Anasayfa » ALLAH’I UNUTAN, HAYATINDAN UTANIR!

ALLAH’I UNUTAN, HAYATINDAN UTANIR!

Yazar: yonetici
0 Yorum 55 Görüntüleyen


ALLAH’I UNUTAN, HAYATINDAN UTANIR!


Akıllı ve hayırlı insan; düşüncesinde, hedeflerinde ve heveslerinde, nelere önem ve öncelik vermesi gerektiğini bilen ve hayatına ona göre yön veren insandır. Böyle olmak için de Kur’an’ın öğütlerine ve Resulüllah’ın öğretilerine kesin ihtiyaç vardır; yani olumlu ve onurlu insan olmak, şuurlu ve sorumlu Müslüman olmaya bağlıdır. Bütün gayesi ve gayreti şu kısacık dünya hayatıyla sınırlı olan; Yüce Yaratıcıyı, dünyaya gönderiliş amacını ve ahiret hayatını ve hazırlığını inkâra kalkışan insanlardan, vicdani hassasiyet ve adalet beklemek boşunadır, onların şahsi çıkarları ve ideolojik saplantıları her şeyin başındadır. Bu nedenle tekrar belirtelim ki, akıllı ve yararlı insan Allah’ını ve ahiret hayatını unutmayan insandır.

Bu yazının amacı, size dünya üzerindeki varlığınızın amacını hatırlatmaktır; çünkü insan unutkandır. Kendini yaşadığı olaylara kaptırıp, iradesini kullanmazsa asıl dikkatini vermesi gereken konulardan uzaklaşır. Allah'ın her yönden kendisini sarıp kuşattığını, her an izlediğini dinlediğini ve hayatını filme aldığını, yaptığı her şeyin hesabının mutlaka sorulacağını, ölümü, mezarı, cennetin ve cehennemin varlığını, kaderin dışında hiçbir olayın yaşanmayacağını, karşılaştığı her şeyde bir hayır olduğunu unutmaktadır. Çünkü insan gaflete düşmeye de müsait bir varlıktır. Gaflete düşerek, yaşamının amacını, o an göstermesi gereken doğru tavırları unutup, günaha dalmaktadır. Fakat samimi insanlarda bu unutmalar anlık olmakta ve hatırladıkları anda hemen tövbe ederek tekrar Allah'a yönelip, O'nun emirleri doğrultusunda davranmaya başlamaktadır. Müminlerin, Allah'a olan duaları Kur’an'da şöyle anlatılır: “… Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma…”[1] Elbette burada kastedilen unutma, günlük hayatta başınıza gelebilen sıradan bir unutma değildir. Her insan yapısı gereği bazı şeyleri unutabilir veya yanılabilir. Ancak ayette kastedilen unutma, insanın birtakım gerçekleri akledebilecek kapasiteye sahip olmasına rağmen, yaratılış gayesini ve kulluk görevlerini düşünmemesi, dikkatini vermemesi ve göz ardı etmesi ile ortaya çıkan gaflettir.

Peki insan, “neleri göz ardı ederek” unutmaktadır?

Kuşkusuz insanın unutabildiği en hayati konu; her şeyin ve her hadisenin, bizzat Allah tarafından ve her an yaratılmakta olduğudur. İstisnasız her insan Yaratıcımız olan Allah'a karşı sorumludur. Ama maalesef insan ise gaflet sonucu olarak hesap vereceğini ve cennet ya da cehennem içinde geçireceği sonsuz bir yaşantının kendisini beklediğini unutur. Cehennem ateşinin ya da cennet nimetlerinin varlığı yaşadığımız şu an kadar gerçek bir olgudur. Ne var ki insanların çoğu bu gerçeklerden haberdar olmalarına rağmen, bunları kendilerini pek de ilgilendirmeyen önemsiz konular olarak görür ve düşünmeyerek gerçeklerden kaçabileceklerini zannedip avunur. Oysa unutmak, insanı sorumluluktan uzaklaştırmayacaktır. İnsan kendisini ve bütün nimet ve lezzetlerini yaratan Allah'a karşı sorumludur; er veya geç ölümü tadacak, yapayalnız Rabbimiz'in huzuruna çıkarak hesap verecek ve bunun sonucunda sonsuza kadar cennet veya cehennemde yaşayacaktır.“Biz bir oyun ve oyalanma konusu olsun diye göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları yaratmadık”[2] ayetiyle haber verildiği üzere, insan da dahil olmak üzere var olan her şey bir amaç üzerine yaratılmıştır. Dolayısıyla insan başıboş bir varlık değildir; ancak “Allah'a kulluk etmek”[3]için bu dünyadadır. Ama kişi günlük işlerin koşuşturmasına kapılıp, aklını kullanmazsa bu büyük gerçeği unutmakta ve gaflete dalmaktadır. Sadece çevrelerindeki olaylar, varlıklar ve Kur’ani uyarılar üzerinde derin derin düşünenler bu önemli sonuca ve kulluk şuuruna ulaşmaktadır.

İnsan sadece kendi yaratılışını düşünse dahi, Allah'ın ona bağışladığı nimetlerin farkına varacak ve buna karşılık, Rabbimiz'e olan bağlılığını göstermek için çaba harcaması gerektiğinin bilincine varacaktır. Öyle ki, insan henüz hiçbir şey değilken, gözle bile görülemeyecek kadar küçük tek bir hücre olarak hayata başlamış, ardından bu hücrenin bölüne bölüne milyarlarca kere çoğalması sonucu, tüm organlarıyla mükemmel bir insan olup çıkmıştır. Fakat en önemlisi, bu varlık, bir can yani ruh kazanmıştır. Bir damla su ve et parçası iken, ardından düşünebilen, konuşabilen bir varlık halini almıştır, yani Allah insanı yoktan inşa edip hazırlamıştır. Fakat böyleyken insanlardan kimileri kendi yaratılışlarını unutarak Allah'a karşı çarpık misaller getirmeye, Rabbimiz'i inkar etmeye kalkışır. Allah ayetlerinde bu durumu şöyle hatırlatır:

“Kendi yaratılışını unutarak Bize bir örnek verdi; dedi ki: “Çürümüş-bozulmuşken, bu kemikleri kim diriltecekmiş?” De ki: “Onları, ilk defa yaratıp-inşa eden diriltecek. O, her yaratmayı bilir.”[4] Eğer siz de bu duruma düşmek, Rabbimiz'e karşı nankörlük etmek istemiyorsanız, o zaman kendinizi günlük hayatın akışına kaptırarak “gaflete” dalmayın. Çünkü insan ancak düşünürse Allah'ı hatırlar, O'na karşı sorumlu olduğunun bilincine varır; ancak düşünürse bu dünyanın kendisi için çok kısa süreli bir konaklama yeri olduğunu, burada yaptığı her şeyin hesabını vereceğini düşünerek davranır. Ve ancak düşünürse unutmayacaktır. Bir noktayı belirtmekte fayda vardır: Bu yazıda size hatırlatacaklarımızın hiçbiri, “unutmasam daha iyi olur” deyip geçebileceğiniz şeyler sanılmamalıdır. Bunların tek bir tanesini bile aklımızdan çıkarmamamız lazımdır. Çünkü ancak bunları hatırladığımız sürece Allah'a gereği gibi kulluk yapılacak, O'nun rızası kazanılacaktır. Ve unutmayın ki ancak bu şekilde dünyada ve ahirette kurtuluşa ulaşılacaktır. Allah bizi, karşımıza iki yol çıkararak imtihana tabi tutmaktadır; bunlardan birini seçmekte özgürüz, ama unutmayın ki bu yollardan birisi sonsuz azaba, diğeri ise sonsuz mutluluğa yol açacaktır.

“Biz ona (insana) 'iki yol-iki amaç' gösterdik. Ancak o, sarp yokuşa göğüs germedi. Sarp yokuşun ne olduğunu sana öğreten nedir? Bir boynu çözmek (bir köleye özgürlük vermek)tir. Ya da açlık gününde doyurmaktır, yakın olan bir yetimi veya sürünen bir yoksulu. Sonra iman edenlerden, birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden, birbirlerine merhameti tavsiye edenlerden olmak. İşte bunlar, sağ yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meymene). Ayetlerimizi inkâr edenler ise, sol yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meş'eme). “Kapıları kilitlenmiş” bir ateş onların üzerinedir”[5] ayetleri üzerinde dikkatle durulmalıdır.

Tek İlahın “Allah” Olduğunu Unutmayın!

“…Onlar Allah'ı unuttular. O da onlara (dünya ve ahiret saadetini) unutturdu…”[6]

Bilinen bir mantıktır; insan sahilde kumdan yapılmış bir kale görse mutlaka bunu yapan birinin olduğunu hatırlayacaktır. Bu kalenin, dalgaların ve rüzgârların etkisiyle rastlantılar sonucunda oluştuğunu ise ancak akli yetersizlik içinde olan biri savunacaktır. Evrende var olan her şeyde de açıkça görülebilen bir tasarım vardır. Üstelik bu tasarım sahildeki kumdan yapılmış kale ile karşılaştırılamayacak kadar mükemmel, üstün ve detaylıdır. O halde karşımıza çıkan gerçek apaçıktır: Evrenin üstün bir Yaratıcısı vardır. Bu Yaratıcı, âlemlerin Rabbi olan Allah'tır.

Tüm kâinatta kusursuz bir düzenin var olduğu; göz ardı edilemeyecek kadar, apaçık bir gerçek olarak karşımızdadır. Üzerinde yaşadığımız dünya da en elverişli koşulların bir araya gelmesi ile oluşmuş bulunmaktadır. Yerçekiminin varlığı, Dünya'nın Güneş'e uzaklığı, atmosferdeki oksijen oranı ve daha yüzlerce hassas dengeden hiçbiri kendiliğinden ya da tesadüfler sonucu oluşmamıştır. Kuşkusuz bu, en küçük mikroorganizmadan Güneş Sistemi'nin dev kütleli gezegenlerine kadar her şey kontrolü altında tutan Allah'ın yaratmasıdır. Allah, evreni sonsuz bir akıl ve güçle yaratmış ve Dünya'yı da yaşamamız için özel olarak tasarlamıştır. Çünkü Allah yaratıp düzene koyandır. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır: “(Allah) Geceyi gündüze bağlayıp-katar, gündüzü de geceye bağlayıp-katar; güneşi ve ayı emre amade kılmıştır, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedir. İşte bunları (yaratıp düzene koyan) Allah sizin Rabbinizdir; mülk O'nundur. O'ndan başka taptıklarınız ise, 'bir çekirdeğin incecik zarına' bile malik olamazlar.”[7]

Şimdi biraz daha yakına gelip insan bedenini incelediğimizde; karşımıza akıl almaz mükemmelliklerle dolu bir yapı çıkmaktadır. İnsan beyni, modern teknolojinin en üstün ürünü kabul edilen bilgisayarlarla asla kıyaslanamayacak kadar kusursuz bir işleyişte yaratılmıştır. Bununla birlikte, vücudun her organı hem kendi içinde, hem de diğer organlarla tam bir uyum içerisinde çalışmaktadır. Örneğin, insanın nefes alabilmesi için ağız, burun, nefes borusu, akciğerler, kalp ve bütün damarlar aynı anda devreye sokulmaktadır. Aralarından bir tanesi bile bir dakika durmamakta, bir tanesi bir an bile yorulmamaktadır. Her biri büyük bir itaat ve teslimiyetle kendisini yaratan Allah'ın kaderine göre çalışmakta ve Rabbimiz'in kendisi için takdir edip planladığı emrine uymaktadır. Nefes alma sırasında burundan temizlenip, ısınarak geçen hava, nefes borusunu da aşarak akciğere ulaşır. Kalbimizde, damarlarımızda, kısacası vücudumuzdaki her bir hücrede bu oksijen kullanılır. Bir iki dakika bile çalışmamaları durumunda insanın ölümüne sebebiyet verecek organlar, bedenin canlılığının devamını sağlamak için aynı saniyeler içinde, başka faaliyetleri de birlikte yürütüp durmaktadır. Pek çok işlemi birbirine karıştırmadan, şaşırmadan, aksatmadan büyük bir ustalık ve akılla başarmaktadır. Bu uyumda bir aksaklık olsa nefes almamız da, diğer organlarımızı çalıştırmamızda imkânsızdır.

Görme olayı için de aynı şey geçerlidir. Göz, canlıların yaratılmış olduğunun en açık delillerinden biridir. Gerek insan gözü olsun gerekse hayvan gözleri olsun, canlıların sahip oldukları tüm görme organları kusursuz bir tasarımın çok etkileyici örnekleridir. Gözümüz, 21. yüzyıl teknolojisi ile bile erişilememiş kalitede bir görüntüyü bize vermektedir. Ama unutmayın ki bir gözün görebilmesi için aynı anda tüm parçalarının var olması ve uyum içinde çalışması gerekir. Örneğin kornea, konjonktiva, iris, göz bebeği, göz merceği, retina, koroid, göz kasları, gözyaşı bezleri gibi tüm parçalar olsa ve çalışsa ama bir tek göz kapağı olmasa göz kısa sürede büyük bir tahribata uğrar ve görme işlevini yitirir. Yine aynı şekilde gözü oluşturan tüm organeller var olsa ama gözyaşı üretimi dursa göz kısa sürede kurur ve kör olur. Bu durumda karşımıza önemli bir soru çıkmaktadır: Peki bu kadar uyumlu organelleri bir anda kim var etmiştir? Görmemizi olanaklı kılan gözü kim meydana getirmiştir?

Elbette gözün oluşumuna karar veren, gözün sahibi olan canlıların kendisi olamayacaktır. Zira görmenin ne demek olduğunu dahi bilmeyen bir canlının, görebilmek için bir görme organına ihtiyaç duyması ve kendi bedeni üzerinde bunu inşa etmesi elbette ki imkansızdır. Bu durum canlıları görme, duyma vs. gibi duyularla yaratan üstün bir akıl sahibinin varlığını açıkça ispatlamaktadır. Aksi takdirde şuursuz hücrelerin görme, duyma gibi şuur gerektiren işlevleri kendi talepleri ve becerileri ile kazandıkları iddia edilmiş olacaktır. Bunun ise asla mümkün olamayacağı açıktır. Kur’an'da, bu konu şöyle bildirilmiştir: “De ki: 'Sizi inşa eden (yaratan), size kulak, gözler ve gönüller veren O'dur. Ne kadar az şükrediyorsunuz?”[8] Ayette de haber verildiği gibi insan vücudundaki bu sistemlerin tümünü birbirleriyle uyum içinde yaratan Yüce Rabbimiz olan Allah’tır. Gerek kendi bedenimizde, gerekse dış dünyada gördüğümüz sayısız detay Allah'ın gücünü, büyüklüğünü ve ilmiyle her şeyi kuşattığını açıkça gözler önüne sermektedir. Ama bir kısım insanlara gerçekleri düşünmektense, sırtlarını dönüp kaçmak daha kolay gelmektedir. Bu yüzden Allah Kur’an'da, insanları çevrelerine bakarak kendi büyüklüğü üzerinde düşünmeye davet etmiştir: “Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir bunların arasında durmadan iner, sizin gerçekten Allah'ın her şeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle her şeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için.”[9]

Öyle ise, Allah'ın bize çok yakın olduğunu ve her şeyi sarıp kuşattığını asla unutmamak gerekir. Sizin bu gerçekleri okuduğunuz şu an, herhangi bir anda aklınızdan geçenler, çocukken yaşadığınız bir olay, birkaç yıl sonra yapmayı planladıklarınız da dahil olmak üzere her şey Allah'ın bilgisi dahilindedir. Bu hâkimiyet gece gündüz durmaksızın her bir varlık için sürüp gitmektedir. Nitekim Allah Kur’an'da şöyle bildirmiştir: “Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.”[10]

Allah, her şeyin içyüzünden, gizli yönlerinden, insanın aklından geçen ve kimsenin bilmesinin mümkün olamayacağı bir düşünceden, kişinin içinde gizleyip de kimseye söylemediği sırların hepsinden de Habir’dir. İnsanları çepeçevre kuşatmış olan Allah, yaptığımız iş ve bulunduğumuz ortam nerede ve ne olursa olsun bize şahittir. Bu gerçek bir ayette şöyle haber verilmiştir: “Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kur’an'dan okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, Biz sizin üzerinizde şahitler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir Kitap'ta (kayıtlı) olmasın.”[11]

Bu gerçeğe rağmen insanlardan kimi, Allah'ın kendilerinden çok uzakta olduğunu sanmaktadır. Bilinçaltlarındaki düşünceye göre, Allah çok uzaklardaki bir gezegenin arkasında oturmakta ve çok nadiren “dünya işlerine karışmaktadır” Ya da hiç karışmaz; evreni bir kere yaratmış ve bırakmıştır. Oysa bu apaçık bir yanılgıdır. Allah her yerdedir ve varlığı her şeyi kaplamaktadır. Doğudan batıya, kuzeyden güneye varlığıyla her yeri sarıp kuşatmıştır. “Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah'ındır. Allah, her şeyi kuşatandır.”[12]

Siz her nereye giderseniz gidin, dünyanın ve kâinatın her köşesini mutlaka Allah yaratmıştır. Şu anda da sizi de çepeçevre sarıp kuşatmıştır; size şah damarınızdan daha yakındır. Bedeninize, odanıza, bulunduğunuz şehre, evrenin her köşesine, sizin gözünüzle göremediğiniz tüm alemlere her an ve hepsinin geçmişleri ve gelecekleri ile beraber, hakim durumdadır. Bu mutlak gerçekleri göz ardı eden bazı insanlar, akıllarından geçirdikleri kötü şeyleri, Allah'a karşı samimiyetsizce işledikleri çirkinlik ve zulümleri insanlardan saklamakta ama Allah'tan utanıp sakınmamaktadır. Oysa Allah, onlar eylemlerini kurup tasarlama aşamasındayken de onlarla beraber bulunmaktadır. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır: “O, önlerindekini de, arkalarındakini de bilir. Onlar ise, bilgi bakımından O'nu kavrayıp kuşatamazlar.”[13] Bu nedenle yalnız Allah'tan korkmamız ve yalnız O'nun rızasını aramamız gerektiği asla unutulmamalıdır. Yaşantınızda önemli olduğunu düşündüğünüz veya güç sahibi gibi gördüğünüz, bu nedenle kendi kendinize gözünüzde büyüttüğünüz hiçbir insanın, gerçekte kendisine ait en ufak bir gücü yoktur. Böyleyken bir insandan, Allah'tan korkar gibi ürkmek, çekinmek veya Allah'ı sever gibi sevmek Kur’an'a göre “o kişiyi Allah'a eş ve ortak” tutmaktır ki, Kuran'da Allah bunun büyük bir günah olan şirk olduğunu buyurmaktadır: “İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını 'eş ve ortak' tutanlar vardır ki, onlar(bunları), Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi.”[14]

Yukarıdaki ayette de haber verildiği gibi olgun ve onurlu mü’minler ise Allah'ın rızasını her şeyden üstün tutmaktadır. Bu öylesine önemli bir konudur ki, eğer insanın yaşantısı bu temel üzerine olursa, kişi her an Allah'tan başka korkacak, sakınacak; kendisine muhtaç olunacak ve emri tutulacak bir varlık olmadığının bilinciyle yaşayacaktır. Bu bilinçle gerçek anlamda bir hürriyete sahip olurken, aynı zamanda sonsuz güç sahibi bir zatı Veli edinip Ona sığınmış, böylece gerçek güce ve güvenceye ulaşmış birisi olacaktır. Bu şekilde, her şeyin tüm ihtiyaçlarını gideren, iç huzuru ve sükunet veren, sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana yardım eden, herkesin yaptıklarının karşılığını eksiksiz olarak veren ve destekleyen Allah'ın rızasını kazanmayı ummaktadır. Gafil insanların çoğunun içine düştüğü en büyük yanılgılardan biri budur: Tüm hayatını insanları razı etmek üzerine kurmaktadır. Oysa kendini yaratanı ve yaşatanı unutup da insanları razı etmek için harcanan her saniye, yapılan her iş, sonunda o kişiye azap ve kayıptır.

Yol Göstericimizin Kur’an Olduğunu Unutmayın!

“Elif, Lam, Ra. Bu bir Kitap'tır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirdik”[15] ayetinin belirttiği gibi Kur’an, insanların Allah'ı tanımaları, O'nun bir tek ilah olduğunu bilerek yaşamaları, Rabbimiz'e nasıl kulluk edeceklerini öğrenip öyle davranmaları için Allah Katından gönderilmiş bir kitaptır. Yol göstericimiz olan Kur’an'da Allah bize ihtiyaç duyacağımız her şeyi öğretmekte, Kendisi'nin razı olacağı yolları göstermekte ve Kendisi'ne kulluk etmenin güzel sonucunu müjdelemektedir: “… Biz Kitab'ı sana her şeyin açıklayıcısı, Müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik.”[16]Evet Kur’an, Allah'ın kullarına gönderdiği Hak kitabıdır. İnananlar için Allah'tan bir öğüt, şifa ve rahmet kaynağıdır. Bu önemli gerçeği kavrayabilen müminler, Kur’an'ın her ayetini derin derin düşünerek tüm hayatlarını ona uygun olarak yaşayacaktır. Allah müminlerin vicdanlarında cevabını aradıkları her sorunun karşılığını Kur’an'da açıklamıştır: “Andolsun, Biz onlara bir Kitap getirdik; iman edecek bir topluluğa bir hidayet ve bir rahmet olmak üzere bir bilgiye dayanarak onu çeşitli biçimlerde açıkladık.”[17]

Allah hoşnut olacağı ahlaki ve hukuki kuralları Kur’an'da açıklamış, Hz. Peygamberimiz de bizzat uygulamıştır. Dolayısıyla her insan Kur’an'ı yaşamakla yani hükümlerini uygulamakla yükümlü bulunmaktadır. İnsanlar, dünya hayatında yaptıklarının hesabını verecekleri gün, Kur’an'dan sorulacaklardır. Bu nedenle tüm davranışlarınızın, düşünce yapınızın, aldığınız kararların kısacası yaşam şeklinizin toplumun çoğunluğuna değil, sadece Kur’an'a uygun olması gerektiği unutulmamalıdır. Kur’an'ı anlamak, sürekli mana ve mealini okumak ve ona göre yaşamak insanı kurtuluşa götürecek sıratı müstakim olacaktır.

Öyle ise dini Kur’an'a göre yaşayabilmek için elbette onu okumak ve anlamak gereklidir. Çevrenizdeki insanlar bunu uygulamıyor olabilirler. İnsanların çoğu Kuran ayetlerini bilmiyor, bilenler de anlamlarını düşünmeden sadece Arapça okunuşlarını ezberliyor olabilirler. Hatta Kur’an'ı kendi batıl inançlarıyla değerlendirip (Allah'ı tenzih ederiz), bir nevi muska kitabı olarak görüyor, evlerinde sadece dolap üstlerinde tutuyor olabilirler. Eğer kurtuluş bulmak istiyorsanız siz bu çoğunluğa değil Rabbimiz'in emrine uyun; Allah'tan bir öğüt ve uyarı olarak indirilen Kur’an'ın mana ve mealini okuyun ve hükümlerini öğrenin.

Tüm bunların yanı sıra unutulmaması gereken çok önemli bir gerçek daha vardır: Kur’an inananlar için doğru yolu gösterici olduğu gibi, inkârcılar için de saptırıcı olabilmektedir. Hesap günü Allah'ın huzuruna çıkacağına inanmayan, ahireti önemseyip hazırlanmayan, dünya zevklerine aldanan, Kur’an'ın Rabbimiz'den tüm insanlara indirilen hak kitap olduğunu kavrayamayan bazı kişiler ayetlerdeki hikmetleri de anlayamazlar. Ayetlerle karşılaştıklarında kör ve sağır gibi davranırlar. Bu kişilerin durumları Kur’an'da şöyle haber verilmiştir: “Kur'an okuduğun zaman seninle ahirete inanmayanlar arasında görünmez bir perde kıldık. Ve onların kalpleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kur'an'da sadece Rabbini “bir ve tek” (ilah olarak) andığın zaman, 'nefretle kaçar vaziyette' gerisin geriye giderler.”[18]

Kuşkusuz inkârcıların içine düştükleri bu durum samimiyetsizliklerinden, Allah'ın emirlerini unutup kendi istek ve tutkularına göre davranmalarından kaynaklanmaktadır.

Yaşadığınız Her Anın Kaderde Olduğunu Unutmayın!

“Hiç şüphesiz, Biz her şeyi bir kadere göre yarattık”[19] ayetinde bildirildiği gibi, var olan her şey sonsuz akıl ve ilim sahibi Allah'ın belirlediği kadere tabidir. 'OL' kelimesi ile her şeyi bir anda var eden Allah, sadece insanların değil tüm varlıkların kaderini belirlemiştir. Bu mutlak gerçeğe iman etmiş olanlar, Allah'ın sonsuz aklı ile takdir ettiği kadere gönülden teslim olarak yaşarlar. Unutmayın ki; her şey O'nun kontrolündedir ve istese de istemese de her şey Allah'a boyun eğmiştir. Ancak halk arasında özellikle kader ile ilgili olarak pek çok yanlış kanaat görülmektedir. Cahil bakış açılarından dolayı bu konuda herkes düşünmeden konuşabilmektedir. Üstelik bunun Allah'ın hoşnut olmayacağı bir tavır olduğunu da göz ardı ederek… Şarkılarda, şiirlerde, günlük konuşmalarda farkında olarak ya da olmayarak kadere isyan manasına gelecek ifadeler kullanılabilmektedir. Bozuk mantık örgüsünden kaynaklanan “kaderini yenmek”, “kaderini değiştirmek” gibi birtakım yanlış ifadeler de toplumda oldukça yaygındır. Bu mantığa sahip olan kişiler bazı beklenti ve tahminlerine “kader” adını koyup, bunların gerçekleşmediğini görünce de kaderin belirlendiği gibi gitmediğini, değiştiğini zannetmektedir. Bu tür tutarsız mantıklar kaderin anlamının tam olarak kavranamamış olmasından ileri gelmektedir.

Oysa kader; zaman ve mekân kavramlarını yoktan var eden ve bunları tamamen kontrolü ve hâkimiyetinde bulunduran, zaman ve mekâna tabi olmayan Allah'ın, geçmiş ve gelecekteki tüm olayları zamansızlık boyutunda bilmesi ve var etmesidir. Yaşanmış ve yaşanacak bütün olaylar zinciri an an, detay detay Allah Katında planlanarak yaratılmakta ve yürütülmektedir. Allah'ın Katında her şeyin başı da sonu da, sonsuzluk şeridindeki yeri de bellidir. Her şey olup bitmiştir. Bu nedenle insanların, kader üzerinde değişiklik yapması söz konusu değildir. Tam tersine kader insanlar üzerinde belirleyici ve etkili bir ilahi projedir. Her şeyiyle kaderin bir parçası olan insanın, o kaderden bağımsız bir şekilde davranması nasıl söz konusu olabilir? Kaderin dışına çıkamaz ki kaderini değiştirebilsin. Bu bir video kasetteki filmde yer alan oyuncunun, kasetten dışarı sıyrılıp maddi bir boyut kazanarak videonun başına oturması ve kendi bulunduğu kasette silmeler, eklemeler, değişiklikler yapmasına benzer ki, elbette ki böyle bir şeyin gerçekleşmesi mümkün değildir. Dolayısıyla “kaderi yenme”, “kaderin akışını değiştirme” gibi bir şey söz konusu değildir. Bu gibi ifadeler tam anlamıyla bir safsatadır. “Ben kaderimi değiştirdim” diyen bir insanın da aslında kaderinde yazılı olan bir cümleyi söylediğini bilmemiz gerekir. Bize düşen sürekli Haktan ve hayırdan taraf olmak, olaylar karşısında doğru ve olumlu tavrı göstermek, Allah’ımızı sevmek mahlûkata şefkat ve merhamet etmektir.

Sizi Saptırmak İçin Var Gücüyle Çabalayan Şeytanın Varlığını Unutmayın!

“Ey Ademoğulları, ben sizi (uyarıp) and vermedim mi ki: Şeytana kulluk etmeyin, çünkü, o, sizin için apaçık bir düşmandır; Bana kulluk edin, doğru yol budur.” Andolsun o, sizden birçok insan-neslini saptırmıştı. Yine de aklınızı kullanmıyor muydunuz?[20]

Bizi Allah'tan, O'nun yolundan, Kur’an'dan ve Resulüllah’tan uzak tutmaktan başka hedefi olmayan bir düşmanımız olduğunu sakın unutmayalım. Çünkü o, bizi bir an olsun unutmuyor; görevini yerine getirmek için her an fırsat kolluyor, pusuda bekliyor. O bizi onu görmediğiniz yerden görüyor ve yine sizi tuzağa düşürmenin bin bir yolunu arıyor, Şeytanın en tehlikeli özelliklerinden biri sinsilik oluyor. Yöntemleri, taktikleri, oyunları kişiden kişiye değiştiği gibi; zamana, mekana ve şartlara göre de farklılık gösterebiliyor. İşte bu düşman, Allah Katından kovulmuş olan şeytandır. Şeytan çoğu kişinin zannettiği gibi, hayali bir varlık değildir. Dünyada imtihanın bir gereği olarak var olan şeytanın faaliyetlerine karşı dikkatin sürekli açık olması gerekir. Çünkü şeytan Allah'a başkaldırarak, O'nun kullarını saptıracağına yemin etmiştir. Evet, şeytan insanın apaçık düşmanıdır. Tüm insanlara düşman olan bu varlık, size de sürekli kuruntu ve vesvese vermeye, sizi doğru yoldan saptırmaya çalışacaktır. Fakat burada önemli bir nokta vardır; şeytanın en büyük amacı yukarıdaki ayetlerde de ifade edildiği gibi sizi ve tüm insanları kendi yoluna uydurmaktır. Kovulmuş şeytan, sizi cehenneme sokana kadar rahat durmayacaktır. O halde ona karşı her an uyanık olmamız, hiçbir çağrısına bir an için bile uymamamız gerektiğini asla unutmamalıdır.

Ancak burada bilinmesi gereken çok önemli bir gerçek vardır: Şeytan Allah'tan müstakil bir güç değildir, onu yaratan ve kontrolü altında tutan Allah'tır. O da Allah'ın yarattığı bir varlıktır ve ancak Allah'ın izniyle görev yapmaktadır. Dünyadaki imtihan sırasında gerçekten iman edenle, etmeyenin ayrılması için görevli kılınmıştır. Şeytan ancak Allah'ın irade ve takdiri içinde davranmaktadır. Kendisine tanınan süre bittiğinde, cezasını çekmek üzere o da saptırdığı insanlarla beraber cehenneme atılacaktır: “Andolsun, senden ve içlerinde sana tabi olacak olanlardan tümüyle cehennemi dolduracağım.”[21]

Siz şeytanın müminler üzerinde bir gücü olmadığını unutmayın. Ayette bildirildiği gibi, şeytanın gücü yalnızca samimi iman etmemiş insanlar üzerinde geçerlidir. Şeytan, Allah'ın sadık mümin bir kulunu saptıramaz. Tabii ki müminler hata yapabilirler. Ancak hiçbir zaman Allah'ın rahmetinden umutlarını kesmezler. Şeytanın etkisini fark ettiklerinden hemen Allah'a sığınıp tevbe ederler. Şeytanın saptırma etkisinin kimler üzerinde olacağı Kur’an'da şöyle açıklanmıştır: “Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (Şeytanın) hiçbir zorlayıcı-gücü yoktur. Onun zorlayıcı-gücü ancak onu veli edinenlerle, onunla O'na (Allah'a) ortak koşanlar üzerindedir.”[22]

Dünyanın Geçici Bir İmtihan Yeri Olduğunu Unutmayın!

“Bu dünya hayatı yalnızca bir oyun ve (eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır. Gerçekten ahiret yurdu ise asıl hayat odur. Bir bilselerdi”[23] ayetinde bildirildiği gibi, dünya üzerindeki her şeyin bir amaç üzerine yaratıldığı unutulmamalıdır. Etrafınızda gördüğünüz her şeyin bir varoluş sebebi vardır. Her şey gibi sizin ve sizle beraber tüm insanların da yeryüzünde bulunuşunun bir amacı vardır: “O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.”[24]

Yukarıdaki ayette de görüldüğü gibi Allah insanları denemek için yaşamı yaratmış ve insanları dünyaya geçici olarak yerleştirmiştir. Burada karşımıza çıkan olaylarla bizi denemekte; inkârcıların ortaya çıkması, inananların kötülüklerden arınması ve cennet ahlakına ulaşması için hayatı devam ettirmektedir. Yani dünya sadece Allah'ın hoşnutluğunu kazanabilmeniz için bir sınanma, bir eğitim yeridir. Allah, insanlara korumaları gereken sınırları, hoşnut olacağı davranışları ve Kendisi'nin razı olmadığı durumları açıkça bildirmiştir. Buna göre, insan dünyada gösterdiği tavırlarla ebedi hayatında ceza görecek veya mükâfata kavuşacaktır. Bu durumda yaşadığımız her saniye, bizleri ya cennete veya cehenneme yaklaştırmaktadır. Öyleyse siz de şu an denenmekte olduğunuzu, bu denemenin sonucunun sonsuz yaşamınızı belirleyeceğini ve bu sonucun çok yakın olduğunu sakın unutmayın.

Her An Ölebileceğinizi Unutmayın!

“De ki: “Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp buluşacaktır. Sonra gaybı da müşahede edilebileni de bilen Allah'a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir.”[25] Evet şöyle çevrenize bir bakın; gördüğünüz tüm insanlar, arkadaşlarınız, akrabalarınız kısaca dünya üzerinde var olan her insan, daha önce yaşamış milyarlarca insan gibi mutlaka öleceklerdir. Allah bu gerçeği, “Her nefis ölümü tadıcıdır…”[26]ayetiyle bildirmiştir. Bu kaçınılmaz gerçeği unutmak insanın düşebileceği en büyük gafletlerden biridir. Oysa ölümü uzaklaştırmaya asla güç yetiremeyecek olan insan, bilemeyeceği bir zamanda ve yerde ve herhangi bir nedenle mutlaka ölecektir. Unutmayın; ne genç ne yaşlı, ne güzel, ne çirkin, ne zengin ne de fakir olmaları, ne ünleri, ne de mevkileri bugüne kadar yaşayan insanları ölümden kurtarabilmiş değildir.

Tüm bunları çok iyi bilmelerine rağmen insanların çoğu ölümü pek düşünmemeye hatta mümkün olduğunca unutmaya çalışarak bu gerçeği göz ardı etmektedir. Hâlbuki bu, kişinin kendini kandırmasından başka bir şey değildir. Siz şu an bu satırları okurken ölümün yakın olduğunu düşünüyor olabilirsiniz. Ama kesin gerçekleşecek olan bu gerçeği biraz daha derin düşünün; kim bilir belki de elinizdeki kitabı bitiremeden ölüm sizi alıp götürecektir. O halde, sakın ölümün size de, tüm diğer insanlara da çok yakın olduğunu unutmayın. Ölümle karşılaşmanız için detaylı birtakım olayların art arda gerçekleşeceğini zannetmek bir gaflettir. Allah, ölüm vakti gelen kişiye ummadığı bir zamanda ölüm meleğini gönderip bir anda canını alabilir. Bu, şu an oturduğunuz koltuktan kalkamadan da gerçekleşebilir. Bulunduğunuz odada aniden ölüm meleğini karşınızda görebilirsiniz. Yanınızda arkadaşlarınızın, ailenizin olması da bir şeyi değiştirmez, onlar sizi ölümden koruyamazlar. Öyleyse her insanın Allah'ın görevlendirdiği ölüm meleği tarafından hayatına son verileceğini ve böylelikle Allah'a döndürüleceğini unutmadan yaşamak gerekir.

Peki öldükten sonra bedeninizin ne hale geleceğini hiç düşünmüş müydünüz?

Ne güzelliğinize, ne de zenginliğinize bakılmaksızın kaskatı bir haldeki bedeniniz evin bir odasında veya bir hastane morgunda bekletilecek, ardından kefene sarılarak dar bir tabutun içinde cenaze arabasına yerleştirilip mezara götürülecektir. Sonra bedeniniz sizin için açılmış bir çukurun dibine bırakılacak, üzeriniz iyice toprakla örtülecektir. Bir et ve kemik yığını halindeki bedeniniz kısa bir süre içinde çürümeye, kokuşmaya başlayacak, geriye sadece bir kemik yığınından ibaret iskeletiniz kalacaktır. Ve unutmayın, bu günle mutlaka karşılaşacaksınız; eninde sonunda bir gün bedeniniz toprağın altına yapayalnız atılacaktır. İnsan bedeninin ölümden sonra girdiği hal kuşkusuz ibret vericidir. Böyle bir görüntüyle birkaç dakika hatta saniyeler süresince muhatap olmak bile bir insan için dayanılmazdır. Peki yaşamı süresince son derece düzgün görünümü olan insan bedeninin, ölümün ardından neden bu hale geldiğini hiç düşünmüş müydünüz? Elbette bu, üzerinde düşünmeniz gereken bir konudur. Çünkü kendi bedeninizin de, değer verdiğiniz tüm insanların bedeninin de bir gün çürüyüp kokuşacağı gerçeği sizi dünyaya bağlanmaktan, ahireti unutmaktan kesin bir suretle alıkoyacaktır. Tüm bu gerçeklere rağmen insanların çoğu dünyayla ilgili her konuda kendi çıkar ve menfaatlerini en ince ayrıntılarıyla hesaplarken, kendileriyle ilgili en büyük hakikat olan ölümü hesaba katmazlar. Ama bu büyük bir yanılgıdır; bu yanılgı sebebiyle ölümden sonrası için hazırlık yapmamaları onlar için sonsuz bir azaba neden olur. O halde insanın yapması gereken, öleceğini asla aklından çıkarmamak ve dünyada Allah'ı razı edecek işler yapmaktır. Sonsuz adaletli ve şefkatli olan Rabbimiz; herkese, öğüt alabileceği kadar bir zaman tanımıştır. Ancak bu süre dünya hayatıyla sınırlıdır. Yani hataların telafisi samimiyetle yapıldığı takdirde ancak dünyada mümkündür. Ölümle birlikte ise artık telafi imkanı ortadan kalkacak, sonsuz bir pişmanlık başlayacaktır:

Kıyametin ve Hesap Gününün Mutlaka Gerçekleşeceğini Unutmayın!

“Gerçek şu ki, kıyamet saati yaklaşarak gelmektedir, onda şüphe yoktur. Gerçekten Allah kabirlerde olanları diriltecektir.”[27]

Şu an durup kolunuzdaki saate bir bakın, geçen her saniye sizi Allah'ın huzuruna çıkıp hesap vereceğiniz o güne daha da yaklaştırıyor. Üstelik size dünyada kalmanız için ne kadar süre verildiğini de bilmiyorsunuz. Fakat sizin için belirlenen o vakit muhakkak gelecek ve büyük ihtimalle sizin hiç beklemediğiniz bir anda melekler canınızı alacak, sonrasında ise kıyamet günü ile karşılaşacaksınız. Bir anda dünyaya dair tüm işleriniz anlamını tamamen yitirecek, önemli olanın sadece takva ve Allah'ın rızasını kazanmak olduğunu kesin olarak göreceksiniz. Öyleyse henüz fırsatınız varken; dünyaya ait ne varsa hepsinin yok olacağı, bugüne kadar yaratılmış tüm insanların bulundukları yerden kaldırılıp Allah'a hesap vermek için bir araya toplanacakları kıyamet günü için hazırlık yapmayı sakın unutmayın.

Herkesin yaşadığı dünya hayatı boyunca her yaptığının, eksik hiçbir şey bırakılmadan ortaya konulacağı o gün; iyilikte bulunanlar, yaptıkları iyiliklerin karşılığını eksiksiz olarak bulurlarken; kötülükte bulunanlar ise yaptıkları kötülükler ile aralarında uzak bir mesafe olmasını isteyeceklerdir. İnsanlar yapayalnız ve tek başlarına Allah'ın huzuruna çıkacak ve en ufak bir haksızlığa uğratılmadan kendileri hakkında hüküm verilecektir. Sorgulama günü bu kadar hızlı yaklaşırken yapılan hatırlatmaları uzak gördükleri için önemsemeyip, kendi heva ve hevesleri için yaşayanlar çok büyük bir gaflettedirler. Kur’an'da bu gerçek şöyle bildirilmiştir: “İnsanları sorgulama (zamanı) yaklaştı, kendileri ise gaflet içinde yüz çeviriyorlar. Rablerinden kendilerine yeni bir hatırlatma gelmeyiversin, bunu mutlaka oyun konusu yaparak dinliyorlar.”[28]

Siz de o büyük sorgulama gününün yaklaşarak geldiğini ve Allah'ın huzurunda sorguya çekileceğinizi sakın unutmayın. O gün insanın yaptığı her şey teker teker -hiç unutulmadan- eksiksiz bir şekilde önüne getirilecektir. Allah sonsuz hafızasıyla, insanın kendisinin bile hatırlamadığı her hareketini, her düşüncesini onun karşısına çıkaracaktır. Nitekim Kur’an'da insanların yaptığı her şeyin yazılı olarak da tutulduğu şöyle bildirilmektedir: “Onların işlemiş oldukları her şey kitaplarda (yazılı)dır. Küçük, büyük her şey satır satır (yazılı)dır.”[29] Maalesef insan unutkandır ama Allah asla unutmaz ve yanılmaz, bu nedenle dünyada işlenen kötülüklerden, sahipleri hiçbir şekilde kaçamayacaklardır.

İnkârcıların, Azap Mekânı Cehenneme Gideceklerini Unutmayın!

“… Andolsun cehennemi, cinlerden ve insanlardan inkar edenlerin tamamıyla dolduracağım.”[30]

Cehennem; Allah'ı inkar ederek, kayıtsızca ömür sürenlere sonsuza kadar yurt olacak bir azap mekanıdır. Gerçek şu ki, ahirete inanmayanların sıkı sıkıya bağlandıkları dünya, kesinlikle yok olacak ancak cehennem sonsuza kadar var olacaktır. Allah'ın “ateşin halkı” olarak tanımladığı insan gruplarından her biri cehennemde süresiz kalacaklardır. Asla kaçamayacakları bu azabın hiçbir benzeri olmayacaktır: İnsanlar arasında, cehennemde bir süre kalıp sonra nasıl olsa çıkıp cennete gireceklerine dair batıl bir inanç vardır. Oysa cehennemin en korkunç özelliklerinden bir tanesi inkârcılar için azabın asla son bulmayacak olması, oradan çıkışın sonsuza kadar hiçbir şekilde mümkün olmamasıdır. Kur’an'da böyle batıl bir inanca sahip olanların korkunç bir yanılgıda oldukları şöyle ifade edilmektedir:

“Dediler ki: “Sayılı günlerin dışında, ateş asla bize değmeyecektir.” De ki: “Allah Katından bir ahid mi aldınız? -ki Allah asla ahdinden dönmez- Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?” Hayır; kim bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa, (artık) onlar, ateşin halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır. İman edip salih amellerde bulunanlar ise cennet halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır.”[31] “Gerçekten cehennem, bir gözetleme yeridir. Taşkınlık edip-azanlar için son bir varış yeridir. Bütün zamanlar boyunca içinde kalacaklardır.”[32]

Cehennemden çıkış (Allah'ın dilemesi dışında) asla mümkün değildir. Öyle ki tüm inkârcılar ve zalim günahkârlar cehenneme girdikten sonra cehennemin kapıları üzerlerine kapanacak, ateş inkârcıların üzerine sonsuza kadar kilitlenmiş olacaktır: “Ayetlerimizi inkâr edenler ise, sol yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meş'eme). “Kapıları kilitlenmiş” bir ateş onların üzerinedir.”[33] Öyle ise dünyada kendisine verilmiş kısıtlı süreyi boşa harcayan, isyana ve inkâra kayan her insanın, tüm zamanlar boyunca içinde kalacağı, sonsuza kadar kapıları üzerine kilitlenmiş bu azabı hak edeceğini sakın unutmayın.

Kilitlenmiş kapıların ardında yaşanacak azap ise dünyada asla tahmin edilemeyecek bir azaptır. Kur’an'da bize tarif edildiğine göre, cehennem; dar, gürültülü, karanlık ve dumanlı bir mekândır. İnsanın hücrelerini kavuran sıcaklığı, iğrenç yiyecek ve içecekleri ile azabın en ince ayrıntılarıyla sergilendiği son bir varış yeridir. Cehennemde her anın çok yönlü işkencelerle dolu olduğu bir hayat söz konusudur. Cehennem ehlinin gözü, en dehşet verici ve iğrenç görüntüleri görecek; kulağı korkunç ve acı verici sesler, uğultular, gürültüler, çığlıklar, inlemeler, haykırışlar duyacak; burnu olabilecek en pis ve tiksinti verici kokularla dolacak; dili en iğrenç tatları, en dayanılmaz acıları hissedecek bununla birlikte tüm bedeni yanıp-kavrulacaktır. Cehennem ehlinin yüzlerini ateş bürüyecek, başları üzerinden kaynar sular dökülecek, alınları, böğürleri ve sırtları dağlanacaktır. Ve bu azapların tamamı hiçbir kesinti ve hafifleme olmadan sonsuza dek sürecektir.

Mükâfat Yurdu Cennete Yalnızca Salih Müminlerin Gireceklerini Unutmayın!

“Cennet de, muttakiler için, uzakta değildir, (o gün) yakınlaştırılmıştır. Bu size vaat olunandır; (gönülden Allah'a) yönelip dönen (İslam'ın hükümlerini) koruyan, görmediği halde Rahman'a karşı 'içi titreyerek korku duyan' ve 'içten Allah'a yönelmiş' bir kalp ile gelen içindir. Ona 'esenlik ve barış (selam)la' girin. Bu ebedilik günüdür.”[34]

Ayetlerin ifadesiyle “kalınacak yerlerin en hayırlısı” ve “Allah Katındaki asıl varılacak güzel yer” olan cennete layık olanlar, hesap gününde hayatları boyunca tüm yaptıklarının içinde yazılmış bulunduğu amel defterlerini sağ yanlarından alacaklar ve kolay bir hesapla sorguya çekileceklerdir. Bundan sonra da sonsuza dek büyük bir hoşnutluk içinde yaşayacaklardır. Allah inananlara bunu Kur’an'da birçok ayetle müjdelemiştir. Böyle bir yaşamı hak eden müminler orada melekler tarafından “Selam üzerinize olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalıcılar olarak ona girin”[35] denilerek karşılanacaklardır. Bundan sonra bölük bölük sevk edilerek, esenlik, güvenlik ve selamla cennete ulaşılacaktır. Bu durum ayetlerde şöyle anlatılır: “İşte onlar, (ibadet, istikamet ve dini hizmet üzerinde) sabretmelerine karşılık (cennetin en gözde yerinde) odalarla ödüllendirilirler ve orda esenlik dileği ve selamla karşılanırlar. Orda ebedi olarak kalıcıdırlar; o, ne güzel bir karargâh ve ne güzel bir konaklama yeridir.”[36]

Unutmayın ki, ancak kesin bir bilgiyle ahirete inanan ve hazırlanan, hesap günü nedeniyle Rabbimiz'den korkarak salih amellerde bulunan bir kişiyseniz, böyle bir karşılamayı hak edebilir ve parıltılı bir aydınlık ve sevinç yurdu olan cennetle ödüllendirilmeyi umabilirsiniz. Cennet deyince insanların birçoğunun aklına uçsuz bucaksız bir yeşillik, ırmaklar kısacası yalnızca doğal güzellikler gelir. Fakat cennetin aslı -size bugüne kadar öğretildiği gibi- bunlarla sınırlı değildir. Cennet, Allah'ın Kendisi'ne iman edenler için hazırladığı, sonsuz güzelliklerin, insanın dileyip de arzu edebileceği her şeyin ve hatta çok daha üstün nimetlerin bulunduğu bir mekândır. Dünyada gördüklerimizle cenneti hayal ederiz ama Allah'ın müminler için hazırladığı nimetleri tam olarak kavramak için bunlar yeterli değildir. Cennetin aslını ancak onunla karşılaşınca kesin olarak anlayabiliriz. Nitekim bir ayette bu gerçeğe şöyle dikkat çekilmiştir: “Artık hiçbir nefis, yaptıklarına karşılık olmak üzere kendileri için gözler aydınlığı olarak nelerin (sayısız nimetlerin) saklandığını bilmez.”[37] Yani dünyada maddi ve manevi hoşunuza giden ne varsa en güzeli ve kusursuzu oradadır. Cennet, büyük mülk ve zenginliklerle dolu, her türlü güzelliğin ve nimetin hep bir arada bulunduğu bir selamet diyarıdır. İnsanın arzu ettiği ve görmek isteyip de zevk alacağı her şeyin bulunduğu cennette, insanların dünyadayken hayal dahi edemeyecekleri güzellik ve nimetler müminlere sunulacaktır.

Allah'a Dua ve İbadet Etmeyi Unutmayın!

“Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez. Düzene konulması (ıslah)ından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın; O'na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır.”[38]

Allah'ın tüm insanların Rabbi olduğu gibi sizin de Rabbiniz olduğunu, hayattaki en büyük dostunuzun ve dayanağınızın Allah olduğunu, her şeyi öncelikle Allah'tan dilemeniz gerektiğini unutmayın. Dua ve ibadet, insanı Allah'a samimi olarak yakınlaştıracak önemli vesilelerin başındadır. İnsanların tamamı duaya muhtaçtır. Ne var ki müminler için dua hayatlarının ayrılmaz ve doğal bir parçasıyken, diğer insanlar için ancak büyük zorluklar altına girince, hayati tehlikelerle karşı karşıya kalınca hatırlanan bir kurtuluş yoludur. Elbette ki sadece çıkarlar söz konusu olduğunda edilen dua Allah Katında makbul karşılanmayabilir. Çünkü asıl güzel olan hem rahatlıkta hem de zorlukta kısacası insanın her anında Allah'tan yardım istemesidir. Çünkü dua eden kişi Rabbimiz'e karşı acizliğini, Allah dilemeden hiçbir şeye güç yetiremeyeceğini anlamış demektir. Dua beraberinde Allah'a teslimiyeti de getirir. Dua eden insan karşısına çıkabilecek zor ya da kolay her türlü olayda, kâinatın yaratıcısı ve hâkimi olan Allah'ı vekil edinmiş demektir. Bir problemi çözmenin ya da önlemenin bütün yollarının evrendeki tüm kudretin sahibi Allah'a dayandığını bilmek, tüm işlerinde Allah'ı vekil edinmek ve sadece O'na dua etmek, mümin için ferahlık ve güven kaynağıdır.

Ama elbette burada yanlış bir anlayışı da vurgulamak gerekir. Bir insanın tüm işleri için Allah'a dua etmesi demek, hiçbir şey yapmadan oturup beklemesi anlamına gelmemelidir. Kişi karşılaştığı her şeyin Allah'ın kontrolünde olduğunu bilip bunun rahatlığını yaşamalı, ama aynı zamanda Allah'ın kendisine çözüm olarak gösterdiği sebepleri de en güzel şekilde uygulamalıdır. Allah'a gerçekten samimi dua eden bir kişinin, O'nun koyduğu kurallara göre fiili duasını da yapması gereklidir. Burada fiili dua, kişinin herhangi bir arzusuna ulaşmak için elinden gelen her şeyi en fazlasıyla yapmasını ifade eder. Örneğin hasta olan bir insanın doktora gitmesi, ilaç içmesi, kendine dikkat etmesi iyileşmek için yaptığı fiili bir duadır. Bununla birlikte insanın tüm bunları yaparken Allah'ın kendisine şifa vermesi için istekte bulunması da sözlü bir duadır. Bu yüzden fiili dua sözlü dua ile birlikte yapılması gereken temel ibadetlerdendir.

Duanızda gerçekten samimi olmayı, içten bir ihtiyaçla Allah'a yönelmeyi unutmayın. Çünkü Allah insana şah damarından daha yakın olan, her şeyi bilen ve işitendir. Ve dua Allah'a ulaşabilmenin en kolay yoludur. İnsanın içinden geçirdiği tek bir düşünce bile Allah'tan gizli kalmaz. Ancak insanların çoğu Allah'ın tüm dualara, isteklere şahit olduğunun farkında değildirler. Onlar sanırlar ki, dua ettiklerinde Allah bazılarını işitiyor, (Allah'ı tenzih ederiz) bazılarını da işitmiyor veya işitse de cevap vermiyor. Bu son derece yanlış bir düşüncedir. İnsanın içinden geçen her düşünceye, diliyle ifade ettiği her isteğe Allah şahittir ve karşılık verir.

Hatalarınızdan Dolayı Bir An Evvel Tövbe Edip Bağışlanma Dilemeyi Unutmayın!

“Sonra gerçekten Rabbin, cehalet sonucu kötülük işleyen, sonra bunun ardından tevbe eden ve ıslah olanlar(la beraberdir). Şüphesiz Rabbin bundan sonra bağışlayandır, esirgeyendir”[39] ayetine göre samimiyetin Allah'ın Katındaki önemini anlayan kişi nasıl bir hata yapmış olursa olsun, Allah'a yönelip bağışlanma dileme ve tövbe etme imkânı olduğunu bilir. Bu, Allah'ın sonsuz merhametinin bir yansımasıdır. Allah sonsuz bağışlayıcılığını ayetlerinde şöyle bildirilmektedir: “Kim kötülük işler veya nefsine zulmedip sonra Allah'tan bağışlanma dilerse Allah'ı bağışlayıcı ve merhamet edici olarak bulur.”[40]

Allah kullarına her türlü hata için geri dönüş imkânı vermiştir. Allah Katında geçerli olan yapılan hatanın küçük ya da büyük olması değil, kişinin samimiyetidir. Bu, kuşkusuz müminler için çok büyük bir rahmettir. “Ve 'çirkin bir hayasızlık' işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları(kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir.”[41]

Şu bilinmelidir ki, yapılan hata her ne olursa olsun, insanların zihinlerinde büyüttükleri en büyük suç bile olsa, arkasından gelen samimi bir pişmanlıkla bağışlanma dileyerek Allah'a içten yöneliş, kişiyi bu yükten kurtaracaktır. Bir insan şu dakikaya kadar dinsiz ve gafil olarak yaşamış olabilir, tüm ömrünü Allah'ın razı olmayacağı bir şekilde geçirmiş de olabilir. Ama bir anda samimi ve kesin olarak aldığı bir kararla tevbe etmesi karşılığında, Allah'ın bağışlamasını ve tevbesini kabul etmesini umabilir. Unutmayın Allah'a karşı işlenen suçlardan samimi bir tevbe ile kurtulmak bir anlık karara bağlıdır ve tek kurtuluş çaresidir. Fakat önemli olan Allah'a verilen sözü yerine getirebilmek ve Allah'ın tavsiye ettiği samimiyeti yakalayabilmektir. Bu da Kur’an’ın ve Resulüllah’ın bütün haber ve hükümlerine razı ve hazır olmayı gerektirir.

 


[1] Bakara Suresi: 286

[2] Enbiya Suresi: 16

[3] Zariyat Suresi: 56

[4] Yasin Suresi: 78-79

[5] Beled Suresi: 10-20

[6] Tevbe Suresi: 67

[7] Fatır Suresi: 13

[8] Mülk Suresi: 23

[9] Talak Suresi: 12

[10] Kaf Suresi: 16

[11] Yunus Suresi: 61

[12] Nisa Suresi: 126

[13] Taha Suresi: 110

[14] Bakara Suresi: 165

[15] İbrahim Suresi: 1

[16] Nahl Suresi: 89

[17] Araf Suresi: 52

[18] İsra Suresi: 45-46

[19] Kamer Suresi: 49

[20] Yasin Suresi: 60-62

[21] Sad Suresi: 85

[22] Nahl Suresi: 99-100

[23] Ankebut Suresi: 64

[24] Mülk Suresi: 2

[25] Cuma Suresi: 8

[26] Enbiya Suresi: 35

[27] Hac Suresi: 7

[28] Enbiya Suresi: 1-2

[29] Kamer Suresi: 52-53

[30] Secde Suresi: 13

[31] Bakara Suresi: 80-82

[32] Nebe Suresi: 21-23

[33] Beled Suresi: 19-20

[34] Kaf Suresi: 31-34

[35] Zümer Suresi: 73

[36] Furkan Suresi: 75-76

[37] Secde Suresi: 17

[38] Araf Suresi: 55-56

[39] Nahl Suresi: 119

[40] Nisa Suresi: 110

[41] Al-i İmran Suresi: 135











BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi