiyeye göçü konusu ilk defa Temmuz
Devrimi sonrası gündeme geldi. Birden kavuştuğumuz bağımsızlığın sarhoşluğu ve
sevinci, bizleri, yaşadıkları ülkelerde zor durumda bulunan kardeşlerimizi,
Türkiyeye göç ettirme düşüncesinde umutlandırıyordu. Anti-Siyonist düşünceden
uzak kalmış tek ülke Türkiyeyi, bizler, zamanımızın Kenan Ülkesi,
İsrailoğullarının Kutsal Topraklan olarak değerlendiriyor ve kardeşlerimizin,
modern ülkelerin zulmünden ve kentlerin uşaklık ve ezikliğinden kurtulmaları
için tek çözüm olarak görüyorduk.
Düşünüyor idik ki, şimdiye kadar olduğu gibi
Sibiryanın buzullarını ve bozkırlarını kanlarıyla sulayacaklarına, binlerce
Yahudi gelecek ve ülkemizin ıssız ve çorak topraklarını, alın terleriyle,
verimli kılacaklar. Bu düşünceler bize, güzel günlerin yakın olduğu coşkusunu
yaşattı.
Türkiyede ortaya çıkacak bir anti-Siyonist hareketi
etkisiz kılacak bir başka gizilgüç daha bulunmaktadır. Bu gizligüç de
Yahudilerin kendi aralarındaki dayanışmadan başka bir şey değildir. Evet,
Türkiyeye gerçekleştirilecek büyük bir Yahudi göçü, ülkemizde dünyanın hiçbir
yerinde rastlanmayan atak bir güç olacaktır.
Ayrıca, bizde, kendilerini asimile edecek daha
yüksek bir kültür olmadığı için, göç eden Yahudiler, kültürel kimliklerini
koruyabileceklerdir, örneğin ne Arnavut kültürü ne de Ermeni kültürü Yahudi
kültürünü eritmeye ve onun özgün yapısını bozmaya yetecek güçtedir.
Eğer Yahudiler Yahudi olarak kalabilirse, eğer
partizanlık nedeniyle bir ayrılık olmazsa, yani aralarındaki kardeşlik bağları
sürdürebilirlerse anti-Siyonizm yok olmaya mahkûm olacaktır. Ve merhum
Theodor Herzlin dileği olan Yahudilerin kendi toprakları olmasını istiyorsak,
bu topraklar Türkiyededir
[2]
[1] Yalan Söyleyen Tarih Utansın / Mustafa
Müftüoğlu / Başak Yayınları. C.1.Sh. 322325
[2] Yalçın Küçük : İsyan: 1nci Cilt: Sh. 497-498