Anasayfa » ATATÜRK’ÜN KAPATTIĞI MASONLUK TARİKATI

ATATÜRK’ÜN KAPATTIĞI MASONLUK TARİKATI

Yazar: yonetici
0 Yorum 503 Görüntüleyen

ATATÜRK’ÜN KAPATTIĞI MASONLUK TARİKATI

        

Masonluk; bütün yeryüzüne her yönden hâkim olmak ve şeytani saltanatlarını oluşturmak isteyen Siyonist Yahudilerin; başka kavim ve dinlere mensup insanları, kendi amaçları doğrultusunda kullanmak üzere kurdukları gizli ve tehlikeli bir dinsizlik tarikatıdır…

Masonlar; Almanya’da Cermen ve Protestan, Britanya’da İngiliz ve Anglikan, Roma’da İtalyan ve Hristiyan, Türkiye’de milliyetçi ve Müslüman görünen; ama gerçekte, Siyonizm’in sinsi emellerine hizmet etmek üzere, çok özel yöntemlerle seçilip görevlendirilen kimselerdir.

Rotary kulüpleri bu şeytan şebekesinin ilköğretim mektepleri, Lions’lar liseleri, masonluk üniversiteleri gibidir.

Masonluğun gizli olması, onun temel esaslarından biridir. Zira gizlilik terk edildiği an, masonluk da yok olmaya mahkûmdur. Çünkü bunlar, içinde doğdukları toplum ile ahenk içinde hareket etmek için teşkilatlanmış değildir. Ve zaten gizli olmaları, kirli ve tehlikeli olduklarının en açık göstergesidir.

Copin Albencelli’nin belirttiğine göre, Acacia isimli mason mecmuasının kurucusu ve yöneticisi olan Limosin, “masonluğun gizli bir kuruluş olduğunu” 1903’te yapılan bir tartışma sırasında ağzından kaçırmakla, en büyük hatayı işlemiş olduğunu itiraf etmiştir. Daha sonraları bu ifadesini “gizli değil; ama ağzı sıkı bir cemiyet olduğu” şeklinde değiştirmiştir.

Gizlilikse, içinde yaşanılan cemiyete ihanet için daha müsaittir. Bu durumu masonlar çoğunlukla inkâr etmektedir. Genel kaide olan gizliliğin, sadece temel esasları değil; aynı zamanda özel doktrinleri, hususî metotları, günlük tamim, plan ve emirleri de ihtiva ettiğini belirtmek gerekir. İtalyalı meşhur bir mason:

“Üyelerimizi ve dâhili kararlarımızı ilgilendiren hususlarda mutlak gizliliğe dikkat ederiz. Eski törelere ve masonik prensiplere hürmetkârız” demiştir.[1]

Masonların ya da başkalarının localarda görmüş olduğu şeyler, asıl görünmeyenleri gizlemek için tertiplenmiş oyunlardan başka bir şey değildir. Mason yetkililer ve ele geçen belgeler: “Masonluğun dünyanın neresinde olursa olsun aynı olduğunu, hakikatte dünya masonluğunun tek bir loca oluşturduğunu” doğrulamaktadırlar.[2]

Allah’ın varlığını ve ruhun ölümsüzlüğünü ifade eden 1811 Anayasasının 1’inci paragraf, 1’inci maddesini değiştiren ve dinsizliğini açıkça ilân eden Fransız Büyük Şark Locası ile dünya masonluğu arasındaki irtibat devamlıdır. Belçika Şark Locasının 1’inci maddesinde “masonluk uluslararası bir kuruluştur” demektedir. Aynı madde, pek çok ülkenin localarında vardır ve dayanışma garantisiyle dünya localarınca teyid edilmiştir.

Ve zaten Atatürk de, mason localarını “Kökü dışarıda olan bu gizli Yahudi komitesinin emrine girmeye asla razı olamayacağı” için kapattığını söylemiştir.

Dünya hâkimiyeti uğruna yaptığı çalışmaları gizleyebilmek için, Siyonist Musevîlerin mason teşkilâtını birer maske olarak kullandığını gösteren pek çok eser yazılmıştır ve yazılmaya devam edecektir!

Bu yazarların tamamına göre mason teşkilâtı: Tek Dünya Hükümetinin, pek fark edilemeyen, zavallı bir maşasından ibarettir.

İşgal altındaki vatanlarından kaçarak yeryüzüne dağılmış, buralardaki zengin milletlerin servetini, dünyaya olan ihtiraslarından dolayı, ele geçirmiş ve bu karakterlerinden ötürü sürekli horlanmış ve zulme maruz kalmış olan Yahudi ırkı, içlerinden çıkacağına inandıkları son peygamberin öncülüğünde dünyayı ele geçirme hayalini asla yitirmemiştir.

Locaların yıkıcı faaliyetlerde bulundukları bölgelerde yaşayan Yahudilerin, bu tür olaylara karışmadıkları görülmüştür. Beri yandan locaların bulunmadığı ya da kendilerine görev verilmeyen bölgelerdeki anarşik olayları, orada yaşayan Yahudiler üstlenmiştir. Sadece Yahudilerden oluşan bir diğer loca da Roma’dadır. “Yüksek İhtilâl Konseyi” olan bu loca, dünya localarını sevk ve idare eder!

Modern masonluğun ahlâk anlayışı: ikiyüzlülüğü, yalan söylemeyi, hırsızlığı ve alçaklığın her türlüsünü, Yahudi olmayanlara karşı kullanmayı tavsiye ederken; aynı olayla “neticeye ulaştıran her şeyin makbul, amaçlarına yarayan her şenaatin mübah olduğu” prensibiyle Kabala’da da karşılaşıyoruz… Kabala; Hz. Musa’dan çok önce, hatta dünyanın yaratılışından bu yana Yahudilerin sözlü olarak elde ettikleri gizli bilgiler ve felsefelere verilen isimdir.

Pougham’ın samimiyetle itiraf ettiği şu sözler de bizi doğrulamaktadır:

“Temel prensibimiz her çeşit dini dogmayı ve manevî bağlantıyı inkâr etmektir. Hareket noktamız, “Hiçliktir”! Metodumuz; yalan söylemek, daima iftira etmektir! Böylece dinlerin yerine dinsizliği, siyasetin yerine anarşiyi koymuş ve ekonomide ise, şahsi mülkiyetin büyümesini ve tekelleşmesini ve Siyonist sermayenin dünyaya hükmetmesini temin etmiş oluruz!..” demektedir.[3]

Her çeşit kötülüğe davetiye çıkarmak suretiyle, masonluğun dünyada sebep olduğu isyan, ihtilâl ve harpler; gerçek ilerlemeyi ve medeniyeti kötürüm hale getiren ve tahrip eden yobazlık hareketleridir. Şeytani hürriyetlerin meyveleri olan kötü alışkanlıklar, kutsal kitapların ortadan kaldırmış olduğu putperest ayinlerinin cazibesine Batı insanlarının kolayca kaymasına sebep olmuştur!..

Masonluğun yıkmaya kararlı olduğu iffetli aile hayatı giderek kaybolmakta ve bu konudaki aralıksız çalışmaların sonucu olarak; Batı dünyası gittikçe batağa saplanmaktadır! Emrindeki hükümetlere çıkarttığı “boşanmayı kolaylaştırıcı, zinayı yaygınlaştırıcı” kanun maddeleri sayesinde, aile yaşantısı her geçen günle birlikte daha da zayıflamakta ve zina korkunç şekilde yaygınlaşmaktadır!..

“Tabii Yaşantı” dedikleri hayvani bir hayata, insanlığı yeniden sokabilmek için masonluk; zaten maymundan geldiklerini benimsetmeye kararlıdır. Dini açıdan bakılınca masonluk; insanlığı eski putperestliğe, yani güneşe tapınma, doğaya tapınma, şehvete tapınma ayinlerine geri götürmekle kalmamakta ve baş tacı ettiği maddiyatçılıkla, insanoğlunu mağara devri insanlarının seviyesine indirmeye çalışmaktadır.

Hükümetleri ele geçirmek suretiyle kanun koyma imkânına kavuşan mason teşkilatları, din ve inanma hürriyeti, velilerin çocuklarını diledikleri gibi yetiştirme hürriyeti, başkalarına zarar vermemek şartıyla, herkesin dilediği gibi yaşama hürriyeti gibi en tabiî ve mukaddes hürriyetleri geri alma ve sınırlandırma imkânına da sahip olmaktadır!..

Meselâ, dini kıyafetlerle dolaşmak Meksika’da uzun süreden beri yasaktır. Türkiye’deki başörtüsü yasağı dönemi bu açıdan ele alınmalıdır.

İhtilâlin ardından Fransa’da başarıyla uygulanmış olan pek çok kanun arasında, “devlet okullarından dini eğitimin kaldırılışıyla” ilgili olan kanunun bir benzerini, başka ülkelerde de yürürlüğe koydular. Ülkemizde İmam-Hatip ve Kur’an Kurslarına saldırılması, Mısır ve Medine Üniversitelerinden alınan ilahiyat diplomalarının geçersiz sayılması da, yine dönme ve masonların baskısıyla alınmış kararlardır. Bunun neticesi olarak ABD‘de özel okullarda verilen dini eğitimin kaldırılmasını ısrarla talep etmiş olan mason kuruluşları, çocukları devlet okullarına gitmeye mecbur bırakmıştır.

Mason teşkilatı, dini temsil eden şahıs ve kuruluşlarla alay etmek, onları gözden düşürmek isterken, öte tarafta her türlü ahlâksızlığa ve yıkıcı bozgunculuğa kapılarını açmış ve gerektiğinde onları kanun zoruyla korumaktan çekinmemiştir. Dindarları vatanlarından sürmüş ve hapislerde süründürmüşlerdir!

Amerikan Masonluğunun dinsiz oluşuyla ilgili iddiaları çürütmek için büyük çabalar harcamış olan Lousville’den Birader John J. Stroether sonunda pes etmiş ve şöyle demiştir:

“Fransa, İtalya, İspanya, Portekizde olduğu gibi Amerikan Mason Cemiyeti de dine karşı olan siyasi bir kuruluştur.”

İlahi dinlere karşı duymuş olduğu nefreti daha fazla saklamaya lüzum görmeyen masonluk, dinsiz bir tarikat haline dönüşmüştür. Mason Cemiyeti ile Kilise arasındaki düşmanlığın 1891 senesinde doruk noktasına ulaşması üzerine, Fransız Büyük Şark Locasının kendisine bağlı localara gönderdiği emirnamede şu ifadeleri okuyoruz:

“Başta din adamları olmak üzere, dindarların ve hayır kurumlarının baskı altına alınması, mal varlıklarının devlet tarafından kamulaştırılması, lise ve üniversitelerde dini eğitim görmüş kimselerin önemli devlet memurluklarına atanmaması, atanmışların uzaklaştırılması, diplomaların geçersiz sayılması, bu gibi kimselerin bilhassa kara, hava ve deniz kuvvetlerine subay olarak girmesinin kesinlikle yasaklanması bütün masonların başta gelen vazifesidir!..[4]

Evet, Yahudi ve masonların en büyük başarılarından biri olan Fransız İhtilalinin sadece Kralı değil; aynı zamanda Tanrıyı da tahtından indirdiği övünerek söylenmektedir!.. Fransız devrimi önderlerinden bir mason şunları itiraf etmiştir:

“Tanrı yoktur, kişinin tanrısı yine kendisidir. İnsanlık bütün dinleri süratle ezmelidir. Uyduruk tanrının kulları arasındaki fahişelerin en güzeli, mihraplarda çarmıha gerilmiş olarak duran İsa (as)’ın yerini almalı ve ziyarete gelen devlet büyükleri ile halkı kabul etmelidir…”[5]

Bilindiği gibi Fransız hükümeti dini eğitim veren bütün kuruluşları kapattı ve mensuplarını sürgüne yolladı. Okulların ve mahkemelerin duvarlarında asılı duran dini sembolleri kaldırdı, ders kitaplarından Allah (CC) ismi çıkartıldı. Dini eğitimin her çeşidine büyük bir darbe indirilip yasaklandı!.. Ve Türkiye’de de aynı yöntemler uygulandı. Fransız Büyük Şark Locasının resmi bülten ve kasa kayıtlarından anlaşıldığına göre, Fransız Parlamentosunun almış olduğu din aleyhtarı kanun ve kararların tamamı, adı geçen locada önceden kararlaştırılmıştır. Ülke genelinde her çeşit faaliyetin kontrolü ve şahısların fişlenmesi de locada alınan kararlar arasındadır.”[6]

Masonluk, kendi putunu; “Kâinatın Ulu Mimarı” olarak çağırmaya alışmıştır.

Bu ismi ilk defa duyan cahil ve saf kimseler, bunun dini bir tabir olduğunu, böyle söyleyenlerin de haliyle iyi insanlar olacağını zannetmektedir?.. Oysa “Kâinatın Yüce Mimarı” olarak putlaştırılan bu şahsın, masonluğa mal edilen mimari san’atının dışında yarattığı bir şey olmadığı gibi, İlahi dinlerin esası olan her şeyin yoktan yaratıldığı gerçeğini de inkâr etmektedir.

Masonluğun bu tanrısının, bizlerin inandığı, Allah-u Teâlâ ile hiçbir yakınlığı ve alâkası bulunmamaktadır. Hatta; kişisel korkularını dağıtmak, daha önce kazanmış olduğu dini duygularından koparmak ve normal bir adayın göstermesi tabii olan mukavemetini kırmak için, bazı localarda İblis’e, yani Şeytan’a bile tapınılmaktadır!

Mason yazarlardan bazılarına göre: “Şeytan diğer adıyla Cehennem Meleği, Havva’nın şehvetini kamçılamak suretiyle ona, insanoğlunun ilah olma sırrını öğretmiş! Havva da, Adem (AS)’la bu sırrı paylaşmıştır!…”

Tabiat ilâhına tapınanlar, şeytanın âdemoğluna yaptığı bu iyiliğin karşılığını şu şekilde ödeyeceklerdi; Büyük tabiat mabedinin yapımcıları olan masonlar, İncil’deki Âdem-Havva kıssasını işlerine geldiği gibi tefsir ederek, tıpkı İblis gibi, Allah-u Teâlâ’ya isyana kalkıştılar… Hürriyet (demokrasi) havarîsi olan masonlar; bu tarikatın ilham perisi olan İblis’e duydukları sevgi, hürmet ve şükran borcunu: Onu (İblis’i), “Ataları, Yaratıcıları” olarak ilan etmek suretiyle ödemiş oldular…

Ancak, masonluğa girmeye davet edildiğiniz zaman, “teşkilâtın din ve politikayla ilgilenmediğini, hem mason hem dindar olabileceğinizi”, söyleyeceklerdir. Masonluk maalesef başarıya ulaşmıştır. Teşkilatın arkasındaki gerçek Gizli Kuvvet, pek itibarlı ve kutsal mason locaları aracılığıyla; üyelerini kör etmiş, aldatmış, çılgına çevirmiş, hipnotizma ederek robotlaştırmış ve bütün masonları birer fanatik haline getirmiştir!.. Esrarengizlik, açıkça teşvik edilen bayağı bir ahlâk anlayışının örtüsü altına gizlenmiştir.

Hafifmeşrepliğe gelince: Bu davranış türünün ölçüsüz ve dejenere ortamı içinde masonluk, 1713 senesinden günümüze kadar; en iğrenç, en sefil ve en ahlâksız kimseleri saflarına çekmiştir. Halleri itibariyle hiçbir meziyete sahip olmadıkları kendilerine bildirilen bu şahısların sefil yaşantılarına göz yummak, locanın işine gelmiştir. İlk önce terk edilen ibadetlerdir. Dini merasim ve ayinlerdir. Çünkü “Nuru” bulmak için, bu gibi karanlıklardan uzaklaşmaları gerektiği öğütlenir… Ve zaten, gerçek patronları gizli olan bir cemiyet tarafından güdülmeye müsait olmayan kimseler, bu merasimlerde elenir. Aslına bakılırsa masonluğun başta üniversitelerde, liselerde, askeri mekteplerde, öğrenciler arasından üye toplayabilmek için yoğun propaganda yaptığı gözlenmektedir.

“Tanınmış din adamlarını, hükümet erkânını ve ordu kumandanlarını, gençlik kuruluşu başkanlarını, prensleri ve bilhassa bunların erkek çocuklarını, bakanları ve danışmanlarını; kısaca bize muhalefet edince sıkıntı verecek olan herkesi; teşkilâtımıza kazandırmak amacımız olmalıdır! Felsefemizin tohumlarını baştan çıkarıcı manzaralar altında saklamak, ileride karşılaşacakları bunalımlara bu kişileri hazırlamak için şarttır.”[7]

Masonlara göre: Milletleri idare eden ve onun varlığını devam ettiren meşru iktidarlar, Allah inancını ve ahlâk anlayışını ayakta tutan dini kuruluşlar ve din adamları ile namus ve iffet duygularının bozulmasına engel olan fazilet kaynağı evlilik müessesesi ve sonuncu olarak; masonluğun eşitlik ve kardeşlik anlayışına ters düşen şahsi mülkiyet… İşte bunlar yıkılması gereken başlıca hedeflerdir. Mason kelimesinin lügat anlamı inşaatçı demek olduğundan ve localarda bu konu semboller ve temsili hikâyelerle anlatıldığından, bu “inşaatçılar derneğinin” gayesi de temsil ettiği iş koluna uygun düzenlenmiştir.

Bir diğer husus; farmasonluğun, beşeriyet için yepyeni evrensel bir din kurmayı teklif etmesidir. Gerçekten de dini bir mezhepte bulunması gereken her şey, onların âyin ve merasimlerinde fazlasıyla mevcuttur. Bu manada masonluk bâtıl ve şeytani bir dindir! Avrupa kıtasına, Protestan İngiltere’den yayılmış olduğunu bildiğimiz masonluğun, bağrından doğmuş olduğu ülkeye karşı pek müsamahalı ve anlayışlı oluşuna işaret ederken, aynı politikayı Amerika Birleşik Devletleri’nde ve hatta Şili’de bile uygulamakta olduğu dikkat çekicidir!.. Katolik Kilisesine karşı yalan ve iftiralarla dolu amansız bir harp açmış olan bu teşkilatın, Protestanlığın bütün mezheplerine karşı, yardım etmese bile, yıkıcı davranmadığını söylemek; hiç de yanlış değildir… Bu gerçeği nasıl izah edebiliriz? Sebebi bellidir: Zira Protestanlık, Hristiyanlık dinine ve şeriatın sahibine karşı başlatılan bir isyanın ürünüdür. Masonların, “Protestanlığı yarım masonluk” olarak tanımlamalarının sebebi budur! Almanya’da yayınlanan Lamia Mason Mecmuasının değerlendirmesi şöyledir:

“Protestanlık, %50 masonluktur” Eugene Sure adlı dinsiz filozof mason da bu düşüncededir: “Avrupa’yı Hristiyanlıktan uzaklaştırmanın en kestirme yolu, onu Protestan yapmaktır!”

Hatta E. Quniet daha radikal bir çözüm önermektedir:

“Dinlerin tamamını sona erdirecek iki yol gösteriyorum.

1- Katolikliğe ve ondan türeme diğer mezheplere ve dünya dinlerinin tamamına hücum edebilirsiniz! Bu takdirde dünyayı karşınızda bulursunuz ve başa çıkamazsınız!..

2- Katolik’le mücadele eden Hristiyanlık mezhepleri başta olmak üzere, ona karşı olan diğer dinleri de saflarınıza çeker ve Fransız İhtilâlinden kaynaklanan devrimci gücü de bunlara ilave ederseniz; Papalığı ve Müslümanlığı, tarihte eşine rastlanmamış tehlikelerle yüz yüze getirilebilirsiniz. Roma ile rekabet halinde olan din ve mezheplere davetiye çıkarmanın önemini buradan anlamalısınız!..

Çeşitli tanrılar ve tarikatlar arasında ayırım yapmamak, Allah’a (CC), İncil’e, İsa’ya (AS) Musa’ya (AS), Muhammed’e (SAV) birlikte inanmak, biri Betlehem’de doğan, diğeri de kendi uydurdukları peygamber olmak üzere iki ayrı İsa’ya (AS) tapınmak ve O’nun hakkında çifte ölçülü olmak, masonluğun başlıca münafıklık örnekleridir. Bu haliyle masonluk, sapkın bir Hristiyan tarikatı olan Albigens’lere çok benzemektedir. Albiges’ler ölümden sonra ruhların başka şahıslara geçtiğine inanırlardı. Katoliklerce kutsal tanınan her şeye karşı nefret duyarlardı. Evlilik hayatı bunların başında geliyordu. Templer’de olduğu gibi ahlâksızlığın her türlüsü teşvik ediliyordu.

Masonluğun İslam içine soktuğu sapık fırkalar ise şunlardır:

1- İsmaili’ler: Liderleri Abdullah İbni Meymun, Bâtıniler Mezhebini 7. derece esasına göre kurdu.

“İsmaili’ler;

a- Tanrı-Tabiat ilişkisi vardır.

b- Kurulu düzene isyan ve anarşi cihattır.

c- Şahsi mülkiyet ve evlilik müessesine karşı düşmanlık yapılmalıdır.

d- Hiçbir engel tanımadan bütün arzu ve ihtirasların tatmini amaçtır.

e- Güneş’e tapınma, ezeli hayatı inkâr ve ruhların bedenden bedene geçişi… gibi inançları vardır.

2- Karamitler: İyilik Allah’tan, kötülük şeytandan şeklinde ikili bir sapkınlığa kapılan ve kişisel mülklerin ve kadınların cemiyetin ortak malı olduğuna inanan bozuk bir fırkadır…

3- Fatimiler: Karamitlerin devamıdır. Bunlar, Abdullah ibni Meymun’un koymuş olduğu derece sayısını dokuza çıkardılar. Claude Janet’in ifadesiyle: “Yeni üyeleri çoğaltma ve üyeliğe kabul merasimleri Weishaupt’un (Biraderlere Hatırlatmalar) başlıklı talimatının tam bir benzeridir.”

4- Dürzîler: “Tabiata ve yıldızlara tapınmayı” esas alan bir inancı benimsediler. Hilafetin Hz. Ali (KS) ve Ehl-i Beyt’e ait olduğunu söyleyip ve Allah’ın (CC) tabiatla bütünleştiğini iddia etmektedirler.

5- Haşhaşin veya Haydutlar: Bunların izlerine de mason tarihinde sıkça rastlanmaktadır. Şefleri, “dağların ihtiyar adamı” olarak tanınan Hassan Sabbah, üyelerini yedi dereceye ayırmıştır.

Masonlar gibi gizliliğe şiddetle riayet ediliyor ve İslamiyet’in temel emirlerini benimser gözüküyorlardı!

Cennet va’ad ederek kandırdıkları ve afyon içirerek baştan çıkardıkları fedailerini kullanarak pek çok din ve devlet adamını katletmişler ve kendilerine muhalefet eden herkesi teröre boğmuşlardır.

6- Irak’ta Saddam’ı içten yıkan Kesnizani Tarikatı,

7- Ve ülkemizdeki Fetullahçılık yapılanması da masonların bir planıdır.

Fetullah Gülen Hareketi: Risale-i Nur gibi ilmi ve imani eserleri rehber edinerek gençlerimizin milli ve manevî değerlere bağlı olarak yetişmesini sağlamak… Bu amaçla kurslar ve yurtlar açmak şeklinde hayırlı bir hizmet olarak başlamışken; zamanla masonik merkezler “yurt ve okulların Türkiye genelinde hatta başka ülkelerde açılıp yaygınlaşmasına ekonomik ve bürokratik yardımlar yaparak ve mensuplarına cezbedici imkân ve fırsatlar tanıyarak, bu hareketin elebaşlarını avuçlarına almış ve Siyonist sömürü hâkimiyetine boyun eğen, layt ve ılımlı Müslüman yetiştirme merkezleri haline sokmuşlardır.”

Siyon Liderlerin Protokolleri:

Yahudilerin, bu belgelerin uydurma olduğuna inandırmak için her yola başvurdukları bilinmektedir. Bu tertipler arasında eserin mevcut kopyalarının Rusya’da yakılmasını, Londra Kütüphanesinde bulunan bir kopyasının çalınmasını, Amerika’da yeni baskısının yapılmaması için devlet terörü uygulanmasını sayabiliriz. Bu eser, Yahudiler için bir plan teklif etmekte ve dünyayı Yahudi hükümetinin emrine vermek için gerekli olan uygulamaları göstermektedir. Bu plana göre; milletlerin ahlâkları bozulmalı, maddi bakımdan Yahudilere muhtaç duruma sokulmalı, halkın çekmekte olduğu sefalet devamlı işlenerek toplumlar isyana ve anarşiye teşvik edilmelidir.

Siyon protokollerine göre:

 Toplumlar ve özellikle dindarlar siyasetten uzak tutulmalı, yönetim masonların güdümünde olmalı,

 Ekonomik hayat, bankalar ve borsalar Yahudi tekeline alınmalı,

 Medya, basın-yayın, eğitim ve kültür yozlaştırılmalı,

 Milli ve manevi bağlar zayıflatılıp koparılmalı, “devlet, millet, memleket” gibi kavramlar ve kurumlar yıkılmalıdır.

Siyon Protokollerinin yazılı olduğu belgede çok dikkat çekici bir nokta ise: “Saklı sırların anahtarlarının İstanbul’da bulunabileceğinin” yazılmasıdır.[8]

Acaba Siyonist Yahudiler ve Mason biraderler için İstanbul’un önemi nereden kaynaklanmaktadır? Ve o yıl ki (2004) NATO zirvesinin İstanbul’da yapılmasının bu Siyon Protokolüyle bir ilgisi var mıdır?

Bu arada; bütün masonların hain ve vicdansız olmadığını da biliyoruz. Ruhları Masonluğun ahlâksızlığıyla bağdaşmayan; hıyanet ve haksızlıklara yardımcı olmaya vicdanları karşı çıkan pek çok masonun bulunduğuna inanıyoruz. Bunlardan bazılarının servet ve şöhretleriyle masonluğa yardımcı olmaları, onun perde gerisini, şeytanî felsefesini ve Siyonist hedeflerini bilmemelerindendir. Bu bilmedikleri şeylerin birazcık olsun farkına vardıktan sonra kendilerini aldatan, ünlerini ve yardımlarını kötüye kullanan bu kirli ve kötü niyetli kuruluştan bir gün nefretle ayrılacaklarından emin olduğumuz masonların, gerçekleri anlayacakları ve bu şeytan şebekesinden kopacakları, büyük bir değişim gereklidir ve bu kutlu devrim beklenmelidir.

Ve işte Atatürk, bütün bu hıyanet ve rezaletlerini çok iyi bildiği içindir ki, Mason Localarını kapatmış ve kapılarını kilitlemiştir. Ve şimdilerde, hem mason hem Atatürkçü geçinenler, münafıklığın ve sahtekârlığın en tipik örnekleridir.

Bu arada Masonların: “Kemalizm dönemi bitmiştir. 80 yıl öncesine takılıp kalmak gericiliktir. Artık AB ile hatta küreselleşme bağlamında tüm dünya ile bütünleşmek gerekir… Dini ve milli bağnazlıklardan kurtulmanın zamanı gelmiştir…” şeklindeki dışı jelatinli, içi zehirli propagandalarına dikkat edilmelidir!..

Harp Akademileri açılış töreninde sarf edilen: “Klasik önyargılardan ve sloganik saplantılardan uzaklaşma… Küresel güçlerle birlikte hareket yeteneğine kavuşma” anlamındaki sözlerin de Atatürk çizgisinden ve milli disiplinden kopmak heveslerinin dile getirilmesi endişe vericidir.

İsmet İnönü ve Masonluk

İsmet İnönü, Atatürk’ün Localarını kapattığı ve yanından kovup kapıya attığı masonlara, yeniden imkân ve imtiyaz tanımış ve masonluğun ilkokulu sayılan Rotary ve liseleri sayılan Lionsları, hükümet kararıyla açmıştır. 1 Nisan 1963 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 6/1607 no’lu karar açıklamasıyla, İçişleri Bakanlığı’nın 30–3957–38530 sayılı yazıları üzerine, 3512 sayılı kanunun 10. maddesine göre, Bakanlar kurulunca 1 Nisan 1963 tarihinde “LİONS İNTERNATIONAL” kulübünün kurulması onaylanmıştır.

KARARI VERENLER

Başbakan: İsmet İnönü.

Başbakan Yardımcısı: Turhan Feyzioğlu (Mason).

İmar İskân Bakanı: Fahrettin Kerim Gökay (Mason).

Çalışma Bakanı: Bülent Ecevit (Dönme damadı).

Devlet Bakanı: Necmi Ökten (Mason).

Devlet Bakanı: Ali Şakir Ağanoğlu (Mason).

Dışişleri Bakanı: Feridun Cemal Erkin (Mason).

Maliye Bakanı: Ferit Melen (Mason).

Ticaret Bakanı: Muhlis Mete (Mason).

Türkiye’de Lions kulüplerinin kurulmasına o günlerde izin veren ve bugün hâlâ hayatta bulunan devlet adamlarımıza, 1963 senesi 1 Nisan’ında almış oldukları bu hazin karar ithaf olunur. Lions’un kuruluşunun kabul tarihi “Nisan 1” şakası gibi geliyor ama nedense yüce devletlilerimiz, özellikle o günü seçerek, Türkiye’mizi şaka yerine şoka sokmuşlardır. Bir dönemler Karaoğlan edebiyatıyla “Akgünlere” doğru, “sürünenler sömürenlerden hesap soracak!” diyen Bülent Ecevit’in de Çalışma Bakanı sıfatıyla imzası vardır bu kararda. Üstelik mason birader olmadıkları halde… Ancak bu tarihi imzada muhterem eşleri Rahşan Hanımefendi’nin kaçınılmaz etkinliğinin olması yadırganmamalıdır. O günlerde bu şer yuvasının kurulmasına onay veren sn. devlet adamları (daha doğrusu Yahudi kuklaları) Lions adı altındaki Siyonist ocakların büyümesine yardımcı olup, Türkiye’mizi büyük sıkıntılara sokacak olan bir masonizm diktatörlüğü kurmuşlardır.

 

1917-Rus- Ekim Devrimcilerinin tamamına yakını yine Yahudilerden oluşmaktadır.

mason 1

Yukarıdaki bilgiler Grande Encyclopedie Française-Rus İhtilâli ve Yahudiler adlı bölümünden alınmıştır.[9]

Yahudi Dönme ile Evlenen Komünist Yazar!

Cumhuriyet’in kurulduğu ilk senelerde rejime ve devlete kafa tutan yazılarıyla tanınan Marksist yazar Zekeriya Sertel’in yine kendisi gibi fanatik bir Marksist olan eşi “Yahudi dönmesi” Sabiha Sertel’le nasıl evlendiğini kendisi anlatmaktadır..

Ve yine, Amerika’nın ünlü gazetesi “Washington Post’un sahibesi Madam Catherine Graham, katıksız bir Yahudi olması nedeniyle Jak Kamhi’yi Türkiye’deki ekonomik durumun dışında, başka yönlerden de güçlü gösterebilmek için, kardeşinin “MOSSAD ajanı” olduğunu açıklamıştır. Aslında Jak Kamhi, kardeşinin MOSSAD ajanı olduğunu hayatı boyunca gizlediği halde, Washington Post’un Yahudi patronu Madam Catherine Graham, kaş yapayım derken göz çıkarmıştı! MOSSAD, İsrail’deki dünyanın en ünlü ajan ve anarşi kuruluşlarından birisidir.

Alarko Holding’in patronlarından ve sosyal demokrat takınan, Yahudi İshak Alaton; şimdilik kış uykusunda olan, Ermeni Terör Örgütü Asala’nın en büyük finansörlerinden Türk düşmanı Honvanyan’ın can dostuydu. İshak Alaton, Ermeni Konseyi Başkanı Honvanyan’la Amerika’da buluşup onun evinde yemek davetine katıldığını inkâr edemez!

Süleyman Demirel de masondu. Ve malûm mahfillerin maşasıydı. Şu belge karşısında, gerçeklere saygı duyulmalıdır.

Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in; Ankara Vadisi Devlet Su İşlerinde Müdür iken, Bilgi Locasına kayıtlı olduğunu gösteren Masonluk belgesidir:

mason 2

Bak: Türkiye’nin Büyük Masonları Süleyman Yeşilyurt. Yeryüzü Yayınları. ANK. 3. Baskı Sh: 153

 

 

İşte 33.derecelik Masonluk mertebeleri:

Mavi Localar

1- Müptedi

2- Refik

3- Üstad

4- Sır üstadı

5- Mükemmel üstad

6- Mahram sekreter

7- Nazır

8- Bina emini

9- Dokuzların üstadı

10- On beşlerin üstadı

11- Yüce şövalye

12- Büyük mimar üstadı

13 Royal arş şövalyesi

14- Yüce üstad

 

 

Kırmızı Localar

15- Doğu şövalyesi

16- Kudüs prensi

17- Doğu ve Batı şövalyesi

18- Roz-Kruan şövalyesi

 

 

Felsefe Locaları

19- Yüce İskoçyalı

20- Sayın büyük üstad

21- Prusya şövalyesi

22- Lübnan prensi

23- Tobernaki şefi

24- Tobernaki prensi

25- Tunç yılan şövalyesi

26- Triniter İskoçyalı

27- Kudüs mabedinin hâkim amiri

28- Güneş şövalyesi

29- Sen Andre “Aziz-Andre”

30- Büyük kadoş şövalyesi

31- Büyük müfettiş

32- Kutsal sır yüce prensi

33- Büyük genel müfettiş “Maşrık-ı Azam”

Yukarıda gördüğümüz gibi, masonluk derecelerindeki garip isimler genellikle İsrail ve İskoçya patentlidir. Bu şartlarda “masonluk Türkiye’nin mutluluğu için çalışan bağımsız bir kuruluştur” diyenlere, İstanbul Neve Şalom’daki Yahudi Haham “patriği”nden Kabala metinlerini isteyip, İbranice’den ve tercümesinden okumalarını tavsiye ederiz. Ülke gerçeklerini bir türlü kabullenmeyen mason biraderler, kendilerine verilen gülünç terfilerin; Siyonist Yahudilerin şeytani icatları olduğunu göreceklerdir.

Yeri gelmişken Türkiye Büyük Locası Maşrıkı Azamının yeminini de sizlere aktaralım:

“Bana tevdi edilecek farmasonluğun sırlarını, gerçek bir masondan başka kimselere ve usul kaidelerine uygun olarak kurulmuş bir mahfilden başka mahalde ifşa etmeyeceğime; biraderlerimi seveceğime, yardımlarına yetişeceğime, onların ve masonluğun müdafaası için, icap ederse hayatımı feda edeceğime, biçarelere muavenet, herkese karşı adaletli hareket, aileme ve vatanıma fedakârlık edeceğime (yani hakları gasp edilmiş Yahudilere, Siyonizm’e hizmet eden kimselere, ailem olan dünya masonluk üyelerine ve vatanımız olan Arz-ı Mev’ud hedefine hizmet edeceğime ve bunların haklarını gözeteceğime) “sanii azam-ı kâinatın” (yani Siyonist tanrısının) ve şu muhterem mason üstadlarının huzurunda; kendi arzum ve irademle resmen; kemali hulus ve samimiyetle yemin eder ve vaadimden dönmekten, yeminimde hulf etmekten ise, ölmeyi tercih edeceğimi beyan eylerim.”[10]

Ester Benbassa’nın yazdığı ve Ayşe Atasoy’un dilimize kazandırdığı: “Türkiye ve Balkan Yahudileri Tarihi” adlı kitapta, Atatürk’ün kapatıp yasakladığı masonik ve Siyonist faaliyetlerin, İsmet İnönü döneminde yeniden serbest bırakılıp yaygınlaştığı şöyle anlatılmaktadır:

Tel-Aviv Belediye Başkanlığı da yapmış olan Siyonist lider Meir Dizengoff’un (1861–1937) henüz 1919 yılında iddia ettiği gibi, acaba yurdumuzda gizli bir Siyonizm mi vardı? Türkiye ve Bulgaristan’da yaşananlar karşılaştırıldığında, bu farklılıklar açıkça ortaya çıkar. Bulgaristan’da örgütlü bir hareket göze çarpmaktadır. Farklı eğilimler ile bunların ulusal ve uluslararası bazdaki yönetimlerine doğrudan katılım, kelimenin tam anlamıyla Siyonist bir ideolojik söylem, ülke çapında düzenlenen kongreler, bu kongrelere ve hareketin mali temelini oluşturan fonlara yardım vardır. Ve bütün bunlar 2. Dünya Savaşı’nın arifesine kadar sürmüştür. Selanik ve Yunanistan’ın diğer Sefarat Yahudi cemaatleri bile Türkiye’dekilerden farklıdır. Kemalist Cumhuriyetin ilanından sonra, Türk Yahudiliği Siyonist hareketin yönetim mercileriyle resmi bağlarını koparır. Fakat bu kopma, Siyonizmin yeraltında devamını engellemez. Hatta 1920 yılından itibaren, İstanbul’da bir Filistin bürosu kurulur. Büro, özellikle transit geçen Rus Yahudilerin durumları başta olmak üzere, Filistin’e göçle ilgilenir. Büyük sorunların yaşandığı dönemlerde, göç edenlere az sayıda yerli Yahudiler de katılır. Bu büro çeşitli Siyonist akımların temsilcilerinden kuruludur ve Londra’daki merkeze bağlı çalışmaktadır. Haziran 1920 ve Haziran 1921 tarihleri arasında 4200 göçmene yardım yapılır. Bu göçmenler genellikle, Besarabya ve Romanya üstünden geçerek İstanbul’a gelen ve burada, Filistin’e göç izni almak için İstanbul’da bekleyen Ukraynalılardır. Filistin bürosu, kapanmak da dâhil olmak üzere çeşitli aşamalar geçirir. Rus Yahudilerinin Kemalist Türkiye’ye girmeleri yasaklanınca, amacı Yahudi göçmenlere yardım etmek olan bu büro Sefaradlara yönelir. Sefaradların Filistin’e göçü için ellerinde az sayıda göçmen izin belgesi olması, bu Siyonist milliyetçi projenin etkilerini kısıtlamıştır. Zaten bu Yahudiler, Siyonizm’i devlete ihanet olarak değerlendiren Mustafa Kemal önderliğindeki merkezi otoritenin yarattığı korkuyla yaşamaktadır.

Siyonizm, Cumhuriyet Türkiye’sinde gizlilik içinde yürütülür ve bu bağlamda da oldukça kendine özgüdür. Böylesi şartlar altında kadrolaşma, propaganda, fikir aşılama ve uygulama etkinlikleri nasıl sürdürülebilirdi? Siyonist liderlerin yerli Yahudilerle az ilgilendikleri bir ortamda somut bir Siyonizm nasıl gelişebilirdi?

İstanbul hep önemli bir nokta olarak kalmaya devam edecektir. Çünkü Filistin, Yahudi kolonisinin orta ve doğu Avrupa’da ezilen Yahudilerin kurtarılması ve Filistin’e transfer edilmesi çalışmaları, bu şehirde başlayacaktır. Gelecekte İsrail devletinde görev alacak önemli sayıda Siyonist lider bu amaçla İstanbul’da bir süre kalmıştır. Uzun süren görüşmelerden sonra İsmet İnönü güdümündeki Türk hükümeti, 1941 yılında yayınladığı bir kararnameyle, Yahudilerin kendi topraklarından transit geçiş yapmasına izin çıkarır. Bunun için aranan tek şart; göçmenlerin Filistin vizelerinin olmasıdır. 2. Dünya savaşı boyunca Türkiye’nin hem ülke içindeki hem de yurt dışındaki Yahudilere karşı takındığı tutum için söylenebilecek tek şey, çelişkili bir tavırdır. İsmet İnönü Yahudi aleyhtarı görünerek, göçmenlerin Türkiye yerine İsrail’e yerleşmesini sağlamıştır. Böylece, 1938 ve 1944 yılları arasında 37 bin Avrupalı Yahudi Filistin’e yollanmıştır. Birçok Siyonist örgüt, İngiliz ablukasını kıran bu göçü İsmet İnönü hükümetiyle gizlice planlamış ve uygulamıştır. İstanbul, uzun bir süre için Siyonist gizli servislerinin toplandığı merkez noktadır. Gizli servislerin görevi; kurtarma operasyonları, komando ve paraşüt birliklerinin gönderilmesi için gerekli bilgilerin toplanmasıdır. İşte bu noktada, Filistin Yahudi bürosu delegeleri tekrar devreye girer ve izlenecek stratejinin belirlenmesi için çeşitli diplomatik mercilerle temasa geçer. 1935 yılında Mustafa Kemal’in kapattığı mason localarına bağlı Filistin bürosu ise, diğer kurtarma merkezleriyle olan ilişkilerin yürütülmesi sorumluluğunu üstlenmektedir.

Savaşın son yıllarında, işgal altındaki ülkeye yönelik operasyonlar ertelenir. O zaman bu büro, yerli Yahudilere yönelerek onlarla ilgilenir. Genel olarak bakıldığında, Balfour Deklarasyonu sonrası, Siyonizm’in resmi kurumlarının yerli Yahudiler üstündeki ilgisinin sistematik bir şekilde azaldığı gözlenir. İlgilendikleri alan ise, her zaman başvurdukları ve kendi şeytani amaçları için mübah saydıkları anarşik hareketler ve vahşi terör eylemleridir. Masum ve mazlum Filistin Müslümanları; İnönü Türkiye’sinin büyük destekleriyle sistemli bir şekilde katledilmiştir. Her şeye rağmen, bu büro Türkiye’de Siyonizm’in canlı tutulmasını sağlamıştır. Aslında, ne kuruluş aşamasında ne de savaş yıllarında birinci amacı bu olmamıştır. Otuzlu yılların sonuna kadar ülkedeki tek Siyonist kurum, bu temsil bürosudur. Kemalist Cumhuriyetin ilanından önceki dönemde geçen sürede, Siyonist faaliyetler ne kadar zenginse, bunu izleyen dönemde tam tersine, bir ölüm sessizliğine bürünür. Kemalizmin kendine özgü milliyetçiliği, başka bir milliyetçiliği kabul edecek yapıda değildir, hele eski zimmîlerden kaynaklı ise. (Atatürk bunları şüphe ile izlemiştir.)

Gerçek anlamda bir Yahudi proletaryasının bulunmadığı, Selanik ve Bulgaristan örneği sosyalist hareketin oluşmadığı Türkiye’de, Siyonizm; sosyalizm’in yerine geçmiştir. 1. Dünya Savaşı’nın sonu bu eğilimi güçlendirmiştir. Sosyalist hareket ülkede yasaklanmış olduğu için, Türk Yahudilerinin de bu harekete katılmaları imkânsız hale gelmiştir. Türk Yahudiliğinin Sosyalizm’e doğrudan katılamadığı günlerde, (masonluk ve sahte Atatürkçülerle) topluma açılan Siyonist grup, yeraltından yoksul kesimleri, kışkırtılan Kürtleri ve Alevileri bir araya getirip örgütleyerek, bunlara karşı da Milliyetçi hareketleri körükleyerek, ülkeyi bir iç savaşa sürüklemiştir. Masonluk taşrada, özellikle İzmir’de, Adana’da ve Bursa’da derinlemesine köklenir.[11]

Esther Benbassa ve Aron Rodrigue aynı kitabında şunları da söylüyor:

“Osmanlı İmparatorluğu’nda, keskin bir antisemitizm (Yahudi düşmanlığı) yoktur. Ve hele, Hristiyan Batı’da yaşananlarla kıyas kabul etmez (bir hoşgörüye rastlanmaktadır). Diğer gayri Müslim cemaatler gibi, Yahudi cemaati de bu sosyal ve hukuksal eşitlik (ve adaletten kendi) payını almaktadır. (Sadece) Özellikle merkezi iktidarın çalkantı ve güç kaybı yaşadığı (bunalımlı) dönemlerde, yöneticilerin (kendilerine nasıl davranacağından endişe edip) tavırlarından tedirgin olurlar. (Sıkıntıları yalnız bununla sınırlıdır.) Yine de, modern çağa gelinceye kadar (ne Osmanlı’da ne diğer) İslam topraklarında, inanca dayalı (ve Yahudilere yönelik) bir antisemitizm olmaz… (Bu durum İslam’ın merhamet ve müsamahasından kaynaklanır.)[12]

1934 yılında, 22–2733 numaralı 14 Haziran 1934 tarih ve 2510 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan ve Atatürk aleyhindeki düşmanlıkların iyice artmasına sebep olan ve azınlıkların hıyanet amaçlı faaliyet alanlarını oldukça daraltan “Devlet İskân Kanunu” Mustafa Kemalin özel bir gayretiyle çıkarılır.

Bu kanunla;

a- Anadili Türkçe olmayan azınlıkların (Yahudi ve Hristiyan unsurların) yoğun gruplar halinde özel semtler veya siteler oluşturmaları,

b- Kendilerine mahsus işçi ve esnaf dernekleri kurmaları,

c- Herhangi bir sanat, ticaret ve mesleği kendi tekellerine alıp, iktisadi, ticari veya içtimai (sosyal) imkân ve fırsatları sadece kendi mensuplarına aktarmaları,

d- Türk kültürüne uyum sağlamayan veya Türkçe’den başka dil konuşan kesimlerin, ülke bütünlüğüne karşı kışkırtılma yolları,

e- Ve yine herhangi bir kasaba veya İlçe-Kaza’da yabancı unsurların ve azınlıkların mevcut nüfusun yüzde 10’dan fazla olmaları yasaklanmış ve dış güçlerin şeytani gaye ve girişimlerinin önü tıkanmıştır.

Bütün bunlardan açıkça anlaşılıyor ki: Atatürk, emperyalist ve Siyonist faaliyetlere fırsat tanımamış ve büyük bir devlet adamı duyarlılığıyla, en küçük ve en düşük hıyanet ihtimallerine karşı bile gerekli bütün tedbirleri almıştır. Ama maalesef İsmet İnönü ve Adnan Menderes, bütün tedbirleri boşa çıkaracak ve hain odakların önünü açacak her türlü kolaylığı onlara sağlamışlardır.

Tapınak Şövalyeleri ve Masonluk:

Bazı Yahudiler Avrupa’daki Musevi düşmanlığından korunmak için, güya Hristiyan olan ama aslında sapık Kabala öğretilerine bağlı kalan “Tapınak Şövalyeleri”ni kurdular. Ve giderek büyük bir güç kazandılar. Filistin topraklarını işgal edip, Arz-ı Mev’ud hayalini ve Siyonizm’in dünya hâkimiyetini gerçekleştirmek için, zenginlik ve cennet va’ad ettikleri Hristiyanları Haçlı seferlerine kışkırttılar. Sonunda Kudüs’ü zapt edip 100 yıl kadar burada kaldılar ve Müslümanları acımasızca boğazladılar.

Selahaddin-i Eyyubi’nin Kudüs’ü fethetmesiyle, Tapınakçıların çoğu ortadan kaldırıldı. Ama geri kalanları İngiliz Kralı Arslan Yürekli Richard’ın yardımıyla Kıbrıs’a yerleşip denizciliğe başladılar. Vasco do Gama ve Kristof Kolomb gibi kâşifler de Yahudi dönmesi bir Tapınakçıydı ve Amerika’nın varlığını İslami kaynaklarda bulmuşlardı.

Tapınakçıların Avrupa’da yaygınlaşması, azgınlaşması ve toplum ahlâkını yozlaştırması üzerine Fransız Kralının öncülüğünde, bütün Tapınakçılar yakalandı, elebaşları asıldı. O sırada İskoçlar, İngilizlerle savaştaydı. Tapınakçı artıkları İskoçya’ya gidip, İngilizlere karşı onların safında savaştı ve büyük bir saygınlık kazandılar. İskoçya’da örgütlü Duvar Ustaları Localarını ele geçirip, Tapınakçı Şövalyelerin kabalist sistem ve sembollerini buralara taşıyarak ilk mason Localarını kurdular… Ve tekrar Avrupa’ya ve daha rahat taşınıp teşkilatlandılar.

Ve nihayet Büyük Fransız İhtilalini gerçekleştirip, Fransa Kralını asarak, 400 sene önce asılan Liderlerinin intikamını aldılar.

Daha sonra 1. ve 2. Dünya Savaşlarının çıkarılmasında, Tapınakçı Şövalyelerin, yani Yahudi dönmelerin devamı olan bu Mason Locaları önemli rol oynadılar. Nihayet önce Sicilya ve İtalya’da, ardından başka ülkelerde, meşhur Mafya odaklarını da yine bu Tapınakçı Şövalyelerin devamı olan Masonik merkezler ve Yahudi dönmeler kurmuş ve kullanmışlardır.

Ve işte Atatürk, bu şeytan şebekesinin Türkiye’deki şubelerini kapattığı için kara listeye alınmış ve zehirlenmek suretiyle suikasta uğramıştır.

Fransız Cumhurbaşkanı Jaques Chirac’ın Baş Danışmanı ve Büyük Doğu Mason Locası Başkanı Alain Bauer’ın İstanbul’daki Tarihi Açıklaması:

“Modern Türkiye’yi Masonlar mı Kurmuşlardı?”

Fransız Cumhurbaşkanı Jaques Chirac’ın güvenlik danışmanı Sorbone Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Alain Bauer, Modern Türkiye’nin kurucularının birçoğunun mason olduğunu söylemişti. İstanbul’da düzenlenen ‘İstanbul Demokrasi ve Küresel Güvenlik Konferansı’na katılan ve aynı zamanda Büyük Doğu Mason Locası Başkanı olan Bauer, bu konuda da görüş bildirdi. Dr. Alain Bauer, mistik bir mesele olarak bilinen masonluk konusuna ilişkin de Büyük Doğu Mason Locası lideri olarak, “Bu sadece kitabı açıp okumayan insanlar için gizemli bir konudur. Bu konuda yaklaşık 20 binden fazla yazılmış kitap var. Modern Türkiye’yi kuran birçok insan mason locasındandı”‘ diye eklemişti.

Böylece, Milli Çözüm Dergisi’nin vurguladığı: “Dış güçlerin ve Sabataistlerin Anadolu Siyon devleti kurma heves ve hileleri” de belgelenmişti.

Kitaplarda yazılı

Öne sürdüğü konu ile ilgili isim vermesi istenilen Dr. Bauer, “Bu konunun Türkiye’de hassas bir konu olduğunu biliyorum ve isim vermek istemiyorum. Ama Paris’teki tarihi kitaplarda bunların kim olduğu yazılıdır. Hiç ummayacağınız bir kişi dahi masondur” iddiasını da dile getirdi. Kastettiği kişinin kim olduğu konusunda ise Bauer, ısrarlara rağmen yanıt vermedi. El-Kaide terör örgütünü besleyen asıl kaynağın kültürel çatışma olduğu görüşünü öne süren Dr. Bauer, “El-Kaide hayali bir yapı değil, onun nasıl olduğunun değerlendirilmesi lazım” dedi. Asıl problemin medeniyetlerin değil kültürlerin çatışması olduğunu vurgulayan Bauer, Irak’taki işgalin ardından, yeniden 11 Eylül saldırısı gibi bir eylemin yaşanabileceği tehlikesinin var olduğuna dikkat çekti.[13]

Böylece, Atatürk’ün de mason olduğunu iddia eden Chirac’ın başdanışmanı, tam bir mason münafıklığı içinde olayları çarpıtmak istemektedir. Hak’la Bâtıl’ı, doğrularla yanlışları karıştırmak ve gerçekleri çarpıtmak masonların hep yapabildiği bir hiledir. Evet, Cumhuriyetin kuruluşunda masonların parmağı olduğu bilinmektedir. Ancak Atatürk’ü kendilerinden göstermeleri, bir sahtekârlık örneğidir. Çünkü Mustafa Kemal onların localarını kapatan kişidir. Ama Atatürk’ten sonra, Türkiye’nin tamamen masonların güdümüne girdiği ise kesindir.

Osmanlı ve Cumhuriyet Masonları

Masonlar, ya da Ortaçağ’ın duvarcı loncaları, ilk kez 1717’de kimlik değiştirerek İngiltere’de eğitimli kesimin bir araya geldiği fikir kulüpleri şekline dönüştü. O dönemde krallıkların yerine halkın iradesinin hâkim olması ve ‘insan hakları’ başta olmak üzere öncü fikirleri benimseyen masonlar, kıta Avrupası’nda da kısa sürede yayıldı. 1733’te Fransa’da açılan Büyük Maşrık (Grand Orient) Locası, daha sonra Fransız Devrimi’nin ‘Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik’ sloganını ve Cumhuriyetçi ideallerini benimseyerek bu fikirlerin Avrupa çapında yayılmasını sağladı. Masonların; yenilikçi fikirleri başka ülkelerin eğitimli seçkinleri arasında yaymasının yanı sıra, gizemli simgelere önem vermeleri ve Yahudi-Hristiyan geleneğini ön plana çıkarmaları, “gizli bir dünya egemenliğinin arkasındaki güç” olarak tanımlanmalarına yol açtı. Osmanlı İmparatorluğu; masonlukla, Fransız Büyük Maşrık Locası ile İngiliz ve İtalyan locaları üzerinden tanıştı. V. Murat dâhil, Osmanlı seçkinlerinin önemli kısmı masonluğu benimsedi. İttihat ve Terakki Cemiyeti de döneminin pek çok fikir ve siyaset derneği gibi bir mason locası olmamakla birlikte, masonluğun savunduğu idealleri benimsemişti. Kurucu kadrosunda ağırlıklı olan masonlar dolayısıyla, örgütlenmesinde masonluğu örnek almıştı.

1909’da kurulan Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Locası’nın internet sitesinde, Cumhuriyetin kurucu kadrosunda yer alan Masonlar şöyle sıralanıyor:

Fethi Okyar, Rauf Orbay, Refet Bele Paşa, Ali İhsan Sabis Paşa, Meclis Başkanı Kazım Özalp Paşa, Meclis Başkanı Abdülhalik Renda, Başbakan Hasan Saka, İçişleri Bakanları Şükrü Kaya ve Mehmet Cemil Ubaydın, Dışişleri Bakanları Bekir Sami Kunduh ve Tevfik Rüştü Aras, Sağlık Bakanları Rıza Nur, Adnan Adıvar, Refik Saydam, Behçet Uz, Milli Eğitim Bakanları Reşit Galip, Hasan Ali Yücel, Ekonomi Bakanı Sırrı Bellioğlu, Milletvekilleri Cevat Abbas, Atıf Bey, Edip Servet Tör, Yunus Nadi, Reşit Saffet Atabinen, Memduh Şevket Esendal, Hilmi Uran, Tevfik Fikret Sılay, Ahmet Ağaoğlu, Ankara Valisi Nevzat Tandoğan ve Belediye Başkanı Süleyman Asaf İlbay, İstanbul Valileri Muhittin Üstündağ, Lütfü Kırdar, Danıştay Başkanı Mustafa Reşat Mimaroğlu, Jandarma Genel Komutanı Galip Paşa, İstiklal Mahkemesi Başkanı Necip Ali Küçüka, Amiral Mehmet Ali Paşa. Bunların birçoğunun Sabataist dönme olduğu da saptanmıştır.

Başta Mustafa Kemal ve Kuvay-ı Milliye öncüleri; dış güçlerin desteklediği bu masonik çevrelerin, bütün hile ve hıyanetlerinin elbette farkındadır. Ancak; bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ni kurup, mevcut tehdit ve tehlikeleri atlatıncaya kadar, bu çevreler oyalanmış ve onların güçlerinden ve bazı heveslerinden yararlanılmıştır. Kısaca “Harp Hiledir” Hadisi ve taktiği çok mükemmel uygulanmıştır.

 

 


[1] Pek Muhterem İtalyan Maşrıkı Hector Ferrari

[2] Katolik Ansiklopedisi

[3] Benoit F. M. I. 17

[4] Preuss A. F. 413–414

[5] Eckert I. Deuxieme Epegue

[6] Büyük Şark Loca Bülteni 1890 pp. 500ff

[7] Yüksek Mason Modea’nın Talimatı- Benoit F. M. I. 176

[8] Bak: “Dünya siyasetinin perde arkasındaki güç” – Tarih boyunca MASONLUK – Jose Maria Ceardenal Caro Y.Rogriguez- Tercüme eden: Hacasan Yüncü – Kayıhan Yayınları. Sh: 256

[9] G. Netshelodan

[10] Süleyman Yeşilyurt Türkiye’nin Büyük Masonları 3. Baskı Sh.159

[11] Bak: İletişim Yayınları 2. Baskı 2003 İST. Sh.290–343

[12] Bak: Age Sh.337

[13] Akşam – 11 Haziran 2005

https://www.millicozum.com/mc/kasim-2020/ataturkun-kapattigi-masonluk-tarikati

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi