Anasayfa » Atatürk’ün Osmanlı Tarihi Niye Kaldırıldı?

Atatürk’ün Osmanlı Tarihi Niye Kaldırıldı?

Yazar: yonetici
0 Yorum 96 Görüntüleyen

OSMANLI TARİHİ NİYE
KALDIRILDI?

Atatürk’ün İlmi ve Gerçekçi Bir Metotla Hazırlatıp

Ders Kitabı Olarak Okuttuğu:

 

OSMANLI TARİHİ NİYE KALDIRILDI?

  

Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’yı yenen devletler, şöyle bir bildiri
yayımlamışlardı:

Müttefik Devletler Konseyi’nce 23 Haziran 1919’da Milletimiz İçin Uygun
Bulunan Metin

“(…) Tarih boyunca hangi ülke Türklerin eline geçtiyse o ülke maddi ve
kültürel geriliğe gömülmüş, hangi ülke Türklerin elinden kurtulduysa maddi ve
kültürel bakımdan yükselmiştir. Tarih boyunca Türkler ellerine geçirdikleri
ülkeleri geliştirmemiş, yıkmıştır; çünkü Türklerde geliştirme yetisi yoktur, yalnızca
yıkmayı savaşmayı bilirler. (Bu nedenle ülkelerini parçalayacak ve Türkleri biz
yöneteceğiz) (…)”

İmzalar:

(İngiltere, Fransa, İtalya, Amerika,

Yunanistan, Japonya, Sırbistan)

Bu bildirinin altında diğer devletlerin yanı sıra Amerika’nın da imzası bulunmaktaydı.
“Müslüman Türklerde; yalnızca yakıp yıkarak savaşma yeteneği bulunduğu, bunun
dışında bilim, düşünce, ekonomi, mimarlık, üretim bilimi ve sanat gibi uygarlık
alanlarında hiçbir kabiliyeti bulunmadığı” savına Mustafa Kemal’in 28 Aralık
1919’da verdiği yanıt şu olmuştur.

Atatürk’ün yanıtı:

“Sözde ulusumuz, yetenekten yoksun bulunduğu için, bayındır bulunan
yerlere girmiş ve oralarını yıkıntıya çevirmiş Bu savlar kesinlikle gerçek
değildir. Karaçalmadır. Düşününüz efendiler Ulusumuz küçük bir aşiretten,
anavatanda bağımsız bir devlet kurduktan başka, Batı dünyasına, düşman içine
girdi ve orada büyük çabalarla bir imparatorluk kurdu. Ve bunu, bu
imparatorluğu, 600 yıl büyük bir yetkinlikle sürdürdü. Bunu başaran bir ulus,
elbette yüksek bir yöneticilik yeteneğine ve yönetim örgütlenmesine sahiptir.
Böyle bir durum yalnızca kılıç gücüyle gerçekleştirilemez. Tüm dünya bilir ki,
Osmanlı Devleti, ordusunu çok geniş olan topraklarının bir ucundan diğer ucuna
olağanüstü bir hızla, tepeden tırnağa donatılmış olarak ulaştırır ve bu orduyu
aylarca, belki de yıllarca besler, yedirir, içirir, giydirir ve yönetirdi.
Böylesi bir etkinlik, yalnızca ordu örgütünün değil, (cephe gerisinde) yönetim
birimlerinin de olağanüstü kusursuz ve yetenekli olduğuna kanıttır ve tarih
buna tanıktır.”[1]

Atatürk’ün Türkiye İktisat Kongresi’ndeki Konuşmasında Osmanlı Tarihi:

Mustafa Kemal, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’yı yenen devletlerin
‘Osmanlı’da yalnızca savaşma yeteneği bulunduğu, uygar yeteneklerin
bulunmadığı’ savını 1919’da verdiği bu yanıtla çürütmekle yetinmemiş, düşman
ülkelerin orduları topraklarımızdan kovulduktan hemen sonra 1923’te İzmir’de
topladığı Türkiye İktisat Kongresi’nde İlk Osmanlı Tarihi Dersi’ni verirken
şöyle demiştir.

“Efendiler, uzun gafletlerle ve derin umursamazlıkla geçen yüzyılların
ekonomik yapımızda açtığı yaraları iyileştirmek ve çarelerini aramak, ülkeyi
bayındırlaştırmak, ulusu bolluk ve mutluluğa ulaştıracak yolları bulmak için
yapacağımız çalışmaların başarıyla sonuçlanmasını dilerim… Tarih, ulusumuzun
yükseliş ve çöküş nedenlerini ararken birçok siyasi, askeri, toplumsal nedenler
bulmakta ve saymaktadır. Kuşku yok ki bu nedenler toplumsal olaylarda
etkilidir. Bir ulusun doğrudan doğruya yaşamıyla ilgili olan, o ulusun
ekonomisidir… Gerçekte Türk tarihi araştırılacak olunursa: Yükselme ve çöküş
nedenlerinin büyük ölçüde ekonomik sorunlardan kaynaklandığı görülecektir…
Tarihimizi dolduran başarıların yada çöküşlerin tümü ekonomik durumumuzla
yakından ilgilidir… Efendiler Kılıç kullanan kol yorulur; fakat saban kullanan
kol her geçen gün daha çok güçlenir ve her gün daha çok güce sahip olur. Eğer
vatan; kupkuru dağ ve taşlardan, viran köy, kasaba ve şehirlerden ibaret
olsaydı, onun zindandan farkı olmazdı.[2]

Atatürk’ün yazdırdığı Osmanlı Tarihi

Mustafa Kemal, Cumhuriyet döneminde kendi kurduğu Türk Tarihi Tetkik
Cemiyeti’nce yazılan ve 1931-1941 arası okullarda okutulan tarih kitabında,
Osmanlı’nın Batı’ya askeri olarak üstün olduğu yüzyıllar boyunca, aynı zamanda
ekonomik ve bilimsel olarak da üstün olduğu gerçeğini özellikle vurgulamış;
çöküşün askeri alandan önce ekonomik, bilimsel ve teknolojik alanlarda
başladığını açık ve kesin biçimde ortaya koyarak, özetle şunlar öğretilmiştir:

(1299’da kuruluşundan 16 ve 17. yüzyıllara dek Osmanlı’da) “Halkın,
hükümetin ve ordunun gereksindiği her şey ülke içinde hazırlanmakta ve
üretilmekteydi. Bu yüzden dış ticaret dengesinde açık yoktu. Dahası, 19.
yüzyılın ortalarına dek Osmanlı ülkesinin dışsatımı (ihracatı), dışalımından
(ithalatından) çoktu. Dış ticaret dengesindeki açık, bu tarihten sonradır.”
(Not: Bu tarihler, Islahatçı, Tanzimatçı ve İttihatçı Masonların Osmanlı
yönetimine hakim olduğu dönemlere raslamaktadır.) (…) “Devletin gerileme
devrine kadar halkı iyi idare etmiş oldukları görülüyor.” (…) “Türkler arazi
işinde halkı koruyan bir usul takip ediyorlar. Balkanlardaki Hıristiyan
köylüler, Türk idaresi altında, vasileus ve krallar zamanından çok daha mutlu
ve müreffeh bir hayata kavuştular. Asla bağnaz olmayan ve çok iyi idare etmeyi
bilen Türkler, köylülerin arazisine dokunmadılar.” (…) “İstanbul’un fethi
üzerine, Türklerin ünü Avrupa’nın her tarafına yayıldı. Türklerin ellerine
geçirdikleri memleketleri; çok adaletli ve merhametli idare ettikleri, fukarayı
zenginlerin zulüm ve baskısından kurtardıkları her yerde konuşulmaktaydı. Türk
tebaası olan kavimlerin rahata ve mutluluğa erdikleri anlatılmaktaydı. Bazı
Almanlar, Türklerin Almanya’ya gelip memleketlerinde süregelen haksızlık ve
adaletsizliğe engel olacakları ümidine bile kapılmışlardı. Nürenbergli Hans
Rosenblut adlı bir yazar, “Türkler Hakkında” başlığıyla yazdığı bir tiyatro
kitabında Türklerin adaletini, “aristokratları cezalandırarak halka refah
sundukları” şeklinde gösteriyordu. Hatta Fatih’in hemen çağdaşı olan meşhur
siyaset kuramcısı Makyavelli bile, Türk idaresinin o dönemde varolan idarelerin
hepsinden daha iyi olduğunu yazıyordu.” (…) “Sultan Süleyman zamanında Osmanlı
Devleti servet ve refahça da yüksek bir seviyeye ulaşmıştı. İmparatorluğun
tebaası, o dönemin her tür sanayisine vakıftı. İhtiyaçlar (yabancı ülkelerden
alınmaz) memleket içinden-yerli üretimle-sağlanırdı… 16. yüzyılda Doğu’nun
sanayi ve ziraatı Batı’dan üstündü. İhracat ithalattan fazlaydı. Kanuni
Süleyman’ın son günlerine doğru genel olarak mali durumun bozulduğu
anlaşılıyor.” (…) “Süleyman döneminde Alman rahibi Luther bile “Türkler gelip
de Almanya’da adilane idarelerini acaba kurmazlar mı?” ümidini besliyordu. O
zamanların Almanları, İstanbul’un fethi arifesindeki Rumlar gibi, Alman
imparatorluğunun ve Alman feodal beylerinin zalimce idareleri altında
bulunmaktansa, Türklerin yönetimi altına geçmek daha iyidir, diye
düşünüyorlardı.” (…) “Kanuni Sultan Süleyman devrinden sonra bozulma
başlamıştı.” (…) “1683’ten sonra gerileme devri başlar.” (…) “Osmanlı
toplumunun iktisadi alanda ilerleyememiş olduğu, 16 ve 17. yüzyıl başlarında
Avrupa’da görülen sanayi alanındaki gelişmelere ayak uydurulamamıştır.” (…)
“Son devirlerde genel olarak memleket idaresindeki olumsuzlukların,
Osmanlılarca bilim, sanayi ve iktisat alanlarında gösterilen keşif ve yaratıcı
gücün sonraki hükümetlerde (İttihatçılar ve Tazimatçılar kastediliyor.)
bulunmayışına bağlamak yerine, her açıdan geri kalmışlığın sebebini, Osmanlı
kara ve deniz kuvvetlerinin zayıflamasında aramak yanlıştır. Uygarlıkça 16.
yüzyılda Batı’ya üstün olduklarından, 17. yüzyıldan itibaren uygarlıkta
üstünlüğün Batı’ya geçtiğini kabul ve itiraf etmiyorlardı.” (…) “Bunun içindir
ki III. Selim tahta çıkınca, tebaasından devletin iyileştirilmesi hakkında
fikir ve görüş sordu. Din adamlarından, devlet adamlarından ve kumandanlarından
bazıları birer layiha sundular… O dönemin bilginlerinin ticaret dengesine,
dışarıdan satılandan daha çoğunu yurt dışından satın almanın, ithalatın
ihracattan çok olmasının zararlı olduğuna, ülkedeki madenlerin işletilmesine,
lüks tüketim maddelerinin yurt dışından getirilmesinin engellenmesine… İlişkin
görüşleri dikkate değerdir. Bir memlekette ticaret dengesinin memleket zararına
bozulması durumunda, maliyenin düzeltilmesinin imkansız olduğunu ve maliye
düzeltilmedikçe de ordu ve idarenin düzelmeyeceğini layiha sahiplerinin çoğu
tamamıyla kavramış görünmektedir. Bu layihaların iktisadi ve mali meseleler
hakkındaki görüşlerinden hiç birisi hayata geçmemiş olsa gerekir.” (…) “Buhar
gücünün sanayiye uygulanması, buharla işleyen makinelerin çoğalması, az sürede
çok mal üreten fabrikaların kurulması yeni bir atılım gerektiriyordu…
Fabrikalar eski el tezgâhlarına benzemiyordu… 1848’den önce küçük sanayi daha
çok olmakla birlikte, yavaş yavaş yerini büyük sanayiye bırakıyordu…” (…)
“Sanayileşen Fransa, İngiltere, Avusturya, Prusya, buhardan yararlanmayı
bilmeyen ve sanayice geri düşen geniş Osmanlı İmparatorluğu’nun kendilerine
işlenmemiş hammadde sağlayan ve kendilerinden işlenmiş ürün satın alan bir
ticaret alanı, bir sömürü sahası halinde yaşamasını çıkarlarına daha uygun
buluyorlardı.” (…) “Buharın Doğu’da değil Batı’da icad edilip üretim ve ulaşıma
uygulanması, Doğu’nun el sanayisiyle yelkenli ulaşım araçlarına tehli bir darbe
vurmaktaydı. Çabuk, kolay ve ucuz üretilen buharlı fabrikaların ürünleri,
Osmanlı memleketinin insan eliyle ağır ağır, az miktarda ve daha güç ve
pahalıya çıkan ürünleri karşısında başarıyla rekabet ederek, Osmanlı çarşı ve
pazarında yerli eşyanın yerini almaya başladı. Osmanlı devletinin gümrükleri
istediği gibi düzenleyerek yerli sanayiyi korumasına ise maalesef
kapitülasyonlar engel olmaktaydı… Kısacası, Avrupa zanaat ve sermayesi, yerli
zanaat ve sermayeyi yutmaya başladı… 19. yüzyılın ortalarından sonra ticaret
dengesinde gittikçe büyüyen açık, halkı ve devleti günden güne fakirleştirdi ve
yıkıma yaklaştırdı.” (…) “1854’te ilk kez dışarıdan borç alındı… Bu
borçlanmaların Osmanlı İmparatorluğu’nun başına ne büyük bir bela olduğu daha
sonra anlaşılacaktı.”[3]

Mustafa Kemal döneminde, 1930’larda çocuklara okullarda verilen bu
Osmanlı tarihi bilgisi, onların beyinlerine: “eğer bilim, sanayi ve teknoloji
alanında üstünlük kuramazsak, askeri üstünlük de kuramayız” yargısını
kazımaktaydı.

Mustafa Kemal’in Tarih Kurumu’nun okullarda ders olarak okuttuğu bu
Osmanlı tarihi, bilimseldi. Öyle ki, günümüz araştırmacıları, bu saplantıların
tümünü doğrulamaktadır. Sennur Sezer’in 28-29 Haziran 2003’de sunduğu
“Kadınımızın Emek Tarihine Kısa Bir Bakış” başlıklı bildiride bu gerçekler
şöyle dile getirilmiştir:

“Osmanlı İmparatorluğu 14. Yüzyıl’da maden çıkarmada, madeni eşya ve deri
endüstrisinde Batı’dan çok ileri, dokuma endüstrisinde de hızla gelişen bir
ülkeydi. 15. yüzyılda Ege ve Marmara Denizi’nin kıyıları, dokumacılığın geliştiği
merkezlerin yoğunlaştığı yerlerdi. Denizli, Bergama, Akhisar ve Tarhala
yöreleri pamuklu bez, Gelibolu’da yelkenbezi, Biga Kızılcatuzla’da yeniçeri
üniforma astarı olan nimte bezi dokunurdu. Selanik’te ve kuzeyinde çuha, aba,
kebe, kilim gibi yün dokumacılığı yaygındı. Bursa, İstanbul, Amasya, Tokat ve
Sakız adası ipek dokumanın uzmanlaşıldığı ünlü merkezlerdi: kemha, kadife
tafta, vala dokunuyordu. Bu kumaşlar için gereken ipeğin büyük bölümü,
özellikle Bursa’ya İran ve Uzak Doğu’dan getiriliyordu. (…) Dışarıdan hammadde
alan Osmanlı endüstrisi; dışarıya işlenmiş mal satıyordu. Lonca örgütlerinin
denetiminde olan bu gelişkin endüstriler Batı’daki benzerlerince maalesef
makineleşemediğinden, endüstriye para yatırmayı düşünecek toprak sahibi de
olmadığından bir süre sonra duralayacaktır. Batıdaki kapitalist gelişim sonucu
17. yüzyıl ortalarından başlayarak daha ucuz malların iç ve dış piyasayı
kaplaması ile gerileyecek, daha önce işlediği hammaddeleri, örneğin Ankara
keçisi yününü ihraç etmeyen ülke yavaş yavaş bir hammadde ülkesi kimliği
kazanacaktır. (…) 19. yüzyıl’dan başlayarak Osmanlı İmparatorluğu’nun dış
satımında ön sırada olan (işlenmiş) dokuma ürünlerinin yerini bu sefer dokuma
hammaddesi alır. Bunun karşılığında dışarıdan alınan (işlenmiş) dokuma
ürünlerinin miktarı artar. Bu durum ülkedeki dokumacılığı sarsacaktır. 1812’de
İşkodra’da bulunan 600 tezgâh 1821’de 40’a düşecek, Turnova’daki 2000 tezgâh
1830’da 200’e inecektir. Anadolu’daki merkezlerde de durum farklı değildir.

Osmanlı 1700’lere Dek Batı’dan Üstündü

Mustafa Kemal’in: “1919’da Osmanlı’yı yalnızca savaşçı yıkıcı bir devlet,
Türk’ü ise savaşmaktan başka yeteneği bulunmayan bir millet” olarak suçlayan
emperyalist devletlere; “savaş başarısı; Osmanlı-Türk’ünün Batı karşısındaki
toplumsal, ekonomik, bilimsel, siyasi üstünlüğünden kaynaklanmıştır.”
biçimindeki yanıtı, Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nce yazılan ilk Atatürkçü
Osmanlı Tarihi kitaplarında yer almıştı ve bu durum: Cumhuriyeti kuranların:
Osmanlı’nın yükseliş dönemindeki güç kaynağının ve gerileme dönemindeki
hantallığın ve hastalığın nedenlerini çok doğru saptamış; böylelikle Osmanlı’yı
yıkıma sürükleyen yanlışları yinelemekten kaçınacak bilimsel öngörü ve tarih
bilinciyle donanmış olduklarını gösteriyordu.

Luther ve Osmanlı:

Peki Cumhuriyet döneminin Atatürk tarafından hazırlattırılan bu ilk
Osmanlı Tarihi yalan mıydı, yanlış mıydı? Hayır. Ne yalandı, ne yanlış. Osmanlı
Türk’ü, Osmanlı’nın yükseliş döneminde gerçekten de Batı’dan, her bakımdan
üstün bir bilim ve teknolojiye sahipti. Bugün nasıl insanlar kurtuluşlarını
Batı’ya göç etmekte görüyorlarsa, o dönemde de Batılılar kendi kurtuluşlarını
Osmanlı’ya göç etmekte buluyor ve Luther bu durumdan şöyle yakınıyordu:

“Bizim halkımız, Almanlar, yabani, vahşi, yarı-şeytan yarı-insan bir halk
olduğu için, pek çok kimse Türklere sığınıyor ve onlara katılıyor.”(…) “Ayrıca
duyduğuma göre Alman ülkelerinden Alman Hükümdarı ve Alman prenslerine bağlı
olmaktansa, Türklere katılıp onlara sığınmak isteyen çok kişi bulunuyor…
Türklerden çok şey öğrenmemiz gerekiyor.”[4]

Luther’in bu sözlerini aktaran Margred Spohn, o dönemde Batı’lıların öbek
öbek Osmanlı’ya katıldığını özgün kaynaklardan aktarırken şöyle diyor:

“Osmanlı İmparatorluğu, (Avrupa’daki) çiftçilere, zanaatkârlara ve
askerlere çok çekici geliyordu. (Avrupa’daki) çiftçilerin ümitsiz durumları,
feodal toplumlarda onlardan acımasızca vergi alınması, 1520 yıllarında, 15.
yüzyılda ve 16. yüzyılın başında pek çok çiftçinin Osmanlı Ülkesine göç
etmesine neden oldu.[5] Orada
zorunlu çalışma (angarya) yoktu, vergiler açıkça belirlenmişti, ekinler gelip
geçen ordular tarafından harap edilmiyordu ve hepsinden önemlisi sosyal sınıf atlama
olanağı vardı.[6] Bir
paşa şöyle anlatsa: “Babam (Avrupa’da) bir domuz çobanı, günlük ücretle çalışan
bir sığır çobanıydı. Benim erdemim, cesaretim, dürüstlüğüm, çalışkanlığım,
aklım beni (Osmanlı’da) böyle şerefli makamlara (paşalığa) getirdi.” Bu sözler
o zamanın bir Alman çiftçisinin kulağına ne kadar hoş geliyordu… 1453 ile
1623 arasında Osmanlı İmparatorluğu’nda esir düşerek veya kendi dini
inançlarını terk edip Müslüman olanların sayısı binleri buluyordu.. Sürekli
asker kaçağı salgınları (Avrupalı askerlerin kendi birliklerinden kaçıp
Osmanlı’ya sığınmaları) subayları endişelendiriyordu… Osmanlı İmparatorluğu’nun
sosyal bakımdan çekiciliği yalnızca Avrupa topraklarının alınması tehsini
getirmiyor, aynı zamanda sosyal feodal düzeni de tehdit ediyordu.”[7]

İşte Türklerin vahşi, barbar, kan içici, yamyam olduğu gibi yalanlar, o
dönemde Avrupalı feodal beyler ve din adamlarınca, halkı Türklerden korkutup
Osmanlı’ya sığınmaların önüne geçmek amacıyla uydurulmuştu.[8]

Ve ama, maalesef; Osmanlı Türküne ve adalet düzenine bu ruh ve şuuru yüce
İslam Dininin kazandırdığı ise; özenle gizleniyordu?.

Ve yine hayıflanacak bir durumdur ki, Atatürk’ü devre dışı bırakan
hıyanet cuntasının kuklası olan Amerikan’cı İsmet İnönü ve sabataycı dönmelerin
ve İsrail Siyonistlerinin gözdesi Adnan Menderes dönemlerinin de bizzat Mustafa
Kemal’in hazırlattığı ve gerçekleri yansıttığı için, Tarih kitapları bile
kaldırılmış, kendi dinine ve tarihine küfrettirilen bir süreç başlatılmış ve
işte sonunda ülkemiz ve milletimiz, her yönden iflas noktasına gelip
dayanmıştır.

Artık, yeni bir Kuvay-ı Milliye şahlanışı kaçınılmazdır ve yakındır..

 



[1] Nutuk.
Vesika:220

[2] A.
Gündüz okçun. Türkiye İktisat Kongresi sh:246

[3] Tarih
III. Yakın ve Yeni zamanlar. / T.T.T. Cemiyeti Marif Vekaleti 1933 / Sh: 5-244

[4] Her
şey Türk İşi. / Çev. Leyla Serdaroğlu / Sh:27

[5] Bkz:
Delumeau, Sh:399

[6] Bkz:
Pfeffermann 46:12

[7] Age
Sh:26

[8] Türkiye’nin
Siyasi İntiharı / Cengiz Özakıncı / 3. Baskı / Sh:345-355


BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi