EN YAYGIN ŞİRK:
İNSANPERESTLİK SAPKINLIĞIDIR!
Birisi TV5’e çıkmıştı; ilahici, ezgici ve sözde sanatçı geçiniyordu!.. İkide bir; “Ben hiçbir ideolojiye bağlı değilim. Ben hümanist biriyim!” gibi laflar geveliyordu… TV5 Milli Görüşçülerin biliniyor ya, “Aman ha, beni Saadet Partili sanmayın!” demeye getiriyordu… Yine bir diğeri kürsüye çıkmıştı; ilahiyatçı, vaazcı biliniyordu… O da hiç gereği ve merak edeni yokken, “Benim için bütün partiler aynıdır. Hepsi istismarcıdır…” deyip duruyordu. Niye, çünkü okuduğu Ayet ve Hadis mealleri, aklı ve vicdanı olanları ve gönül kulakları duyanları; ticarette de, memuriyette de, sosyal münasebetlerde de ve dahi siyasi tercihlerinde de, Hakka ve hayra yöneltecekti. İşte vaazcı efendi: “Bunları konuşuyorum diye aman beni Milli Görüşçü falan sanmasınlar, anlattıklarımı doğru anlayıp o tarafa koymasınlar!” diye çırpınıyordu…
İlahici ezgicinin de; ilahiyatçı vaizin de bütün derdi ve davası: “Herkes beni dinlesin, her kesim bana aferin desin, aman kimseler küsmesin; kaset şirketleri, hükümet yetkilileri incinmesin!” oluyordu…
Şu ayetler bu tiplerin psikolojisini ne güzel anlatıyordu:
“İnsanlar içinde, Allah’tan başkasını (O’na) denk tutanlar vardır ki, onlar bunları Allah’ı sever gibi severler. (Hâlbuki) İman edenlerin ise, Allah’a olan sevgileri (başka her şeyden ve herkesten) daha güçlüdür.” (Bakara: 165)
“(Mü’min ve muttaki geçinen öyleleri vardır ki) Onlar, ahiretin (varlığını bile bile, peşin olan) dünya hayatını tercih edip severler.” (İbrahim: 3)
Oysa Hz. Süleyman’ın dediği gibi; “Gerçekten ben, mal sevgisini (sadece) Rabbimi zikretmek (ve O’nun yolunda değerlendirip şükretmek)ten dolayı sevip tercih ettim.” (Sâd: 32)
Evet, insanları Allah için sevmek, yani Allah’a yakınlıklarına ve insanlığa yararlılıklarına göre kıymet vermek ne kadar güzel ve gerekli ise, insanları Allah gibi sevmek de, o denli çirkindir ve şirktir!.. Bu ayetler, kâfirlerden ziyade Müslümanlara hitap ve ikaz etmektedir. Peki, muhatapları kimlerdir?
a- Sesini ve eserini alkışlayan, gazete veya kasetini satın alan, kendisine servet ve şöhret kazandıran kalabalıkları; nefisleri ve menfaatleri için seven, önlerinde huşû ile eğilen SANATÇILAR, EDEBİYATÇILAR…
b- Ses sanatçısı, futbol ve sinema yıldızı, köşe yazarı, parti başkanı, şirket patronu, TV sunucusu veya din önderi, tarikat şeyhi gibi insanları “Allah’ı sever gibi sevmek” de İslam inancına ve insanlık onuruna terstir ve manen tehlikelidir.
c- Yine bu cahili düşünce sahipleri, karşılıklı olarak, Allah’tan çok insanlardan korkup çekinmektedirler.
• Ya beni terk ederlerse…
• Ya beni dinlemekten vazgeçerlerse…
• Ya konserimi, konferansımı dinlemezlerse…
• Ya kasetlerimi, eserlerimi almak için para vermezlerse…
• Ya partimden, tarikatımdan yüz çevirip peşimden gelmezlerse… gibi endişe ve şüpheler içinde hareket etmektedirler.
Bu tiplerin; “Ben hiçbir ideolojiye bağlı değilim.” “Ben hümanistim (ayırmadan her insanı severim)” gibi lafları, bakkal ve tüccarların duvarlarına astığı: “Müşteri, velinimetimdir” levhası gibidir. Hâlbuki; “Hiçbir ideolojiye bağlı değilim” iddiasını dillendirmek, “Ben idealsizim, ilkesizim” demek değil midir?
“Ey iman edenler, içinizden kim dininden ve (Hak davasından) dönerse; Allah (onun yerine) Kendisinin onları sevdiği, onların da Kendisini sevdiği, mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere (ve zalimlere) karşı cesur ve onurlu; Allah yolunda cihad yapan (hizmet ve teslimiyetinden dolayı) kendisini ayıplayan ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir.” (Maide: 54)
“(Hz. Musa) ‘Firavun kavmine karşı bir suçum var. Bundan dolayı beni öldürmelerinden korkuyorum’ dedi. (Allah ise) Hayır (korkmayın)… dedi. İkiniz de ayetlerimle gidin, şüphesiz Biz (kudret ve nusretimizle, hıfzu himayemizle) sizinle beraberiz ve (her şeyi) işitmekteyiz.” (Şuarâ: 14-15)
“İşte bu şeytan, ancak kendi dost ve avanesini (Allah’tan başka güçler ve kişilerle) korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer (gerçek) mü’minlerseniz (sadece) Benden korkun” (Âl-i İmrân: 175) gibi ayetler, gerçek anlamda korkmamız ve sakınmamız gereken tek Zatın Allah olduğunu bildirmektedir.
Tarikat ve tasavvuf, mü’minleri gerçek vahdete ve muhabbete ulaştırma ve gizli şirk olan riyadan, yani insan taparlıktan kurtarıp, Hakka ve hayra yaklaştırma ocağıdır.
Tarikatlar, tarih boyunca maddi ve manevi cihadın karakolları konumundadır. Zalim işgalcilere ve hain işbirlikçilerine karşı Müslüman halkı imanla coşturan ve kutsalları uğrunda koşturan hep gerçek mürşitler ve müritler olmuşlardır. Günümüzde bu manevi diriliş ve direniş dinamiğini yasaklamak veya yozlaştırmak isteyenlere ve istismar edip zalim çevrelere yalakalık edenlere aldanmamalıdır.
• Toplum Taparlık, Sapkınlık Örneğidir!
Tapınmak nedir? Sana zarar vermesinden ve alâkasını kesmesinden en çok korktuğun… Ve yine, sana yarar vereceğini ve mutlu edeceğini en fazla umduğun kimse veya nesne ne ise, “TANRIN” da, “TAPINDIĞIN” da işte odur.
Ve zaten Allah’a imanın ve İslam’ın özü de “korku ve umut arasında” bulunmak ve bu şuurda yaşamaktır. Ama günümüzde, maalesef; sanatçı izleyicilerine, şarkıcı dinleyicilerine, esnaf müşterilerine ve hatta bazı şeyhler müritlerine tapınmaktadır. Öyle ki, onları kaçırmayalım diye, apaçık haksızlıklarına, yanlışlıklarına, hatta hırsızlık ve ahlâksızlıklarına göz yummakta ve fetva uydurmaktadır.
Evet maalesef;
Kimileri, bankasına ve para kasasına tapınmaktadır.
Kimileri, makamına, koltuğuna ve masasına tapınmaktadır.
Kimileri, şirketine, atölyesine, fabrikasına tapınmaktadır.
Kimileri, arazisine, villasına, arsasına ve son model arabasına tapınmaktadır.
Kimisi, paralı ve yakışıklı kocasına, kimisi de genç ve güzel karısına tapınmaktadır.
İşte ispatı… Bu tiplerin yanında, birisi hâşâ, Allah’ına Kur’an’ına sövse, başını alıp giderler. Ama futbol takımına ve sevdiği sanatçıya küfretseler, kavga eder, kan dökerler!..
Daha da aşağı ve bayağı kimseler vardır ki, gözü önünde avradını sıkıştırıp elleseler veya sarılıp öpseler pişkinliğe vururlar, ama arabasını çizseler, çılgına dönerler!..
Bundan da beterini söyleyeyim! Öyle onursuz ve sorumsuz kimseler vardır ki; bâtıl partisine, tarikatına, hoca efendisine laf söyleyenlere savaş açarlar. Ama ülkemizin geleceğini karartanlara ve Kıbrıs’ı satanlara alkış tutar, halen destek çıkar ve utanmadan bunları överler!..
Şahsi menfaatine dokunanlara davacı olur, öz vatanına hıyanete kalkışanlara dua ederler!..
Hâlbuki tek bir Allah’a tapınan, her şeyi O’ndan umup, sadece O’ndan korkup sakınan insan, gerçek bir hürriyete, yüksek bir haysiyete ve örnek bir şahsiyete sahiptir. Allah’ın inayetiyle minnetsiz ve mihnetsiz bir hayat sürecektir. Ama böyle bir iman olgunluğuna ve doygunluğuna (mutmain) olmayanlar, Allah’a hakkıyla saygı ve kaygı duymayanlar, binbir tanrıya tapınmak zilletine düşecektir. Çünkü ihtiyaç ve iştiyak duydukları her şey ve herkes bunların tanrısı yerine geçecektir. Ve Allah’tan gayrısından hakiki korku ve umut, küfrün en önemli sebeplerindendir.
“Firavun ve yakın adamlarının kendilerine kötülük yapmasından korktukları için, Musa’ya kavminden, sadece bir grup (genç) inandı.” (Yunus: 83)
• Tecelli ve Temsiliyet Meselesi
“Cenab-ı Hakkın “Zat”ı, her türlü şekilden, biçimden, cisimden ve hayalden münezzehtir. Yüce Allah’ın Zatı, hiçbir şeye ve hiçbir kimseye asla benzetilemeyecektir. O’nun Yüce Zatını idrak ve ihata etmek, künhüne ermek asla mümkün değildir. Allah (CC) ancak yarattıklarında tecelli ve tezahür eden, “Esma ve Sıfatlarıyla” bilinmekte; kendi mevcudiyetini, kudret ve hikmetini, san’at ve nimetini bizlere böylece göstermektedir.
Kâinattaki her zerrede ve kürrede, yeryüzünde ve göklerde, her çiçek ve böcekte O’nun tecellisi, kudret ve rahmet eseri sezilmektedir.
En güzel tecelli ise Hz. Adem ve neslinde, en mükemmel temsili ise Hz. Muhammed Aleyhisselam Efendimizdedir. O, Ahir Zaman Nebisidir, tecelli ve tezahürün her bakımdan “son” örneği ve insanlığın ebedi rehberidir. Yüzyıllardır feyiz ve bereketle okunan Mevlid-i Şerif müellifi Süleyman Çelebi Hazretlerinin: “Zatıma mir’at edindim Zatını – Bile yazdım adım ile adını” beyitleri de bu hakikatin hikmetli ifadeleridir.
Geleceği sahih hadis ve haberlerle kesinleşen, asırlardır hasret ve hararetle beklenen Hz. Mehdi Aleyhisselam ise; Hz. Peygamber Efendimizin aynen izinde, O’nun dinini ve adalet düzenini hâkim kılma ve Siyonist Deccal sistemini yıkma görevinde, O’nun halifesi ve temsilcisi yerinde çok yüksek, mübarek ve özel bir şahsiyettir.
Kur’an-ı Kerim’in talim ve terbiyesinde, Resulüllah Efendimizin sünneti ve hayat sistemi çerçevesinde ve Milli Görüş mektebinde; sadece Hz. Allah’ın rızası ve insanlığın hayrı hatırına, nefsi ve siyasi cihadını sürdürenler bu imanın zirvesine ve zevkine erişecektir.”
Şirk; çokluk esasına dayanmaktadır. Evrendeki her şey ve insanlar için uyulması gerekli İlahi ve fıtri kanunlara mukabil, çeşitli kurallar uyduran birçok ilahlar ortaya çıkmaktadır. Bu ilahlar birden fazla insanın hevâlarıdır. Bu hevâ ve hevesler birbiriyle uyuşmayıp çatışacağı için yeryüzü bir savaş alanına dönüşmüş durumdadır. Zaten şirkin ana özelliği (fesat ve) “fitnenin” kaynağı olmasıdır.
Kur’an, müşrik kavimlerde iki ana sınıfın varlığını ortaya koymaktadır.
1- Hevâ ve heveslerini ilahlaştırıp hevâları doğrultusunda bâtıl ve beşeri “dinler” ortaya koyan tağutlar, zalimler yani “müstekbirler” sınıfı.
2- Tağuta ve müstekbirlere itaat ve ibadet eden ve onları rableştiren “müstaz’aflar” tabakası. “(Firavun ve avanesi şöyle) Demişti: “Kendi kavimleri bize ibadet kulluk ve kölelik edip dururken; (kalkıp) bizim gibi iki insana mı inanalım?” (Mü’minun: 47)
…
MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ..