Anasayfa » ”ASR” SURESİNİN İZAHI VE İKAZLARI

”ASR” SURESİNİN İZAHI VE İKAZLARI

Yazar: yonetici
0 Yorum 172 Görüntüleyen

“ASR” SURESİ’NİN İZAHI

VE

İKAZLARI

    

Not: Aziz Erbakan Hocamız bir kardeşimiz vesilesiyle, rü’ya âleminde “Asr” suresiyle ilgili bir ders ve sohbet yapmamızı tavsiye buyurmuşlardı. Cenab-ı Hak’kın inayeti ve O’nun himmetiyle bu yazıyı hazırladık. Başlamak bizden, başarı Allah’tandır.

      

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla

Vel asrı = Asra yemin ederim ki,

İnnel insane = Kesinlikle insan,

Lefiy husrin = Hüsran ve ziyan içindedir,

İlla = Ancak hariçtir,

Ellezine = O kimseler ki,

Amenu = İman edenler,

Ve amilus – salihati = Ve salih ameller işleyenler,

Ve tevasav bil hakkı = Ve hakkı tavsiye edenler

Ve tevasav bis sabrı = Ve sabrı tavsiye edenler (bunlar zarara ve iflasa düşmeyecektir).

İnsanın en önemli ve en değerli sermayesi “zaman”ı ve ömür fırsatıdır. Ama maalesef boşa verdiği ve hatta günahlarla geçirdiği bu kıymetli emaneti onun en büyük israfıdır. Oysa vakitlerle nakitlerin (altın ve para cinsinden her nimetin) alınması kolaydır, ama elden çıkan vakitleri, nakitlerle geri almak imkânsızdır. Bu nedenle Cenab-ı Hak ASR Suresine, zaman sürecine ve ömür sermayesine yemin ederek başlamaktadır. Çünkü insan, imtihan için yaratıldığı ve ömür denen sayılı nefes süresi kadar fırsat tanındığı bu dünyadan eli boş, yüzü kara giderse, bu onun en büyük pişmanlık ve perişanlığı (hüsranı) olacaktır.

Asr Suresi’nin İzahı ve Mesajları

Mushaf’taki sıralamada yüz üçüncü yerdedir. Geliş sırasına göre on üçüncü suredir. Ama İnşirah Suresi’nden sonra, Âdiyât Suresi’nden önce Mekke’de inmiştir. Bu mübarek sure adını birinci ayette geçen ve “zaman, çağ, ikindi vakti” gibi anlamlara gelen “asr” kelimesinden aldığı bildirilmiştir. Bu surede, insanı ebedi hüsrandan (sonsuz azab ve ziyandan) kurtaracak yollar öğretilmektedir. Ashab-ı Kiram’dan iki kişinin karşılaştıkları zaman, biri diğerine Asr Suresi’ni okumadan ve ardından selâmlaşmadan ayrılmadıkları rivayet edilmiştir.

Asr Suresi’nin Meali:

1- Asra (mübarek dönemlere ve zaman dilimlerine ve özellikle sayılı ömür sermayesine) yemin olsun ki;

2- Gerçekten insan hüsrandadır (zarar ve ziyandadır. Bu gaflet ve tembellik sonunda pişman ve perişan olacaktır).

3- Ancak; (samimiyetle) iman edip, salih ameller işleyenler, birbirlerine Hakkı (doğru ve hayırlı olanı) tavsiye (yani Kur’an nizamının kurulmasını temenni, teşvik ve tebliğ) edenler, (bu yolda uğradıkları sıkıntı ve saldırılara kendileri katlandığı gibi) çevresine de sabrı (Allah için dayanmayı) telkin ve tavsiye edenler bunun dışındadır. (Bu dört vasfı üzerinde taşıyan mü’min, müstakim ve mücahit kimseler, dünya ve ahirette kurtulacak ve sonsuz mutluluğa ulaşacaktır.)

Bu ayetlerin açıklaması:

1-3. “Asr” (asır) kelimesi isim olarak “genel zaman, içinde bulunulan çağ, 100 yıllık zaman kapsamı” anlamlarına geldiği gibi, ikindi vakti, bir halkın veya bir hükümdarın dönemi, bir peygamberin yaşadığı zaman dilimi, gibi manalarda da kullanılır. Müfessirler burada zikredilen “asr” kelimesini ikindi vakti, mutlak zaman dilimi ve Hz. Peygamberimizin kutlu dönemi ve ahir zamandaki kutlu saadet medeniyeti gibi farklı şekillerde yorumlamışlardır. Bize göre bunlar içinde surenin anlamına ve mesajına en uygun düşeni “mutlak zaman” kavramıdır. Buna göre surenin başında zamana yemin edilerek, ömür sermayemizin insan hayatındaki yerine ve önemine dikkat çekilmiş olmaktadır. Çünkü zaman; Allah Teâlâ’nın yaratma, yönetme, yok etme, rızk verme, alçaltma, yüceltme gibi kendi mevcudiyetini ve sonsuz kudretini gösteren fiillerinin tecelli ettiği bir “varlık şartı” olması yanında, insan bakımından da, hayatını içinde geçirdiği ve her türlü eylemlerini gerçekleştirebildiği bir imkân ve fırsatlar alanıdır. Yüce Allah, böyle kıymetli bir gerçeklik ve imkân üzerine yemin ederek zamanın önemini vurgulamış, onu iyi değerlendirmeyen insanın, sonunda “hüsrana” (ziyana) uğrayacağını hatırlatmıştır. Buradaki “ziyan”la, âhiret azabı ve sonsuz cennetin kaybı kastedilmiş durumdadır. Çünkü zamanı ve ömrü boşa geçirmiş insan için en büyük ziyan, sonsuz cehenneme müstahak olmaktır. Surede bu ziyandan ancak şu dört özelliğe sahip olanların kurtulacağı ikaz ve ifade buyrulmaktadır:

1- Ayet ve Hadislerde öğretildiği üzere samimi ve gerekli şartlarını içerici bir şekilde iman etmiş olmak.

2- Salih ameller, iyi işler yapmak; yani din, akıl ve vicdanın emrettikleri hayırlı ve yararlı davranışlarda bulunmak, yasakladıklarından kaçınmak;

3- Her hâlde ve herkese, Hak’kı tavsiye ve tebliğde bulunmak, Hak olan Kur’an’ın ve Resulûllah’ın buyruklarına uygun bir Adalet Nizamının kurulması gereğini anlatmak ve bunun için çabalamak.

4- Bu uğurda başına gelecek sıkıntı ve saldırılara kendisi katlandığı gibi, herkese de sabrı tavsiye ve telkinde bulunmak.

İkinci şıktaki “iyi işler”in (salih amellerin) içinde, genellikle şahsi ibadet ve hizmetler yer alır. Ama Hak’kı ve sabrı tavsiye ve Adil Bir Düzeni gerçekleştirme görevi, mü’minlerin erdemini ve hemcinslerine karşı sorumluluk bilincini yansıttığı, hem de bireyi aşarak toplumsal yararlar sağladığı için ayrıca vurgulanmıştır. “Hak’kı ve sabrı tavsiye” buyruğunda, bu görevlere kişinin öncelikle kendisinin uyması gerektiği anlamının da bulunduğu açıktır. Bu husus, her akıl ve iz’an sahibi tarafından kolayca anlaşılıp benimsenecek kadar açık olduğu için, ayette bunun tekrar belirtilmesine gerek görülmediği anlaşılmaktadır.

Ayetteki “Hak’kı ve sabrı tavsiye”, Emr-i bil ma’ruf’u ve nehy-i ani’l münker’i de kapsamaktadır. Ma’ruf’u, yani Hak’kı ve hayırlı olanı emretmek, yürütmek; münker’i, yani her türlü haksızlık ve ahlaksızlığı da engellemek ise ancak iktidarla, yani devlet adına ve devlet imkânlarıyla başarılacak İlahi talimatlardır. Ayrıca “Hak’kı ve sabrı tavsiye” eğitimin önemine, içeriğine, prensiplerine ve hedeflerine de ışık tutmaktadır. Çünkü her eğitim faaliyeti sonuçta bir tavsiye, bir terbiye, yani nasihat ve irşaddır. Doğru bir eğitim sisteminin ve faaliyetinin amacı ise insanlara inançta, bilgi toplamada ve ahlâkta Hak’kı, yani gerçeği ve doğruyu aktarmak; bunun yanında hayatın çeşitli şartları, maddi ve manevi zorlukları, saptırıcı duygular, hata ve suç kışkırtıcıları karşısında da kişiye sabır ve dayanıklılık aşılamaktır. Hak’kı ve sabrı tavsiye, toplumsal hayatı ve birlikte yaşamanın getirdiği bütün sorumlulukları içine alan geniş kapsamlı bir görev tanımıdır. Hak’kın karşıtı Bâtıldır; Bâtıl ise inanç ve bilgide asılsızlık ve yanlışlığı, ahlâkta kötülüğü ve sapkınlığı içine alan bir kavramdır. Ayrıca Hak, adaletle de yakından alakalıdır. Bu açıdan ayette insanların adil olmaları ve adalet nizamının, yani herkesin hakkına razı olduğu ve herkesin hakkının korunduğu bir toplumsal yapının kurulmasına katkıda bulunmaları gerektiği de anlatılmaktadır. Sonuçta kul; surede sıralanan dört ilkeden iman ve salih amel sayesinde Allah’ın hakkını, Hak’kı ve sabrı tavsiye ile de kulların hakkını yerine getirmiş olacaktır.

Açıkça anlaşıldığı gibi Asr Suresi en kısa surelerinden biri olmakla birlikte özünde; Kur’an-ı Kerim’deki bütün dini ve ahlâki yükümlülüklerin ve öğütlerin esasını taşıyan bir anlam zenginliğini barındırmaktadır. Bu sebeple İmam Şafii’nin sure hakkında, “Şayet Kur’an’da başka bir şey nazil olmasaydı, şu pek kısa sure bile insanlara hidayet ve adalet rehberi olarak yeterli sayılırdı. Çünkü bu sure, Kur’an’ın bütün İlimlerini kapsamaktadır” dediği aktarılmıştır.

Asr Suresi’ndeki “İnsan gerçekten zarar içindedir” ayetinde geçen “insan” ne anlamdadır ve “hüsran = zarar”dan ne kastedilmiş olmaktadır?

Yüce Allah “zaman” gibi, en kıymetli bir fırsat ve imkân üzerine yemin ederek ömrün önemine ve imtihan sürecine vurgu yapmış; onu iyi değerlendirmeyen insanın sonunda, “hüsran”a (zarar ziyana) uğrayacağını hatırlatmıştır. Ayette geçen “el-İnsan” kelimesinin başındaki elif-lâm, “cins” için de kullanılır, “ahd” için de kullanılır. İşte bu yüzden müfessirler bu hususta şu iki görüşü savunmuşlardır:

1. Bununla ya, cins manası kastedilmiş olmaktadır. Ve bu tıpkı, Arapların, “İnsanların elinde para çoğaldı…” demelerini andırır. Bu görüşün delili, “iman edip salih işler işleyenler…” ifadesinin, “insan” ifadesinden istisna edilmiş olmasıdır.

2. Ya da bununla “belli şahıslar” amaçlanmıştır. Bu cümleden olarak mesela İbn Abbas, “Cenâb-ı Hak bu ayetle, Velîd İbn Muğîre, Âs ibn Vail ve Esved ibn Abdilmuttalib gibi bir kısım müşrikleri kastetmiş” olmaktadır derken, Mukâtil, bu ayetin Ebu Leheb hakkında nazil olduğunu aktarmıştır. “Merfû” bir haberde de, bu ayetin Ebû Cehil hakkında indiği rivayet olunmaktadır. Mekkeli bu müşrikler, “Muhammed, bir hüsran içindedir!” diyorlardı. İşte bunun üzerine de, Cenâb-ı Hak, durumun, onların vehmettiğinin aksine olduğuna dair yemin ederek sureye başlamaktadır.

Eğer, “el-İnsan” kelimesinin başındaki elif-lâm’ı cins manasına alırsak, o zaman, husr/ziyan kelimesinin manası, insanın bizzat kendisinin ve ömür sermayesinin sona ermesi, bitmesi şeklinde anlaşılacaktır. Ancak, amel-i salih işleyen mü’min bundan istisnadır, çünkü o, ne ömrünü ne de malını boş yere harcamıştır. Zira böylesi bir kimse, ömrü ve malı sayesinde, ebedi saadeti kazanmıştır. Ancak “el-insan” kelimesini “kâfirler” manasına alırsak, o zaman bu ifadeyle kastedilen, kâfir kimselerin bir sapıklık ve küfür içinde bulunmalarıdır. Bu durumda da, istisnasının manası, “Bu kâfirlerden iman edenler müstesna…” şeklinde olacaktır. Bu durumda da, iman eden kimseler, bu zarardan kurtulup kâra geçmiş kimseler konumundadır.

Küfür ve küfran gibi husr ve hüsran da, kazanacak yerde zarar etmek, sermayeyi kaybetmek, nihayet iflas ile hasret ve ümitsizlik içine düşmektir. “Husrin” kelimesinin sonundaki “Tenvin” de büyükleme ve türlendirme içindir. Yani büyük bir ziyan veya bir çeşit zararlar içinde boğulmak demektir. Çünkü insanın sermayesi ömrüdür, o ise her nefes, her saat harcanılıp giderek tükenmekte ve her nefes geçtikçe o nimetlerin sonu ve hesabı yaklaşıvermektedir. Eğer o nefesler, insanın her istediği zaman, istediği gibi yapacak şekilde kendisinin olsaydı, kendi yapısı ve icadı bulunsaydı; o ömür tükenmez, insan onu dilediği gibi harcamakta hiçbir zarara düşmezdi. Fakat ömür insanın kendi imkânı değil, yaratan Halık Teâlâ’nın imtihan için bir ihsanı olup, O’nun adına güzel tasarruf ederek kârından istifade etmesi için insana sınırlı ve hesaplı bir şekilde verilmiş “emanet sermaye” gibidir. İnsanın bütün hissesi, onun harcama ve alışverişinden hâsıl olacak kârdan istifadesidir. Onun için “İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur.” (Necm, 53/39) ve “Herkes kendi kazancına bağlıdır.” (Tûr, 52/21) ayetleri inzal edilmiştir.

Bu şekilde insan o sermayeyi veren sahibine ödedikten sonra, hesap günü kendisine kalacak olan kâra göre kendisi değerlendirilecek ve o oranda nimetlendirilecektir veya açığına göre sorumlu ve iflas etmiş olarak zarar ve azap görecektir. Tartının ağır veya hafif basmasının sonucu da bu demektir. O hâlde zamanın acı veya tatlı olaylarla akışı içinde her harcanan nefeste bir zarar vardır ki, onu ancak karşılığında Allah için yerine konup onunla tartılacak olan kâr ödeyebilecektir. Ömürden her geçen süreç, her harcanan nefes, ya bir işe harcanacak, ya boşuna geçecektir. Boşuna geçtiyse, elbette bir zarar demektir. Bir işe harcandıysa, o iş ya hayır ve güzel olan bir itaattir veya şer ve fesat olan bir girişimdir. Veya ne o, ne o; ikisi ortası mübah olan bir iştir. Bir mübah ise, sonunda bir eseri kalmaması itibarıyla boşuna geçmiş gibidir. Bir şer ise kesin bir zarar yerindedir. Eğer itaat ise, onu veya diğer birini ondan daha güzel bir şekilde yapmak da mümkün olabilir. Çünkü Allah Teâlâ’ya hizmet ve teslimiyet mertebeleri çeşitlidir. Bunun gibi Allah Teâlâ’nın kahr ve yücelik mertebeleri ve mutlak güzellik tecellileri sonsuzdur. Onun için insanın Allah’a ilmi ne kadar çok olursa, korku ve sevgisi de o nispette ziyade, tâat ve amelde Allah’ı yüceltmesi de, o nispette güzel ve mükemmel olur. Öyleyse, her nefeste daha güzelini yapamayıp da, düşüğüyle kalmakta bile kârdan da olsa yine bir tür ziyan söz konusudur. Bu itibarla, insan her an bir tür zarar ve hüsrandan uzak değildir demek olur. Bütün bunlara; asrın ve zamanın akışı zorlayan şartların sıkıştırması içinde, her yönden hücum etmekte olan belaları, baskı yapan diğer büyük olayları da katarak düşünülürse, insanın her an nasıl bir tehlike ve ziyan içinde olduğu bellidir. Her an nimet ve refah içinde bulunduğu kabul edilse bile, her dem ömrü ölüme doğru gitmekte bulunan insanın sürekli bir zarar içinde kayba uğradığını inkâr etmek mümkün değildir. Zira her geçen nefes bir ölüm demektir. Bundan dolayı “Bu ayet; insanda ziyan ve sıkıntının kaçınılmaz olduğuna delalet eder.” diyen Razi gibi müfessirler bilinmektedir. Bunun açıklaması şudur: İnsanın gerçek saadeti; ahireti sevmek, dünyanın acı ve tatlısına iltifat etmemektedir. Bununla beraber ahireti ve hesaba çekilmeyi unutturan o beş duyumuza, şehvet ve öfke duygumuza yenilmemektir. Onun için halkın pek çoğu, dünya sevgisi ile meşgul olup onu talep yolunda boğulup gitmekte ve bundan dolayı zarar etmekte ve helâke düşmektedir.

Vaktimizi hayırda kullanmanın ve Ahiret yatırımı yapmanın yolları:

1- “Niyet”lerimizle, “adet”lerimizi “ibadet” hükmüne çevirmeye bakmak.

2- Hastalık ve sıkıntılara sabırla, manevi haz ve lezzet almayı başarmak.

3- Sadık dostlar ve dava arkadaşlarımızla irtibatı arttırmak, sıklaştırmak.

1- Niyetlerimizle, adetlerimizi ibadet hükmüne çevirmeye bakmak:

Yemek, içmek, giyinmek, gezinmek, sohbet etmek, ziyarete gitmek, telefonla görüşmek, istirahat etmek ve bakıp seyretmek gibi aslında mübah olan doğal ve sosyal davranışlarımızı; fıtri ve zaruri istek ve ihtiyaçlarımızı:

a) Ben bu işe Besmele ile başlamalıyım.

b) Bu işi Allah’ın rızasına ve İslam’ın buyruklarına uygun yapmalıyım.

c) Bütün bu nimetleri ve zevkleri bize lütfeden Allah’a şükürde bulunmalıyım.

Niyeti ve gayreti içinde yapan insan, mübah ve normal adetlerini ibadet hükmüne geçirmiş ve sayılı ömür sermayesini değerlendirmiş olacaktır.

2- Hastalık ve sıkıntılara sabırla, manevi haz ve lezzet almayı başarmak:

İmtihan gereği, başımıza gelen kaza ve belalara, çeşitli hastalıklara, aile efradımızın ve yakınlarımızın uğradığı sakatlık ve sıkıntılara, ibadetlerin ve dini hizmetlerin zorluklarına, insanların saldırılarına karşı: “Bütün bunlar Allah’ın tayin ve takdiri ile olmaktadır. Sabır ve tevekkül gösterip, kurtuluş çaresini Rabbimden beklersem, sevabına kavuşacak ve imtihanı kazanmış olacağım. İsyan ve itiraz edersem, hem sıkıntılarım artacak, hem de uhrevi sevaptan mahrum kalacağım” diyerek sükûnet ve teslimiyet gösteren insan, manevi bir huzura ve ruhani bir lezzete kavuşacaktır.

“İyilikle kötülük asla bir olmaz. Sen (insanları Hak’ka davet ederken, şahsına yapılacak) kötülükleri en güzel şekilde karşıla. O zaman bakarsın ki, aranızda düşmanlık bulunan kimse bile, sanki sıcak ve sadık bir dost oluvermiştir.

Bu (kötülüğü iyilikle savmak olgunluğu)na ancak sabredenler yetiştirilir. Ve bu (şerefe) ancak (İslami hikmet ve siyasetten) büyük pay sahibi olan (ve insanları Allah’a döndürmekten manevi haz duyan) kimseler eriştirilir.

Şayet sana (herhangi bir konuda) şeytandan bir kışkırtma ve ayartma (dürtüsü) gelecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, (her şeyi) İşitendir, Bilendir. (Seni vesveselerden koruyuverecektir.)”[1]

“Andolsun, Biz sizi; biraz korkuyla (doğal ve sosyal afetler ve düşman saldırıları), açlık (ve kıtlıkla) ve bir parça mallardan, canlardan ve semerat (ürün ve evlatlardan) eksiltmekle (hastalık ve sakatlıkla) imtihan edeceğiz. Sabır (sükûnet ve teslimiyet) gösterenleri müjdele (ki sadece onlar başarıya erişecektir.)

(Sabır ehli mü’minlere) Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: “Biz Allah’a ait (kullar)ız (O’na iman ve itaat için varız) ve şüphesiz O’na dönücüleriz.”[2] 

“(Ey mü’minler) Hoşunuza gitmediği (rahatına ve dünya hayatına düşkün nefislerinizin istemediği) hâlde (imtihan sırrı, haysiyet ve hürriyetinizin korunması amacıyla) kıtal (savaşıp vuruşmak) üzerinize yazıldı (farz kılındı). Aslında hoşlanmadığınız bir şey, belki de sizin için hayırlıdır; sevdiğiniz ve arzuladığınız bir şey de, olur ki sizin için şerli ve zararlıdır. (Her şeyin doğrusunu ve hayırlısını) Allah bilir, siz bilmezsiniz.”[3]

Ayetlerini dikkatle okumalıdır. Samimiyetle ülkemizde ve yeryüzünde Adil Bir Düzen’in kurulmasını, insanlığın bu bâtıl ve barbar sömürü çarkından kurtulmasını arzulamak, İslam nizamının hasretini çekerek yaşamak… Hak’kı ve hayrı tebliğ ve tavsiye ettiği için uğradığı saldırı ve sataşmalara katlanmanın manevi hazzını duymak, inşaallah insana sürekli bir cihat ve taat sevabı kazandıracaktır.

3- Sadık dostlar ve dava arkadaşlarımızla irtibatı arttırmak, sıklaştırmak.

Samimi ve seçkin dava kardeşlerimizle ve elbette seviyeli biçimde ve ayda en az bir kere olacak şekilde; telefonla hatırlarını sormak, ilgili Ayet ve Hadisleri hatırlatmak, siteden ve dergiden okuduğumuz güncel değerlendirmeleri aktarmak, dua ve nasihatte bulunmak, sayılı vakitlerimizi hayır yolunda değerlendirmenin önemli bir aracıdır.

Aynı il ve ilçedeki dostların münasip aralıklarla aile ziyaretleri yapması, bu buluşmalarda Meal-i Kerim ve şiirler okunması, Aziz Hocamızın ve Milli Çözüm konferanslarının videolarını birlikte izleyip yorumlanması, kıymetli vakitlerimizi en iyi değerlendirme fırsatlarıdır.

Hatta aynı il ve ilçedeki ve yakın çevredeki sadık dostların, ailecek buluşacakları geniş katılımlı organizeler yapmak, bunun için gerekli hazırlıklara katkı sunmak, bu toplantılarda çocuklara ve gençlere ezberledikleri Ayet ve Hadisleri ve şuur aşılayıcı şiirleri okutmak da hayırlı ve yararlı sonuçlar doğuracaktır. Ayrıca komşuluk ve özellikle akrabalık haklarını gözetmek ise, zaten sıla-i rahim sayılmıştır ve farzdır.

Hz. Peygamber Efendimiz: “İki şey vardır ki, insanların çoğu onun değerini bilmezler: Bunlar sağlık ve boş vakittir” buyurmuşlardır.

Dünya imtihanını kazanmanın ve hayatta olmanın “zaman” anlayışıyla önemli bağlantısı vardır. Zaman konusunda araştırma yapan sosyologlar, ileri ve geri ülkelerde zaman kavramının farklı telakki edildiğini aktarmışlardır. Onlara göre ileri ülkelerde işlerin; önceden, zamana göre ayarlanması ve her işin, ona tahsis edilen zaman dilimi içinde yapılması şarttır. Takvime göre hareket, hayatın disipline edilmesi, insan ömrünün verimli kılınması anlamını taşır. Hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerim, üzerinde dikkatleri canlı tutmak için zamanı hatırlatan tabirleri sıkça kullanmıştır. Her çeşit farz, vacip ve nafile namazlar, zaman tanzimine de yönelik gayeler taşımaktadır. Bu açıdan, Din; insana zamanı azami ölçüde değerlendirmeyi öğretmeyi amaçlamıştır.

Kur’an, zaman yerine daha çok “vakit” kavramını kullanır. Bu kelime lugat yönüyle “bir iş için belirlenen zamanın nihayeti” anlamındadır. Kur’an-ı Kerim’de zamanla alâkalı gün, hafta, yıl, asır, vakit, saat kelimeleri bir ferd için hangisi daha önemli ise o kadar tekrarlanmıştır. Ferd için en ehemmiyetli “gün” olduğundan, Kur’an’da en çok zikredilen “Yevm” yani “Gün” kelimesidir ki 475 defa zikredilmiş durumdadır. Kur’an-ı Kerim ilk sayfalarından itibaren, en son sayfalarına kadar, hiç fasıla vermeden, okuyucusuna zaman mefhumunu hatırlatmaktadır. Arapçada “Leyl” (Gece) kelimesi, güneşin batması ile sabahleyin fecr-i sadık denilen ikinci fecrin doğuşuna kadar geçen zamanı ifade eder. Geri kalan müddete de “nehar” (gündüz) denir. Kur’an-ı Kerim’de gündüz (nehar) 57, gece (leyl) 92 kere tekrarlanır.

Unutmayalım ki farz namazların önemli amaçlarından biri de; Müslüman kimseye, günlük zamanı taksim ve programlama alışkanlığı kazandırmaktadır. Kıyamu’l leyl (gece kalkışı) Kur’an-ı Kerim’de önemle vurgulanır. Büyük İslam medeniyetlerinin parlama dönemlerini hazırlayanların hayatında gece kalkışı (teheccüd namazı ve duaları) önemli yer tutmaktadır. Kıyamu’l leyl Peygamber Efendimiz’e (SAV) farzdı, fakat ümmetine nafile sayılmıştır. Bu sünnetin, Kur’an-ı Kerim’in emri olduğu unutulmamalıdır.

“Gecenin bir bölümünde O’na secde et ve geceleyin uzun uzadıya O’nu tesbih et (ki huzura ve manevi doyuma ulaşasın).”[4]

“(Şimdi bunlar mı hayırlıdır, yoksa) Gece yarıları kalkıp namaz için kıyama duran ve secdeye varanlar, canu gönülden itaat edip ahiretten korkan ve Rabbinin rızasını ve rahmetini umanlar mı? De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler (ilim sahibi kimselerle cahiller) bir olur mu? Şüphesiz, ancak temiz akıl sahipleri düşünüp öğüt alır.”[5] ayetleri gayet açıktır.

Peygamberimizin (SAV) hayatında zaman planlaması

Peygamber Efendimiz (SAV) zamanını günlere göre haftalık, vakitlere göre günlük programlara tabi kılmıştır. Peygamber Efendimiz haftalık belli günlerde aynı işleri yapmaktadır. Günlük ise muvakkat işler ki, bunlar önceden programlanmaksızın yapılması gereken sorumluluklardır. Gelen bir heyetle buluşması, bir yabancının müracaatı, bir ihtiyacın karşılanması gibi… Bunlar imkân nispetinde tanzime çalışılmıştır. Mutad (alışılmış, sıra gelen, belirli bir düzende devam eden) işlerse, aynı günlerde aynı vakitlerde yapılmaktadır. Her işe belli müddet vardır. O iş her gün aynı müddet içinde tamamlanmaktadır.

Günümüzde “Tatil” kelimesi, boş ve hoş vakit geçirme anlamında kullanılmaktadır. İslam, tamamen boş geçirilecek bir vakti uygun bulmamaktadır. Kur’an-ı Kerim’de bize, “meşguliyetin değiştirilmesi” suretiyle dinlenme elde edileceğine işaret buyurulmaktadır. Buna bir nevi “çalışarak dinlenme” diyebiliriz.

“(Şu hâlde Ey Habibim!) Boş kaldığın zaman (tebliğ ve toplumu terbiye, cihat ve tehlikeleri defetme, sosyal ve siyasi görevler gibi mecburi işlerinden sıyrıldığın an, durma hemen) ibadete koyul ve yorul ki (manevi terfi ve terakki ancak sürekli ve sistemli bir çaba ile mümkün olacaktır).

(Ve bütün bu gayret ve hizmetlerinle kesinlikle) Sadece Rabbine (rızasını kazanmaya) rağbet et (ki dünyada izzet ve devlete, ahiret yurdunda ise Cennet ve rü’yete ancak böyle ulaşılacaktır).”[6]

“İslam boş zaman kabul etmez” derken istirahati reddeder manası çıkarılmamalıdır. Kur’an-ı Kerim’de en iyi dinlenmenin, kişinin kendi evinde uyku ile olacağı vurgulanmaktadır.

“O, geceyi sizin için bir örtü elbisesi, uykuyu bir dinlenme (vesilesi) ve gündüzü de yayılıp-çalışma (vakti) kılandır.”[7]

“Allah size evlerinizi; (içinde) “güvenlik ve huzur bulacağınız (sükûnet ve saadet) yerleri” kıldı.”[8] ayetleri açıktır.

İslam âlimlerinin zaman konusundaki ortak yaklaşımları: “Geçmiş zaman elden çıkmıştır, gelecek ise henüz gaybdadır, öyleyse mevcut olan senin içinde bulunduğun şu andır.” Elbette insanın meşru ve uygun biçimde dinlenmeye ve eğlenmeye de ihtiyacı vardır, ama şuurlu ve sorumlu bir Müslümanın “vakit öldürmeye” hakkı bulunmamaktadır.

Kişisel gelişim ve zaman yönetimi ile ilgili kitaplarda çok sık kullanılan bir benzetme vardır; Şöyle düşünelim, her sabah hesabınıza 86 bin 400 Altın (Karzı hasen= güzel bir borç: “Eğer Allah’a güzel bir borç verecek olursanız (ihtiyaç fazlası birikiminizi ahiret hazırlığına ve İslam Nizamındaki faizsiz Devlet Bankasına yatırırsanız), onu sizin için kat kat arttırır ve sizi bağışlar. Allah Şekûr’dur (şükrü kabul edip çok ihsan eden), Halim’dir (cezayı vermekte acele etmeyen, hatayı hoş görüp erteleyendir)”[9] kredi veren bir bankanız bulunuyor. Bir günden diğerine hiç bakiye devretmiyor. Tutarı ne olursa olsun, kullanmadığınız bakiye miktarı her akşam iptal ediliyor. Böyle bir konumda ne yapardınız? Elbette ki son kuruşuna kadar çekerdiniz ve değerlendirirdiniz!..

Aslında hepimizin böyle bir bankası vardır, bu da ZAMAN’dır ve Allah’ın bize lütfettiği ömür fırsatıdır. Her sabah, hesabımıza 86 bin 400 saniye kredi veriyor. (24x60x60) Her akşam ise iyi şeylere yatırım yapamadığınız kısmını silip, hesabınıza zarar kaydediyor. Hiç devretmiyor. Kredi miktarından bir kuruş fazla kullandırmıyor. Her gün size yeni bir hesap açıyor. Her akşam günün bakiyesini yakıyor. Eğer günlük depozitolarınızı kullanmadıysanız, bu sizin zararınız ve kaybınız (hüsran) sayılıyor. Çünkü geriye dönüş yok, yarından avans çekmek yok. Bugünü hayır yolunda, huzur ve şuurla değerlendirmemiz gerekiyor.

Zamanın tam değerini bilemediğimiz için, insanlar için kıymetli olan bir şeyle, mesela altınla kıyasladığımızda, durum açıkça ortaya çıkıyor ve o dünyalık en kıymetli şeylerden bile çok çok önemli olduğu anlaşılıyor. Çünkü zaman biriktirilemiyor, alınıp satılamıyor, yeniden üretilemiyor, değiştirilemiyor ve zaman kimseyi beklemiyor. O anı değerlendirdiniz ise ne ala; yoksa hiç telafisi bulunmuyor. Her an ya kâra geçiyor, ya da zarar ediliyor. Elbetteki bu yatırım yine insanın elinde, Allah-u Teâlâ insana neyin kâr kazandıracağını, neyin zarara uğratacağını açıkça bildirmiş bulunuyor. İnsan, dünyaya oyun ve eğlence için gelmemiştir. Dünya, iş ve kazanç yeridir. Dünya, ahiretin tarlası yerindedir. Burada ne ekilirse, ahirette o biçilecektir. Boş vakit, fırsat ve ganimettir. Faydalı iş yapmadan vakit geçirmek, vakti öldürmek demektir ve bu manevi bir cinayettir. Dünyada yapılan her işin, her nefesin hesabı kıyamette soruluverecektir. Hadis-i Şerifte buyuruldu ki:

“Kıyamet günü, herkes ömrünü ve gençliğini nerelerde geçirdiğinden, malını nereden kazanıp, nerelerde tükettiğinden ve ilmi ile amel edip etmediğinden sorguya çekilecektir.”[10]

“Beş şeyden önce, beş şeyin kıymetini bil! İhtiyarlıktan önce gençliğin, hastalıktan önce sıhhatin, meşguliyetten önce boş vaktin, fakirlikten önce zenginliğin ve ölümden önce ömür sermayesinin kıymetini bil!”[11]

“Dünya, ahiretin tarlasıdır.” Hadisi oldukça anlamlıdır.

Vakti tohum ekmekle geçirmemiz lazımdır, ama insanlar aslında vaktini değerlendirme konusunda kısımlara ayrılmıştır, mesela;

Vaktini, yararlı ve verimli tohum ekmekle geçiren insanlar vardır;

Vaktini, boş tarlasıyla gurur duyarak geçiren insanlar vardır,

Vaktini, tarlasına zararlı bitki dikmekle geçiren insanlar vardır,

Vaktini, başkasının da tarlasını tohum ekmesine engel olmaya çalışarak veya başkasının tarlasına da zehirli bitki ekmeye çalışarak geçiren insanlar vardır.

İmâm-ı Şa’rânî’nin: “Zavallı bir insan zamanı nasıl bitireceğini, akıllı bir insan ise zamanı nasıl değerlendireceğini düşünüp yarınlara hazırlanır. Duyarlı ve tutarlı insan, vaktin kıymetini bilip elden kaçırmayandır. İhtiyarlık herkese nasip olmayacaktır, olsa da rahat ve elverişli vakit bulunmayacaktır. Vakit de bulunsa, kuvvetsizlik ve halsizlik zamanında, yararlı işler yapılamayacaktır. Bugün; güç ve kuvvet yerinde iken, hangi özürle, hangi sebeple bugünün işini yarına bırakanlar kendini akıllı sanır?” sözleri ne kadar anlamlıdır.

Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem: “Helekel müsevvifûn”. Yani, “Sonra yaparım diyenler (görev ve ibadetlerini, ilim öğrenmeyi sürekli erteleyenler) helâk oldular” buyurmuşlardır.

 

Bu makaleyi sesli olarak dinleyebilirsiniz:

 

 

 

 

 


[1] Fussilet: 34, 35, 36

[2] Bakara: 155, 156

[3] Bakara: 216

[4] İnsan: 26

[5] Zümer: 9

[6] İnşirah: 7, 8

[7] Furkan: 47

[8] Nahl: 80

[9] Teğabün: 17

[10] Tirmizi

[11] Ebu Nuyam

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi