MİLLİ KAHRAMAN ERBAKAN'IN HİKAYESİ
1800’lü yılların son döneminde, Adana’nın Kozan
ve Saimbeyli bölgelerinde asırlarca hüküm süren Kozanoğulları Beyliği’nin,
sonradan gelip İstanbul'a yerleşen ve Sultan Abdülhamit’e yakınlığıyla bilinen
soylu beylerinden Hüseyin Bey’in oğlu Mehmet Sabri Bey, hukuk tahsilinibitirir.
İlk görevi Erzurum İstinaf Mahkemesi
Savcılığı’dır. Erzurumlular tarafından bu beyefendi çok sevilir ve tanınmış
ailelerden Korukçuların kızı Sabire Hanım’la evlendirilir.
Savcı Mehmet Sabri Beyin ve Sabire Hanımefendinin
Nizamettin ve Selahattin isimli çocukları dünyaya gelir.
Birinci Dünya Savaşı sonunda bu mutluluk bozulur.
Ruslar Erzurum'a yaklaşmaktadır ve çaresiz bir göç başlamıştır. İşte bu korkunç
şartlar içerisinde yapılan göç sırasında, Sabire Hanım yolda ölür.
Arkasından Ağır Ceza Reisi olarak Sinop’a tayin
edilen Mehmet Sabri Bey, bu sefer Sinop’un ileri gelen ailelerinden birinin
kızı olan Kamer Hanım’la evlenir. Erbakan Hocamızın anne tarafından dedeleri,
Kafkas kahramanı Şeyh Şamil’in çocuklarından ve komutanlarından olup, Rusların
baskısı sonucu hicret edip geldiği Sinop kalesi komutanlığına atanmış, Onun
çocukları da Sinop’un eşrafı olarak Osmanlı devletine çok önemli hizmetler
yapmış ve Sultan Abdülhamit’in özel itimat ve iltifatına mazhar olmuş bir
ailedir. Erbakan Hoca’nın anne tarafından Ninesi Aleyhisselatü Vesselam
Efendimizin sülalesinden bir seyyide olması nedeniyle, Hz Peygamberimiz (SAV) ile
akrabalığı da belirtilmiştir.
Muhterem Hoca'mızın Mübarek Soyları Kendi Lafızlarından
Ve derken takvimler 29 Ekim 1926'yı
göstermektedir. Savcı Mehmet Sabri Bey’in eşi Kamer Hanım, serin Sinop
gecelerinde kucağındaki nur topu bebeğin kulağına ninniler ve dualar
söylemektedir. Bu kutlu çocuk başladığı Kayseri Cumhuriyet İlkokulunu, Trabzon
Gazi Paşa İlkokulunu, İstanbul Erkek Lisesi’ni, binlerce müracaat içinde
seçilip girdiği İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Fakültesi’ni hep birincilikle
bitirecektir. Belli ki o, çok özel meziyetlere mazhar kılınmış ve çok üstün
yeteneklerle donatılmış birisidir. 1948 yılında fakülteyi bitirdikten hemen
sonraki Temmuz ayında, aynı üniversitenin Motorlar Kürsüsü’ne asistan olarak
atanacak, hazırladığı üç ciltlik mükemmel doktora tezinden sonra, üniversite
tarafından Almanya'ya gönderilecektir.
1951- 53 yılları arasında Aechen Teknik
Üniversitesi'nde biri doktora, biri doçentlik, diğeri de araştırma olmak
üzere 3 tez hazırlayacak, özellikle dikkat ve hayretleri üzerine çeken, “dizel motorlarında püskürtülen yakıtın nasıl tutuştuğunu,
matematiksel olarak izah eden” bu son tezinden sonra, Alman yetkililerin özel
daveti ve ısrarı üzerine, Leopar tank motorlarını araştırma başmühendisi olarak
görevlendirilecektir. Evet, yıllardır gaflet ve hıyanet bulutlarının ve
cehalet karanlığının arkasında saklanan hakikat güneşi, yeniden milletimizin
üzerine doğmaya başlıyor ve bir din yıldızı (Necmeddin) giderek parlıyordu.
“Bize öyle bir Tank motoru lazım ki, Rusya ve Sibirya soğuklarında donmasın,
Afrika’da kaynamasın… Hem benzinle, hem mazotla, hem de ispirto ve hatta
zeytinyağı ile çalışsın” diyen Alman yetkililerin hayallerini bu soylu ve
Mü’min Türk gerçekleştiriyor ve dönemin bilim otoritelerini kendine hayran
bırakıyordu.
1953'te bir ara yurda dönen ve tezini hazırlayıp
girdiği imtihanları başararak 27 yaşında Türkiye'nin en genç doçenti unvanını
kazanan Erbakan, 1954'te İstihkâm Okulu’nda başladığı vatanî görevini
tamamlıyor ve 1956 yılında 200 kadar arkadaşıyla birleşerek meşhur Gümüş Motor
Fabrikası’nın temelini atıyordu. Bu girişimden dolayı merhum Menderes,
Erbakan'ı telefon ve telgrafla kutluyor ve merhum Maliye Bakanı Hasan Polatkan
1960'ta faaliyete geçen fabrikanın açılışına bizzat katılıyordu.
Türkiye’mizin bir dikiş iğnesi bile üretmesine
fırsat vermeyen dış güçler ve içteki sömürü ve sermaye çevreleri, % 100 yerli
imkânlarla motor üreten bir fabrikanın kurulması ve Erbakan'ın bu başarısı
karşısında çılgına dönmüşlerdi... O güne kadar ruh ve fikir plânında süregelen
Hak-batıl mücadelesi, Gümüş Motor hareketiyle açığa dökülüyor ve Erbakan’la
şeytanların savaşı başlıyordu.
Ne acıdır ki, o tarihte İstanbul’da bulunan 67 motor
ithalatçısının sadece 3 tanesi Türk ismi taşıyordu. O dönemde tanesi 6700
Liraya satılan 9 beygirlik motorlar, Gümüş Motor tarafından 5000 Liraya piyasaya
sürüldü. Bunun üzerine dış destekli gayrimüslim firmalar, motor fiyatlarını 4200 Liraya indirdiler. Gümüş Motor kendi
fiyatlarını 4000 Liraya düşürünce, rakip firmalar 3500 Lira yaptılar. Gümüş Motor
çaresiz 3500 Liraya satmak zorunda kalınca, onlar bu sefer 2800 Liraya düşürdüler.
Bütün amaçları Gümüş Motor’u iflasa sürüklemek ve kapatmaktı.
Ama karşılarında yılmaz ve yorulmaz bir milli
kahraman vardı! Bu soylu Asyalıyla asla başa çıkamayacaklardı...
Sanayi girişimlerinde, Odalar Birliği’nin rolünü
çok iyi bilen Erbakan Hoca, daha 1959'larda girdiği ve yükseldiği İstanbul
Sanayi Odası Makine İmalatçıları Sanayi Meslek Komitesi Başkanlığı’ndan, 1966
yılında ayrılıp, bu sefer ‘yerli imalatı, ithalat karşısında koruyabilmek ve
sömürü tekellerinin dampingi karşısında Gümüş Motorları satabilmek’ için ithal
kotalarını düzenleme yetkisi bulunan “Odalar Birliği Sanayi Dairesi
Başkanlığını” ele geçiriyordu. Ancak kendilerinin aldığı kararları, Odalar
Birliği Genel Sekreteri’nin bozduğunu görünce, bu sefer de TOBB’a Genel
Sekreter oluyordu. Bunun üzerine dış güçlerin ve yerli işbirlikçilerinin
elinde ve emrinde çalışan TOBB Genel İdare Kurulu Üyeleri, Genel Sekreterin kararlarını
çalıştırmayınca, arkasından Erbakan Hoca, masonlara karşı yeni bir meydan
savaşı kazanarak, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’ne Genel Başkan
seçiliyordu.
Kapitalist kargaların bir nevi üssü ve karakolu
durumundaki bu teşkilatın en üst zirvesine yükselen bu soylu Aysalının yolunu
tıkamak ve çaresiz bırakmak için, bu sefer hükümet devreye giriyor ve devrin
Başbakanı Sayın Demirel, kotaları hazırlama yetkisini Odalar Birliği’nden geri
alıyordu.
Ayrıca zalimler tarafından, mazlumların kafasını
ezmek için kullanılan bir "demirel" Erbakan Hoca’yı Odalar Birliği
Genel Başkanlığına getiren seçimlerin iptali için Danıştay’a başvuruyor,
Erbakan Hoca ise hukukî yollardan bu seçimlerin haklılığını ve geçerliliğini
ispatlıyor, ama yine de ‘Kanunsuz, kaba kuvvet’ zoruyla görevinden
uzaklaştırılıyordu.
Hele hele Odalar Birliği’ne bağlı ÖSEK (Özel
Sektör Enformasyon Komitesi)'e yaptığı teftişte, bu teşkilatın ‘komünizmle
mücadele’ perdesi altında, o gün için sola kiralanmış bazı yazar
bozuntularına, milletin kesesinden dağıtılan 600 bin lira (bu gün 1 milyar
dolara yakın) paraların nasıl çarçur edildiğini gören Erbakan Hoca kararını
vermişti: Çaresi yok siyasi güce ve hükümet otoritesine sahip olmalıydı.
O nedenle, ya milli ve manevi değerlerine bağlı
bir tabana oturan Adalet Partisi'ni içten fethetmek, bu olmazsa hiç değilse
"Madem siyasete hevesliydin ne diye hazır milliyetçi - muhafazakâr bir
parti varken ona girmedin?" şeklindeki soruları fiilen cevaplandırmak
için, yaklaşan 1969 seçimlerinde aday olmak
istemiyle AP’ye müracaat etti. Mason Localarının ve sermaye baronlarının
şiddetli tepkileriyle, Erbakan AP listelerinden veto ediliyordu.
Kaybedilecek vakit yoktu. Erbakan Hoca, Konya ilinden
bağımsız aday oluyor, bütün hile ve hıyanetlere rağmen 3 milletvekili oyu
alarak Meclis’e giriyordu...
Konya’da Hastane Caddesi 15 numaralı apartmanın
teras katını karargâh haline getiren Erbakan Hoca, ne partisi, ne holding ve
medya destekçisi olmadan tek başına, mevcut hükümete, iki büyük partiye ve tüm
karanlık güçlere karşı verdiği tarihi mücadeleyi başarıyor ve Milletvekili
olarak Ankara’ya dönerken, ağzından Necip Fazıl'ın şu mısraları dökülüyordu.
“Surda bir gedik açtık, mukaddes mi mukaddes, Ey
kahpe rüzgâr, artık, ne yandan esersen es.”
Daha sonra inanan ve uyanan insanları organizeli
bir güç haline getirmek, yani onları "Nizam"a sokmak ve evrensel
hukuk nizamını hayata hakim kılmak için 26 Ocak 1970'te "Milli
Nizam" kuruluyordu.
Daha bir yılını yeni doldurmuştu ki bir parti,
belki dünya tarihinde ilk defa, gençlik kollarının yayınladığı bir broşürde yer
alan bir şiirin içindeki masum ve mübarek şu cümleler yüzünden kapatılıyordu:
Herkes duyacak, bilecek
Saklanmaz gayrı bu gerçek
Yaprak yaprak, çiçek çiçek,
“Tek yol İslâm”, yazacağız!..
Ama bu yiğit lideri hak bildiği davasından
caydırmak ve usandırmak mümkün olmuyordu.
Ve nihayet Mehmet Akif’lerin, Eşref Edip’lerin,
Said Nursi’lerin, Abdulhakim Arvasi’lerin, Muhammet Zahidi’lerin, Mahmut Sami
Efendilerin, Palulu Haydar Baba Erenlerin, daha nice nice alimlerin, velilerin
ve şehitlerin duaları kabul görüyor, himmetler ve gayretler selamete
dönüşüyordu...
‘Önce Ahlâk ve Maneviyat’ diye yola
çıkıldığından, 3.5 yılda 350 İmam-Hatip Okulu açılıyor, uyumsuz ve sorumsuz
koalisyon ortaklarına rağmen yurt çapında Ağır Sanayi Hamlesi başlatılıyor ve
temeli atılan 200 dev fabrikanın 70 tanesi bitiriliyor ve üretime geçiyordu...
Siyonist çevrelerdeki telaş paniğe dönüşüyor ve
nihayet bu mümtaz ve mücahit insan, ancak darbe ile durduruluyordu.
Darbenin yapılacağını bildiği ve özellikle
kendisine, yurda dönmemesi tavsiye edildiği halde "Biz böyle günlerde
cemaatimizin yanında ve başında bulunmalıyız" diyerek gittiği Londra'dan
geri geliyor, teşkilatını sıkıntıya sokmamak ve kimsenin burnunu kanatmamak
için, hapse kendisi giriyor, en zor hesapları kendisi veriyor ve bu badireden
de alnının akıyla çıkıyordu...
Nizam’la başlayan, Selamet’le engelleri aşan, Refah’la olgunlaşan Faziletle hedefine koşan ve derken Saadet’e
ulaşan bu mutlu hareketin kutlu lideri, nice Özalların, Erdoğanların ve Numancıların
hıyanetine rağmen nurdan bir heykel gibi yine dimdik olarak inançlı kadroların
başında, şer güçleri ve şeytanî çevreleri hizaya sokmaya uğraşıyordu.
Örnek bir sorumluluk bilinci ve yüksek bie kulluk
azmiyle: “Hayat, İman ve Cihattır!” gayreti üzerindeyken, sonunda 85 yaşında bu
dünyadan ayrılıyor ve iki milyon insanın katılımıyla gerçekleşen muhteşem ve
müstesna bir cenaze töreniyle Hakka uğurlanıyordu. Sağlığında “şuurlansınlar ve
şer güçlerin tuzağından kurtulsunlar” diye sürekli sarsıp silkelediği bir
toplumu, sanki ölümüyle diriltiyor ve harekete geçiriyordu.
Evet, böylesi şahsiyetleri anlamak çok zor, ama insan asıl onları anlatırken zorlanıyordu.
Ey hayatını ve rahatını, inancına ve insanlığa feda eden muhterem ve muhteşem Zat. Sizi
saygıyla selamlıyoruz... Sizin yaptıklarınızı, biz anlamaktan ve yazmaktan bile
aciz bulunuyoruz!
Selam saygı ve Dualar sana ve sadıklarına!..
TÜRKİYE’NİN GELECEĞİ VE ERBAKAN’IN GÖLGESİ
Maalesef, ülkemiz ve milletimiz belki de
tarihin en sinsi ve tehlikeli bir sürecini yaşamakta, parçalanma ve dağılma
aşamasına dayanmış bulunmaktadır. Rahmetli Erbakan Hoca’nın ifadesiyle “Artık
toprak ayaklarımızın altından kaymaya başlamıştı” Bir ruh için
beden ne ise, bir millet için de vatan aynı konumdadır. Vatanı işgal edilen
veya bölünüp başka güçlerin güdümüne giren bir toplum: Hürriyet ve
huzurunu, namus ve onurunu ve haysiyetli millet şuurunu kaybetmiş olacaktır.
* Bugün İsrail’i kurmak ve siyonizmin
Dünya hakimiyeti hedefine kavuşmak üzere BOP istikametinde.
* Böylesine yabancı ve Türkiye’yi de
yıkıcı bir projede, dış odaklarca Başbakanımıza verilen eşbaşkanlık sayesinde:
1- Irak fiilen üçe parçalanmıştır.
2- Libya NATO tahribatıyla ikiye
ayrılmıştır.
3- Şimdi Suriye dağıtılmak üzere hedef
tahtasındadır.
4- Daha önce Keşmir bölgesi kopartılan
Pakistan’dan, bu sefer Peştunistanı da koparıp, Afganistan’a bağlama hesapları
yapılmaktadır.
5- Ardından Afganistan Peştunlarıyla,
Pakistan Peştunları birleştirilip yeni bir kukla devlet kurulması
amaçlanmaktadır. Yani Afganistan da şeriatçı Taliban bölgesiyle, demokratik
Karzai bölgesi olarak parçalanmaya hazırlanmaktadır.
6- Daha sonra İran’a saldırılıp Kürtler;
Azeriler, Farisiler ve Arap Şiiler diye dörde ayrılacaktır.
7- Bütün bunların ardından “Güneydoğu özerk
Kürdistan’ı, AB’ye katılım sürecinde pilot bölge Marmara özel dükalığı, Tarihi
ve turistik amaçlı Karadeniz Pontus mirası” olarak, sıra Türkiye’nin
parçalanmasına gelip dayanacaktır.
ABD’nin kukla başkanı ve Siyonist Yahudi
lobilerinin kahyası Obama ile, Suriye’ye müdahale konusunu görüşmek üzere Güney
Kore’nin başkenti Seul’e giderken, recep T. Erdoğan’ın “Suriye’yi
oturup seyredemeyiz. Üstümüze düşen görevi yerine getireceğiz.” Sözleri
gayet açıktır. Yani Suriye’ye askeri müdahale edip parçalanmasını kolaylaştırma
ihalesi AKP iktidarının üzerinde kalmıştır. Bu nedenle:
Bremen mızıkacıları, hep bir ağızdan:
“zorba ve diktatör Esad devrilsin, Suriye’ye demokrasi getirilsin” sloganları
atmaktadır.
Aynı mutfaktan beslendikleri ve aynı
odaklarca şişirildikleri belli olan figüranlar hep bir ağızdan “Türkiye
çabuk yetişsin ve Suriye’ye barış ve demokrasi getirsin.” Diye
çığlık atmakta ve kamuoyunu bu yönde şartlandırmaktaydı.
Hatırlayınız:
* İslam İşbirliği Teşkilatı Genel
Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu Amerika temaslarından sonra BM Genel
Merkezindeki basın toplantısında: “Suriye meselesinin Türkiyesiz
çözümü imkansızdır.” Diyerek AKP hükümetini askeri müdahaleye
kışkırtmaktaydı. (Bak: 24 Mart 2012 / Milli Gazete)
* BBP Genel Başkanı Mustafa Destici “Türkiye’nin
tek başına Suriye’ye müdahalesi doğru olmaz, BM’in yardımı alınmalıdır.” Diyerek
yeşil ışık yakmakta, ama BM kılıfını sarmaktaydı.
* Aynı toplantıda IHH Başkanı Bülent
Yıldırım “Akan kanın durdurulması ve Suriye’de huzurun sağlanması
için gereken her şey yapılmalıdır.” Sözleriyle Suriye saldırısı
için Siyonist NATO ve BM maşası iktidara mazeret kazandırmaktaydı.
* Anayasa mahkemesi eski raportörü Osman
Can; “Taraflar biri birine üstünlük sağlamaya çalıştıkça, değişim
sürecinden uzaklaşılıyor.” Diyerek PKK ile AKP’yi, daha
doğrusu T.C ile eşkıya şebekesini aynı kefeye koymakta ve “mevcut anayasa Kürt
meselesini yok saymaktadır. Sorunlarımızın nedeni baskıcı devlet aygıtıdır ve
kırmızı çizgiler saplantısıdır.” Sözleriyle “özerk Kürdistana mazeret ve
meşruiyet uydurmaktaydı.
* AKP’nin fikir babalarından
Kürtçü-bölücü Kemal Burkay’ın partisi HAKPAR “Kuzey Irak’ta Bağımsız
Kürdistan’ın ilanını hasretle beklendiğini” vurgulamaktaydı.
* AKP iktidarı Suriye’deki Türk
vatandaşlarına “geri dönün” çağrısı yaparak, saldırının yakın olduğunu
hatırlatmaktaydı.
* CIA başkanı ve Süleymaniye’de
askerlerimizin başına çuval geçirme kahramanı(!) Petraus, Suriye saldırısının
planlarını anlatmak üzere Ankara’ya gelip Başbakan’la baş başa görüşüp,
ardından Barzani’ye koşmaktaydı.
Oysa Suriye’de iç savaş çıkartıp böylece
bir dış müdahaleye zemin ve gerekçe oluşturmak üzere, muhalefeti kışkırtmak
için bu ülkeye yollanan ve yakalanan 49 Türk istihbaratçının 7’sinin zaten
MOSSAD bağlantısı ortaya çıkmıştı.
Türkiye’yi yıkma tezgâhı şöyle
planlanmıştı:
1- Türkiye, ABD ve AB’nin zorlamasıyla
Halep dahil Suriye’nin kuzeyine asker sokacaktı.
2- Şii-Sünni kamplaşmasıyla İran da Türkiye
sınırına askeri yığınak yapacaktı.
3- İsrail, Türkiye üzerinden, İran’a hava
saldırıları başlatacaktı.
4- Bunun üzerine İRAN, Malatya Kürecik
radar üssü ve füze savunma kalkanı nedeniyle, “Türkiye’yi İsrail’e
yardım etmekle” suçlayacak ve füzelerle bazı şehirlerimizi vuracaktı.
5- Bu arada Rusya ve İran da kendisini
satmasıyla devrilen Esad rejiminden sonra, muhalefetteki ajanları vasıtasıyla
Suriye’yi de kontrolüne alan ve parçalayan Batılı güçler, bu sefer Türk
askerini işgalcilikle suçlayacak ve derhal Suriye’den çıkması için kampanya
başlatacaktı.
6- Suriye kürdistanının kurulup Türkiye’nin
parçalanması amaçlandığını sezen halkımızın baskısı üzerine Ordu ABD’yi
dinlemeyince…
* “Kürtlere demokratik özerklik
tanımıyor.
* Kendi halkına ve PKK’ya aşırı güç
kullanıyor.
* Suriye ve İran’a karşı Batı birliğinin
değil, kendisinin çıkarlarını kolluyor.” Gibi gerekçelerle Türkiye NATO’dan
çıkarılacak ve savaş açılacaktı.
7- 6 Nisan 1946 da solcu ve Kemalist İnönü
iktidarında Amerikan Mıssouri savaş gemisi gövde gösterisi için İstanbul’a
geldiğinde, “Milletimiz Arapça anlamıyor” diye Ezan’a izin
vermeyen İsmet paşa’nın, camilere“Welcom Missouri” diye mahyalar
astırması gibi; AKP iktidarı da “Türkiye’ye ileri demokrasi’yi getirmek ve bizi
AB ile bütünleştirmek için” geldiklerini söylediği ABD ve NATO askerlerini,
yandaşlarına “Hoş Geldin” sloganlarıyla karşılatmaya
kalkışınca, Milli bir düreniş ve değişim süreci yaşanacak ve Türk ordusu
bölgedeki ABD birliklerine ve İsrail hedeflerine “yıldırım hücumları” başlatacaktı.
Şimdi konferansımızın can alıcı sorusunu
soralım ve konuyu toparlayalım: Peki sonuç ne olacaktı ve Türkiye bu kaostan
nasıl kurtulacaktı?
Rahmetli Erbakan Hoca sohbet, seminer ve
konferanslarında:
* Haksızlık ve ahlaksızlık üzerine kurulan
Siyonist ve emperyalist dünya düzeninin, öyle barışa ve adalete çağırmakla veya
hoşgörü edebiyatıyla düzeltilemeyeceğini…
* Bunların, tahribi çok ürkütücü nükleer
füzelerine ve etkili silah sistemlerine güvenip, dünyayı tehdit ederek
barbarlıklarını yürüttüklerini…
* Bu nedenle, Batılıların bu Şeytani
güçlerini etkisiz bırakacak, yeni ve yüksek teknolojilere sahip olmak
gerektiğini ve Allah’ın izniyle bunları başarıp, ilgili ve yetkili makamlara
teslim ettiklerini defalarca anlatmıştı.
* Bütün zalim ve Batıl güçlerin elinde
bulunan: ●Nükleer başlıklı füzelerini, ●Uçak gemilerini, ●İnsansız hava
gereçlerini, ●Savaş kontrol merkezlerini
a)Çalışmaz hale getirecek ve çok ucuza mal
edilecek teknolojik böcekleri
b)Silah mekanizmalarını çürütecek metalik
virüsleri
c)Fırlatılan füzeleri havada iken
yakalayıp tersine çevirecek elektromanyetik sistemleri:
1-Planlayıp yaptıklarını, 2-Bunları seri
üretime hazırladıklarını, 3-Proje aşamasından deneme safhasına kadar, hangi
süreçlerden geçtiğini gösteren video kayıtlarını 4-Ve bunların Kahraman
Ordumuzun özel yetkili birimlerine aktarıldığını özellikle vurgulamıştı.
Bu müjdeler, aynı zamanda; ülke ve bölge
şartlarının olgunlaşması durumunda, süper şeytani güçlerin burnunun kırılacağı
bir tarihi hesaplaşmanın yaşanacağının da ihbarı ve ihtarıydı.
İsra: 4-7
4-(Biz Ezeli kader programında ve Kur’an
da, İsrailoğullarıyla ilgili şu gerçeği bildik, haber ve hüküm verdik ki:
Gerçekten siz yer(yüzün) de iki defa (çok yaygın ve yıkıcı) bir fesat çıkaracak
(güce erişecek) ve büyük bir azgınlıkla kibirlenip yükseleceksiniz.”
5- Nitekim ilk vaid geldiği zaman, güç
ve şiddet sahibi kullarımızı üzerinize gönderdik de (sizi) araştırıp (buldular
ve yıkıma uğrattılar)
6- Sonra onlara karşı size tekrar 'imkan
ve iktidar verdik', (vereceğiz) servet ve öz evlatlarınızdan oluşan (gizli
cemiyetle) sizi destekledik, (destekleyeceğiz) (hükümet ve cemaatleri)
çoğunlukla size hizmetkar hale getirdik. (getireceğiz)
7- (Bu durumda) Eğer iyilik ve adalet
ederseniz, kendinize iyilik edersiniz, eğer kötülük ve zulme yönelirseniz, bu
da elbette aleyhinizedir. (Derken, büyük haksızlıklarınız ve fesatlıklarınız
nedeniyle) ahir dönemdeki (cezalandırma) vaadiniz geldiği zaman, birincisinde
girdikleri gibi, yine mescide (Kudüs ve İsrail’e) girip ele geçirdiklerini
'mahvu perişan etsinler ve sizi çok kötü duruma düşürüp yüzlerinizi yere
eğdirsinler' (diye mü’min kullarımızı yine üstünüze göndereceğiz.)
Ordusu aciz bırakılan bir toplum aziz
olamazdı! İşte TSK’ya yönelik psikolojik ve asimetrik savaş, bunun için
başlatılmıştı.
Türkiye’de; sistemli, sürekli ve dış
destekli bir ordu düşmanlığı ve TSK’yı karalama ve aciz bırakma kampanyası
yürütülüyordu. AKP’nin iktidara taşınmasının ve hala iktidarda tutulmasının
asıl nedenlerinden birisinin de, bu plana taşeronluk yapmak olduğu anlaşılıyordu.
Güneydoğu’daki her katliam ve kanlı olay
sonrası yandaş medyada hemen PKK’yı koruyup kollama çabası öne çıkıyordu. Bütün
vahşet ve cinayetlerin ardından “bu işi, TSK’nın yaptığı” algısı yaratılmaya
çalışılıyordu. Henüz olayın ne olduğu bile anlaşılmadan BDP yöneticilerinin
verdiği mesajlar ve PKK’yı yardım sevenler derneği gibi göstermeye çalışanlar
ağız birliği içinde, “PKK’yı aklamaya” uğraşıyor ve TSK’ya sataşıyordu.
Türkiye’de kasıtlı bir psikolojik harekat süreci sonunda, devletin ve özellikle
de TSK’nın terör örgütü gibi algılanmasını kolaylaştıracak bir psikolojik ortam
oluşturuluyordu.
ABD’nin yeni TSK planı:
a. Asker sayısı azaltılarak 250 bine
indirilecek
b. Zorunlu askerlik daraltılıp, ordunun
yüzde 80’i paralı (profesyonel) hale getirilecek
c. Genelkurmay Başkanı Savunma Bakanı’na
bağlanıp havası söndürülecek.
d. Milli duruşlu subayların bir kısmı
davalarla tasfiye edilecek.
e. Diğerleri yüksek ikramiyelerle
özendirilip emekli olmaları istenecek.
f. Kalan subaylar sözleşmeli pozisyona
geçirilecek.
g. Bütün subayların terfi ve tayinini,
uysallığına göre hükümet belirleyecekti.
İşte Rahmetli Erbakan, İslam dünyasına ve
insanlığa bu Siyonist şebekeyi tanıttığı ve Onun şeytani düzenini bozacak
tedbirleri aldığı için, sağlığında da, vefatından sonra da bütün şerlilerin ve
hainlerin hedefi yapılmıştı.
21 Şubat 2012 Konya Programıyla ilgili
canlı yayın görüntüleri ve münafık iftiracının o TV konuşması da bunun bir
devamıydı:
Bir katılımcı soruyor: 11 Eylül 2011 Pazar
günü SP Bursa İl Teşkilatında düzenlediğiniz toplantıda “Erbakan
Bey, zeki bir kişiydi, borçlarının evlatlarına kalacağını bildiği için davaya
ait bütün taşınmazları oğlunun ve damadının üzerine kaydetti” diyorsunuz.
Burada ise Erbakan’ın üstün meziyetlerinden bahsediyorsunuz. Bu yaptığınız
ikiyüzlülük değil mi ve sahtekârlık olmuyor mu?
İftiracı Başının cevabı: “O söylediğimde
gerçekti, bu söylediğim de gerçektir…”
Farklı bir katılımcı sesleniyor: “O
söylediğinin neresi gerçek! Cihat malını zimmetine mi geçirdi Hoca?”
İftiracı: Evet! (hemen lafını
değiştirip bağırarak)… Hayır! Hoca değil… Ama, Hoca’nın çocukları
zimmetine geçirdi! diye
iye kıvırıyor ve kinini kusuyor!
Daha sonra canlı yayın kesilerek reklâm
giriliyor ve bu soruları soran gençler apar topar oradakiler tarafından zorla
salondan çıkartılıyordu. Ve tabi bu iftiracı, bu sözleriyle ve binlerce Milli
Görüşçü önünde:
“Erbakan Hoca’nın cihat paralarıyla mal
mülk alıp kendi üstüne tapuladığını, ölünce de hepsinin miras olarak
çocuklarına kaldığını, şimdi Fatih ve Elif Erbakan’ın da bunların üzerine
yattığını” açıkça ilan ve iftira ediyordu… Yani “Hoca
bunları kendi üstüne tapu etmeseydi, çocukları da zimmetine geçiremeyecekti”
demeye getiriyordu.
* Bu tür münafıklar tarihin her
döneminde görülüyordu.
* Amerika’da yaşayan Yahudi asıllı
Saffet Bayramaşık, Siyonist lobilerce Erbakan Hocaya gönderiliyor, “Masonluk ve
İsrail aleyhtarlığından vazgeçmemesi ve aslen Yahudi olan ama zahiren
Müslüman-mücahit tanınan beş kişiyi teşkilata sokup, yüksek görevlere kabul
etmemesi” halinde partisinin kapatılacağı söyleniyor, kabul edilmeyince ertesi
gün Milli Nizam’a kapatma davası açılıyordu… Ama ne olduysa Selamet Partisine
12 Eylüle kadar dokunulmuyordu. Ve tabii bu tavizlerden Erbakan Hoca karlı
çıkıyor ve tarihi atılımlarına fırsat buluyordu.
Şimdi şunları sormak lazımdı:
1- İftiracı’nın iddiasına göre, Erbakan
Hoca cihat paralarını mala çevirip kendi üstüne yapmasaydı, bugün çocuklarına
miras kalmayacaktı. Çocuklarının ise, babalarından kalan mirasın nasıl
kazanıldığını bilmeleri ve hele Rahmetli babalarından şüphe etmeleri
imkânsızdı. O halde “bu mallara el konulmasın ve cihat paraları zayi olmasın
diye bunları güvenilir bir heyet yerine kendi üzerine alması” bile Erbakan için
oldukça yanlış ve yakışıksız bir davranış sayılmaz mıydı?
2- Hoca, hâşâ bu denli duyarsız ve tutarsız
bir insan mıydı?
3- “Nasıl olsa çocuklarım, davanın hakkını
gasp etmezler” diye düşünmüşse ve iddialara göre şimdi çocukları da bunları
vermediğine göre, Rahmetli Hocamız, öz evlatlarının bile karakterini
tanımayacak ve beytülmal konusunda bu denli tedbirsiz davranacak kadar saf
mıydı?
4- Tamamen iftira olarak hazırlandığı ve
çocukları üzerinden Hoca’nın suizan altında bırakılıp camiamızın kafasının
karıştırıldığı çok açık olan bu iddialar doğru ise, Oğuzhan Asiltürk sağda
solda fesat çıkarıp kin kusacağına, elinde de belgeleri ve şahitleri varsa,
dava parasını kurtarmak için hukuki yollara niye başvurmazdı?
5- Haydi O yalan uydurup iftira atıyordu,
peki çocukları niye bu haksız ve ahlaksız isnatları susturacak girişimleri bir
türlü başlatmazdı?
6- Ve Türkiye’deki marazlı ve
Masonik medya, Milli Görüş’e sızdırdıkları has adamı olan Oğuzhan’ın
yıpranmaması için mi, bu gelişmeleri uzun zaman duymazdan gelip gündeme
taşımamışlar, ardından da, şeytani bir kinle Erbakan Hocayı suçlamak için
kullanmışlardı? Kendisi evli olduğu halde ve yine resmen evli olan ve
kocasından ayrı yaşayan sekreterini alıp evine götüren dönemin Adalet Bakanı
arkadaşının bu uçkur kazasını da, malum medya niye haber bile yapmamıştı!?
Çünkü bunları yazmak, elbette Erbakan’ı zora sokardı, ama Milli Görüş’teki
kendi ajanları da deşifre olacaktı!
7- Şimdi iman, iz’an ve insaf ehli
söylesin: Bu aslı bozuk münafıklar, özel ve yabancılara kapalı bir mekanda
istişare mi yapmaktaydı, yoksa herkese açık bir ortamda ve milyonların izlediği
tv ekranlarında, Erbakan Hoca’ya ve çocuklarına iftira mı atmaktaydı? Hoca’yı
töhmet altında bırakan iddiaları yetmezmiş gibi, Oğuzhan Asiltürk’ün Erbakan’ın
çocukları biribirine karşı kışkırtıp mahkemelik olmalarına ve medya malzemesi
yapılmalarına yol açan bu Oğuzhan Asiltürk, Milli Görüş’e karşı nasıl derin bir
kin taşımaktaydı?
20 Mart 2012 tarihinde ÇAY TV. Bakış
Açısı programına katılan Genel Başkanın “üstadım” diye iltifat yağdırdığı
Abdurrahman Dilipak gibi şarlatanların; “cihat paralarıyla alınan malları
zimmetlerine geçirmekle suçlanan, Erbakan’ın çocuklarıyla ilgili, kasıtlı ve
saptırıcı soruları karşısında, Oğuzhan Asiltürk’ü aklayıcı hatta haklı çıkarıcı
tutarsız tavırları… Ve rahmetli Hocamızı töhmet altında bırakacak kaçamak
yanıtları.” Tam anlamıyla mide bulandırmakta ve kendisine umut bağlayan
gönüldeşlerimizi hayal kırıklığına uğratmaktaydı.Hayret ki hayret, bir etiket
uğruna bunca hakaret ve hıyanete nasıl sessiz ve tepkisiz kalınırdı?! Eh, ne
diyelim, Oğuzhan gibi lidere işte böyle bir gölge yakışırdı.
Nur Suresi:
11 - Doğrusu, uydurulmuş bir yalanla ve
iftirayla gelenler, içinizden sizinle birlikte davranan bir ekiptir; siz onu
(iftira olayını) kendiniz için (kötü) bir şer saymayın, aksine o sizin için bir
hayırdır. (çünkü bu tavırları, münafıkların tanınmasına ve ayrışmasına vesile
olacaktır.) Onlardan her bir kişiye kazandığı günahtan (bir ceza) vardır.
Onlardan (iftiranın) büyüğünü yüklenene ise daha büyük bir azab vardır.
12 –Onu işittiğiniz zaman, erkek mü'minler
ile kadın mü'minlerin kendi vicdanları adına hayırlı bir zanda bulunup:
"Bu, açıkça uydurulmuş iftira ve yalandır" demeleri beklenirdi!?
13 - (Bu asılsız ve kasıtlı
iddiaları ortaya atanlar, bunları ispatlamak üzere) Ona karşı dört şahitle
gelmeleri gerekmez miydi? Şahitleri getirmediklerine göre, artık onlar Allah
katında alçak yalancıların ta kendileridir.
14 - Eğer Allah'ın dünyada ve
ahirette sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, içine daldığınız
dedikodudan (ve bu iftiralara sessiz ve tepkisiz kalmaktan) dolayı size büyük
bir azab dokunuverirdi.
30 Aralık 2004 tarihli wikileaks
belgelerinde ve tutuklu iken esrarengiz biçimde ölüveren Kaşif Kozanoğlu’nun
cezaevi not defterinde İsviçre bankalarındaki 800 milyon doları bulunduğu iddia
edilen dindar kahramanın, bunca parayı nereden kotardığını sormayan AKİT’in
şarlatan yazarları “cihat parasını koruyor” kılıfıyla, rahmetli Hocanın 3-5
milyon liralık mal varlığının dedikodusunu yapıyordu. Oysa AKP yalakası ve
din istismarcısı bu sahte İslamcılar:
1. Recep T. Erdoğan’ın Milli Görüş gömleğini
niye çıkardığını?
2. Boynuna Yahudi Lobilerince niye cesaret
madalyası takıldığını?
3. Sn. Başbakan’ın Irak ve Libya’dan sonra,
şimdi Suriye ve nihayet İran ve Türkiye’nin parçalanmasını amaçlayan BOP’a,
kimler tarafından ve neyin karşılığı eşbaşkan atandığını?
4. Irak, Libya ve Suriye işgallerine ve
vahşetlerine, hangi gerekçe ile AKP’ye taşeronluk yaptırıldığını?
5. Zinanın, kumarın, domuz eti ve yağının,
hangi mazeret ve mecburiyetle serbest bırakıldığını?
6. Ahlaki ve ailevi tahribat konusunda, AKP
döneminde niye patlama yaşandığını?
7. AB ve ABD’nin güdümündeki bir dünya düzeni
içinde, kahramanlık rolü oynamanın ve İslamı siyonizmin aracı haline sokmanın
Kur’an daki karşılığını?
8. Ülkemizde tarım ve hayvancılığın nasıl
batırıldığını ve tüm fabrika ve stratejik kurumlarımızın nasıl yabancılara
satıldığını?
Bir tek sefer olsun, ciddiyet ve cesaretle
sorgulamış olsalardı; belki Rahmetli Hocayla ilgili tenkit ve tahriklerinde de
samimi olduklarına kanaat getirebilirdik. Ama hep “cerahata konan ve goncadan
uzak duran karasinek” misali, Erbakan’ın faziletlerini bile tenkit, ama
Erdoğan’ın acziyetlerini bile tebrik ederseniz, elbette siz itimat ve itibar
edilmez durumuna düşersiniz…
Hoca’nın 148 kilo altın değerinde mal
varlığı kalmıştır.
Rahmetli Erbakan’ın çocukları arasında
dava konusu olan mal varlığı tartışması 18 yıldır Türkiye’nin gündemine
taşınmaktaydı. Oysa Hocamız, 1994 yılında liderlerin mal varlığı tartışmasının
yaşandığı süreçte düzenlediği basın toplantısında mal varlığını tek tek
açıklamıştı. Erbakan, o günkü açıklamasında, söz konusu mal varlığını
sanayicilik ve öğretim üyeliği döneminde kazandığı gelirlerin birikimiyle ve
miras suretiyle elde ettiğini, bunların 148 kilo altına karşılık geldiğini
vurgulamıştı. İşte 1994’teki Erbakan’ın mal varlığı;
1. İstanbul Halıcılar caddesi’ndeki iki daire
(babadan miras) Sinop’ta 21 parça arsa ve tarla (anneden miras)
2. Ankara’da Güven Sokak’ta aynı apartmanda
130 ve 160 metrekare iki daire
3. Kazan’da yazlık kooperatifte arsa
4. İzmit Bahçecik’te kooperatifte 2 parsel
5. Balıkesir Altınoluk’ta 3 parsel
(parsellerden birinde prefabrik ev, diğerinin üzerinde iki bahçe evi)
6. Ankara Balgat’ta iki arsa üzerine yapılan
ev
7. 3 Adet otomobil (Opel Vectra marka ve 1993
model Mercedes 200 ve Mercedes 300)
8. Nakit olarak 421 bin dolar, 532 bin
İsviçre Frangı, 611 bin mark.
Bugün, hem doğrudan çocuklarına intikal
eden, hem de tedbir olarak başka kişiler üzerinde gösterilen toplam mal varlığı
da; Zaten ancak 148 kilo altın karşılığı olan 15 milyon TL. civarındadır.
Erbakan’ın Bosnalı mazlumlara yardımları:
Onbeş yıl kadar önce, Almanya’ya gelen
şimdiki RTÜK Başkanı Prof. Davut Dursun ve AKP milletvekili Prof. İrfan
Gündüz’ün, “Erbakan’ı ve Türkiye’deki parti davasını bırakın ve kendi
geleceğinizi kurmaya bakın”şeklindeki milli görüş bağlılarını Hoca’ya karşı
kışkırttıklarını görünce, fesatlıklarını ve haksızlıklarını yüzlerine vurup
susturmuştuk. İşte orada bunlara kapılan ve “Erbakan bizim
gönderdiğimiz paralarla Bosna kahramanlığı yapıyor.” Diyen bazı bölge
başkanlarına sormuştuk:
- Söyleyin bakalım, bugüne kadar, Bosna
‘ya yardım amaçlı, toplam kaç lira yolladınız.
- “Üç (3) milyon mark’tan fazladır.
- Peki, bu parayla bir salça fabrikası
bile kurulabilir mi?
- Elbette hayır…
- Oysa Bosnalı Müslümanlar, hem beş yıl
sürekli savaşmış, tarım ve sanatla uğraşamamış, ama bütün yaşama ve savunma
ihtiyaçlarının karşılanması yanında, 1-Tank ve zırhlı araç tamir fabrikası.
2-Mermi ve mühimmat fabrikası. 3-Uçak savar füze fabrikası kurmuşlardı.
- Bunların maliyeti yüz milyonlarca dolardı.
Ve önemli kısmını Erbakan Hoca ayarlamıştı.Sizin 3-5 milyon markınız
Bosnalıların bir yıllık ekmek şeker parası bile olmazdı.
· Mustafa
Tahhan’ın itirafları:
2012 yılında İstanbul’da yapılan
“Erbakan’ı anma” toplantısına katılan Dünya gençlik teşkilatı eski başkanı
Mustafa Tahhan:
“Ben size, Erbakan Hoca’nın Bosna
halkına ve İzzet Begoviç’e sağladığı çok büyük yardımları anlatsam hayretler
içinde kalırsınız.” Anlamındaki Arapça sözlerini,
partiyi kuşatan münafıkların tembihlediği kişi, ısrarlı uyarılara rağmen bu
önemli gerçeği maalesef Türkçe tercüme etmeyip atlamıştı.
Erbakan hoca’nın hangi ülkelerden hangi
ağır makineleri nasıl temin edip, Bosna’ya hangi yöntemlerle ulaştırdığını
İstanbul eski İl başkanı Osman Yumakoğulları’ndan dinlemek lazımdı.
Erbakan’ın Kaddafi üzerinden
Çeçenistan’a sahip çıkması:
1996’da Trablus’ta tertiplenen ve tüm dünyadan 600’den fazla
yüksek ilim ve gönül ehlinin katılımıyla gerçekleşen “TASAVVUFİ AHLAK VE MANEVİ
KALKINMA” konferansına katılmak ve bildiri sunmak üzere bizi Libya’ya gönderen
Erbakan Hoca, O sırada ambargolar yüzünden perişanlık çeken Kaddafi eliyle,
Çeçenistan mücahitlerine çok önemli miktarda yardım gönderilmesini ayarlamıştı.
Ve şunları hatırlatmıştı;
1- Mazlum ve Müslüman Çeçen halkının meşru
haklarını savunmalarına yardımcı olmak bir iman ve insanlık vazifemizdir.
2- CIA ve MOSAD’ın bölgeyi karıştırmak ve
Türkiye’yi zora sokmak niyetiyle, TALİBAN’cı ve VEHHABİ görünümlü kişiler
eliyle yaptırmaya çalıştığı provakasyonlara ise gelmemelidir.
3- Makul şartlar oluşursa, Rusya ile Çeçen
mücahitlerinin anlaşıp uyuşmasına destek verilmelidir.
Daha sonra 28 Şubat kışkırtmasına
hazırlık amacıyla, D-8 oluşumu için yaptığı Libya ziyaretinde, Kaddafi’nin
kışkırtılıp Erbakan’a karşı saygısız davranışlarını da yine CIA destekli
Türkiye masonları ve dışişleri elemanları tezgahlamıştı. (Bak. Ergün Diler.
Takvim Gazetesi – 28 Şubat 2012)
Kaddafi’nin kulağına 1995’te Malta‘da
Mossad ajanlarınca, katledilen Filistinli liderlerden Fethi Şikaki suikastinde
Erbakan’ın hükümet ortağı olan Tansu Çiller’in de parmağı olduğu yalanı
fısıldamıştı.
Şimdi BOSNA, ÇEÇENİSTAN, FİLİSTİN, Türki
Cumhuriyetler ve Çin Sincan bölgesi gibi milli direniş hareketlerine
yüzmilyonlarca dolarlık yardımları sağlayan, üstelik asla bunların reklamını
yapmayan ve siyasi rantına tenezzül buyurmayan bir Zatın, şimdi üç beş
milyonluk bina ve arsaya tenezzül edeceğini söylemek, ahmaklıktan öte
alçaklıktır.
Siyonizmi ve emperyalizmi tanımadan
yeterli tedbir alınamazdı.
Dünyamız artık küreselleşmiş, yani aynı
merkezlerden yönetilir hale gelmiştir. Görüntülü iletişim araçları ve internet
bağlantılarıyla sadece devletler, şirketler ve örgütler değil, çok uzaktaki fertler
bile kolaylıkla birbirine ulaşmakta, anlaşmakta ve ortak projelerini geliştirip
yürütebilmektedir. Bu son sistem teknolojik imkânlar, insanlığa önemli
fırsatlar sunduğu gibi, büyük tehdit ve tehlikeleri de beraberinde
getirmektedir. Rotary ve Lions benzeri Masonik organizeler ve küresel
merkezlerin güdümündeki sivil örgütlenmeler vasıtasıyla, farklı din, düşünce ve
kavimden bütün insan topluluklarını kontrol eden ve çeşitli kesimleri, ele
geçirdiği reisleri, liderleri, şeyhleri üzerinden yönlendiren SİYONİST odaklar,
CIA, MOSSAD, CFR ve Bilderberg gibi etkin kuruluşlarla HÜKÜMETLERE, MUHALEFETE
ve ülkelerdeki medyaya, yargı sistemine, polise ve silahlı kuvvetlere de tesir
edip tetiklemektedir.
* Yani ülke ve bölge politikalarını
etkileyecek, halkların eğilim ve tercihlerini değiştirip dönüştürecek ölçekteki
kurumlar arası sertleşme ve restleşmelerin, cemaatle Hükümet didişmesinin öyle
basit rekabet ve bahanelerle meydana geldiğini düşünmek ve küresel güçlerin
bölgesel ve evrensel projelerini ve stratejilerini göz ardı etmek, sonunda
bilmeden onlara figüranlık etmekten başka sonuç vermeyecektir.
Bugün yeryüzündeki: Kökenleri,
kültürleri, tarihi birikimleri, dinleri ve mezhepleri birbirinden oldukça
farklı milyarlarca insanın:
* Meşrubat olarak neleri içeceğine
* Hamburger ve cips olarak ne yiyeceğine
* Ayakkabıdan pantolona, mayosundan
kabanına kadar erkek-kadın herkesin ne giyeceğine
* Hangi hastalığın hangi ilaçlarla
tedavi edileceğine
* Hangi şarkıların dinlenip, hangi
filmlerin, hangi çizgi filimlerin, hangi porno rezaletlerin izleneceğine
* Hangi markaların reklâm edilip hangi
firmaların iflas edeceğine
karar veren 13 (on üç) Yahudi ailesini,
yani Siyonizm gerçeğini ve
bunların güdümündeki ABD ve AB’nin kuruluş ve işleyiş biçimini bilmeden,
Türkiye’mizdeki ve bölgemizdeki gelişme ve çekişmelerin perde arkasındaki
gerçek nedenlerini fark etmemiz ve milli siyaset ve stratejiler üretmemiz
hayaldir. Böyle bir dünya düzeni içerisinde, milliyetçilik taslamanız da,
sosyalistlik yapmanız da, İslamcılık oynamanız da, kendinizi ve çevrenizi
kandırmaktan öteye geçmeyecektir. İşte canlı örnek: 12 Eylül darbesine,
solcular karşı, sağcılar karşı, İslamcılar karşı, ulusalcılar karşı, masonlar
karşı, sabataycılar karşı…
Allah Allah!.. Ya 12 Eylül ABD’yi
aldatarak yapılmış, sonuçları milli olan bir harekettir… Veya bu müdahillerin
hepsi Millicidir!?
* Bakınız 300 milyonluk ABD’deki Yahudi
nüfusunun sadece 3 milyon olduğu söylenir, yani yüzde birdir. Ancak Amerikan
tarihinde ve günümüzdeki Devlet Başkanı, Bakan, Vali ve Belediye Başkanı, CIA
ve FBI Başkanı, Kuvvet Komutanı ve Genelkurmay Başkanı, IMF ve Federal Reserve
(Amerikan Merkez Bankası) Başkanı, en büyük ve uluslar arası bin (1000) büyük
holdingin sahibi ve başkanı, büyük medya patronları, yüksek yargı ve bürokratik
makamları işgal eden Yahudi ve Yahudi dönmesi kişilerin diğer ABD
vatandaşlarının en az yüz katı olduğu görülecektir.
* Şimdi nüfusun yüzde birini teşkil eden
bir kesim, ülke yönetiminde, üst düzey mevkilerde, şirket ve holdinglerde
diğerlerinin tam yüz misli oranda etkin ve yetkin bulunuyorsa, bunu sadece
tesadüfle veya Yahudilerin üstün yetenek ve gayretiyle izah etmek safdilliktir.
İşin gerçeği, nice yüzyıllar boyu süregelen ve din olarak Kabalist düşüncelerle
şekillenen bir Siyonist Yahudi organizesi, ABD’nin fikri ve fiili DERİN
DEVLETİDİR.
* Yahudiler olağanüstü kabiliyet ve
meziyetlere sahip olduklarından değil, ama inanç haline getirdikleri şeytani
emelleri uğrunda; sürekli, sistemli, organizeli, disiplinli ve her türlü esbaba
riayetli biçimde ve nesilden nesile geçen gizli ve kirli öğretiler sayesinde,
binlerce yıl sonra bile olsa dünyaya hâkimiyet hedefine, resmen değil ama
fikren ve fiilen erişmişlerdir. Ancak bu onların yenilmez ve asla baş edilmez
oldukları anlamına gelmemektedir. Bu birkaç bin sene içerisinde, mesela Türkler
ve özellikle de İslamiyet’le birlikte en az beş tane dünya çapında imparatorluk
kurabilmiştir ve işte Anadolu Selçuklu ve Osmanlı varisi Türkiye Cumhuriyeti
bin yıldır devam etmektedir. Ama Yahudilerin 4 bin sene sonra ancak
kurabildikleri İsrail’dir, onunda akıbeti bellidir.
Bu çağdaş Firavunluk Düzeni, şöyle
ayarlanmıştı:
* 6 milyar insanın her biri küresel
tefecilere, Rockefellerin başında bulunduğu 300 Yahudi ailesine her yıl 1200
dolar- toplan 7 trilyon dolar, faiz vergi ve rüşvet ödemek zorundaydı.
* Herhangi bir ülkede rasgele bir
marketten alınan her eşyanın üçte biri gizli faiz olarak Siyonistlerin kasasına
akmaktaydı.
* Her uçak biletinin % 10 IATA eliyle,
her gemi biletinin % 9’u LOYD vasıtasıyla, her para transferinin % 1’i sömürü
tekeline aktarılmaktaydı.
* Her 10-20-50 yıldaki büyük krizler,
milli servet ve şirketlerin, Siyonist Yahudilerin eline geçmesiyle
sonuçlanmaktaydı.
* Bugün Avrupa’daki krizlerin arkasında
da Bilderberg, CFR, Triterial komisyon ve Goldman sachs gibi küresel Yahudi
kuruluşları vardı.
A- Yeni Yunanistan Başbakanı Lukas,
triterial komisyon üyesi- Yahudi kökenliydi
B- Yeni İtalyan Başbakanı Mario Monti aynı
kuruluşun üyesi- Yahudi kökenliydi
C- Estonya Devlet Başkanı Toomas Hendrik
aynı kuruluşun üyesiydi.
D- Dünya Bankası Başkanı, Robert B. Zoellick aynı Siyonist kuruluşun üyesi ve
Yahudiydi
E- Bunların hepsi ve dahi bizim meşhur Kemal Derviş’imiz ABD, Yahudi sermayeli
Goldman Sachs Bankın hizmet görevlileriydi…
Bunların hepsini tesadüflerle izah etmek
akıl karı değildir. İşte bu gerçekleri dile getirdiği ve “Havuz sistemi,
D-8’ler” gibi milli tedbirler geliştirdiği için Erbakan Hükümeti 28 Şubat
tertibiyle devrilmiştir.
Son pişmanlık!
Şimdi 28 Şubat sürecindeki, saldırı ve
soytarılıklarından pişmanlık duyarak; “keşke Milli Görüş ve Erbakan’ı doğru
tanısaydık! Keşke o günler yaşanmasaydı! Milli Görüş’ün emperyalizmle
mücadelesi iyi anlaşılsaydı” diyen Osman Özbek yine de Fetullahçılardan
tutarlıydı.
Ali Ünal’ın Kargaları Bile Güldüren F.
Gülen Savunması
Sonraki yıllarda cemaat yazarları,
takiyye ve kıvırma sanatının her türünü kullanarak 28 Şubat ayıbından aklanmaya
uğraşıyordu. Örneğin Ali Ünal, 3 Temmuz 2006 tarihli Zaman’da, isim vermeden
Milli Çözüm Dergisinin bir sorusunu şöyle yanıtlıyordu: “28 Şubat’ta ordu
yanlısı bir tavır takınan Fethullah Gülen, neden şimdi Şemdinli ve birbiri sıra
patlak veren çeteler hadisesinde özgürlükçü bir tavır ortaya koyuyor?” diye
soruluyordu. Oysa bu iki tavır arasında Hocaefendi’nin bir çelişkisi
bulunmuyordu. Darbelere her zaman karşı olmuş olan Hocaefendi, 28 Şubat
sürecinde Erbakan’ın uyumsuz hareketlerinin darbe sebebi teşkil edeceğini
gördüğü için, muhtemel bir müdahaleyi önlemek maksadıyla hükümetin çekilmesini
istiyordu.”
Yani Fetullah Gülen, darbe olmasın diye Erbakan’a karşı TSK’yı destekleyip 28
Şubat’a arka çıkıyormuş!... Vay anasını be, Fetullah Gülen meğer ne kadar ince
ve derin düşünüyormuş!
Peki, Fetullahcılara dokunan niye
yanıyordu? Hatta bazı bakanlar, işadamları, yazarlar ve Milletvekilleri niye
Recep T. Erdoğan’ın değil de Fetullah’ın tarafında yer alıyordu? Çünkü ABD’nin
ve Yahudi lobilerinin, Başbakandan ziyade Fetullah’ın arkasında olduğunu herkes
biliyordu. Yani herkes cemaat bahanesiyle Amerikan tanrısına tapınıyordu.
Atatürk’ü dinsizlikle suçlayanlar
“Askere Din Kitabı”nı okumalıdır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında hazırlanan,
dönemin GKB. Mareşal Fevzi Çakmak tarafından övgülü bir önsözü yazılan ve
Diyanet İşleri Başkanlarından büyük alim Ahmet Hamdi Akseki Hocamızca
hazırlanan, “ASKERE DİN KİTABI”; Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığı sürecinde, bütün
askeri birliklerde ders kitabı olarak okutulmuştur. Çünkü Atatürk imansız ve
İslamsız bir milletin ayakta kalamayacağını ve hele maneviyatsız bir askerin
düşmanla savaşamayacağını, vatanını ve halkını hakkıyla savunamayacağını
bilecek kadar akıllı, inançlı ve şuurludur.
Ahmaklık; Çelişkilerin Farkına Varmamaktır!
AKP’nin 4+4+4 diye gündeme getirdiği ve
haftalarca kamuoyunu meşgul ettiği, yeni eğitim sistemi tartışmasıyla, asıl
amaç:
1.Sözde “İmam – Hatiplerin orta kısmını
açacağız” bahanesiyle, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersini mecburi olmaktan
çıkarmak
2.İleride Özerk Kürdistan’ın resmi eğitim
dili yapılmasına yasal zemin hazırlamak üzere “Kürtçeyi seçmeli ders” olarak
okutmaya başlamak
3.“Dindar AKP’ye karşı, kindar CHP’nin
laiklik kavgası” ile toplum oyalanırken, BOP çerçevesinde Irak ve Libya gibi
parçalanmaya hazırlanan Suriye müdahalesini meşrulaştırmak.
4.BDP’lilerin ve Suriyeli muhaliflerin
itiraf ettikleri üzere, Suriye’de bir Kürdistan bölgesi oluşturmak.
5.Ve nihayet, Barzani’nin açıkladığı gibi,
Türkiye’de de federatif Kürdistan’ı kurduktan sonra; Suriye, Irak, İran ve
Türkiye parçalarını birleştirip BÜYÜK Kürdistan hedefine ulaşmaktır.
İnsana verilen AKIL; “şunlar
doğru ise şunlar da doğrudur, bunlar yanlış ise bunlar da yanlıştır” şeklinde
bir mukayese ve muhakeme (karşılaştırma ve uygun karar alma) hassasıdır.
İyilikle kötülükleri, adaletle zulümleri, yararlı şeylerle zarar verenleri,
güzellikle çirkinlikleri birbirinden ayıramayan, temyiz ve doğru tercih
yeteneği bulunmayan insan, Kur’an’a göre aynı hayvan ayarındadır.
Her şeye rağmen tarihi hesaplaşma
kaçınılmazdır ve bu sefer tarihi kötüler değil, iyiler yazacaktır. Aziz
Hocamız’ın: “ya dünyaya hükmedeceksiniz veya bir kasabayı bile
değiştiremezsiniz.” Vasiyeti yerini alacak ve Adil Düzen mutlaka
kurulacaktır.
Batı sözden anlamıyor, onlara caydırıcı güç gerekiyor!
Haberi Oku*** Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamızın En Kapsamlı Video Arşivi ***
Haberi OkuERBAKAN HOCAMIZLA AHMET AKGÜL ÜSTADIMIZIN İLGİNÇ ANILARI
Haberi Oku