Yazar: yonetici
0 Yorum 27 Görüntüleyen

ADİL OLMAYANLARIN, ÇARPITILMIŞ TARİH YORUMLARI!

Atatürk’ü doğru tanımak için, iz’an ve insaf terazisinde tartmak; yaşadığı şartların imkân ve ihtiyaçlarını hesaba katarak bunların nispetinde yorumlamak lazımdır. İman, akıl, ahlâk ve vicdan aynı hakikatin farklı yansımalarıdır. Genellikle zekâ ile akıl aynı sanılsa da gerçekte ayrı ve farklı kavramlardır ve akıl daha üstün bir olgu konumundadır. Zekânın öğrenip ezberleme ve nakletme yeteneği, aklın ise denetleme ve değerlendirme özelliği öne çıkmaktadır. Bu nedenle zekâ belli ölçülerde herkeste vardır; akıl ise inanç ve ideal sahibi olgun kimselerde bulunmaktadır.

Çünkü akıl; doğruyu ve yanlışı anlama, iyiyi kötüden ayırma, haklı ve hayırlı olanla bâtıl ve zararlı olanı fark edip ona göre tavır alma ve taraf olma özelliği taşımaktadır. Zihin; sadece olanı, bir konuda yazılan ve konuşulanları söyler, diğeri çıkarımlarla olabilecekleri de öngören bir yaklaşımdır.

Zekâ; hızlı hesaplar ve hazır çözümler üretmeyi kolaylaştırır. Akıl ise o çözümlerin hangisinin doğru, ahlâki ve hikmetli olduğunu araştırıp karar alır. Yani zekâ; hızlı düşünme, öğrenme, analiz etme ve problemleri çözme kapasitesi sayılır. Akıl ise; zekânın ürettiğini yönlendiren, süzen ve sonuçlarını değerlendiren kılavuz konumundadır. Sadece bilgiyle değil, vicdanla, deneyimle, sorumluluk duygusuyla birlikte çalışır.

İşte Atatürk gibi, şanlı Kurtuluş Savaşı’mızı başlatmış ve Türkiye Cumhuriyetimizi kurgulamış şahsiyetlerin, öyle sadece hissiyat ve heyecanlarla değil, tarihi hakikatler ve tabii etiketlerle yorumlanması lazımdır.

Birçok TV’de canlı yayınlanan 25 Nisan 2025 tarihli Anayasa Mahkemesi Başkanının konuşma sırasında ve Sn. Erdoğan’ın karşısında hatırlattıkları:

“Sayın Cumhurbaşkanım,

Adalet; bir şeyi yerli yerince yapmak, her şeyi en uygun şekilde yerine koymak, herkese hakkı olanı vermektir. (Adalet) İnsan ruhunun manevi direği, toplumsal düzenin temel taşıdır. Adalet; insanlık tarihi boyunca hem İlahi kaynaklarda, hem de beşeri sistemlerde kutsal bir hedef olarak yer almıştır. Toplumun huzuru, iç barışı, refahı ve güvenliği için adalet vazgeçilmez bir unsur konumundadır.

Adaletli toplumlarda huzur ön plana çıkar ve insanların birbirlerine olan güveni artar. Dolayısıyla toplumun düzeni ile bireylerin haklarının korunmasında en önemli etken adalet kavramıdır.

Kutadgu Bilig isimli eserinde Yusuf Has Hacib; “ülkeyi korumak için güçlü bir ordu, güçlü bir ordu için zengin bir halk, zengin bir halk için ise adalet gerektiğini” vurgulamıştır. Buna göre her türlü gelişme, büyüme ve güç sahibi olabilme ancak adalet vasıtasıyla mümkün olacaktır. Zira adalet, hayatın üzerinde yürüdüğü temeldir. Devletin ve toplumun varlığını devam ettirmesinin ve gelişmesinin temel şartıdır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Büyük Önder Atatürk’e göre de “Bağımsızlık, gelecek ve özgürlük; her şey ancak adaletle var olabilir.” Onun adalet anlayışı, hukuk sistemimizin ve toplumumuzun adalet arayışının da esasını oluşturmuştur.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Önceki konuşmalarımda değinmiş olmakla birlikte, önemine binaen bazı hususlara bir kez daha dikkat çekmek istiyorum.

Dünyanın her yerinde ve her toplumda, o topluma ilişkin anayasal kimliği, ya da ortak toplumsal kimliği oluşturan ilke ve değerlerin en önemli güvencesi, bağımsız ve tarafsız bir yargının varlığıdır. Bağımsız ve tarafsız bir yargının varlığı da ancak, bu faaliyeti yürütecek olan bağımsız ve tarafsız hâkimlerin varlığıyla (vicdanları dışında her türlü baskı ve kaygıdan uzak olmalarıyla) mümkündür.

Hakkın ayakta tutulması ve adaletin sağlanması bakımından en önemli sorumluluk, yargısal faaliyetlerin baş aktörleri olan hâkim ve savcılara aittir. Dolayısıyla tüm hâkim ve savcılar, iç dünyalarındaki öznel duygu ve düşünceleri de dahil olmak üzere, herhangi bir dışsal etki altında kalmadan, çekinmeden, endişe duymadan, tarafsız bir tutumla pozitif hukuk düzeninin öngördüğü çerçeve içinde özgürce karar verebilmelidirler!..

Aklı ve bilimi daima başat bir konumda tutmalıdırlar. Pozitif hukuka göre (yargıç ve savcıların) çok yakınlarının işlerine bakamadıklarını biliyorum; ancak genel prensibi vurgulamak bakımından ifade etmek istiyorum ki; (Hüküm verenler) ana babaları, kardeşleri, diğer yakın akrabaları veya arkadaşları aleyhine (de olsa), ya da sevmedikleri, (hatta) düşman olarak gördükleri kişiler lehine de olsa her daim adaleti ayakta tutmalıdırlar.

(Hâkimler ve hükümetler) Hiçbir zaman hakkı, kendi keyfi arzularına uydurmaya kalkışmamalıdırlar. Herkesi daima hakka çağırmalı ve hakla hükmetmelidirler.

Hak’tan uzak yaşayanın, haksızlıktan yakayı kurtaramayacağını unutmamalıdırlar. Dolayısıyla bir topluluğa olan kinleri ve hırsları onları adaletsizliğe sevk etmemelidir. Her daim, her yerde adaletin timsali olmalıdırlar. Hiçbir neden (ve hiçbir etken), hâkim ve savcıları hakkı ayakta tutmaktan alıkoymamalı; adaletsiz davranmaya yöneltmemelidir.

Kanaatimizce, adaletle hükmedilmeyen yerlerde kargaşa çıkar, düzen ortadan kalkar ve herkes kendini haklı görmeye başlar. (Yani adalet terazisi şaşar.) Bu yüzden kargaşa çıkmaması için, adalet terazisi daima hak ve haklıyı gözeterek kullanılmalı ve daima adaletle hükmedilmelidir.

Bununla birlikte, haksız olduğu halde haklıymış gibi kavga çıkaranlara, hukuku kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya kalkışanlara, hakkı olanı değil kendinden yana olanı adalet sananlara da hiçbir zaman, hiçbir koşulda prim verilmemelidir. Daima hakka uyulmalı, hak ayakta tutulmalıdır.

“Yapılan iyilik veya kötülüğün hardal tanesi ağırlığında bile olsa, bir kayanın içinde saklı da olsa, yahut göklerin veya yerin herhangi bir noktasında (gizli) bile bulunsa; bir gün mutlaka karşımıza çıkacağı ve bizden bunun hesabının sorulacağı unutulmamalıdır!..”

Bu bağlamda kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’in; “kimseyi en küçük bir haksızlığa uğratmayacak, hardal tanesi ağırlığında iyi ya da kötü, basit bir şey bile olsa yapılanları dosdoğru tartacak olan hassas terazilerin bir gün mutlaka kurulacağını, bugün her şeyi ve herkesi sorguya çekerek adalet dağıtmaya çalışan ve geçici olan bizlere de sıranın geleceğini, bizlerin de bir gün mutlaka sorguya çekileceğimizi söylediğini” ve aynı veya benzer kuralların diğer kutsal kitaplarda da yer aldığını belirtmem gerektiğini düşünüyorum.

“Dolayısıyla bir gün mutlaka mizan kurulacak, bütün defterler dürülüp (ortaya konulacak ve her şeyin) hesabı bizlerden (mutlaka) sorulacaktır. Hal böyle olunca, o günler gelmeden bugünün kıymetini bilelim; uygulamada adalet ve hukuk devleti ilkesine ilişkin kazanımlarımızı titizlikle muhafaza etmeye çalışalım.” sözleri bize göre tarihi ve talihli hatırlatmalardır.

Dilipak’ın “Tarihi Gerçekleri Öğretin, Şov Yapmayın!” Çıkışı ve Tarihin Doğal Akışı

Dilipak; 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı’na dair Z Kuşağı ve Lanzarote çocuklarına seslenmiş, seremonilerle çocukları makam koltuklarına oturtmak yerine, tarihi gerçeklerin öğretilmesi gerektiğini vurgulamıştı. Kars İslam Cumhuriyeti’nin unutulduğunu, Bandırma Vapuru’nun seyir defterinin kayıp olduğunu belirterek resmi tarihin noksanlık ve yanlışlıklarını gündeme taşımıştı. Yazar; Erzurum ve Sivas Kongrelerinin detaylarını paylaşarak, “Tarih bilinci olmadan geleceğin inşa edilemeyeceğini” hatırlatmış, Hacı Bayram’da hatim geleneği ve TBMM’de Kelime-i Tevhid bayrağı gibi sembollerin ihmal edildiğini hatırlatmış, TRT’yi 1. Meclis’in belgeselini yapmaya çağırmıştı.

İşte o yazı:

“Ben yine aynı şeyleri yazacağım. Bugünü mesela dindarlar (23 Nisan’ı) Hacı Bayram’daki o ilk günkü programlarla, birtakım Seymenler de neden, folklorik anlamda bir şenlik olsun diye Zeybek oynayarak kutlamaz ki? Neden çocuklarımıza, 1 Mayıs 1919’dan başlayıp Ekim 1920 sonuna kadar olan günlerin kronolojisini yayınlamayız. Bunun belgeselini yapmayız. (Sahi Ankara’da Zeybek oynayan kaldı mı, profesyonel gruplar hariç. Zeybek halkın oynadığı değil, seyirlik profesyonel bir folklor gösterisi haline geldi. Piyasaya “Angara havası” hâkim, düğünlerde, piknikte..!?)

Mesela neden Hacı Bayram’da hatimler yapılıp, Milletvekilleri topluca TBMM’ye gelmezler?

Mesela bugünkü TBMM’nin kapısına, o gün olduğu gibi o günkü, Gazi Meclis’in kapısında asılı olan Kelime-i Tevhid bayrağı ve Ay Yıldızlı Bayrak niye asılmaz?  Ve en genç Milletvekili, o zamanki Meclis’te kürsünün arkasında asılı duran “Ve emruhum şûra beynehüm” “Onlar (samimi Müslümanlar, Devlet, Millet ve Hükümet) işlerinde meşveret ederler (ülkeyi danışma ve dayanışma sonucu alınan ortak kararla yönetirler.” (Şûrâ Suresi: 38) yazılı ayeti elinde tutmaz.

Bugün Batılı ülkelerinin çoğunun bayrağında Haç var. Ve Meclislerinin açılışında kilise meclisi takdis eder. Ve bugün hâlâ birçok ülkede komisyon toplantılarının hemen öncesinde, milli kiliseden bir papaz gelir, İncil’den ayetler okuyarak dua eder. Eğer gerçekten çocuklara değer veriyorsanız, onları seremoniel olarak makam koltuklarına oturtarak şov yapmaktan vazgeçin ve o çocuklara tarihlerine ilişkin gerçekleri öğretin.

TRT neden 1. Meclis’in açılışının belgeselini yapmazdı?

Sahi, niye kimse Kars İslam Cumhuriyetinden söz etmez. Anadolu topraklarında kurulan ilk Cumhuriyetten söz etmiyor. Yahu, Karslılara sorsan o günü hatırlamaz hale geldiler. Malakanları bir kısım Karslı dışında kimse de bilmez. Onların hikâyesini anlatan da yok, basında, edebiyatımızda, sinemada… (18 Ocak 1919 tarihinde Dr. Esat Oktay Bey tarafından Kars’ta 131 temsilcinin katılımını ve ortak kararı ile kurulan Kars Milli İslam Şûrası’nın isminde, “Güney Batı Kafkasya Milli Geçici Hükümeti” şeklinde değişiklik yapılmıştır. Daha önce 29 Ekim 1918’de kurulan Ahıska Geçici Hükümeti, 3 Kasım 1918’de kurulan Iğdır merkezli Aras Türk Hükümeti ve 5 Kasım 1918’de Piroğlu Fahrettin Beylerce kurulan Kars İslam Şûrası Hükümetleri 18 Ocak 1919’da tek çatı altında toplanmış ve Kars ve civarının Ruslar ve Ermenistan tarafından işgaline ve ilhakına bir çare olarak tasarlanmıştır. Bölgede bulunan İngilizler önce bu oluşumun önünü açmışlar, ama daha sonra 19 Nisan 1919’da Kars’ı işgal edip bu Milli Türk Hükümetini dağıtmışlardır. Ancak 1920 sonbaharında Kars, Kâzım Karabekir tarafından geri alınmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün Kars İslam Hükümetinin kuruluş safhasından, demokratik ve Milli Katılım Şûrasından, İlmi ve İslami esaslarından ilham aldığı ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken bunlardan yararlandığı anlaşılmaktadır. N.G.)

 

 

MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ..

 

 

 

Yorum Yap

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi