Yazar: yonetici
0 Yorum 10 Görüntüleyen

RUH VE CAN GİZEMİ

Kur’an’da geçen “RUH” ve “CAN” ile ilgili ayetler bu iki kavramı birbirinden ayırır. Ayetlerde, insanın bedeninden canının alınmasına MEVT, ruhunun gece bedenden ayrılıp uzaklaşmasına ise FEVT denir. Âl-i İmrân Suresi 55. ayetinde İsa (AS)’ın göğe kaldırılması VEFAT olarak geçmektedir;

Hani Allah, buyurmuştu ki: “Ey İsa, doğrusu Ben senin (dünya) hayatına (şimdilik) son vereceğim, seni (insanların erişemeyeceği şekilde onlardan uzaklaştırıp) Kendime yükselteceğim, seni kâfirlerin (ithamlarından) temizleyeceğim ve (yeniden yeryüzünde zuhur edip Deccalizm’le mücadelende) sana uyanları (zafere eriştireceğim ve) kıyamete kadar inkâra sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca Banadır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedip (yargılayacağım).” [Not: Ayetteki “müteveffike” kelimesi, öldürmek değil, Âl-i İmrân 153. ayetindeki mafateküm=sizden uzaklaştırdığımız kelimesiyle aynı anlamda kullanılmıştır. Yani hadislerde de belirttiği gibi, Hz. İsa (AS) sağ olarak göklere kaldırılmıştır ve ahir zamanda geri gelmesi Hakk’tır.]” (Âl-i İmrân: 55)

Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de başka ayetlerde, hayret verici şekilde; uyku ile ölüm arasında bir benzerlik kurulmakta, uykunun bir tür ölüm, uykudan uyanmanın ise bir diriliş provası olduğuna dikkat çekilmektedir.

“(Ey insanlar!) Sizi geceleyin (bir nevi) öldürüp (uyutuveren) ve gündüzün ‘güç yetirip etkilemekte (yapıp kazanmakta) olduklarınızı’ (her an) bilip duran, sonra adı konulmuş ecel doluncaya kadar onda (her sabah da) sizi diriltip (uyandıran) O’dur. Ardından ‘en son dönüşünüz’ O’nadır. Sonra yapmakta olduklarınızı size O haber verecek (ve hesabını soracaktır).” (En’am: 60)

“Allah, (eceli gelenlerin) ölecekleri zaman canlarını alır, ölmeyeni (henüz eceli gelmeyeni) de uykusunda (ruhunu geçici olarak bedeninden ayırır.) Böylece kendisi hakkında ölüm kararı verilmiş olanı tutar (ahirete gönderir), diğerlerini ise adı konulmuş bir vakte kadar (ruhlarını bedenlerine) salıverir. Şüphesiz bunlar, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler içermektedir.” (Zümer: 42)

Ayetler “iki ölüm”den söz eder: Biri uyku halindeki “geçici ölüm-vefat”, diğeri de dünyadan “kesin ayrılma hali olan ölüm-mevt” olmaktadır. İlkinde ruh alınır, ama uyku halindeki beden canlı olma vasfını korumaya devam eder. Kesin ayrılma halinde ise canla beraber ruh da bedenden ayrılır. “Geceleyin öldürme”den maksat uykuya daldırma, “dirilme-diriltilme”den maksat uykudan uyandırmaktır.

Ayetlerde nefislerin uykuda “vefat ettirildiği” ifade buyurulduğu halde, uyuyan kimsenin bildiğimiz anlamda ölmediği açıktır. Dolayısıyla buradaki “vefat”ın, “canın alınması” olarak anlaşılması yanlıştır. Uykuda ruhun bedeni terk etmesi doğrudan değil, dolaylı ve mecazi “ölüm” anlamındadır ki, ayette ifade edilen “vefat”ın ölümden farklı bir hadise olduğu açıktır.

Ölümden sonraki dirilişin, her gün tecrübe ettiğimiz provası uykudur. Gece uykuya daldığımız zaman, bir tür ölüme yatıyoruz; bizi fizyolojik olarak buna mecburi kılan Allah’tır. Çünkü Yüce Allah, (Furkan: 47 ve Nebe’: 9-10-11) ayetlerinde buyurduğu gibi; “gündüzü çalışma-geçimimizi temin etme, geceyi de dinlenme” vakti kılmış bulunmaktadır. Her seferinde enerjimizi yenilediğimiz uykuya olan ihtiyacımız; hem bizim hakikatte ne kadar aciz ve zayıf bir varlık olduğumuzu bize göstermek ve hem de her an Allah’a muhtaç olduğumuzu (Fâtır: 15) hatırlatıp idrak etmemiz için her gün tekrarlanan bir sünnetullahtır.

Bünyemiz; belli bir süre uyumadığımız takdirde hücrelerini yenileyemediği için hayatımızı idame ettirmemiz mümkün olmaz. İnsan ne kadar sağlıklı, zengin, muktedir, despot, inkârcı veya ateist olursa olsun, hatta Allah’a meydan okuyan Nemrutlar ve Firavunlar bile uyumak zorundadır. Uyku; cep telefonun şarj olması, pili tükenmiş bir saate veya radyoya yeni pil takılması gibidir. Vakti geldiğinde uyumadığımız takdirde bünyemiz güç kaybeder, gözlerimiz kendiliğinden kapanır, zihni melekelerimiz, algılarımız zayıflar ve bir noktadan sonra bulunduğumuz yerde uyku bastırır. Bizler, sabahtan akşama kadar çalışır, iktisadi ve sosyal faaliyete katılır ve geçimimizi sağlarız ve doğal olarak her gece uyur ve her sabah uyanırız. Her gün tekrar edip yaşadığımız bu prova günün birinde son bulacak, yani ölüme yattığımız uykudan uyanmayacağız, böylelikle ruhumuzun zihin ve bilinç haliyle birlikte canımız da bedenimizden ayrılmış olacaktır.

Uyku sırasında bedenden ruhun ayrılması tartışma konusu yapılagelmiştir. Çünkü bedenden ayrılıp giden ruh değil de nedir? Bir şeyin “vücudu aşkın” varlığa karıştığı kesindir. Ruh; İlahi bir emir, bir nefha olması hasebiyle bedende çeşitli türevleri olan bir cevherdir. Can; nefis, akıl, bilinç, zihinsel faaliyet, idrak-algı, hafıza, tasavvur, tahayyül vb. manevi ve entelektüel faaliyetlerin toplamını ifade eder. Bir kısım bilginler-âlimler, uyku sırasında ruhun dağ-tepe yolculuklara çıkıp farklı âlemlerde müşahedelerde bulunduğunu söylemişlerdir. Uykuda, can bedende kalır. Uyku halinde bedenin ruhla ilişkisi neredeyse candan ibarettir. Çünkü gece uykuya dalınca beyin faaliyeti dursa bile, kalp atmaya devam eder, iç organlar çalışır, dış organlar asgari seviyede hareket kabiliyetlerini korur, nefes alınıp verilir. Ancak kalp atışları ve solunum yavaşlar; merkezi sistemle irtibatlı elektrikli etkiler azalır, kan basıncı düşer, beş duyu organları ve beyin pasif dinlenme sürecine girer. Ruh bedenin her noktasında faaliyet halindedir ve bedenin tamamı onun aletleri hükmünde iş görür. Bedeni etkinlikler azaldığında, ruh; duyular yoluyla uğraşmak durumunda kaldığı meşguliyetlerden kurtulur ve insanın daracık maddi çevresinin dışına-üstüne çıkarak yerine göre mülk, yerine göre melekût âleminde yolculuklara çıkar.

Ruh ve onun türevleri yüksek-yüce mertebelere, ötelere veya iç-bâtıni âlemlere, dünyanın beş duyu organımızla algıladığımız varlık biçimlerinin hakiki iklimlerine, dünyada göremediğimiz başka varlık ülkelerine uzanır… Biz bunları bambaşka bir âlemin temâşası olarak bazen rüyalarımızda görüp yaşarız. Ve bu yönüyle ruh, İbn-i Abbas’ın ve Said ibn-i Cübeyr’in dediği gibi; ister ölmüş olanların ister hâlâ yaşayanların ruhlarıyla buluşur, konuşur, diyaloglar kurar! Rüya, özü itibarıyla hayatın sadece bu dünyadan ibaret olmadığını bize her gece öğretip göstermekte, başka hayatların varlığını hatırlatmaktadır. Bu durumda “uyku” ölüm ise; “rüya” öbür dünyanın (ahiret), uykudan uyanmak ise ölümden sonraki diriliş hakikatinin kanıtı ve anlatımıdır. Terk ettiği canlı bedene ruhun geri gelmesiyle uykudan uyanmak, kesin ölümden sonra dirilişin de bir provasıdır!.. Melekût âleminin özelliği, mülk âleminde açıkça ve somut olarak gözlemleyemediğimiz müteal/aşkın, bâtın/içkin ve öte boyutlara sahip olmasıdır; hakikatin tecelli ettiği bu âleme ancak “yakin” ile ulaşılabilir ki, yakinden kastımız ise ölümdür: “Ve Sana yakin (yani ölüm) gelinceye kadar Rabbine kulluk ve ibadete (ve Kur’ani istikamete) devam et…” (Hicr: 99)

Ruhun bedenle üç ilişkisi olduğunu söylemek mümkün görünmektedir:

 a- Uyanıklık hali olan “Yakaza”: Yakaza durumunda ruhun diğer türevleriyle birlikte bilinç, idrak, akıl ve can bedende bulunmaktadırlar.

 b- “Uyku” hali: Bu durumda bilinç, idrak, akıl ve irade bedenden ayrılmış, can bedende bırakılmıştır.

 c- “Ölüm” hali: Bu durumda ruh bütün türevleriyle bedenden ayrılmış, geriye bir süre sonra toprağa karışacak olan beden-ceset kalmıştır.[1]

Ruh ve Can Aynı Değil, Farklı Şeylerdir!

Ana rahminde bebeğe ruh verildiğinde “bebek canlandı” deniyor. Peki, ruh verilmeden önce, fetüs halinde bulunan embriyo cansız mıdır? Tabi ki canlıdır. Çünkü büyüyor ve gelişiyor. O halde ruh ayrı, can ayrıdır. Benzetme yaparsak; Ruh, insan canına gelen yüksek voltajlı ve “nefhatullah” kaynaklı enerji, can ise düşük voltajlı enerji konumundadır. Bütün hayvanlarda can vardır. Bakteriler de, mikroplar da canlıdırlar, ama ruhsuzdurlar. Peki, Hz. Adem’e üflenen ruh, eğer ‘can’ anlamındaysa, bu insanlık sırrına ve sorumluluğuna aykırıdır, çünkü mikroplar da canlıdır. Üflenen can ise, ALLAH’ın tek ve gerçek canlı varlık olduğu ve her canlıya canından üflediği hikmetini hatırlatır. Canlı demek; yiyen, içen ve ölen demektir. Mesele sadece canlılık olsaydı, insan için ALLAH’ın yeryüzündeki halifesidir denilmezdi. Bu deyiş candan dolayı olsaydı, halifelik her canlıya tekabül ederdi. Demek ki ALLAH, her canlıya hayat verecek birer program yüklemiş, fakat ruhundan üflememiştir. Bundan dolayı hayat programıyla beraber ruh avantajına da sahip olan insan, doğru yaparsa en üstün, yanlış yaparsa en aşağılık konuma geçecektir. Bu konu, Secde Suresi 9. ayetinde şöyle izah edilir:

“Sonra onu ‘düzeltip bir biçime soktu’ ve ona (insana, Kendi) Ruhundan (hayat ve şuur sırrından) üfledi. Ve sizin için kulaklar, gözler ve gönüller var etti. (Buna rağmen) Pek az şükrediyorsunuz? (Ne nankör insanlarsınız!) Demek ki: “Ruh” ile “can” farklı kavramlardır. Ruh sadece insanlarda, can ise bitkilerde ve hayvanlarda da vardır.”

İnsan bedeninin bütün hayati faaliyetlerinin merkezi, bir emr-i İlahi olan ruhtur. Bir benzetmeyle ruh; güneş ışığı gibi bedene ısı, parlaklık ve hareket sağlar. Ruhun bedendeki durumu; kokunun güldeki, ısının kordaki durumu gibidir. Ruhun birden fazla -hayli çok- türevi vardır ki; en yüksek düzeydeki türevi idrak, akıl ve iradedir. Bazı İslam bilginleri ve sufiler, ruhun bu türevine “nefs” adını vermişler ve çoğunlukla da nefs ile aynı anlamda kullanmışlardır. Nefs aynı zamanda zat veya öz varlık yani benliktir. Zat, kendini idraktir. Nefs kendi zatını idrak ettiğinde bilinç sahibi olur. Başka bir deyişle “bilinç”; nefsin kendi zatını idrak etmesi, kendi farkını fark etmesi, zatının farkına varmasıdır. İnsanı diğer varlıklardan, mesela meleklerden, hayvanlardan ve bitkilerden ayıran temel fark ise, bilinç değildir. Zira sözünü ettiğimiz üç varlıkta da bilinç söz konusudur. İnsanı diğerlerinden ayırt eden fark, akıl ve iradedir. Meleklerden farkımız irademiz, hayvanlardan ve bitkilerden olan farkımız ise akıl ve irademizdir. Bizi eşref-i mahlûkat mertebesine yükseltebilecek olan hasletimiz budur. Can ise, bedene ilişkin hayat sağlayıcı türevdir. Bitki ve hayvanlarda da mevcut bulunmaktadır; âlimler bitkisel nefs ve hayvani nefs tabirini kullandıklarında, nefs’i “can” manasında kullanmışlardır.

Ruhun Aslı ve Fonksiyonları Nelerdir?

Ruh; bedenlere “can” kazandıran hayat kanunudur. Ruh; Allah’ın Adem’e üflediği manevi ve daimi (ölümsüz) bir nurdur. Ruh; insanın öz benliğini oluşturan ve Rabbiyle münasebetini sağlayan gerçek şuurdur. İnsanda gören, duyan, hisseden, üzülen, sevinen işte bu “ruh”tur. Bütün bunların beyinle ve sinir sistemiyle ilgili olduğunu zannetmek ise yaygın bir yanılgıdan ibarettir. İmam-ı Gazali, İbn-i Kayyim El-Cevziyye gibi âlimler, Kur’an ve Sünnet’te geçen “Nefs, Ruh, Akıl ve Kalp” gibi kelimelerin, aynı hakikati ifade eden farklı kavramlar ve durumlar olduğu görüşündedirler.[2]

Ruh, insanda idrak edici, bilici ve seçici olan latifedir. Akıl ise, anlama ve kavrama melekesidir, ki kalbin ta kendisi demektir. “Cenab-ı Hakkın ilk yarattığı nesne akıldır” hadisi de bu gerçeğe işarettir.[3] Suyun buhar, sıvı, kar ve buz hallerine dönüşmesi ve yine elektriğin buzdolabında dondurucu, fırında yakıp kavurucu, klimada soğutucu haline girmesi gibi “nefis, kalp ve akıl” da ruhun farklı yoğunluktaki durumları görünümündedir.

Bazı âlimlerin, 1- İnsani ruh ve 2- Hayvani ruhtan bahsetmeleri, ruhun gaflet ve hayvaniyete yönelmesi ve günahlarla kirlenip körlenmesi sonucu “nefs-i emmare”ye (kötülükleri emreden nefse) dönüşmesine işarettir. Yoksa, ruh taşıyan tek canlı, insandır. Zaten “Ruh Allah’ın emrindendir” (İsra: 85) ayetindeki “emr” kelimesi, hem “hikmetli iş ve takdir” manasına geldiği gibi, “emretmek ve yönlendirmek” manasını da içerir. Bu nedenle, normalde hayatımızı idare eden ve hayra yönlendiren “emredici ruh” küfür ve kötülüklerle kararırsa “emredici nefis” derecesine düşmektedir. Yani ruh ve nefis, insana öz benliğinin ve gerçek kimliğinin iki yüzü gibidir.

Ruhi Yeteneklerin Kullanılması, Allah’ın Nimeti ve Faziletidir!

Ruhta, Allah’ın isimlerinden beslenen sayısız programlar vardır. Yani Allah’ın isimlerinin birer küçük istasyonu veya sinyali ruhta bulunmaktadır. İşte insan; yaşadıkça kademe kademe ruhtaki bütün programları kullanabilir bir yetkiye sahip olabilmektedir ve bu programları kötüye kullandığında günah, iyiye kullandığında sevap kazanmaktadır.

İnsan bu sinyalizasyonu, ruhi disiplin ve dengeyi sağlayacak en büyük unsur olan ibadetlerini; “Ben insanları ve cinleri ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım” (Zâriyât: 56) buyruğuna uygun olarak yerine getirirse; emir ve yasaklara uygun hareket ederse manen olgunlaşır ve Rabbine yaklaşır. Rabbine karşı terbiye ve teslimiyet gösterip; farzları, vacipleri ve sünnetleri işleyen; haramları, mekruhları, müfsitleri terk eden kişiler için Cenab-ı Hakkın Kutsi Hadis’te; “Ben onların tutan eli, konuşan dili, gören gözü, duyan kulağı ve düşünen aklı olurum” buyurduğu mertebelere ulaşır. Yani; bu makama ulaşmış kimseler ibretle bakar, hikmetle düşünüp kavrar, adalet ve merhametle iş yapar, Hak ve hakikati duyar ve her halde hayır ve hikmet konuşur manasındadır. Bunlar artık Allah’ın dostları ve yakınlarıdır. Ve Allah’ın dostları için asla korku ve keder olmayacaktır. Çünkü onlar; iman, ibadet, iyilik, istikamet ve ihlasla; “Kalpler (ruhlar) ancak, zikrullah ile (Kur’an nuruyla ve Allah’ı anmakla) huzura kavuşur” (Ra’d: 28) ayetine uygun hareket ederek kalplerini, yani öz varlık olan ruhlarını zikrullah ile beslemiş ve yükseltmişlerdir. “…İşte bunlar (sadık ve sağlam Müslümanlar), öyle(sine samimi ve nasipli) kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazıp (yerleştirmiş) ve onları Kendinden (İlahi izzet ve inayetinden) bir ruh (ve şuur) ile desteklemiştir…” (Mücadele: 22). Ayrıca; “(Allah elçi seçtiği) Kullarından dilediklerine; melekleri, Kendi emrinden olan ruh (Hz. Cebrail ve vahiy) ile; ‘Benden başka İlah yoktur, şu halde ancak Benden korkup (küfür, zulüm ve kötülükten) sakının, şeklinde uyarın’ diye indirir.” (Nahl: 2) Böylece fani heveslerden, şeytani vesveselerden ve nefsanî düşüncelerden kurtulmuş olan bu insanlara mecazi olarak da, yüksek-iyi ruhlu insan denilmektedir.

 

 

MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ..

 

 

Yorum Yap

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi