ERBAKAN'I YABAN ANLADI, ŞABAN ANLAMADI
Cevat Gündoğdu’nun
anlattığı bir hatıra:
“2006 yılının Ağustos
ayında Hocamı Altınoluk’ta ziyarete gittiğimizde, Almanya’dan 27 kişilik Milli
Görüş Gençlik Kulübü ziyarete gelmişti. Yakışıklı uzun saçlı bir delikanlı,
Hocamıza okulu bitirdikten sonra tezini hazırlamak için ABD’ye gittiğini söyledi.
Tezinin konusunun siyasi içerikli olduğundan bahsetti ve şunları ekledi:
-“Osmanlı’dan
Cumhuriyet dönemine kadar, padişahları, Mustafa Kemal’i ve diğer cumhurbaşkanı
ve başbakanları inceleyip tezimi jüri kuruluna teslim etmiştim. Birkaç gün
sonra danışmanım olan bilgin Profesör beni çağırdı ve “tezinde çok önemli bir
kişiden, başbakanlık yapmış çok ilginç bir şahsiyetten bahsetmemişsin” diyerek
Sizi çok farklı yönlerinizle ve takdirle nakletti. Gerçekten hayretler
içerisinde kalmış idim” diyerek Hocamın Avrupa ve Amerika’daki bilim
adamlarının nasıl anladığını bir kez daha itiraf etmişti.
Aziz Hocamız Samsun il
yönetimine şunları anlatmıştı:
-“Arkadaşlar vaktiyle
biz Hanefi Mezhebi’nin en önemli fıkıh kitaplarından biri olan Mülteka’yı
okurken, av ve avcılık bahsinde şunları öğrendik. Avcı avını gördüğü zaman,
besmeleyi çeker ve tetiğe basar. Avı vurduğunu hissederse, köpeğine tiyo verir,
köpek gider avı yakalayıp getirir. Avcının köpeğin avı nasıl getirdiğine
bakması farzdır. Dudakları ile mi götürdü yoksa dişleri ile mi götürdü? Eğer
dudakları ile götürdü ise, onu sahibi için getirmiştir. Eğer dişledi ise, ona
salyasını akıttı, kendi nefsi için tutuvermiştir. Eğer ısırdığı için hala
ölmemişse, hemen orada besmele ile yeniden kesilir ve o zaman helaldir, sadece
o ısırdığı yer kesilir köpeğe verilir. Ama eğer ısırdığı için öldü ise, o zaman
o murdardır yenmez” dedikten sonra sözü eğitime getirdi:
“Şimdi ben size ne
anlatıyorum? Bulunduğumuz ve imtihan olunduğumuz makamlar ve imkânlar
emanettir, bunları ısırarak salyamızı bunlara akıtıp murdar etmeyelim. Makamlar
emanettir, bunlar gelip geçicidir. Bizim sahibimiz Rabbimiz ve davamız için
kullanmamız gereken şeylerdir. Bunları ısırarak, bunlara salyamızı
karıştırarak, hem kendimizi helak ederiz, hem de peşimizden gelenleri,
arkamızdakileri helak ederiz” derken Hoca’nın gözlerinin yaşardığını
hatırlıyorum.
1986 yılının
sonlarıydı. Erbakan Hocamızla beraber Mekke-i Mükerreme’ye gitmiştik. Kâbe’nin
imamları ve Ümmül Kura Üniversitesi’nin önemli profesörleri ki, bunların
içerisinde Prof. Muhammed Ali Sabuni ve Prof. Muhammed Kutup da
bulunmaktaydı. Bir evde toplandık, takribi 250-300 kişi vardı. Hocamız orada
bir konuşma yaptı ve: “(Hak ve adaleti hâkim kılmak için yapılan
fikri ve siyasi) Cihad farzının edasının şartları nelerdir?” diye
bir soruyla başladı. Sonra Müslümanların cihadı unuttuklarını, cihadın edasını,
cihadın farzlarının şartlarına göre yapmadıklarını, zan ve heyecanla
oyalandıklarını beyan edip ardından da üç saat cihadı anlattı. Biz daha sonra
1990’da Prof. Muhammed Kutup’u Mekke’deki evinde ziyaret ettik.
Yanında Dursun Ali Düzenli de vardı. Bana dedi ki:
-“Biz cihadın edasının
farzlarını Erbakan’dan öğrendik ve ilk defa duyduk. Biz o zamana kadar cihadın
merhalelerini ve gereğini sadece biliyorduk. Ama bir usule göre düşünüp de,
cihadın da edasının farzları olabileceğini ve cihadın ilmihalini tasavvur
edemiyorduk. Ama Erbakan Hoca bize cihadın tarifini, cihadın özelliklerini ve
cihadın edasının farzlarını anlatınca hayretler içinde hayran olduk.”[1]
D-8 sadece
Antiemperyalist değil; ilmi, insani ve İslami bir girişimdir!
Erbakan Hoca'nın, son
birkaç asırdır Emperyalizmin, yani ırkçı Siyonizm’in ve her yönden dünyaya hâkim
olan şeytani güçlerin, kontrolü dışında ve onlara rağmen başlatıp başardığı D-8
oluşumunun güya “antiemperyalist bir yapılanma olmadığını ima etmek için” bu
soruyu soran kimse:
a) Ya çok cahildir…
Dünyada olup bitenlerden habersiz ve ilgisiz birisidir.
b) Ya çok gafildir…
Kimin ne yaptığını, neyi amaçladığını ve bunların karşısına kimlerin ve hangi
maksatla çıktığını araştırmaktan ve anlamaktan acizdir.
c) Veya bu soruyu
soran kimse, acınacak derecede akıl fakiridir. Çünkü sorulan sorular aynı
zamanda “akıl ve anlayış seviyesinin göstergesidir”.
d) Yahut, bir gerçeği
bile bile gizlemek, hakikati ters yüz etmek ve başka türlü göstermek isteyen
bir kötü niyetlidir ve haset (kıskançlık) ehlidir.
e) Yahut; “D-8'ler
antiemperyalist bir oluşum mu?” sorusu, bu tarihi ve talihli girişimi
küçümsemek, önemsiz göstermek, söz konusu etmeye değer bulmuyoruz havası vermek
için sorulmuş olabilir ki, bu “ulaşamadığı üzüme “daha koruk” diyen tilki”
çaresizliğidir. Ve bütün bunlar, ilim erbabına yakışmayan, sorumluluk duygusuyla
bağdaşmayan, Vatan sevdasıyla ve dava adamlığıyla uyuşmayan, vicdani dürüstlük
ve olgunluğa sığmayan talihsiz tepkilerdir
Beyler “Antitez”
sadece bir reaksiyondur; bize aksiyon gerektir… “sentez” ise kolaycılık ve
kopyacılıktır; milli şuur sahipleri “tez” üretmelidir. İşte Milli Görüş, Adil
Düzen, teorik olarak birer orijinal tez'dir. Tamamen Milli, yerli, ilmi, insani
ve de İslami yeni bir medeniyet projesidir. Ve bunlar D-8'ler ile bizzat
pratiğe dökülmüş gerçeklerdir.
Ancak Erbakan gibi
dahi bir liderin, çok yüksek bir feraset ve örnek bir cesaretle başarabileceği,
öyle hayali ve hamasi değil, fiili, resmi ve hakiki bir oluşum olan, bütün alt
yapısı, teşkilat çatısı ve iş bölümü programları hazırlanan; üç yüz senedir
emperyalizme rağmen kurulan ilk, tek ve gerçek oluşum sayılan D-8'lerin,
antiemperyalist olup olmadığını;
1- Gidip İsrail'den
sorup anlayın.. Sabataist Çevik Bir'leri, bu girişimin mimarına karşı nasıl
kullandıklarını öğrenmeye bakın… Bize inanmıyorsanız Yalçın Küçük'ün “Gizli
Tarih”inin 281. sayfasını karıştırın.
2- D-8'lerin
antiemperyalist olup olmadığını, siz ABD ve Yahudi lobilerinden öğrenmeye
çalışın… Çünkü “rakip düşmanların itirafı en sağlam kanıttır”, unutmayın…
Hiç değilse TESEV'in hazırlattığı Türkiye-İsrail ilişkileri
kitabında Erbakan'la ilgili bölümleri araştırın.
3- D-8'lerin ve
Erbakan Hareketi'nin antiemperyalist olup olmadığını, Haçlı emperyalizminin
kalesi ve Siyonizm’in kuklası olan AB yetkililerinden sorup öğrenin ve aklınızı
başınıza alın…
Bazı saptırıcı Ulusalcıların ve
istismarcı İslamcıların “D-8'ler hareketi antiemperyalist bir girişim
midir?” sorusu:
“1974 Kıbrıs
çıkarması, antiemperyalist bir girişim miydi?”, “Filistin intifadası,
antiemperyalist bir hareket midir?”, “Mazlum Irak halkının, işgal ordularına
karşı mücadelesi, antiemperyalist bir direniş midir?” sorularından çok daha
şaşırtıcı ve yürek yaralayıcı gelmektedir.
Tekrar ve açıkça
soruyoruz, uyarıyoruz ve herkesi sorumluluğa çağırıyoruz:
Öyle sadece ülkemizin
ve insanlık âleminin mevcut sorunlarını ve sıkıntılarını, malum ve mel'un
güçlerin saldırılarını papağan gibi tekrarlayıp durmak ve slogandan öteye
geçmeyen boş teklif ve temennileri sıralamakla asla ilim erbabı ve dava adamı
olunmaz… Erbakan Hoca'nın ilimi ve insani program ve oluşumları dışında, kimin
ne türlü projesi varsa, ortaya koysun ki, bunları karşılaştırma ve doğru karara
varma imkânı bulalım… Siyonist güçlerin ve içimizdeki sağcı-solcu hain
işbirlikçilerin asıl korkuları, başından beri Erbakan'dır ve Onun onurlu
amaçları ve olumlu programlarıdır. Bu masonik ve münafık çevreler Erbakan'ın
kontrolü dışında; İslamcı hatta şeriatçı bir MSP’ye bile hazırdı ve razıydı. O
tarihlerde Hürriyet Gazetesi, şöyle bir manşet atıyordu: “Ya Erbakan,
Ya MSP” Yani bu: “Erbakan'ı dışlayın, MSP'yi kurtarın” mesajıydı!
MSP’nin 1977 Genel Kongresi öncesinde Türkiye'nin tirajı yükseltilmiş, bununla
orantılı olarak malum sermaye çevrelerinin sözcülüğünü ve dahi gözcülüğünü
üzerine yüklenmiş olmakla tanınan gazetesi Hürriyet şöyle bir manşet çekmişti: “Ya
Erbakan, ya MSP..” İşte korkut Özal gibi marazlıları bu
manşetler ayaklandırmıştı.
Bir manşet haberdi bu,
ama öyle bir manşet haberiydi ki, adeta manda pisliği iriliğinde harfler
kullanılarak verilmişti. Sadece sermaye çevrelerinin değil, batı dünyasının da
muteber gazetesi, manşetinin altında “Cumhuriyet Başsavcılığı'nın MSP
lideri Erbakan'ın yaptığı bazı konuşmalar hakkında soruşturma yürüttüklerini,
dosyayı Yargıtay Ceza Dairesi'ne gönderdiklerini, eğer Yargıtay dosyayı yerinde
görür ve MSP ile Erbakan'ın savunmasını da reddederse, Parti'nin kapatılması
için Anayasa Mahkemesi'ne gidileceğini” yazıyordu. Peki
“Saptanılan” neymiş? Cumhuriyet Başsavcısı'nın iddiasına ve gazetenin yazdığına
göre, MSP ya Erbakan'ı partiden ihraç edecek veya kapatılmayı göze
alacaktı. Başsavcı Akdoğan bu iddianın muhteviyatını aynı gazeteye
verdiği bir demeçte şöyle özetliyordu:
“MSP Genel Başkanı
Necmettin Erbakan hakkında 11 Aralık seçimlerinden önce Urfa'da ve TRT'de
yaptığı konuşmalar açısından harekete geçilmiştir. Bu konuşmada Erbakan, bizim
saptadığımıza göre laikliğe ve Siyasal Partiler Kanunu'na aykırı sözler
etmiştir!.”
Rahmetli Erbakan ise
bunlara şöyle cevap veriyordu:
Buna mukabil
haberlerin ertesi günü, MSP lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan TBMM'de bir
basın toplantısı yaparak: “Allah demeyi suç saymak ve inançlı
insanlarımıza sataşmak artık asla mümkün değildir” diyordu.
Erbakan, basın toplantısında özetle şunları söylüyordu:
Laiklik nedir?
“Savcılığın bu
girişimi Türkiye'de temel insan hakları ve özgürlükleri ve demokratik rejimin
mevcudiyeti hususunda dünya kamuoyunu derin şüphe ve tereddüde sevk edecek
mahiyettedir. Bu münasebetle, bütün vatan sathındaki teşkilat mensuplarımızın
ve Milli Görüşe bağlı gönüldaşlarımızın hadiseyi sükûnetle takip etmelerini ve
tahriklere kapılmamalarını önemle rica ederim''
MSP lideri daha sonra
basın mensuplarının suallerini cevaplandırırken, kanunlarda icap eden
değişikliklerin yapılarak, laikliğin yanlış yorumlardan kurtarılması
gerektiğini, temel hak ve hürriyetleri teminat alan kesin sınırların
çizilmesinin icap ettiğini belirtiyor ve “Atatürk ilkelerinidinsizlik
manasında kullanmak kimsenin hakkı değildir. Ve yine Laikliği dinsizlik
manasında kullanmak kimsenin haddi değildir” uyarısını yapıyordu.
Erbakan konuşmasını
şöyle bitiriyordu:
“Laiklik; bir insanın
kendi inancının gereğini rahatlıkla yapması ve yaşamasıdır. Gerçek laiklik
inanç ve vicdan hürriyetinin teminatıdır. Laikliğin matematik tarifi budur.
Yani inancınızı açıklarsınız, gereğini yaparsınız; ancak bu inancınızı
başkasına zorla dayatamazsınız.. Bu sebepten dolayıdır ki bir insan Allah
dediği zaman, İslam’ın gereklerini yerine getirdiği zaman, kalkıp da “niye
Allah dedin?” diye sorgulamak ve bu konuda baskı yapmak, asıl laikliğe
aykırıdır. Herkes inancını rahatlıkla konuşmalı ve yaşamalıdır. “Aksi halde
biz, inandığımız yolda yıldırım olmasını da biliriz. Bu aziz vatanda 50 milyon
şehit verdik, bu vatan üzerinde yaşayan insanlar rahat Allah desinler diye!
Bunu teminat altına almak ölünceye kadar vazifemizdir, hiç kimse önümüze çıkamaz.”[2]
Emperyalistlerin
karakolu mason localarının AP için hazırlattığı rapora göre:
“MSP parçalanır,
MHP'nin desteği de alınırsa, AP 236 milletvekili çıkartır” denilerek, tek
korkularının Erbakan olduğu vurgulanmıştı. AP Genel Başkan Yardımcılığınca
hazırlatılan, “1977 milletvekili genel seçimi sonuçları
değerlendirilmesi” başlıklı raporda, “AP'nin, MHP'nin
desteğini sağlaması halinde milletvekili sayısını 209'a, MSP'nin tamamen
parçalanması ve MHP'nin bazı illerde desteğinin sağlanması halinde 236'ya
çıkartacağı” görüşü savunulmaktaydı. Yani hedef Erbakan'dı. O
tarihlerde AP Sakarya milletvekili Nuri Bayar'ın başkanlığında bulunduğu
propaganda ve haber alma işleriyle görevli Genel Başkan Yardımcılığınca Mehmet
Sokulu adında bir uzmana hazırlatılmıştı. “Hemen hemen bütün illerde
MSP'nin parçalanmasının önerildiği raporda, bazı iller için yapılan
değerlendirmelerin ve getirilen önerilerin özetleri yer almaktaydı.”[3]
Ama daha sonraları
şeytanı bile utandıran yalanlar ve gerçeği çarpıtan kitaplar yazılacaktı:
“Necmettin Erbakan'ın
Milli Nizam Partisi komünizme de Siyonizm’e de karşıyız diye ortaya çıkmış ve
komünizmin odağı olarak Sovyetler'i, Siyonizm’in odağı olarak Avrupa
Topluluğu'nu tanıtmıştır. Sovyetler'i komünist olarak damgalamak doğaldır,
çünkü onlar kendilerini komünist olarak nitelendirmektedirler zaten. Ancak
Avrupa Topluluğu'na özellikle de 1969-1970'lerde Siyonist demek gerçekten büyük
bir çarpıtmacadır. Çünkü 1967'de patlak veren Arap-İsrail Savaşı Avrupa
ülkeleri İsrail'e karşıt Araplardan yana bir tutum takınmışlardır. Ayrıca, çok
değil MNP'yi kurmadan 1 yıl kadar önce Erbakan Odalar Birliği Başkanıydı ve
hazırlayıp bastırdığı raporda, Avrupa Topluluğu'nu överek, ateşli bir söylemle
Türkiye'nin Avrupa Topluluğu'na girmesini savunmuşlardır.”[4] Evet böylesi asılsız isnat ve
iftiralarla; “çamur atılsın, tutmazsa izi kalsın” metodu
uygulanmış, Cengiz Özakıncı da Erbakan’ı karalama kampanyasına katılmıştı. Oysa
Erbakan’ın AB’yi savunduğuna ve Avrupalıların İsrail’e karşı Arapları
savunduğuna kargalar bile inanmayacaktı.
Ve nihayet ESAM'ın
tarihi toplantısında çağın Fatihi, dönüşüm projelerini açıklamıştı.
27 Mayıs 2006’da
İstanbul Ali Sami Yen stadında muhteşem bir katılım ve coşkuyla kutlanan İstanbul'un
Fetih yıldönümü şöleninden bir gün sonra: Grand Cevahir Kongre Sarayında ESAM
tarafından düzenlenen ve İslam dünyasından yüzlerce devlet adamı ve ilim
erbabının katılımı ile gerçekleşen “Müslüman Toplulukları ve sorumlulukları”
konulu ilmi konferansta Çağımızın Fatihi;
• İslam dünyasının ve
insanlığın temel problemlerini ve sebeplerini,
• Kurtuluş çarelerini
ve çözüm projelerini,
• Bunlarla ilgili yeni
fikir önerilerini, fiili tatbikat örneklerini ve başarılı pratiklerini, çok
akıcı bir dille ve çarpıcı misallerle anlatmıştı ve bunlar Milli Çözüm
Dergimizde yazılmıştı:
Pilotsuz uçaklar:
Baykar makine sanayi
ve teknoloji araştırma şirketinin ürettiği pilotsuz uçaklar uzaktan kumanda ile
uçurulmuş ve istenilen hedefe ulaştırılmıştır. Simülatör sistemiyle, bu
uçakların kendisine zarar vermeden çok çeşitli denemeler rahatlıkla
yapılmıştır. Bütün bunlarda seri imalat safhasına gelinmiş durumdadır. Her
türlü silah ve teknolojik araç ve gereçler üretilip savunma ihtiyaçlarımız için
hazırlanmıştır. Bütün bu özgün başarı ve birikimler, şanlı ordumuzun hizmetine
sunulmuş bulunmaktadır.
a- Pilotsuz uçakların
ve her türlü bilgisayarlı araç gereçlerin,
b- Duvardan, kapıdan,
mayınlı ortamdan, tel örgülü ve elektrikli manialardan aşan ve hedefine ulaşıp
görevini yapan yürüyen teknolojik böceklerin,
c- Ulusal ve
uluslararası her türlü stratejik konuşma ve yazışmaları dinleyecek ve
değerlendirecek, ama kendisi asla çözülmeyecek son sistem iletişim aletlerinin,
d- Bilgisayar
sistemlerini, teknolojik projeleri, hıyanet ve saldırı girişimlerini, çok özel
ve gizli casusluk şebekelerini takip ve tahrip edici, sentetik ilaç kapsülleri
benzeri, uzaktan kumandalı ve fark edilmesi imkansız; bir nevi “suni cin”
modellerinin:
e- Tasarım ve proje
başlangıçlarını, f- Model ve deneme safhalarını, g- Seri üretim ve geliştirme
aşamalarını gerçek ve örnek video çekimleriyle gösteren tanıtım filmi, hayret
ve hayranlık uyandırmış ve:
“Ahir zamanda ve Hz.
Mehdi'nin Deccal'a karşı kutlu savaşında “barut ateş almayacak, silahlar
patlamayacak” mealinde müjdelenen haberlerin nasıl hakikat olacağı
böylece ispatlanmıştır.
Elbette bu kutlu
gerçeklerin ve mutlu gelişmelerin, İsrail de farkındaydı ve telaşındaydı. O
dönemde Hizbullah'ın kullandığı ve İsrail savaş gemilerini batırdığı ve
Siyonistlerin paniğe kapıldığı pilotsuz uçakların nereden geldiğini ve asıl
sahibini tanımaktaydı.. Ama maalesef bizim yazarlarımız bile bunlara inanmakta
zorlanmakta ve şunları yazmaktaydı:
Müslümanlar bu
teknolojiye sahipse! (Onların sonu yaklaşmıştı)
Hizbullah direnişi
karşısında hem şaşırıp hem de apışıp kalan sadece İsrail sanılmamalıydı!
İsrail'e destek veren tüm ülkeler allak bullak olmuşlardı! Bir türlü
frenleyemedikleri İsrail yönetimi yüzünden dünya kamuoyunun giderek
Müslümanlara hak verir hale gelmesinin önüne geçebilmek için hemen bir kuyruklu
yalan daha uydurmaya başlamışlardı. İsrail vahşetini ancak böylesine kuyruklu
bir yalan ile örtbas edebileceklerini düşünen İsrail dostları “Müslümanların
İngiliz uçaklarını havada infilak ettirerek binlerce kişinin ölümüne sebep
olacak hazırlıklar içinde oldukları” haberini yaymışlardı. Bu
kuyruklu yalan yüzünden elbette Müslümanlar sıkıntıya uğrayacaktı. Şimdiden
dünyanın dört bir yanında yine Müslümanlar aleyhine kararlar alınmaya
başlanmıştı! Ama bu yalanların en büyük sıkıntısını yine yalanı çıkaran
kesimler çekecekti, çünkü yukarı mahallede bir yalan söylüyor aşağı mahallede
kendileri de buna inanıyorlardı. Son yalanlarını gerçek olarak kabul edecek
olursak yalanı çıkaranlar mücadeleyi zaten baştan kaybetmiş sayılacaktı. Zira
ürettikleri yalanda müthiş bir teknolojiden dem vurulmaktaydı. Bu müthiş
teknoloji onların düşman kabul ettikleri Müslümanların elinde ise onların sonu
zaten yaklaşmıştı. Keşke Müslümanlar böyle bir teknolojiye gerçekten sahip
olsalardı! Müslümanların böyle bir teknolojiye sahip olmaları demek Amerika'nın
ve İsrail'in hegemonyasının fiilen sona ermiş olması anlamını taşırdı. Adamlar
öylesine kuyruklu yalanlar söylüyorlar ki, bilim kurgu romanlarında
anlatılanlara fark atardı!
“Bilgisayarlar içine
gizlenen sistemlerle sıvı patlayıcıları patlattırıp uçakları havada imha
ettiriyorlar ve binlerce kişiyi ölüme sürüklüyorlar!(mış?..)” Ah, keşke
Müslümanlar bu teknolojiye sahip olsalardı! İşte o zaman dünya gerçek barış ve
huzur ile tanışacaktı. İşte o zaman fitne ve fesadın kökü kazınacaktı. Bu
nedenle diyoruz ki İsrail dostlarının uydurduğu kuyruklu yalanlar doğruysa,
yani gerçekleri dile getiriyorsa; o zaman, bu arkadaşların sonları yakındı!”[5] diyen
Sn. Milli Gazete yazarı, bazı gavurların da Erbakan Hoca’nın anlattıklarının
farkında olduklarını, ama kendilerinin bunlara inanmadıklarını ortaya
koymaktaydı.
Araştırmacı
gazeteciliğin duayeni sayılan Uğur Dündar Kasım 2002 seçimlerinden bir süre Sonra
Profesör Doktor Necmettin Erbakan'ı 'İşte Hayatımız' programına konuk ediyor ve
şunları söylüyordu:
Uğur Dündar: Sayın
Erbakan, ben programı hazırlarken dikkat ettim, girdiğiniz okulları hep
birincilikle bitirmişsiniz. Hatta Teknik Üniversiteye sınavla ikinci sınıftan
başlayan tek kişisiniz. Beden eğitimi sınavını yazılı yaptırabilecek kadar zekâ
pırıltılarıyla dolu, deha düzeyinde bir beynin sahibisiniz. Bunu daha sonra
Almanya'da günün teknolojisine hâkim olan ülkede, Aachen gibi çok önemli bir
teknik üniversitede, Leopar tanklarında kullanılan motorların hem dizelle, hem
de benzinle çalışabilecek hale dönüştürülmesine ilişkin bir projeye imza atmış
birisiniz. Bütün bu başarılardan sonra Türkiye'ye geliyorsunuz 'Gümüş Motor'
şimdiki adıyla Pancar Motor fabrikasını hayata geçiriyorsunuz. Bütün parçaları
ülkemizde üretilen ilk motor fabrikası ki, halen o motorlar aynı patentle imal
ediliyor. Şimdi insan bu geçmişe bakınca, acaba diyorum Sayın Erbakan bilim”
adamı olarak kalmış olsaydı, ülkesine ve insanlığa siyasetçi Erbakan'dan daha
mı fazla hizmeti dokunurdu?
Erbakan: Cenabı Hakka
şükretmişimdir ki, Onun lütfuyla memleketime hizmet için çok daha hayırlı bir
yolu seçmiş olarak çalışmaktayım. Çünkü bir üniversitede profesör
olabilirsiniz, Nobel ödülleri alabilirsiniz; ama ülkenizin insanı bugün olduğu
gibi açlık ve sefalet içindeyse, müşkülat içerisinde, sıkıntı çekmekteyse,
sizin bu Nobel ödülleriniz ne işe yarar? Bu sebepten dolayıdır ki, asıl lazım
olan ülkesinde yaşayan milyonlarca insana fayda sağlamaktır. Allah'a şükürler
olsun, biz bu yolu seçtik, Milli Görüş çığırını açtık ve ne zaman Milli Görüş
işbaşına geldiyse, Türkiye’mizin hep yüzü güldü. Ama ne zaman bu ikinci plana
atılıp, bizim taklitçi zihniyetler dediğimiz hükümetler geldiyse, maalesef bugünkü
sıkıntılara benzer güçlüklerle karşılaştı. Dolayısıyla, çok hayırlı bir yol
seçmişiz ve pek yararlı hizmetler yapmışız. Bizim partimizin kapatılması
meselesinin, ayrı bir programda ele alınmasında çok yarar görürüm. Bu partiler
başarılarından dolayı kapatılmıştır. İlk Milli Nizam Partimiz kısa zamanda
Türkiye'nin en büyük partisi olma istidadını gösterince rakipler tarafından ve
dış güçlerin kışkırtmasıyla çeşitli entrikalar ve mekanizmalar kullanılarak saf
dışı bırakılmıştır. Ancak bütün bunlara rağmen arkasından yeni bir parti
kurulmuş. O partiyle Türkiye'ye büyük hizmetler yapılmıştı. Milli Nizam
Partisi'nden sonra kurmuş olduğumuz Milli Selamet Partisi, Türkiye'de Büyük
Ağır Sanayi hamlesini başlattı. Türkiye'de Kıbrıs Barış Harekatının yapılmasında
en büyük rolü oynadı. Aynı zamanda Türkiye'nin İslam Konferansı'na üye olmasını
sağladı. Ve Türkiye'de bu gün hasretini çektiğimiz reel ekonomiye dönüşün en
büyük adımlarını attı. Biz 1974-78 yıllarındaki hükümetteyken, Tarım Bakanlığı
bizdeydi. Türkiye'de buğday üretimini 10 milyon tondan elimize almışken bunu 20
milyon tona çıkardık. Et üretimini 125 bin tondan aldık, 625 bin tona çıkardık.
Üretim ki, asıl bu ülkenin zenginlik kaynağıdır, bu hususlarda hiçbir dönemle
mukayese edilmeyecek başarılı hizmetler yapılmıştır. Ancak bu hizmetler artıp
da bizim demokratik yoldan engellenemeyeceğimiz görüldükçe, çeşitli ve hileli
yollara başvurulmuştur. Bütün bunlar bizim başarılarımızın birer delilidir. Dış
mihrakların ve hıyanet odaklarının hep bizimle uğraşması; haklılığımızın ve
hayırlı işler yaptığımızın ispatıdır.
[1] Allah Dostu Erbakan
/ Ekrem Şama, Muhittin Yıldırım’dan (Sh: 135-137)
[2] 26.Ocak.1974.
Şura Dergisi
[3] (23.Şubat.1978.
Şura Dergisi)
[4] Cengiz Özakıncı.
İblisin Kıblesi 4. Baskı Sh: 310
[5] 15.08.2006 /
Zeki Ceyhan / Milli Gazete
Batı sözden anlamıyor, onlara caydırıcı güç gerekiyor!
Haberi Oku*** Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamızın En Kapsamlı Video Arşivi ***
Haberi OkuERBAKAN HOCAMIZLA AHMET AKGÜL ÜSTADIMIZIN İLGİNÇ ANILARI
Haberi Oku