Anasayfa » AKP ile Cemaat Kapışması mı, Yoksa; ABD’NİN HACİVAT’LA KARAGÖZ KUKLASI MI?

AKP ile Cemaat Kapışması mı, Yoksa; ABD’NİN HACİVAT’LA KARAGÖZ KUKLASI MI?

Yazar: yonetici
0 Yorum 141 Görüntüleyen

AKP ile Cemaat
Kapışması mı, Yoksa; ABD’NİN HACİVAT’LA KARAGÖZ KUKLASI MI?

 

“Karagöz’le Hacivat” kukla oyununa ilk defa giden çocuklar, perde arkasındaki kukla oynatıcıyı göremediklerinden ve gölge kavgasını gerçek zannettiklerinden şaşkınlık, hatta bir tarafa kızgınlık içinde kalırlardı. Şimdi AKP iktidarıyla FETÖ yapılanması arasındaki kıyasıya kapışmanın perde arkasında ABD Derin Devletinin (Yahudi Lobilerinin) halâ farkına varmayanlar da basit ve fasit bir tarafgirlikle kendi takımlarını haklı çıkarma ve kahramanlaştırma şapşallığındaydı.

Oysa:

Henüz İstanbul Belediye Başkanı iken Sn. Erdoğan ile Fetullahçı yapılanmayı birlikte çalışmaya, Milli Görüşün Gençlik organizesi MGV’yi kapıdan içeri sokmazken, Cemaate arsa tahsisleri, araziler, ihaleler sunmaya… (Ki aynısını Melih Gökçek’in yaptığını bizzat Bülent Arınç açıklamıştı.)… Yani alttan alta, bunları Erbakan’a karşı ortak zemin hazırlamaya sevk eden hangi üst irade ve dış merkezler ise…

28 Şubat tezgâhında ve sonrasında, her iki ekibi de Erbakan iktidarına ve Milli Görüş davasına karşı hakaret ve hıyanete iten hangi güçler ve mahfiller ise…

12 yıllık iktidarı boyunca AKP Hükümetiyle Cemaati -şimdi birbirlerini kalleşlikle suçlasalar da- ikiz kardeşler gibi ortak hareket etmeye ve birbirlerinin melanetlerine kerametler üretmeye yönelten hangi küresel ve karanlık lobiler ve Türkiye’deki temsilcileri ise…

Bu 12 yıllık talan ve tahribat sürecinde özellikle ABD karşıtı ve Milli kafalı komutan, subay ve aydınları tasfiye amaçlı ve topyekûn TSK’yı köreltme ve kötüleme hesaplı Ergenekon ve Balyoz gibi kumpas operasyonlarını (ki herkesin korkusundan susup pustuğu o süreçte Milli Çözüm Dergimiz bu gerçekleri açıkça ve defalarca yazmış, AKP hükümeti ve FETÖ cemaatince “Ergenekonun Dinci kanadı” diye suçlanıp içeri alınmıştı, ama sonunda bütün tespit ve tahlillerimiz aynen çıkmıştı…) Cemaate ve Hükümete birlikte yürüttüren hangi istihbarat örgütleri ve onların Türkiye görevlileri ise…

İşte şimdi biriyle diğerini hizaya sokup dizginleyerek kendilerine daha mahkûm ve mecbur hale getirmek üzere AKP’lilerle FETÖ’cüleri, her türlü insaf ve ahlak ölçülerini hiçe sayarak acımasızca saldırtıp savaştıran da yine aynı Siyonist iradedir ve sinsi merkezler olmaktadır.

Lütfen dikkatle bakınız; eski AKP kurmaylarından ve ağabey takımından Bülent Arınç, iktidarın ve TSK’nın PKK operasyonlarını eleştirip “Çözüm süreci yeniden başlasın…” dediği için, Bakanları ve bürokratları güya ona sataşırken, yandaş ve yalaka yazarları Abdülkadir Selvi, yeni ve jelatinli bir isim altında çözüm sürecinin tekrar başlatılacağını söyle açıklamıştı: “Yeni dönemin adının çözüm süreci değil “istişare süreci” olacağını duyurmuşlardı. Böylece güya bir yandan terörle etkin bir mücadele yürütülürken diğer taraftan da Kürt sorunun çözümü konusunda adımlar atılacaktı. Başbakan Ahmet Davutoğlu haftanın bir günü bu bölgede olacak ve ilk ziyaretini bu maksatla Mardin’e yapacaktı.”[1]

Bu arada ABD’nin (ve Gizli Dünya Devletinin) en tehlikeli ve tahripçi tezgâhı, Türkiye ile Rusya’yı savaştırmaktı!

AKP iktidarını ve elebaşlarını; Cemaat gibi iç tehditlere, Suriye gibi dış tehditlere(!) karşı çok cesur ve onurlu pozisyonlara ve gururlu politikalara taşımalarının arkasında:

a) AKP Türkiye’sini aşırı özgüven havasıyla gaza getirip…

b) Suudi Amerika merkezli sözde İslam Askeri İttifakına güvenip…

c) Ve NATO’nun kesinlikle arka çıkacağını zannedip…

d) Ve tabii Rusya’yı da kışkırtıp-kızdırıp hata yapmaya itip…

Sonunda Türkiye ile Rusya’yı savaştırmak Siyonizm’in bir şeytani planıydı.

Böylece:

1- Hem Türkiye’nin hem Rusya’nın kuvvetlerini ve potansiyellerini boşa harcatıp zayıflatacaklardı…

2- Hem İsrail’in güvenliğini ve geleceğini garantiye almış ve Türkiye tehdidinden kurtarmış sayılacaklardı.

3- Hem de, a)Tarihi alt yapısı; b)Tabii ve fiili imkânları, c) Talihli fırsatları bakımından İslam Dünyasına lider ve lokomotif olabilecek Türkiye’yi ucuza harcatmış, kolumuzu ve kanadımızı kırmış olacaklardı.

Tekrar hatırlatalım ki, şeytanilerin bir planı ve tuzağı varsa, elbette Rahmanın da bir hesabı ve intikamı vardı!

Independent Muhabiri “Erdoğan’ın Suriye üzerinden Rusya ile savaşa hazırlandığını” yazmıştı. Independent Gazetesi muhabiri Patrick Cockborn Suriye’deki güncel gelişmeleri yazmış; Esad yanlılarının ilerlediğini belirten muhabir; Erdoğan’ın böyle bir durumda Suriye’ye müdahalede bulunacağını ortaya atmıştı. Independent gazetesinin Ortadoğu muhabiri Patrick Cockborn, Suriye’de dengelerin Esad yönetimi lehine değiştiğini ve Kürtlerin Türkiye sınırını ele geçirmek üzere olduğunu vurgulamıştı.

Cockborn yazısının devamında “Türkiye’nin Suriye sınırında bir Rus savaş uçağını vurmasından bir ay önce Rus askeri istihbaratı Devlet Başkanı Vladimir Putin’i, Ankara’nın bu yönde bir planı olduğuna dair uyarmıştı” ifadesini kullanmıştı. Patrick Cockborn’un Suriye hakkında yazdığı yazının devamında şunları hatırlatmıştı:

“Büyük ihtimalle Putin, Türkiye’nin Rusya’yı Suriye’de daha da kapsamlı bir askeri operasyona itmek istemeyeceğini sanmıştı. Ancak 24 Kasım’da bir Türk F-16’sı, Rus bombardıman uçağını vurdu ve bir pilotu da öldürdü. Olayda iyi planlanmış bir pusunun tüm izleri vardı. Türkiye, Rus savaş uçağının Türk hava sahasını 17 saniye boyunca ihlal etmesine karşılık verildiği iddiasındaydı. Ancak Türk savaş uçakları alçak irtifadan uçarak kendilerini gizlemek adına her şeyi yapmışlardı. Rus savaş uçağını düşürmek üzere özel bir göreve çıkmış gibi duruyorlardı. Kore savaşından bu yana ilk kez bir Rus savaş uçağı NATO’ya bağlı bir askeri güç tarafından düşürülmüş durumdaydı. Bu olay ciddiye alınmalıydı çünkü Türkiye’nin Suriye’de devam eden savaştaki pozisyonunu koruyabilmek için ne kadar ileri gidebileceğinin bir ispatıydı.”

Bu arada “Rus jetinin sınırımıza yönelik sınır ihlalinin ve Türkiye’nin aceleci müdahalesinin” bir NATO (ABD, İsrail ve AB) tezgâhı olduğunu Milli Çözüm Dergimiz ilk günden itibaren defalarca yazmış ve uyarmıştı.

Rus Askeri uzmanı da Türkiye ve Rusya’nın savaşın eşiğinde olduğunu uyarmıştı!

Rusya-Türkiye arasında yaşanan diplomatik ve ekonomik kriz son hava sahası ihlali ile iyice kontrolden çıkmıştı. Rus askeri uzman Golz, gerginlik ile ilgili “Rusya ve Türkiye bugün bir savaşın eşiğindedir” ifadesini kullanmıştı.

Ankara-Moskova hattında Rus savaş uçağının 24 Kasım’da düşürülmesinden bu yana hem karşılıklı tehditler hem de hava sahası ihlali nedeniyle gerginlik had safhaya ulaşmıştı. Rus uçaklarının hava sahası ihlalinde bulunduğuna ve bu ihlalin sürmesi durumunda Moskova yönetiminin cezalandırılacağını açıklayan Ankara’ya, Rusya yönetimi adeta kulak tıkamış ve sorumsuz bir tavır takınmıştı.

Bu arada Türkiye’deki İran ve Şia misyoneri Prof. Dr. Hüseyin Hatemi “Fetullah hareketini ilk başlatan, kanaatimce Kürt-Nurculuğuna karşı bir Nurculuk görünümlü Türkçülük akımı yaratmak isteyen Türk istihbaratı oldu” iddiasında bulunup, FETO’nun arkasındaki CIA ve MOSSAD’ı unutturmaya çalışmıştı. İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Hüseyin Hatemi, Yeni Yüzyıl gazetesinden Esra Elönü’ye yaptığı bu açıklamalarla FETÖ’yü aklayacağını sanmıştı.

Aynı sırada sivil PKK olan HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, Güneydoğu’da yaşanan olaylarla ilgili tehditler yağdırmıştı. Demirtaş hiç kimsenin durduramayacağı bir iç savaşın çıkabileceğini söyleyerek devlete meydan okumaya kalkışmıştı!

Partisinin toplantısında konuşan Selahattin Demirtaş “bir kıvılcımdan hiç kimsenin durduramayacağı bir iç savaşın çıkabileceğini” söyleyecek kadar küstahlaşmıştı.

Oysa Bülent Arınç’ın çıkışları da, Selahattin Demirtaş’ın şımarıklıkları da, Fetullah Gülen’in çığlıkları da, Davutoğlu’nun horozlanmaları da… Bunların hepsi AKP ve Cemaati (ve diğer muhalefeti) birbiriyle dengeleyip dizginlemek ve daha verimli şekilde kendilerine hizmet ettirmek isteyen küresel merkezlerin (ABD Yahudi Lobilerinin) hazırladığı senaryoların bir parçasıydı… Küresel Mahfiller, AKP ve Cemaati (ve diğer muhalefeti) birbirlerine kışkırtıp köşeye sıkıştırmaktaydı, ama hiçbirini ortadan kaldırmaya ve etkisiz bırakmaya çalışmamaktaydı.

Bakınız, AKP iktidarı bütün devlet imkânlarıyla ve tamamen şahsi makam hırsıyla FETÖ’ye saldırdıkları halde, normalde Zaman Gazetesinin on binlere düşmesi beklenirken, hala zaman 630 bin satmakta, AKP’nin yandaş medyasının tamamı bu sayıya ulaşamamaktadır. Bu durumu, Cemaat mensuplarının sadakat ve cesaretine bağlamak ahmaklıktır; çünkü bu netice tamamen ABD Derin Devletinin ve Türkiye’deki işbirlikçilerinin bir başarısıdır.

İşte:

18 OCAK – 24 OCAK 2015 HAFTALIK GAZETE TİRAJLARI

    GAZETELER SATIŞ ÖNCEKİ HAFTA FARK +/-
1 ZAMAN GAZETESİ 627.347 603.146 24.201
2 HÜRRİYET GAZETESİ 347.949 346.662 1.287
3 POSTA GAZETESİ 328.300 323.755 4.545
4 SABAH GAZETESİ 307.975 305.267 2.708
5 SÖZCÜ GAZETESİ 279.057 280.058 -1.000
6 P.FOTOMAÇ GAZETESİ 157.287 155.682 1.605
7 TÜRKİYE GAZETESİ 148.056 148.152 -96
8 MİLLİYET GAZETESİ 143.259 143.854 -595
9 HABERTÜRK GAZETESİ 127.503 174.007 -46.505
10 FANATİK GAZETESİ 119.109 121.655 -2.546
11 YENİŞAFAK GAZETESİ 108.759 108.882 -123
12 TAKVİM GAZETESİ 107.785 114.156 -6.371
13 AKŞAM GAZETESİ 106.009 105.954 55
14 GÜNEŞ GAZETESİ 105.757 106.700 -943
15 STAR GAZETESİ 105.019 102.299 2.720
16 VATAN GAZETESİ 102.813 103.070 -257
17 TARAF GAZETESİ 86.850 9.514 77.336
18 MEYDAN GAZETESİ 85.986 85.666 320
19 YENİ ASYA GAZETESİ 53.567 53.516 51
20 CUMHURİYET GAZETESİ 51.995 53.447 -1.452
21 KORKUSUZ GAZETESİ 51.775 53.556 -1.781
22 AYDINLIK GAZETESİ 51.676 51.900 -224
23 YENİÇAĞ GAZETESİ 50.880 50.813 67
24 MİLLİ GAZETE 31.290 30.563 728
25 YENİ AKİT GAZETESİ 30.235 29.571 665
26 MİLAT GAZETESİ 30.167 30.155 11
27 BUGÜN  GAZETESİ 18.559 18.178 381
28 YENİ YÜZYIL GAZETESİ 13.215 17.734 -4.519
29 MİLLET GAZETESİ 10.808 10.423 385
30 YURT GAZETESİ 6.476 6.684 -208

 

Yani FETÖ Cemaatini iyice sıkıştırıp bunaltan ama halâ ayakta tutan ve şimdiye kadar AKP’nin yularını uzatan odaklar, şimdi tekrar Cemaatin önünü açmaya AKP’nin kirli çamaşırlarını ortalığa saçmaya ve böylece daha iyi talimat dinleyecek ve İsrail’le yakın işbirliğine girişecek kıvama taşımaya hazırlanmaktadır. İşte bu tehdit ve tehlikenin verdiği endişe ile AKP kurmayları giderek hırçınlaşmakta Güney Amerika’da bile, gizli barış ve uzlaşma yolları aramaktadır.

Ve tabii Allah’ın bir planı vardır ve O’nun takdir programı asla şaşmamaktadır!

PKK terör örgütünün Suriye kolu olan PYD’ye bağlı YPG güçlerinin Türkiye’nin bölgedeki kırmızıçizgisi olan Fırat’ın batısına geçme hazırlıkları ve bu noktadaki destek arayışlarının hız kazandığı bir anda SU-34 tipi Rus avcı ve bombardıman savaş uçağının Türk hava sahasını ihlal ettiğinin açıklanması bir anda akıllara Times gazetesinde daha önce çıkan yazıyı hatırlatmıştı.

Türkiye ve Rusya’nın Suriye topraklarında çatışmaya girebileceğini iddia eden gazetede şu satırlar yer almaktaydı: “Türkiye, IŞİD’in denetimindeki Cerablus’a yakın bir bölgede, sınırın kendi tarafındaki mayınları temizlemeye başladı. Bu, Türkiye’nin bir kara harekâtı hazırlığında olabileceğine işaret ediyor. Kremlin de Kürt güçlerle yakınlaşıyor. Bu arada ülkenin kuzeydoğusunda, Rus subaylar Türkiye’nin burnunun dibindeki Cerablus’a bir operasyonu ele almak için Kürt yetkililerle bir araya geldi. Rusya askeri havaalanı inşa ettiği Kürtlerin denetimindeki Kamışlı’da 200 asker konuşlandırdı.”

Bu haberin yayınlanmasından bir gün önce de Reuters’a konuşan YPG kaynakları da: “Terör örgütünün Arap müttefikleriyle birlikte Fırat’ın batısına geçerek Türkiye’nin “kırmızı çizgi” olarak nitelediği Cerablus-Azez hattına dev bir operasyon düzenleyeceğini” aktarmaktaydı.

Peki, PYD-YPG bu cesareti nereden almaktaydı? Yukarıdaki iki haberi birleştirdiğimizde bunun cevabı da büyük ölçüde anlaşılmaktaydı. Bu kapsamda, Fırat’ta ABD’den beklediği desteği “şimdilik” bulamayan PYD’nin yönünü Rusya’ya çevirdiğine yönelik haberlerin daha bir önem kazandığı ve ciddiye alınması gerektiği açıktı.

Anlaşılan o ki, Rusya Suriye’nin Afganistanlaştırılmasına ve komşu ülkelerin de Pakistanlaştırılmasına çalışmaktadır. Dolayısıyla, Türkiye bir meydan okuma ile karşı karşıyadır. Sınırlarının hemen başında inşa edilmek istenen “Kürdistan” noktasında eli kolu bağlanmaya çalışılmaktadır ve bu nükleer tehdide nasıl bir karşılık verebileceği ise büyük bir soru işaretidir. NATO ve ABD bağlamında yaşanmış tecrübeler, bu noktada Türkiye’nin endişesini daha da arttırmaktadır. Dolayısıyla zor bir süreç yaşanmaktadır. Bir taraftan çekilmiş kırmızıçizgiler bulunmaktadır; diğer taraftan da, bu çizgileri çiğneme noktasında nükleer gücü arkasına almış bir terör örgütü vardır” diyen değerli Milli Gazete yazarı M. Seyfettin Erol (1 Şubat 2016) epey bir zamandır AKP’nin taviz ve teslimiyet politikalarına mazeret uyduruluyor gibi algılanan yorumlar yapmaktadır.

Oysa ‘Rusya ve ABD, PYD’ye destek için anlaşmışlardı’

Suriye Geçici Hükümeti Sağlık Bakanı Muhammed Vecih Cuma, Rusya ve ABD’nin terör örgütü PKK’nın Suriye’deki uzantısı PYD’ye destek konusunda anlaştığını belirterek: “Her iki taraf da PYD’yi güçlendiriyor ama başarılı olamayacaklar çünkü bizim Suriye’deki varlığımız bin seneden fazladır. Hiç kimse kuşkuya kapılmasın Suriye’deki Türkmen varlığını bitiremeyecekler” açıklamasını yapmıştı.[2]

Evet, Rusya Amerika ile anlaşarak PYD’yi Hatay’a dayandırmıştı!

Rusya, terör örgütü PKK’nın Suriye kolu PYD’nin Fırat’ın batısında ilerleme çabaları için destek vermeye başlamıştı. Nehrin batısındaki Mümbiç, yoğun Rus bombardımanı altındaydı PYD bu bölgeyi alırsa Hatay sınırına da dayanmış olacaktı ve bütün bu girişimlere ABD göz yummaktaydı.

Erdoğan da “Rusya ve PKK anlaştı” diyerek Amerika’yı aklamaya mı çalışmıştı?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya’nın PKK ile görüştüklerini ve sonrasında da Rusya’nın PKK’ya destek vereceği bilgisinin ulaştığını açıklamıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan Güney Amerika ziyareti öncesinde Atatürk Havaalanındaki açıklamalarında bunları gündeme taşımıştı.

Oysa aynı gün Obama’nın özel temsilcisi Kobani’de PYD ile buluşmuşlardı.

Rusya, PKK’nın Suriye uzantısı PYD’nin Fırat’ın batısına geçmesini sağlamak için hava bombardımanına başlarken Fransız haber ajansı AFP’den çok ilginç bir iddia gündeme taşınmıştı. AFP, Kürt kaynaklara dayandırarak, ABD Başkanı Barack Obama’nın IŞİD ile mücadele özel temsilcisi Brett McGurk’un Kobani’ye gittiğini duyurmuşlardı.

Abdurrahman Dilipak’ın BOP hizmetkârlığı!

“Batılı ülkelerin. PYD konusundaki tavırları tam bir siyasi dolandırıcılıktır. Bu yaptıkları aslında “Demokrasiyi koruma adına darbe”cilere destek vermekle aynıdır. Mısır’da ya da Filistin’de yıllardır oynadıkları oyunun bir devamıdır. PKK’yı terörist ilan et, sonra PYD’ye silah, eğitim, para ver… Bu eşeği tımar edip, babasına geri satan Kayserili fıkrasını hatırlatıyor. PKK’yı boya, PYD diye pazarla… PYD ve PYD’nin askeri kanadı olan YPG aslında PKK’dan kapsamlı bir tuzaktır. İşin içinde Ezidiler de var, Katolik, Ortodoks, Protestan milisler de… PYD kılıfıyla birleşik bir cephe oluşturulmaktadır. PYD’nin arkasında en azından bir düzine ülke vardır. PYD bir Truva atıdır. PYD içinde Kürtler Hıristiyanların koruyucusu olarak yeniden yapılandırılmaktadır. Bu konuda Christianity Army ile aralarında bir mutabakat sağlamıştır. Suriye’de kurulan Hıristiyan cephesinin militanları bu çatı altında eğitim almaktadır. Rum, Süryani, Keldani, Arami, Asuri, Ermeni milisler Balkanlar, Kafkaslar ve Afrika’dan, Latin Amerika’dan savaşçıya dönüşebilecek gönüllü misyonerler gazeteci, insani yardım gönüllüsü, STK temsilcisi gibi bu bölgeye taşınmaktadır. Bunlar burada eğitim almakta, istihbarat örgütleri burada bunlara para ve silah sağlamaktadır. Ortalık PYD maskeli MOSSAD, CIA, MI5 ajanı kaynamaktadır. ABD de var bölgede Rusya da. Yunan da var, Bulgar da, Vatikan da var tabii, İtalya, Fransa, Almanya.. Olmayan yok ki. Mısır’dan Sisi’nin Kıpti’leri de var, Esed’in Nuseyri milisleri de. İran zaten bölgedeki her oluşuma müdahil olma çabasındadır. PYD bu hali ile DAEŞ’den daha tehlikeli bir planın parçasıdır. PYD bu senaryoda bir Kürt örgütü değil, Kürtlerin katolizer olarak kullanıldığı bölgede yeni bir Hıristiyan cephesi olarak dizayn edilmeye çalışılmaktadır. Böylece PYD üzerinden PKK ve diğer Kürt oluşumları, daha doğrusu bölgedeki tüm gayrimüslim oluşumlar, bir müttefik demokrasi cephesi şeklinde yapılanmaktadır.

Bu cephe aynı zamanda İsrail için koruyucu bir kalkan olacaktır. Bu cephe içinde hemen hemen tüm Hıristiyan unsurlar, Nuseyriler, Dürziler, Ezidiler yer alacaktır. Nuseyriler üzerinde anti Sünni, Şii bir cephe oluşturulmaktadır”[3] şeklinde duyarlı ve tutarlı tespitler yapan Abdurrahman Dilipak bu doğrularını aşağıdaki yamukluklarına kılıf yapmaktadır.

“Hani kanton meselesini Irak konusunda tartışmaya açsalar anlarım. Çünkü Irak’ın Şii bölgesi zaten dini olarak, İran’ın Huzistan bölgesi ile iç içe (bulunmaktadır). Oradaki birlik değil bölünme sun’idir. (Yani Irak’ın Şii Basra bölgesi İran’a bırakılmalıdır.) Kürtler, egemenlik olarak (harita üzerinde) Irak’ta kalabilir, ama ekonomik ve kültürel anlamda Irak Kürdistanı ve Kerkük bölgesinin Türkiye ile bütünleşmesi sağlanmalıdır. Mesela Nahcivan için de aynı durum söz konusu… Aslında en iyi çözüm bu sınırları kaldırmaktır.”

Böylece Abdurrahman Dilipak, aynen BOP çerçevesinde, ABD ve İsrail’in hedefleri istikametinde Irak ve Suriye’nin parçalanmasını, Irak’ın Şii bölgesinin İran’a, Kürt ve Türkmen bölgesinin Türkiye’ye bırakılmasını savunmakta, daha doğrusu Siyonizm’in sözcülüğünü yapmaktadır. Çünkü ülkemizin, bölgemizin ve İslam aleminin kurtuluşu, birbirlerini parçalayıp pay kapmakta değil, Erbakan’ın İslam Birliği ve D-8 programındadır.!

Bu ucuz ve uyuz kahramanlara sormak lazımdı: Güya Türkiye’yi büyültmek için hep Suriye ve Irak Kürtlerinin Türkiye’nin güdümüne alınmasını savunulduğu halde, neden İran’daki Kürtler ve hatta Azeriler hiç gündeme taşınmazdı? Veya asıl Kafkaslarda, Kırımda ve Balkanlardaki sınırlarımız ve doğal mirasımız hiç söz konusu yapılmazdı?

Hüseyin Çelik’in gecikmiş çıkışları!

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Santiago Büyükelçiliği ikametgâhında gazetecilere açıklamalarda bulunurken, Bülent Arınç’ın “Cumhurbaşkanı Dolmabahçe Mutabakatı’nı biliyordu” sözlerine, karşılık “Benimle çalışırken bunları konuşmamıştı. Parlamentodan çıktıktan sonra doğru olmayan ifadeler kullanmasını hoş karşılamadım” demesi bunların döneklik tavrını ve kişilik ayarını ortaya koymaktadır.

“Çözüm sürecinin PKK’ya yaradığını ve eşkıyaya zaman ve zemin kazandırdığını” itiraf eden eski Bakan Hüseyin Çelik: AKP Genel Başkanı Danışmanlığı görevinden alınmadığını kendisinin istifa edip ayrıldığını açıklaması da bunların fırsatçı psikolojisini yansıtmaktaydı.

Bülent Arınç’ın itirafları!

Bir zamanlar Fetullahçıların Türkçe Olimpiyatları finalinde “Politika hayatım ve Meclis başkanlığım süresince yaptığım hizmetler 50 ile çarpılsa, dünya çapında yapılan şu hizmetler karşısında ancak sıfır kalır” diyen Bülent Arınç, daha sonra FETÖ’ye yönelik 17-25 Aralık sürecinde yapılanlar karşısında sessiz kalmanın da ötesinde, bunlara destek çıkmıştı. Daha ileri gidip; Cemaat’i özür dilemeye çağırmış ve seçim bölgesi Bursa’dan “Biz varsak siz de varsınız!” gibi, şirk kokan ifadeler kullanmıştı. Arınç, ülkenin son 4 yıldır yaşadıkları karşısında bir defa “özgül ağırlığı”nı seslendirmeye kalkmış, fakat arkasından hemen geri vitese takmıştı. Ülkede yüz binlerce ailenin elemleri karşısında sessiz kalan Arınç; kendi ailesine sataştığı gerekçesiyle M. Gökçek’le söz düellosuna başlamış ama yine tükürdüğünü yalamıştı. Çünkü bunlar Milli Görüşten kaytardıktan sonra sürekli yalan ve yalakalıkla “yalama” olup çıkmışlardı.

Bülent Arınç’ın açıklamaları AKP’yi niye karıştırmıştı?

AKP’nin kurucu isimlerinden Bülent Arınç’ın çözüm süreci ve Erdoğan hakkındaki açıklamaları parti içinde büyük tepki toplamıştı. AKP içindeki bazı milletvekilleri Arınç’ın açıklamalarını “Bu dava çok Brütüsler gördü” şeklindeki yorumları bize “Peki Erbakan’ı arkadan bıçaklayan ve Milli Görüşü parçalayıp Siyonistlerin işini kolaylaştıran sizler değil miydiniz? sorusunu hatırlatmıştı.

TBMM eski Başkanı Bülent Arınç’ın 1 Kasım seçimleri sonrası ilk defa bir televizyon kanalında gündeme ilişkin önemli değerlendirmelerde bulunması ortalığı karıştırmıştı. Gündeme bomba gibi düşen Dolmabahçe görüşmesi ve Erdoğan açıklamaları AKP içinde büyük yankı uyandırmış ve AKP’lileri telaşlandırmıştı.

Bülent Arınç’ın açıklamalarını ve gelen tepkileri köşesine taşıyan Hürriyet yazarı Akif Beki, Arınç’ı ‘ihanet‘le suçlayan yandaş medyayı ve siyasi figüranları; ‘vodvil kahramanları’ olarak vasıflandırmıştı.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde basın danışmanlığını yürüten Akif Beki, bu çıkışları, “Pespaye lakırdılarla absürd gülünçlüklerin sergilendiği zavallıca bir tiyatro” şeklinde yorumlamıştı.

“Sonuçta siyaset, tarikat değildir. (Siyasetçilerin) Körü körüne peşinden gidilecek şeyhleri de aklını şeyhin emrine koşmuş kurşun askerden müritleri de olmaz” diyen Akif Beki, kendisi de kim daha çok imkân ve makam sağlarsa onun davulunu çalanlara benziyordu.

Eski Adalet Bakanı Sadullah Ergin, sabah Akif Beki’nin bu yazısını paylaşırken, eski AKP Genel Başkanı Danışmanı Hüseyin Çelik ise aynı saatlerde “AKP’de, emek sahiplerinin emeği üzerinde tepişen eyyamcıları iyi tanıyan A. Beki’yi okumak lazım” diyerek, sosyal medyadan takipçilerine o yazıyı tavsiye buyurmuşlardı. Yani AKP çalkalanmaktaydı.

“Abdullah Gül, Bülent Arınç, Hüseyin Çelik…” Bunlar kimlerin adamıydı veya hangi senaryoların figüranlarıydı?

“Dur” denmesi gerektiği zamanda “dur” diyemediler… Trol ve troliçe yığınakları yapıldığı zamanlarda sessizliğe büründüler… Kafayı azıcık çıkaranın tepesine binen ve hiçbir ahlaki kaygı gözetmeyen bir medyanın oluşumunu uzaktan izlediler… Adım adım “tek adam” anlayışının yer etmesinin önüne geçemediler.

Kendilerine verilen makam ve menfaatler karşılığı, susmayı tercih ettiler… Bugün rahatsız oldukları anlayışın ülkeye egemen olmasına hep birlikte omuz verdiler… Riske girmediler, cesaret göstermediler, “hayır” diyemediler, “olmaz” deyip karşı gelemediler… Velhasıl… Bugün itelendikleri ve ötelendikleri yerden bir huruç başlatabilecek ne güçleri var artık, ne de zeminleri…” diyen kahraman yazarlar, aynı zamanda kendi karakter ve kabiliyetlerini de yansıtmaktaydı.

Mıgırdiç Margosyan’dan Zaman gazetesinde “Oyum HDP’ye” diyen ateist Şahin Alpay’a… Sosyalist Murat Belge’den… “Türbanda direten, kaybeder” diye yazılar döşenen CHP’li Binnaz Toprak’a… PKK yandaşı Yaşar Kaya’dan… “PKK terör örgütü değildir” diyen Celal Başlangıç’a… Küfürbaz Perihan Mağden’den, CIA cemaatinden hala medet ve inayet umanlara bir sürü kiralık ve karanlık kafalı aydınlar, Fetullah Gülen önderliğinde organize edilen Abant toplantılarında buluşup kurtuluş yolu aramaktaydı. Oysa bunların tamamı birkaç yıl öncesine kadar Erdoğan hayranı ve AKP borazanıydı.

Fetullah Gülen, yayınlanan son videosunda isim vermeden AKP seçmeni için “Bir kurdun arkasından koşturan koyunlar gibi bir de şuursuz sürüler var.” ifadelerini kullanmaktaydı. CIA güdümünde ve ABD desteğinde Pensilvanya’da yaşayan Gülen, “Dünden Bugüne Yakın Körlüğü” başlıklı sohbetinde sert mesajlar yollamıştı. Oysa düne kadar kendileri de o AKP sürüsünün elebaşlarındandı.

“Sn. Recep T. Erdoğan Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde düzenlenen Kaymakamlar Toplantısı’ndaki konuşmasında; “Paralel ihanet çetesinin içeride ve dışarıda ülkemize verdiği zararı, şu anda bize en büyük husumeti besleyen ülkeler dahi başaramamıştır, bundan emin olunuz. Bu yapı, Milli Güvenlik Kurulumuz tarafından devletimiz ve milletimiz aleyhine çalışan bir terör örgütü olarak tescil edilmiştir. Paralel yapıyla mücadele çalışmaları, gerek Milli Güvenlik Kurulumuz gerekse Devlet Denetleme Kurulumuz aracılığıyla yakından takip edilmektedir” diyerek, 12 yıl boyunca her türlü desteği verdikleri ve hürmet ettikleri bir yapı aleyhinde konuşmaktaydı.

Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yansıttığı bu kararlılık, Fetullah Hocayı (ve arkasındaki odakları) baştan beri ırgalamakta. Pensilvanya’dan sürekli olarak Cumhurbaşkanı’na her hafta birkaç kere hakaretler yağdırılmakta ve FETÖ bağlılarına umut zehri aşılanmaktaydı.” Tespitleri bizim değil, eski Fetullahcı yeni Erdoğancı Hüseyin Gülerce’nin yorumlarıydı.

“Gülen hareketi hem ABD hem de Türkiye’ye tehdittir” uyarısı!

Columbia Üniversitesi Profesörü Yahudi asıllı Abraham Wagner, Washington Times gazetesinde, “Ilımlılık radikal bir ajandayı maskelediğinde” başlıklı bir makale kaleme almıştı. ABD’de yayımlanan Washington Times gazetesinde yer alan makalede, Fetullah Gülen ve örgütünün, hem Türkiye hem de ABD için önemli bir tehdit olduğu vurgulanmıştı. Abraham Wagner, “Gülen’in dünyanın dört bir yanındaki kurumlarıyla “yaklaşık 25 milyar dolara hükmettiğini” açıklamıştı.

Türkiye’nin DAEŞ ile mücadelede ve Ortadoğu’ya istikrarın gelmesinde oynadığı kritik role dikkati çeken Wagner, ABD’nin bölgedeki en önemli müttefiklerinden birinin Türkiye olduğunun hatırlatmış ve Gülen’e verilen desteğin yanlışlığını vurgulamıştı.

Herhalde derin lobiler, ya hem AKP Hükümetini ve FETÖ Cemaatini kendilerinin yönlendirdiklerini Abraham Wagner’in kulağına fısıldamamışlardı, veya Wagner, hükümeti kızıştırma hesabındaydı!

Kaypakların kapışması ve eski FETÖ’cuların Erdoğan’a yaranma yarışı!

FETÖ çete lideri Fetullah Gülen’le ilgili davaların temelini, Gülen’in legal görünüm altında illegal bir yapı kurduğu, bu yapının içerisinde polis şefleri, polisler olduğu, bu nedenle silahlı bir terör örgütü gibi yargılanması lüzumu oluşturmaktaydı. Ancak Yargıdaki adıyla Paralel Devlet Yapılanması konusunda Gülen hep inkâr yoluna sapmıştı… Zaman zaman yaptığı açıklamalarda iddiaları “iftira” olarak vasıflandırmış, sözü edilen insanlardan “binde birini tanımadığını” ortaya atmıştı.

Ancak bilhassa memuriyete giriş, üniversiteye giriş, akademi sınavları dâhil hemen bütün sınavlarda soruların çalındığı, bu soruların Paralel Yapı’nın belirlediği insanlara ulaştırıldığı iddialarının tamamı sağlam belgelere dayanmaktadır. Yani, “haram yemedik” diye şov yapanların aslında gözünü kırpmadan kul hakkını çaldıkları, devlet kadrolarında liyakat esası yerine, makam sahibi insanların önünün kesilerek bu yapının elemanlarına yer açıldığı açıktır. Yurt dışı uzmanlık ve lisansüstü belirlemeler dâhil, niye hep Gülenciler’in yükseltildiğine inananlar bugün çoğunluktadır. Bütün bunlar yapılırken, sahte belgelerle, uydurma delillerle kumpaslar hazırlandığı, hukuksuz telefon dinlemelerinden yararlanıldığı, Gülen medyasından da istifade edilerek itibarsızlaştırma operasyonlarının yapıldığı iddiaları bugün ciddi olarak soruşturulmakta, yargılamalara konu olmaktadır. Bu arada şimdiden yüzlerce itirafçı bu iddiaları doğrulayan beyanlarda bulunmaktadır.

Fetullah Gülen (21 Aralık 2015) yayınlanan son “Bamteli” sohbetinde nihayet “devlete sızma” iddiaları ile ilgili itirafta bulunmuşlardı. “Ona ‘sızma’ denmez; ona, ‘hakkını arama’ denir, ona ‘kendi olma” denir, ona ‘ülkesini yabancılara, sızmışlara kaptırmama’ denir” sözleri bütün bu yolsuzluk ve haksızlıklara geçirilen bir kılıftır. Bu itirafta, sınavlarda kopya çekmenin fetvasının da olduğu açıktır. Ayrıca sızmanın yanında asıl sorgulanan; devlet hiyerarşisi içindeki insanları, Gülen’in tayin ettiği “imam”ların güdümüne verdiği ve onların dışarıdan talimatlarla yönlendirildiği” şeklindeki suçlardır. Sınav soruları çalınarak devlet memuru olunuyorsa, kumpaslarla Cemaat’e engel görülen insanlar tasfiye ediliyor ve onların yerine tek özelliği Gülen’e kayıtsız şartsız bağlı insanlar yerleştiriliyorsa, evet bunun adı sızmadır. Dini söylemlerle hep liyakat esasını öne çıkaran Gülen’in, ilk defa “hak arama” itirafında bulunduğu oldukça anlamlıdır. Herkes hak arama iddiası ile devleti ele geçirmeye kalkarsa, liyakat esası nerede kalacaktır? Hele bu “hak arayıcılar” belli odaklardan (onlar imamlarından, imamları Fetullah Hoca’dan, Fetullah CIA’dan) talimat alıyorlarsa, seçimlere ve halkın hür iradesiyle yöneticilerini belirlemesine ne gerek vardı? diyen ve doğruları dile getiren Hüseyin Gülerce gibileri, acaba yeni mi akil-baliğ olmuşlardı?

Doğu Perinçek’in Akit TV’ye çıkması Twitter’ı niye sallamıştı?

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek Akit TV’de Gündemin İzi Programı’na konuk olması ve Akit TV ekranlarına çıkması Twitter’da büyük yankı uyandırmış Perinçek TT listesine çıkmıştı. Doğu Perinçek, Akit TV’de paralel yapı operasyonlarını ele almıştı. Akit TV’de konuşan Perinçek’e en büyük tepki Mazlumder eski başkanı Gergerlioğlu’ndan gelmesi enteresandı. Gergerlioğlu “Allah yeni Ergenekon devletinizi kutsasın” ifadesini kullanmıştı. Levent Gültekin ise Perinçek’in Akit TV’ye çıkmasını “İslamcıların vardığı son nokta: Perinçek’in kuyruğu olmak… Ne hazin bir tablo” olarak yorumlamıştı.

Milli Çözüm yazarları ve Üstad Ahmet Akgül Hocamız Perinçeklerin bir iki programına ve Ulusal Kanala çıkıp, hem Fetullahçı yapıyla, hem AKP’nin yamuklukları hem de Ulusalcıların yanlışlık ve haksızlıklarıyla ilgili gerçekleri yüzlerine karşı savunurken, bizi hepiniz birden Ergenekoncu diye suçlamış ve saçmalamıştınız! Ama bugün kendi TV.lerinizde ağırlamaktan hiç sakınmamıştınız.

Oysa katıksız CHP’liler, katı masonik Kemalistler, karanlık kafalı ulusalcı sosyalistler, başta genel başkanları olmak üzere yerli yersiz “Allah’tan korkmadıklarını” söyleyerek adeta gururlanıyorlardı.

Ve zaten millet onların bu tavrını ve tutarsızlığını çok yakından bildiği için onlardan uzak durmaktaydı. Tam bir münafıklıkla bir yandan milletle aralarını düzeltmek için sanki “dini hassasiyetlere” saygılı gibi davranmaya çalışıyorlardı; aralarına “dini hassasiyetleri” olan birkaç kişiyi katarak göz boyamaya uğraşıyorlardı…

Ama bir yandan da ikide bir “Allah’tan korkmuyoruz” diye isyan bayraklarını açmaktan utanmıyorlardı…

Kimileri bu ifadeleri “gaf” olarak yumuşatmaya çalışsa, kimileri ise farkına varılmadan kırılan bir “pot” olarak tanımlasa da[4] bütün bu hayâsız çıkışlar, bunların kafa yapısı ve Millete bakış açısını yansıtmaktaydı ve tabii AKP işte bunların sayesinde toplumun “kurtuluş sığınağı” olmaktaydı.

 


[1] Bak: 01.02.2016 / Yenişafak

[2] Bak: 30.01.2016 / Milli Gazete

[3] Yeni Akit / 31.02.2016

[4] Bak: Zeki Ceyhan / Milli Gazete

 

 

 

 

https://www.millicozum.com/mc/haziran-2016/akp-ile-cemaat-kapismasi-mi-yoksa-abdnin-hacivatla-karagoz-kuklasi-mi

 

 


 

 

 

 

 

 

 

 

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi